Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eki 2014

Büyük Arnavutluk İdeali vs. Sırbistan

Sırbistan ve Arnavutluk arasında oynanan EURO 2016 eleme maçının ilk yarısı golsüz beraberlikle bitmek üzereyken bir dizi olay patlak verdi ve maç yarıda kaldı. Arnavutluk'un 1967'den beri ilk kez Belgrad'ı ziyaretinde yaşanan olaylar futboldan ziyade tarihsel olarak iki halk arasında mevcut olan gerilimle alakalıydı. Sırbistan kaptanı Branislav Ivanovic de maçtan sonra verdiği röportajda bu durumu destekleyen bir açıklama yaptı.
Olayların başlangıcı ise maç esnasında bir insansız hava aracının sahanın üzerinde dolaşarak Büyük Arnavutluk bayrağını dalgalandırması oldu. Bayrağın üzerinde fotoğrafları yer alan İsmail Kemal ve İsa Boletini ise Osmanlı'nın dağılma sürecinde Arnavutluk adına bağımsızlık için mücadele eden iki önemli siyasi figürdür. Bayrağın üzerinde yazan "Autochthonous" ifadesi ise otokton anlamına gelir ve Büyük Arnavutluk topraklarında bugün yaşayan Arnavut kökenli halkların bölgenin yerlisi olduğuna dair bir göndermedir.

Partizan Stadyumundaki olaylara futbolcular, malzemeciler ve taraftarlar da dahil olmak üzere statta bulunan hemen herkes müdahil oldu. Sırp savunma oyuncusu Mitrovic tribünlerden yükselen öfke dolu tezahüratlara yanıt vererek bayrağı indirdi. Bunun üzerine Arnavut oyuncular Mitrovic'in üzerine yürüyerek bayrağı elinden aldılar. Ancak, olaylar bununla bitmedi ve Sırp taraftarlar sahaya girerek olayların daha da büyümesine yol açtı. Arnavutluk kaptanı Lorik Cana ve bir Sırp taraftar arasında yaşanan gerilimde Cana'nın geri adım atmaması da geceye damgasını vurdu.

İki ülke arasındaki gerilimin temel nedeni 2008 yılında halkının büyük çoğunluğu Arnavut olan Kosova'nın Sırbistan'dan ayrılarak tam bağımsızlığını kazanması oldu (2012'ye kadar gözetimli bağımsızlık statüsündeydi). Ancak, Sırbistan bu yeni kurulan devleti tanımıyor ve tanımamakta da ısrar edeceğe benziyor. Diğer taraftan Arnavutluk ise Büyük Arnavutluk'un kurulması için bu ayrılığı bir adım olarak görüyor. Büyük Arnavutluk idealindeyse Sırbistan, Karadağ, Makedonya ve Yunanistan topraklarında Arnavutların genellikle yoğun olarak yaşadığı bölgeler ve bugünkü Arnavutluk ve Kosova'yı da içine alan bir ülke vardır. Olaylar sonrası Kosova'da halk sokaklara dökülerek Arnavutluk'a destek oldu. Ayrıca, maçta Sırp taraftarların NATO bayrağını yakmasının sebebi ise Kosova'nın bağımsızlığını NATO destekli kazanmasıdır.

Olayın çıkmasında başrolü oynayan insansız hava aracının 800 metreden kontrol edilebildiği belirtilirken bu aracı yönlendiren kişinin protokol tribününde yer alan ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'nın kardeşi Orfi Rama olduğu şüphesi de gündeme geldi ve Orfi Rama gözaltına alındı. Partizan Stadı'nda 3500 polis aracılığıyla alınan güvenlik önlemlerine rağmen böyle bir olayın yaşanması UEFA'yı da güvenlik zaafiyeti konusunda harekete geçirdi.

Geçtiğimiz ay UEFA Avrupa Ligi'nde oynanan Partizan-Tottenham Hotspur (taraftarının bir kısmı Yahudi) maçında rakip taraftara yönelik antisemitist tezahüratlarda bulunan Partizan taraftarları hakkında UEFA bir soruşturma başlatmıştı. Önümüzdeki hafta Partizan deplasmanına gidecek olan Beşiktaş takımının başına neler geleceği ise büyük bir soru işareti olarak duruyor.

17 Tem 2013

KART 1903 '' AYRICALIĞI ! ''

Endüstriyel futbol geyiklerine falan girip yazıyı okuyacak arkadaşlara bildiklerini tekrar satmaya çalışmayacağım. Beşiktaş yönetimi geçtiğimiz aylarda ''Kart 1903'' adı altında bir proje başlattı. Bu projeye göre Beşiktaş taraftarı artık taraftarlığını resmiyete dökecek, bir yandan kulübe para kazandırırken bir yandan da kart sahibi kartın anlaşmalı olduğu mağazalar, restoranlar vb. yerlerde avantajlara sahip olacaktı. Ayrıca maçlarda öncelikli bilet alma hakkı taraftarı kart almaya zorlayan en önemli sebeplerden birisi. Her şey görünürde iyi, hoş görünüyor ama işin aslı pek öyle değil. Siyah, beyaz ve yavru karttan oluşan üç kart çeşidi var. Beyaz kart 60, siyah kart 250, yavru kart  50 TL. Kart satışından elde edilecek gelirlerde beyaz kart için  ilk 40.000 karttan elde edilecek gelirin sadece %35'i Beşiktaş'a kalıyor. 60.000 karttan sonra bu oran Beşiktaş'ın lehine dönerek %65 oluyor. Siyah kart için ise ilk 2000 karta kadar Beşiktaş'a kalan oran yine %35. Oran %65'e 5000 kart satıldıktan sonra dönüyor. Yavru kart için de siyah kartla aynı şartlar geçerli. Sorulması gereken sorulardan birincisi şu: Mevcut tüzüğe göre 1200 TL giriş ücreti ve 120 lira yıllık aidat ödeyen Beşiktaş kongre üyesi öncelikli bilet alma hakkı gibi hiçbir ayrıcalığa sahip değilken ''Kart 1903'' projesi ne kadar adildir? İkincisi; yukarıda söz ettiğim oranların Beşiktaş menfaatine olmadığı açıkken Beşiktaş'a yararlı olmak isteyen bir taraftar bu kartı ne amaçla almalıdır? Üçüncüsü; kartlar neden diğer yıl tekrar ilk bedellerine yenileniyorlar? Örneğin; Fenerbahçe'nin 35, 100 ve 350 TL'lik üç tür taraftar kartı var ve bunlar her yıl 35, 50 ve 150 TL'ye yenileniyorlar. Kongre üyesi olmayan ortalama bir taraftar bile sene içinde gideceği maçlara, alacağı forma ve ürünlere zor para yetiştirirken bunu insanlardan nasıl istiyorsunuz? Üstelik Kart 1903'ü olmayana gelecek süreçte bilet satılmayacağını açıklıyorsunuz gözümüzün içine bakarak. O zaman taraftar kartı olan birisi Beşiktaşlı ama durumu elvermeyip alamayan birisi Beşiktaşlı değil öyle mi? Kusura bakmayın ama insanların idame ettirmesi gereken bir hayatı var. Umarım bu yanlıştan en yakın zamanda dönülür.

7 May 2013

ŞEREF BEY ANILARI-1



Henüz bu yıl yaşanan bir anımı paylaşayım kısaca...

Mabedimizde Fenerbahçe maçındayız dostlarımızla. Kapalı üst tribünün hafif sağında parçalıyoruz kendimizi Beşiktaş'ım sen çok yaşa canım feda olsun sana... İki tane de Almanya'dan kartal parçası kuzenlerim gelmişler ki maça.. Dakika 90 oldu. Tam ümitler tükendi derken Olcay'ın golü geldi. Hadi biz alışkınız ama; çocuklar dünyanın öbür ucuna boyunları bükük gitmesin istedim içimden, Olcay Niang'ın ara pasına hareketlenirken. Golden sonra hooop ben 6 sıra aşağıdayım tabi. Hissettim ki omzum çıkmış. Daha önce de çıkmıştı; bir kere çıkınca alışkanlık haline geliyormuş. Neyse ''feda'' olsun dedik ve diğer kolumuzla yumruk havada sevinmeye devam ettik tabi. Sonra mı? Stadın ambulansıyla aynen Acıbadem Fulya'dayız... Taktıklar benim kolu yerine. Şimdi eskisinden daha iyi.

Mabedimizin de, Beşiktaş'ımızın da eskisinden daha iyi olması umuduyla...

Güle güle Şeref Bey...

19 Şub 2013

Acun Ilıcalı ve Türk Bayrağı Polemiği



Geçtiğimiz günlerde Acun Ilıcalı'nın düzenlediği Yetenek Sizsiniz adlı yarışma ve eğlence programında kamuoyunda tepkilere yol açan bir olay yaşandı. Yarışmacılardan bir tanesi sahneye Beşiktaş formasıyla çıkmıştı ve televizyondan izleyenler formanın göğüs reklamıyla birlikte, forma üzerinde bulunan Türk bayrağının da sansürlendiğini gördüler. Bunun üzerine Acun Ilıcalı ve Star TV sosyal medyada Beşiktaşlılar başta olmak üzere birçok kesimden tepki aldılar. Sonrasında Acun Ilıcalı'nın sahibi olduğu şirket Acun Medya isimli twitter hesabından şu açıklamaları yaptı:

''Yetenek Sizsiniz Türkiye'de yarışmacıların üzerlerinde ya da ellerinde bayrağımızı kullanarak oylama sırasında seyirciler üzerinde avantaj sağlamasına izin verilmemektedir. Ekip arkadaşlarımız gereğinden fazla hassasiyet göstererek takım formasındaki ay yıldızı bu çerçevede değerlendirmiştir. Yaşanan bu durum teknik ekipteki bir arkadaşımızın hatasıdır.''

Milliyetçi refleksleri güçlü kesimlerce yoğun eleştirilerin odağındaki Acun Ilıcalı ise bugün milli takım formalarıyla verdiği pozları sosyal medyadaki kendi hesabı üzerinden yayımlayarak: Kimse benden daha milliyetçi olamaz edasıyla ''en hassas olduğum yerden bana saldırmak isteyenler komik duruma düşerler'' dedi. 


Karşılıklı olarak yapılan ben senden daha milliyetçiyim, bayrağımı senden daha çok seviyorum şeklindeki sığ tartışmalar benim ilgimi çekmiyor. İlgimi çeken kısım Acun Medya şirketinin açıklaması. Yarışmacılara avantaj sağladığı düşünülerek Türk bayrağı sansürleniyorsa, Beşiktaş taraftarlarının vereceği destekten dolayı haksız rekabet oluşabileceği neden düşünülmemiş ve bunu engellemek için en başta bu yarışmacının Beşiktaş forması giymesine neden izin verilmiş? Mantık hatası asıl burada aranmalıdır ve eleştiri, hakaret ve küfürle değil bu çerçeveden yürümelidir.

7 Şub 2013

Olcay Şahan

Benim gibi birçok savunanı da var, görmeye bile tahammülü olmayanı da. Beşiktaş'ın sol kanat oyuncusu Olcay Şahan. Beşiktaş'a gelir gelmez mevkisinden farklı bir numara olan 10 numara verildi kendisine. Zaman zaman 10 numaranın ağırlığını taşıyamadığı söylendi. Lig başından bu yana Beşiktaş'ta en çok süre alan oyunculardan birisi. Sene başında kendisine yıllık  1.000.000 Euro ödeneceği açıklanınca, eleştiri makineleri Feda yılında bu adama niye bu kadar veriliyor diye söylenmeye başlamıştı. Hazırlık maçlarında gösterdiği performansla bu yıl Beşiktaş'a çok şey verebileceği konuşulmaya başlandı.

Oyunu çok iyi takip eden bir özelliği var Olcay Şahan'ın. Rakip ceza sahası çevresinde top adeta onu çekiyor. Topu ayağına aldığında gereksiz çalımlara girmeden basit oynamayı tercih ediyor ve duvar paslarıyla içeri kat etmeye çalışıyor. Beşiktaş taraftarının uzun yıllardır göremediği ceza sahası önündeki varyasyonlar Oğuzhan, Fernandes, Almeida ve Olcay dörtlüsüyle bu yıl gerçekleşmeye başladı. Bu isimlere zaman zaman Holosko'yu da ekleyebiliriz.


Gelelim Olcay hakkındaki somut verilere: 25 yaşındaki futbolcu 2006 - 2008 yılları arasında Borussia Mönchengladbach formasıyla 75 maça çıkıp 16 gol kaydetmiş. 2008 - 2011 yılları arasında 2. Bundesliga  MSV Duisburg'un  formasını giyen Şahan, 87 maçta 23 maçta golün altına imzasını atmış. 2011 - 2012 sezonunda 1. FC Kaiserslautern formasıyla ise 27 maça çıkıp 1 gol atmış. Bu sene başından beri Beşiktaş'ın sol kanadında izlediğimiz Olcay 20 maçta 7 gol 3 asist yaparak Beşiktaş'ın 20. hafta sonuna kadar attığı 43 golün 10'unda pay sahibi olmuş. Bunun yanında aldığı fauller sonucunda gerçekleşen duran top organizasyonlarından çıkan goller de çoğu kişi tarafından unutuluyor. En basitinden Olcay'ın son dakikada kaçırdığı gol yüzünden yemediği küfür kalmadığı Trabzonspor maçında Beşiktaş'a bir puanı getiren Fernandes'in frikik golü öncesindeki faul pozisyonu ve geçen hafta Karabükspor maçında Beşiktaş'ın 1. golü öncesinde yapılan faul. Bu iki pozisyon şu an aklıma gelenler. Ancak futbolda maalesef her zaman yapamadıklarınla konuşuluyorsun. Futbola boşuna nankör meslek denmiyor. Onur Kıvrak Türkiye'nin en beğenilen, peşinde koşulan kalecisiyken; bu özellikler bir anda unutuluyor ve Olcay'ın o golü nasıl atamadığı konuşuluyor, Onur'un nasıl kurtardığı değil. Bahsettiğimiz bu pozisyonun benzerini geçen hafta Real Madrid - Barcelona Kral kupası maçında Mesut Özil yakaladı; fakat yüksekten gelen topu kontrol edemedi ve pozisyon başlamadan bitti. Olcay bu maçtaki kritik pozisyon dışında Eskişehirspor maçında iki, Bursaspor maçında bir net pozisyondan yararlanamadı ve bir anda Beşiktaş'ın en kötü futbolcusu ilan edildi. Zor golleri atıp kolay golleri atamıyordu Olcay bir 'sol kanat' oyuncusu olarak. O zaman bir buçuk yıl boyunca zor,kolay birçok pozisyonu atamayı kritik maçlarda takımın şampiyonluk yarışına havlu atmasına sebep olan Almeida'yı asmalıydık. Asmayalım da besleyelim bakın bu seneki sonuç ortada. 

Maç izlediğim değişik ortamlarda, internette yapılan yorumlarda Olcay için bal yapmayan arı yorumları yapılıyor. Hiçbir şey koymuyor da bu akıl dışı yorum insanı çileden çıkarıyor. Baldan kastınız ne kardeşim? Süzme bal yapsın bir de ekmeğinizin üstüne sürsün diyorsanız Bayern Münih'ten Ribery verelim size? Sahada koşan mücadele eden oyuncu isteyenler öyle bir oyuncu görünce de bal yapmayan arı diye yaftalıyorlar adamı. Bal yapmamayı bırakın petek düşmanlarını, kovan düşmanlarını gördü bu takım. Serdar Özkan bunlardan birisiydi. Türkiye'deki futbol izleyicisinin değişmeyen klişe laflarından bu bal yapmayan arı yaftalaması. Simao Sabrosa neydi o zaman? Yüksek emekli maaşı alan bir bal üreticisi mi? 

27 Oca 2013

Derbi Sabahları

Derbi öncesindeki gece tuttuğu takımın teknik direktörü olmaya aday milyonlarca insan vardır. Maç 0-0 devam edip kilitlenmişken, yastığında kafasını çevirdikçe atağın yönünü diğer kanada müthiş bir uzun pasla çeviren orta saha oyuncularını da unutmamak lazım, onlar da azımsanmayacak kadar fazladır. Maç milyonlarca insan tarafından yüzlerce kez kafada oynanır. İddialara girilir, totemler sabahtan başlar.

Derbi sabahları insanın içinde en kuvvetli alarmın uyandırma gücünden daha kuvvetli bir heyecan olur. Saatler bir an önce 19:00'a gelmeli midir? Yoksa bizlere mutluluk veren şey daha çok bu heyecana ortak olma duygusu mudur? Galatasaray- Beşiktaş maçı var bu akşam. Biraz önce anlattıklarımı benim gibi milyonlarca Beşiktaş ve Galatasaray taraftarı eksiksiz yaşadı, adımın Ülken olduğu kadar eminim bundan. Fakat en çok merak ettiğim konu şu: Örneğin bir Tottenham - Arsenal maçı öncesi bu duyguları yaşayan insan sayısı bizler kadar fazla ya da kayda değer mi? Ya da bir Espanyol - Barcelona maçı öncesinde ne gibi gerilimler heyecanlar yaşanıyor acaba?  

Derbi haftasının başından başlayarak vücutta baş gösteren, derbi sabahı zirve yapan heyecan duygusu ne kadar hoşuma gidiyorsa artık; eskiden her hafta derbi olsa keşke derdim. Fakat geçen sene süper final zırvasıyla bir baktım ki yere göğe sığdıramadığımız bu heyecan yerini bıkkınlık ve sıradanlık duygusuna bırakmış. Her şey tadında güzel. Sevgilisiyle her an her dakika dip dibe durup sonra da buluşma heyecanından söz edebilecek olan var mıdır?

Beşiktaş bugün kazanır ya da kaybederse bu ilk veya son olmayacak. Çeşitli değerler, anlamlar atfettiğimiz takımlarımız daha yüzlerce kez karşılaşacaklar. Bugün akşam olacağı gibi birçok kahvehane, meyhane ve barlar futbol tutkunlarıyla dolup taşacak. Yeri geldiğinde futbolcuların ayak tırnaklarına kadar küfür edilip, aynı oyuncuya bir dakika sonra kurban olunacak. 

Oralete inanan insan varken Beşiktaş'a inanmanın neresi garip? Herkesin inandığı bir şey vardır bu hayatta benimki de sensin...

 Forman ıslansın yeter, gerisi tıraş Beşiktaş...

9 Ara 2012

İbrahim Toraman Nerede Oynamalı?

Bir futbolcunun yürekten oynaması, canını dişine takıp türlü fedakarlıklarla camiası adına elinden geleni yapması; o futbolcunun saha içerisinde takımı adına her zaman olumlu işler yaptığını, maksimum faydayla oynadığını göstermez.

Beşiktaş'taki 8.yılını yaşayan İbrahim Toraman'da bu konuda konuşulması gereken isimlerden. Yıllardır yerli-yabancı birçok hocayla çalışarak her zaman vazgeçilmez olmayı başardı. İbrahim Üzülmez'le yaşadığı ikinci kavgadan sonra birinci kaptan İbrahim Üzülmez'in kulüple ilişiği kesildi, ama o Beşiktaş'ta kaldı. Kimi kesimler onu 'torpilli' olmakla suçladı; fakat ne hikmetse onu Beşiktaş'ta tutan bu torpil iş milli formayı almaya gelince pek işe yaramıyordu. Kendisinden çok daha başarısız ve kötü oyuncuların bile milli takıma alındığı dönemlerde milli takıma seçilemedi. Yani Beşiktaş'ta yaşadığı durumun tam tersini yaşadı milli takımda, hangi hoca gelirse gelsin ilk onun ismini yazdı kadroya alınmayacaklar listesine.


İbrahim Toraman bana göre de Beşiktaş takımının stoper mevkiinde yeterli görünmüyor, ama bu yeni bir durum değil. Yıllardır bu tarz eleştiriler Beşiktaş taraftarı tarafından dillendiriliyor. Dün oynanan Eskişehirspor maçında da bu savları destekleyecek sahnelere tanık olduk. Son haftalardaki yaygın kanı şu: Toraman savunmanın önünde rakip hücumcuları yıldırma görevinde, stoperde olduğundan daha başarılı bir performans sergiliyor. Ben de bu görüşe katılan kanattayım. Savunmada yapamadığı bir hamlenin, yediği bir çalımın, set çekemediği bir verkaçın telafisi imkansıza yakın; ama savunma önünde güçlü fiziğiyle, orta sahadaki gençleri rahatlatan kaptanlık misyonuyla, bitmek bilmeyen enerjisiyle takımına çok daha faydalı görünüyor.

8 yıldır bu forma için başta savunma olmak üzere, sağ bek, ön libero mevkiilerinde elinden gelen her şeyi yapan kaptan İbrahim Toraman'a bir Beşiktaşlı olarak teşekkürü borç bilirim. Uzun yıllar daha bizimle birlikte olman dileğiyle kaptan. İbrahim Üzülmez'i çok seviyor olmam seni hiç bir zaman 'öteki' yapmadı kalbimde. Yaşanan olaylardan sonra Fenerbahçe'ye 2 sezon önce İnönü'de 4-2 mağlup olduğumuz maçta attığın golün ardından döktüğün gözyaşları bizler için çok değerli. Nerede oynarsan oyna çok önemi yok bu taraftar sahada yüreğini koyan rakip takımı da alkışlamış, alkışlayan bir taraftar.

7 Ara 2012

Çocukluk aşkı olarak kalmasın! Evlenelim!

Futbol her yanıyla başlı başına bir romantizmdi benim için. Sanıldığı gibi Tsubasa izleyerek aşık olmadık benim gibi birçoğumuz futbola. Tsubasa denk geldi, iyi de oldu. 7 yaşındayken evimin koridorunda küçük, sünger topumla tek başıma oynadığım çift kale maçlarla başladı bu serüven. Koridorda 22 as oyuncu, teknik heyet ve yedek oyuncular vardı bana göre ve binlerce kişinin duvarlardaki tribünden bana baktığını ve desteklediğini hissederdim, heyecanın verdiği bir sızı kaplardı sol yanımı. Kağıtlara özenerek yazdığım fikstürler ve puan tablosu vardı her gün oynadığım maçlarla güncellenen. Beşiktaş her zaman kazanmazdı oynanan maçlarda mesela; torpil yoktu bizde, neyse o. Realizm hakimdi bizim koridordaki maçlarda, Galatasaray düzenli olarak penaltı kazanır ve sahanın salona bakan dilimindeki kaleye doğru ağlarla buluşurdu hep bu penaltılar. Yine Galatasaray'ın kazandığı UEFA kupasına giden süreçte maçlar, onlarca kez benim sünger topumla ya da ondan önce görevini başarıyla devam ettiren her renkten çorabımla oynanmıştı, ev bilmem kaç kez bayram yerine dönmüştü...

Sürekli Beşiktaş'la koşturmaktan bıkıp arada Kocaelispor ve Gençlerbirliği'ni temsil ederek üst sıraları zorlardım, Tabi İlhan Cavcav ve Sefa Sirmen etkenlerini göz önünde bulundururdum bu durumlarda. İstediğin kadar romantik ol gerçekçi sınırları aşamazsın. Hadi Ankara'lıydım ama neden Kocaelispor? İşte onu bilmiyorum ama severdim, çok sempati duyardım onlara. Hem de bana en çok göz yaşı döktüren takım olmasına rağmen. 2001-2002 sezonu kupa finali, daha Kaan Dobra'nın Dobrovski olduğu zamanlar. Hani şu Mehmet Ali Erbil'in salakça adamın isminden nemalandığı yıllar. Kocaelispor Beşiktaş'ı 4-0 yenerek hezimete uğratıyor, ben tabi hüngür hüngür koyvermişim. O gün bu gündür Liverpool'dan 8 yediğimizde bile o üzüntüyü yakalayamadım. Üzülmem lazım, efkar yapmam lazım bu bir ihtiyaç diyorum ama nafile; olmuyor galibabir şeyler eksik olunca ne kadar zorlarsak zorlayalım. Futboldan eskisi kadar lezzet alamıyoruz, bu bir gerçek.

Kocaelispor'un düştüğü durum ortada, can sıkılmayacak gibi değil. Göztepe'ye birileri sahip çıktı da ayağa kalkmak için uğraş veriyor. Ya Ankaragücü? Yıllarca taraftarının sebebini anlamlandıramadığımız bir şekilde bıkmadan usanmadan küfrettiği benim gibi milyonlarca Beşiktaş taraftarı futbol sevdalısı, şimdi dost meclislerinde onların durumunu anlatıyor, keşke birileri çıksa da Ankaragücü'ne sahip çıksa diyor, hem de her şeye rağmen.... Değer mi? Bence değer. Bu gidişle çocukluk aşkı olarak kalacak bizde sevdalarımız, oysa biz bir hayat kuracaktık hani?

4 Ara 2012

Ozzie

Beşiktaş'ın genç yıldız adayı Oğuzhan Özyakup'tan bahsedeceğim bu yazımda. 24-25 yaşlarına gelmiş futbolcuların hala genç olarak nitelendirildiği ülkemde, henüz iki ay önce 20 yaşını doldurmuş bu oyuncuya 'genç' deme hakkını kendimde buluyorum açıkçası. 10 yaşında Az Alkmaar'da başlayan öykü 2008 yılında Premier Lig'in köklü takımı Arsenal'e  ayak basarak devam etmiş. 2009-2010 sezonunda 18 yaş altı Premier Akademi Lig'inde şampiyonluk yaşayan Ozzie, 19 Eylül 2011'de İngiltere Lig Kupası maçında 13 dakika sahada kalarak ilk profesyonel maçına çıkmış. Şu sıralarda Beşiktaş'ta ortaya koyduğu başarılı performans ve   göze hoş gelen futboluyla Türkiye futbol medyasının ilgi odağı. Takım arkadaşı Ersan Gülüm, Oğuzhan'ın bir iki maçta iyi oynadıktan sonra şımaracak bir karakteri olmadığını, kişisel gelişimini tamamlamış ve yeterli olgunluğa erişmiş bir insan olduğunu vurguluyor. Bu yıl en dikkat çeken isimlerden birisi olan Manuel Fernandes ise Oğuzhan'ın ilerde Avrupa'nın en iyi kulüplerinde oynayabileceğini iddia ediyor.

Peki  futbolseverler ve futbolu bilenler için Oğuzhan'ı farklı kılan ne? Oğuzhan orta sahada en azından birini daha iyi yapsa da; oyunun iki yönünü de oynayabilen, buna çalışan bir futbol sergiliyor bizlere. Top ayağına çok yakışıyor, topa hakim bir şekilde iyi süratleniyor. Topu ayağına aldığı anda tek hedefi rakip kaleye gitmek.Beklenmedik anda muhteşem ara pasları verebiliyor. Top rakipteyken de Beşiktaş yarı alanı ve Beşiktaş ceza sahası çevresinde pres yaparken buluyorsunuz maç sırasında. Zekasını iyi kullanıyor ve basit oynayarak katkısını maksimuma çıkarmaya çalışıyor. Bu zamana kadar tek eksiği fiziksel güç gibi duruyor; ancak şu andaki haliyle bile ikili mücadelelerde uzun süre ayakta kalmayı başarıyor. Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan'dan sonra hücum yönü daha fazla olmakla beraber, oyunun iki yönünü oynayan bir futbolcuyu Türk futbolu kazanmak üzere; ancak bu saydığım isimler ve Oğuzhan farklı stillerde futbolcular. Oğuzhan'ın en önemli farkı hızlı olması. 

Beşiktaş'a transfer haberini okuduğumda kendisinin bir İbrahim Altınsay transferi olduğunu öğrendim ve bu, Ozzie için umutlanmam için geçerli bir sebepti. Sonra Oğuzhan'ın oynadığı maçlardan derleme videolar bulup izledim ve o günden itibaren bu günleri beklemeye başladım. Bir aksilik çıkmazsa eğer Beşiktaş'ın Fabregas stilinde futbolcuya sahip olduğunu ve Fernandes'le birlikte harika işler çıkaracaklarını hayal ettim birkaç ay  boyunca kafamda oynadığım maçlarda. Gel gelelim kafamda oynadığım maçlar gerçek oldu olmasına ama Ozzie bunun da üstüne çıktı. Fernandes'in yokluğunda, zor bir deplasmanda, Beşiktaş'ın geriye de düştüğü bir maçta oyun olarak vasat bir performans sergilese de sahneye çıktı ve Orduspor maçından 3 puanı alarak  kendisi ve takım arkadaşlarına inanılmaz bir öz güven aşıladı. Şimdi cuma akşamı zor bir Eskişehirspor maçı var İnönü'de ve Fernandes çok yüksek bir ihtimalle o maçta da yerini alamayacak. Akhisar Belediyespor maçından önce BJK Tv'ye verdiğim röportajda maçın seyrinin Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak değişeceğini söylemiştim. Maçın adının bir önemi yok, şimdi sebeplerimin de artmasıyla beraber Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak Eskişehirspor maçının sonucunun belli olacağını düşünüyorum. Umarım iyi performansını artırarak devam ettirir ve bizlere seyir zevki vermeye devam eder.

25 Eki 2012

Fuck the modern football !

Dün oynanan Ajax-Manchester City maçında Ajax taraftarları günümüzde futbolun geldiği noktayı açtıkları pankartla eleştirmişler. Ajax'ı dünya futbolunda en çok öne çıkaran olgu, kupaya odaklı başarılarından çok altyapısında oturttuğu sistem olsa gerek. Türkiye basınında da zaman zaman  karşılaştığımız ''Beşiktaş'a Ajax Modeli '' gibi başlıklar bunun hakkında yeterli fikri veriyor bizlere. Gelinen dönemde Arap Şeyhleri'nin futboldaki bu denli etkinliği, geleneğini sağlam temeller üzerine oturtmuş Ajax taraftarını fazlasıyla kızdırmış görünüyor.

17 Eki 2012

Biz bir günde mi 'İçinizdeki İrlandalılar' olduk?

Türk Milli Takımı Türkiye'nin çalkantılı dönemlerinden, yaşanan darbelerinden, sağ-sol çatışmasından pek nasibini almamış bir kurumdu. Sanat müziği gibiydi, başına 'Türk' koyduğunuzda kimse gocunmazdı ondan. Bu ülkenin sağcısı, solcusu her sınıftan insanı desteklerdi bu takımı hiç çekinmeden. Nasıl desteklemesin ki? Tarihi mağlubiyetleriyle dalga geçen, turnuvalara katılırken ecel terleri döken ama katıldığı turnuvalarda dengeleri alt üst eden bir takımdı. 

90 doğumlu biri olarak milli takım konusunda şanslıyım. Gözlerimi futbola açtığımda zımba gibi bir milli takımımız vardı. 2000 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya'ya karşı deplasmanda mükemmel oynadığımız 0-0'lık beraberlikle döndüğümüz maç benim için milattır. Bu ülkenin futboldaki makus talihi Sergen'in Matthaus'un sağından atıp solundan geçtiği pozisyonda kırılmıştır. Ne mutlu bana ki o günlerle açtım gözümü futbola! Geçenlerde Suat Kaya'nın ve Okan Buruk'un katıldığı bir Ligtv programında milli takımın en  unutulmaz yirmi maçı vardı, en az on beşini canlı izlediğimi farkettim. Bundan ala mutluluk var mı? 



Bu akşam milli takım o kadar yalnızdı ki çok sevdiğim bir abim 'ülkü ocakları bile şu galibiyete sevinmiştir' dedi, haklıydı da. Herkes o kadar küstürüldü, her şey o kadar anlamsızlaştırıldı ki artık milli takım denen şeyin altı bomboş insanlar için. İstedikleri kadar süslü reklam yapsınlar, istedikleri kadar bu işi bize pazarlamaya çalışsınlar; yemiyoruz yemeyiz artık.

Bu gece kendi kendime dedim ki:' Ulan madem gidemiyoruz bu turnuvalara, gereken neyse yapalım evsahibi olalım.' Bunu dedikten sonra ise 2016'ya aday olduğumuz o harita aklıma geldi, tam bir fiyaskoydu! Keyifleri gelince iki senede Süper Lig'de oynattıkları hevesleri kaçınca sürüm sürüm süründürdükleri Diyarbakır'ın, Akyazı ile HES'le darmadağın ettikleri Trabzon'un olmadığı, Ankara'nın ise ayıp olmasın diye konulduğu o harita...Haritada yer alan Konya ile Kayseri'nin ideolojik olduğu malumunuz, neyse o konulara girmeyeyim.

Milli takım kadrosu belli. Mehmet Ekici bu sene Bremen'de ne kadar oynamış belli. Anadolu futbolcusuna, futbolcusunu o formayla görüp gururlanacak Anadolu taraftarına ayıp.

Hakan Şükür'ü gram sevmezdim; ama bu gözlerin gördüğü en büyük forvetti. Onsuz milli takım izlemek bir garip. Set hücumunda bocalıyoruz, hiçbir forvetimiz sırtı dönük oyunu bilmiyor. Bu ligde bu oyunu oynayabilecek Muhammet Demir, Nobre gibi isimler yetersiz görülüp alınmıyor.



Ankaragüçlüler'in durumu malum, Trabzon'un 3 Temmuz direnişi hala sürüyor, Diyarbakırspor'da sıkıntı bitmiyor, maç saatlerindeki Ferrari haberini gördük Beşiktaş'ın ne olacağı hiç belli değil. Galatasaray ve Fenerbahçe yeni dengelerin önemli parçaları zaten onlara bir şey demiyorum. Benim altını çizmek istediğim şey onun yerine bu oynasaydı mevzusu değil; TFF-Milli Takım-Demirören üçlüsünün halktan nasıl uzaklaştıkları, nasıl bu ülkede futbol namına her şeyin içini boşalttıkları görülmeli artık. Sorun milli takıma Anadolu'dan iki topçu alarak çözülecek küçüklükte değil, bir yabancılaşmanın bir ötekileştirmenin biriktirdiği bir hesap var. Ecevit 70'lerde CHP'yi tekrar canlandırmak için 'CHP halka gitmelidir; ama halka giderken uzatacak elinin yanında söyleyecek sözü olmalıdır' demişti, Demirören TFF'sinin ne uzattığı eli tutacak ne de söylediği sözü dinleyecek biri yok bu ülkede!

Kulüpler ve Milli Takım bazında ne kadar havalarda olduğumuz malumunuz; öyle ki Almanya'ya karşı alınan 3-0'lık mağlubiyetten sonra maçın canlı anlatımında ülkenin en gözde spor yorumcularından R.Dilmen utanç duyarak  kulaklığı bırakmıştı. Kendi evimizde kalecisini iki üç kere gördüğümüz Romanya'ya da 'vasat' diyen R.Dilmen keşke Macaristan maçında da yorumcu olsaydı da üçüncü golden sonraki tepkisini görseydik.

Feyyaz Uçar TRT'de bir keresinde 'Yugoslavya dağıldı da biz turnuva gördük, bu dağılmadan sonra hepsi ekol sahibi olan bu ülkeler kendilerini toparladıkça  tekrar dominant olacaktır' demişti. Yükselişimizin üstüne bir şey koymadığımız sadece gereksiz ego sahibi olduğumuz, jenerasyonlar arası bayrak değişimini gerçekleştiremediğimiz çok rahatça görülüyor. Keza bizi güle oynaya turnuvalara yollayan Bosna Hersek şu an Türkiye'ye kök söktürür. Şu an Balkanlar'da 'rahat yeneriz' diyebileceğiniz bir ülke var mı?

Sorun hocada mı? 
Yazıyı okuduysanız bunu sormamalısınız.

16 Eki 2012

Hedef 2016...

   
20 Kasım 2010 tarihinde oynanan ve 2-2 sonuçlanan Beşiktaş-Konyaspor maçından sonra basın açıklaması yapan Bernd Schuster şunları söylemişti: ''Rakiplerimiz hiç birşey yapmadan hep sizin yapacağınız hataları bekliyor. Türkiye'de oynanan futbol beni şaşırtıyor. 2010 senesi içindeyiz ama maalesef burada 1960'lı yılların futbolu oynanıyor."

    Fazla söze gerek yok, hedef 2016...

14 Eki 2012

Çok bir şey istemedik ki...


Son yaptığım halı saha maçı öncesi, açtım dolabımı, çantamı hazırlayacağım.

İbrahim Üzülmez ve Pascal Nouma imzalı Beşiktaş formamı elime aldım giymek için.Yapamadım, herkes kendi takımının formasını giyecekti ama ben gerçekten yapamadım, giyemedim çok sevdiğim Beşiktaş formasını ve başka bir tişörtle gittim.



 



Neden mi? Hiç sormayın daha iyi... Sadece istiyorum ki; Çocukluğumun Beşiktaş'ını geri verin bana...







Not:İlhan-Pascal-İbo el ele Jübileye.(unutmadık)

Adana Demirspor'da 'Sihirli Değnek' Sesleri

    Adana Demirspor sevdalıları ve PTT 1. Lig'i az çok takip edenler, Adana Demirspor'un 2 haftadır üst üste aldığı 4 gollü galibiyetlerle büyük şaşkınlık yaşıyorlar. Geçtiğimiz hafta Adana derbisinde rakibi Adanaspor'u 4-2 mağlup eden demir kanatlılar bu hafta da deplasmanda 13 puanlı Karşıyaka'yı 4-1 mağlup etti, hem de Karşıyaka'nın ateşli taraftarının önünde. Peki Adana Demirspor'da değişen ne?

    Taraftar ve yönetimin bir türlü uzlaşamadığı mavi-lacivertli camiada tek sorun bu da değil. Yıllar sonra 1.lige çıkarak taraftarını sevindiren Demirspor'da herkesin merak ettiği tek konu bu kaos ortamında takım ligde kalmayı başarabilecek mi? Kendi evinde oynadığı ilk maçta benim de beğenerek takip ettiğim taraftar gurubu Şimşekler; bana göre oldukça yersiz bir tepkide bulunurak sahada edilen mücadeleye tepkisiz kaldılar. Maç boyunca alışıldık desteklerini sahadaki futbolculardan esirgeyen taraftarların, bunun yerine daha mantıklı yöntemlerle yönetimi protesto etmeleri beklenirdi.

    Sahadaki futbola gelince, alınan farklı galibiyetler kimseyi aldatmasın derim. Jose Carlos Junior, Gökhan Kaba ve Erçağ skorun yanında oyun anlamında da öne çıkan isimler oldular son haftalarda; ancak defansif anlamda ciddi şekilde çözülmesi gereken sıkıntıları olduğunu düşünüyorum Adana Demirspor'un. Hücumda son iki haftada yan toplardaki etkinlik ne kadar fazlaysa defansta da bir o kadar zaaf içindeler. Beşiktaş'ın Sakaryaspor' dan alıp Demirspor'a kiraladığı Berat Çetinkaya bekleneni veremiyor. Takım maç içinde savunma yapıp atak savuştururken amatör takım izlenimi veriyor. İki haftada yediği 3 golün nasıl geliştiğini izlemek bile insana yeterli fikri veriyor. Diyeceğim o ki; iki haftadır bulduğu fırsatları ve bilhassa derbide rakip kaleci ve savunmanın ikramlarını iyi değerlendiren Demirspor'un en iyi hedefi yine ligde kalmak olabilir sanırım. Önümüzdeki hafta Adana'da altı haftada 4 gol atıp 3 gol yiyen Manisaspor'u ağırlayacak olan mavi-lacivertliler, yarın akşamki Manisaspor-Gaziantepspor B.Ş.B maçı henüz oynanmadı ama rakibin henüz mağlubiyeti olmadığını hesaba katarak sahaya çıkmalı ve kontrollü bir futbolla önce yenilmemeyi düşünmeli bence istikrar açısından. Çünkü gerçekler bunu gösteriyor, yenilmeme alışkanlığını kazanıp ligde belli bir yer edinirse o zaman sihirli değnekten söz edebiliriz belki.

5 Eki 2012

Yerden Sert!

          Şovenizm fırsat bulduğu her alanda kendini gösterir. Ayırt edilmesi gereken nokta, şovenizm Türkiye'ye özgü bir durum değildir. Batı'da ortaya çıkan milliyetçilik akımı dünyanın bir çok bölgesinde kendine taraftarlar bulmuştur ve bulmaya da devam etmektedir.Futbol ise şovenizmin kendine sıkça yer bulduğu bir spor alanı sadece.
      
        Borrusia Mönchengladbach - Fenerbahçe maçının son yarım saatlik kısmını izleme şansı buldum bu gece. Bir yandan da sosyal medyada günün olan bitenlerini takip ettim.Popüler başlıklardan birisinin Ercan Taner olduğunu görünce duraksadım ve kendisi hakkında yazılanları görünce kendisini  çok seven birisi olarak gerçekten çok üzüldüm. Birçok twitter kullanıcısı Ercan Taner'in Fenerbahçe'nin gol sevinçlerini  abartılı yaşadığından ve bu şekilde de rengini belli ettiğinden yakınmış. Fanatizm, yıllardır işini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir futbol spikerini yerden yere vurmuş. Derdim Türk takımlarının Avrupa takımlarıyla olan karşılaşmalarında Türk takımlarının desteklenmesi gerekliliğine dayanan bir inanç üzerinden milliyetçilik dersi vermek değil tabiki de. Ben Beşiktaş taraftarıyım ve Beşiktaş dışındaki takımların ne sonuç aldığı açıkçası beni ilgilendirmez. Ancak hakkaniyet  duygularım Ercan Taner hakkında söylenen sözlerden sonra bir iki kelam etmem gerektiğini söyledi bana.Dönelim 2000 senesine: ''Hagi! Hagi! Hagi! '' , ''Kim attı? Kral attı! Hem de Leeds'te Elland Road'da...'' coşkulu sözleri bizzat Ercan Taner'e aittir. 2002 yılında Beşiktaş'ın yüzüncü yıl şampiyonluğunu ilan ettiği Galatasaray derbisine de, yıllarca unutulmayan ''Sergen attı şampiyonluk geldi'' sözüyle damga vurmuştur başarılı futbol spikeri.

         Ercan Taner’ e eğer gerçekten bir taraf olduğu konusunda eleştiri getireceksek ancak Real Madrid Barcelona maçlarındaki anlatımlarıyla eleştiri getirebiliriz diye düşünüyorum. Eleştiriye başlamadan önce ve fanatizmin yarattığı körlükle insanları yerin dibine sokmadan önce en azından kısa bir araştırma yapmak gerekir sanırım.Ercan Taner kendisine babasından kalma tutkulu bir Beşiktaş taraftarıdır.Bu bilgi de ; Ercan Taner bugün Fenerbahçe’nin gollerinde ağlamaklı ses tonuyla rengini belli etmiştir  diyen Beşiktaşlı, Galatasaraylı vs. taraftarlara  Ercan ağabeyin deyimiyle ‘’yerden sert’’ bir cevap olsun.

22 Eyl 2012

Umutsuz


Oscar Wilde'ın bütün aforizmalarını sevdiğim konusunda beynimle fikir birliğine vardım. İstisnasız seviyorum. Bazen bir oyununun içinden, bazen bir mektubundan, bazen bir öyküsünden cımbızlanan bu sözler, paragrafından ayrılsa dahi güzelliğini ve zihin açıcılığını yitirmiyor.

En sevdiğim sözü denilebilir mi, bilmiyorum: Adamakıllı aptalca işler yapan biri bunu hep en yüce saiklerle yapar. Nereye geleceğim henüz malum değil sanırım, Beşiktaş'ı diyorum. Feda dediler adına, feda edilenleri gördükçe Wilde ağabeyin sözü kulaklarımda yankılanıyor. Yüce saik, aptalca iş...

***

Carvalhal'in gidici olduğunu bilmeyen yoktu. Türkiye'de "hocamızın arkasındayız" tırıvırısı, söyleyenin bile inanmadığı bir vaattir. Ben de, şu aciz kulunuz da, eleştirmedim mi Carlos'u, eleştirdim. Lakin yerine Samet Aybaba'nın geleceğini ne bilirdim? Takım görece başarılı giderken bu yazıyı yazıyorum ki, aksilikler başlayınca 'çok şaşırmış tayfa'nın yanında yerimi ayırtmayayım.

***

Bir kere manşetlerden inmeyen Batuhan meselesi var. Madem öyle, biz de söze onunla başlayalım. Bu kardeşimizin, ki kendisi gerçekten kardeşimle yaşıt, potansiyelinin niye bu kadar abartıldığını yıllardır anlayamadım. Hele hele Batuhan ve kaptanlık pazu bandı ilişkisinin gündeme gelmesi, beyimizde FM tabirleriyle "influence" ve "determination"u haksız/geçersiz kılacak bir "şımaritüel"lik varken gerçekten komik. Artık inceden sıkan twitter'a bakınca bile bu anlaşılıyor, "Olcay oğlum sen şut atma kazma, bırak ben atarım", "Manu nasıl çaktım asisti" temalı mesajlarla takımı şaha kaldırabilecekse ne ala...Yalnız genelde bu tip cüretlendirici girişimler -hakeme takım adına horozlanan genç kaptan ve kırmızı kartları- şeklinde tezahüre dönüşüyor, yeter ki takım sendelemeye başlasın.


İkincisi, kendisini takıma ve ülkeye a)tekrardan b)gurbetçi kontenjanından kanıtlamaya çalışan iyi niyetli lakin bal yapması zor çeçe sinekleri fazlasıyla mevcut takımda. İlgili sineğimizin ısırdığı kimsede uykuyu getirdiğini yeni öğrendim. Bu arkadaşlardan Batuhan hariç ilki, Holosko... İkincisi Uğur Boral...Üç, Veli Kavlak... Dört. takımda kalmasına yine de sevindiğim Hilbert... Haydi sonuncu da 10 numaramız Olcay Şahan olsun. Ne kadar üstten, ne kadar küçümser yazıyorum değil mi? Bu isimler yakın vadede tek tek tartışılacak, not düşülsün. Skorlar yanıltmasın, "bir gol atsam takımı bilmem ama ben kurtulurum" düşüncesiyle dağlara ve İzmir Alsancak stadından alışkın ağaçlı araziye şut çeken kardeşlerimiz bu alanda sezon ortasına doğru rekor kırmaya başlayacak.


Üçüncüsü, diğerleri... Quaresma'nın kölelik statüsündeki hali... Af buyurun da, sözleşmede alacağı miktarı babam mı imzaladı kararsızım. Yönetim değişmiş, felsefe değişmiş, bunlar hikaye. "Bu köpeğe ne ekmek ne de su" anlayışına kurban giden Tanju, Burak Kaplan, başka takıma gitmek istemeyen Emre Özkan...Bu çocukların çilesinin dışında kapı gibi tazminatı ödemen gerekecek Quaresma için reva görülen içe nasıl sindirilebiliyor? Tekrar affınıza sığınıyorum, bana kalırsa Quaresma dedikleri Batuhan'dan kötü değil, Holosko'nun ise 10 gömlek üzerinde bir adamcağız. Manuel Fernandes'in şahlandığı bir dönemde taraftar desteği de yalan olan Quaresma, yedekte beklemeyi dahi hak etmez bir duruma hapsedilmiş durumda, çok üzülüyorum. Almeida dahi yer bulabiliyor takımda, inanamıyorum. Takımın bence en iyi transferi McGregor, ikizi gibi kendisinin, herhalde forvette Almeida formasıyla 1 sezon oynasa, Hugo'dan fazla gol atar, biliyorum.

***

Çok karamsarım anlaşılabileceği üzere, Hıncal Uluç tarzı bir yazıyla Beşiktaşlı blog takipçilerini irrite edeceğimin de farkındayım. "Ama Necip, Oğuzhan, Hasan Türk?" diyebilirler, ben de onlara LAKİN SAMET? diye cevap veririm sezon ortasında. O da Batugolü ile Orduspor'a yatay geçiş yapar zaten. Feda olsun.

21 Eyl 2012

Olmadı Olduramadık Quaresma

      Yaz başından bu yana Beşiktaş taraftarlarının kafasını en çok kurcalayan konulardan birisi şüphesiz ki Ricardo Quaresma'nın Beşiktaş'taki geleceğinin nasıl şekilleneceği oldu. Bu süreçte taraftarlar ikiye bölündü, yine hadsiz insanlar birbirine Beşiktaşlılık dersi vermeye başladı. Acaba kim daha iyi Beşiktaşlıydı?

      Öncelikle Quaresma'nın kariyeri ve istatistikleri hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. 17 yaşında Sporting Lizbon formasıyla profesyonel olmuş ve 2 yıl burada görev yapmış. 65 maçta 12 gol atarak 2003 yılında Barcelona'ya transfer olmuş ve burada 22 maçta forma şansı bularak 1 gol atabilmiş. Frank Rijkaard'la anlaşamayan oyuncu tekrar ülkesine dönerek Porto'da tam 4 yıl görev yapmış ve kariyerinin en verimli çağlarını burada geçirmiş. Bakalım kariyerinin en verimli çağları olarak gösterilen bu yıllarda Quaresma'nın başarısının sayısal verileri neler. Nam-ı diğer Q7 dört yılda 112 maça çıkarak 32 gol atmış Porto formasıyla ve Porto'nun kaptanlığına kadar yükselmiş. Inter'in dikkatini çeken üst düzey yetenekli oyuncu burada tutunamayarak Chelsea ve Inter arasında gidip gelir olmuş ve Jose Mourinho kendisinin takım oyununa uymadığı gerekçesiyle Inter' de onu düşünmediğini bildirmiş.
Sonrası malum dostlar; Quaresma İstanbul boğazında aldı soluğu. Klasikleşenlerden bile gösterişli bir hava alanı karşılaması, binlerce kişi önünde gerçekleşen imza töreni. O gün maalesef ben de oradaydım kapalı üst tribünde haykırıyordum Quaresma diye.Yanlıştı ama bunun adı görmemişlik değildi, bu daha farklı bir şeydi. Yıllarca mütevazi kadrolar ve oyuncularla mücadele etmeye alışmış Beşiktaş taraftarı, yetenek olarak gerçek anlamda bir dünya yıldızının siyah-beyaz forma taşıyacak olmasının heyecanını yaşıyordu sadece.

        Ve bugün;

        Şuan Quaresma' nın 1 yıl daha Beşiktaş kulübüyle profesyonel bir sözleşmesi bulunuyor. Quaresma 
geçen 2 yıl içinde ne yapmış bir göz atalım: 2010-2011 sezonunda 39 maça çıkıp, 3067 dakika sahada kalarak 11 gol atıp, 16 asist yapmış. 2011-2012 sezonunda 35 maça çıkıp, 2724 dakika sahada kalarak 7 gol atıp,11 asist yapmış. Yeterli mi tabi ki de değil ancak önceki istatistikleri ve kıyaslamalar göz önüne alındığında çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. Futbolcu değerlendirmenin ve futbolcuları birbiriyle kıyaslamanın farklı yöntemleri vardır elbette. Bunu etkileyen faktörler arasında yaşanan sakatlıklar, oynanan mevkiler vs. etkilidir. Ancak araştırıldığında görülecektir ki asist ve gol açısından değerlendirildiğinde yani skora katkı açısından Quaresma, Türkiye liginin önde gelen oyuncularından Stoch, Selçuk İnan, Melo, Elmander, Mehmet Topuz gibi oyuncuları geride bırakarak zirvede yer almıştır.

       Sayısal veriler göz önünde duruyor. Buna karşılık indirimi kabul etsin ya da etmesin '' Quaresma affedilecek mi?'' sorusu, Gaziantep'te masum insanların yaşamını yitirmesine neden olan bombalı saldırının Q7 tarafından mı gerçekleştirildiği sorusunu akıllara getiriyor... Futbolcuyu transfer eden yöneticiler sağ olsun ev, uçak bileti gibi masraflar da dahil olmak üzere futbolcunun sözleşmesine onay vermişler, şimdi profesyonel bir çalışan indirim kabul etmediği için adi suç işlemiş muamelesi görüyor. Çok garip şeyler oluyor.


      Quaresma görüldüğü gibi kariyeri boyunca sık sık taktik disiplin sorunları yaşayarak dünyanın büyük kulüplerinde tutunamamış. Dünya ve Avrupa futbolu incelenirse özellikle üst düzey kanat oyuncularının 10-13 yıl verimli olduktan sonra 30'lu yaşlardan itibaren verimli olamadıkları görülür.Bu demek oluyor ki Beşiktaş, mali konularda anlaşamamış haliyle bile bu senenin sonuna kadar Quaresma' nın olumlu özelliklerinden gayet güzel faydalanabilir. Nasıl mı? Kariyerinin hiçbir döneminde savunma yönünü geliştirememiş ve 28 yaşına kadar gelmiş oyuncudan bu dakikadan sonra defans yapmasını beklemeyerek ve yeteneklerini üst seviyede ortaya koyacağı biçimde onu kanatlara hapsetmeden serbest oynatarak.
       
       Samet Aybaba geçen sene takımın başında Carvalhal varken aynen bu söylediğime yakın açıklamalar yapıyordu medya organlarına. Beşiktaş'ın çifte kupalı sezonunda teknik direktörlüğünü yapan Mustafa Denizli de kendi döneminde benim sistemime uymaz diyerek Quaresma'yı 'istemeyen' hocalarımızdan. Ama sayın hocamız ne hikmetse yayıncı kuruluşun canlı yayınlarında hangi hoca Quaresma'yı istemez diyerek bir 'u' dönüşü yapmıştı geçtiğimiz sene. Kendisi Yusuf Şimşek'i Fenerbahçe'ye transfer olduğu dönemden itibaren  başta sağ bek olmak üzere Beşiktaş'taki son dönemleri de dahil olmak üzere sol ve sağ açık bölgelerinde görevlendirmiş bir teknik direktör.

     Fazla söz ettik. Olmadı olduramadık cigano. Ne sen bize verdiğin o çok büyük sözleri tutabildin tam anlamıyla, ne de biz sana tam anlamıyla sahip çıkabildik. Mourinho ve daha birçoğunun yapamadıklarını yapıp kolay yol dururken ego tatminine giriştik. Canlar sağ olsun...

12 Haz 2012

BEŞİKTAŞ'IN ÇOCUĞU MU?

-->
Geçen sene nisan ayı ortasındaydık. Beşiktaşlılar olarak okulumuzda düzenleyeceğimiz söyleşi için İbrahim Üzülmez’le görüşmeye başladık. Kendisiyle yaptığımız görüşmede geçen diyaloglar şu şekildeydi:

-Abi 5 Mayıs’ı kesin tarih olarak belirledik o zaman değil mi?

-Tamamdır, siz afiştir, reklamdır asın 5’inde oradayım.

-Abi peki gelişini nasıl yapalım, uçak biletini biz ayarlayalım buradan?

-Saçmalamayın lan biz öyle küçük adam mıyız? Siz öğrenci adamlarsınız, ben atlar arabama gelirim kendim.

-Estağfurullah abi çok teşekkürler.

-5’inde görüşürüz kardeşim…

Heyecanla beklediğimiz 5 Mayıs gelir ve çatar. Beşiktaş’tan büyük bir saygısızlıkla apar topar yollanan İbrahim Üzülmez ilk defa kamuoyu önüne fakültemizde çıkar. Söyleşinin gerçekleştiği salona giderken koridorda karşılaştığı fakülte dekanına; hayatının belki de en mutlu gününü yaşadığını, üniversite öğrencilerinin karşısına çıkmanın çok gurur verici olduğunu ifade eder. Söyleşi sırasında Beşiktaşlılığının  rahmetli abisinden kendisine emanet kaldığını anlatır bizlere dolu gözlerle…

Bilenler bilir nam-ı diğer ‘’Deli İbrahim’’ Beşiktaş’ la yaptığı sözleşmelerde hiçbir zaman para konuşmamıştır.

Haziran ayı ortasındayız. Beşiktaş’ın çocuğu olduğunu iddia eden Nihat Kahveci Beşiktaş kulübünün UEFA’dan olan alacaklarına haciz koydurmuş, geciken ücretine faiz işletmiş. Beşiktaş bu kadar zor durumdayken avukatlarının parasını istemiş…

Nihat Kahveci… Sana kimse emeğinin karşılığını alma demedi, Beşiktaş kulübünde kimsenin parası da kalmadı, kalmaz. Bunu en başta senin bilip ona göre hareket etmen gerekirdi.

Şimdi medyada; Beşiktaş’tan ayrılırken sözleşmesinde yazan 2 yıllık alacaklarından vazgeçtiğini söylüyor Nihat Kahveci, bunu maharet olarak sunma çabası içerisinde. Haddim olmadan Beşiktaş taraftarı adına soruyorum Nihat Kahveci’ye: Oynamadığın yılların parasını da mı isteyecektin sevgili Nihat?

Beşiktaş’ın çocuğu mu? Geçiniz efendim…

İbrahim Üzülmezler'in ailesidir Beşiktaş.

Bu ailenin Nihat Kahveci gibi bir evladı yoktur.

Not: 22 Ocak 2012’ de ‘VEFA’ SADECE BİR SEMT ADI DEĞİL EVLAT başlıklı yazımda söylediğim bütün iyi niyetli sözler için çok pişmanım, yanılmışım…

22 Nis 2012

Where Playoff Happens- Volume 2: Trabzon'un Irkçılıkla İmtihanı

Süper Final'in ilk haftasını puansız geçen iki takım olan Trabzonspor ve Beşiktaş ikinci haftanın ilk gününde Avni Aker Stadı'nda kozlarını paylaşacaktı. Maç öncesi iki takımın da önemli eksiklikleri vardı; buna rağmen kadrolara bakıldığında pek sıralama maçı olacağı düşünülemezdi. Trabzonspor İnönü'de 2-1 kazandığı maçtaki gibi Colman-Adrian ikilisi ile başlıyor Beşiktaş'ta da Hilbert'in yerine Ekrem Dağ oynuyordu. Sene boyunca Burak Yılmaz üzerine oyun kurduğu için eleştirilen ve katıldığı tv programında 'Burak Yılmaz'ı çıkarıp başkasının üzerine mi oynayalım?' diye serzenişte bulunan Şenol Güneş de ileride tek forvet olarak Halil Altıntop'a görev veriyordu; bu karşılaşma, gideceği rivayet edilen Burak Yılmaz olmadan Trabzonspor'un nasıl bir oyun sergileyeceği açısından da kayda değer bir karşılaşma olacaktı.


Colman-Adrian ve takımın gerçek sağ ve sol açıkları olan Olcan ile Volkan'ın yer aldığı kadroyu 2-1 kazandığımız Beşiktaş maçından beri ısrarla 'ideal kadro' ilan etmekteydim. Nitekim bugün de sırıtmadı Trabzonspor; maçta Burak olmayınca hücum insiyatifleri tekelleşmedi ve oyun kanatlara aktı. Beşiktaş da bireysel hataları bireysel yeteneklerle değerlendirmeye çalıştı; biraz şanslı olsalar galip gelmeleri işten bile değildi. Halil bu sene çok nadir görev aldığı forvet mevkisinde maçın tek golünü kaydetti. (ofsayt olup olmadığını gerçekten çözemedim) Değişiklikler konusunda da Alanzinho'nun geciktiği kanısındayım; Beşiktaş ortasahası bu kadar erken oyundan düşmüşken daha erken düşünülmeliydi. Kadın ve çocukların doldurduğu tribünlerin şartlara göre güzel bir ambiyans yarattığını söylemeden geçmeyeyim. Maç hakkında söyleyeceğim son söz maçı izlerken gözlemlediğim hiçbir Beşiktaşlının bu maçın içinde olmadığı, akıllarının hala Galatasaray maçında olduğudur. O kadar tepkisizlerdi ki geçen haftaki gerilimden sonra bu maç onlar için hazırlık maçı kıvamında gibiydi.

Asıl söyleyeceklerim maçın dışında gelişen olaylarla ilgili.

Trabzonspor camiası Şike Davası'nın başından beri tutarlı bir duruş sergileyememiş, 'İmam nikahı' ile Şampiyonlar Ligi'ne dahil olmuş 'hükümet nikahı'nı aylar sonra kupasını isteyerek dile getirmiş ve tüm bu yaptıkları ile camiaların gözündeki 'ağır' imajını kaybederek 'mektupçu' ve 'okeye dördüncü' konumuna gelmiştir.

Tüm bunları geçtim senelerin rekabeti bir yana birkaç senedir gerilimli bir rekabete girdiği Fenerbahçe ile Şükrü Saraçoğlu'nda karşılaştığı esnada Trabzonsporlu siyahi futbolcu Zokora'ya kameralara açıkça yansıdığı üzere ırkçı söylemde bulunan Emre Belözoğlu'na anlamsız bir şekilde yayın yasağı gelmişken bu geceki maçta ufak çaplı birkaç taraftar pankartı dışında hiçbir tepki göstermemiştir Trabzonspor camiası.

Evet, bundan seneler önce M.Ali Yılmaz başkanı olduğu Trabzonspor'un siyahi bir futbolcusuna 'yamyam' dedi. Sonrasında futbolcular bir basın toplantısı düzenleyerek başkandan özür dilemesini istedi. Sonra Campbell ülkesine döndü ve birkaç sene sonra da M.Ali Yılmaz futboldan fiilen elini ayağını çekti. O zamanlar Irkçılık karşısında dünya kamuoyunun bu kadar dik bir duruşu yoktu; ona rağmen vicdan sahibi her birey her Trabzonsporlu başkanını kınadı. Bugün tüm dünyada ırkçılık bir numaralı sportmenliğe aykırı davranış ve insanlık suçu kabul edilirken, 2009 yılında çıkarılan TFF Kanunu'nda 'ırkçılık'la mücadeleden açıkça bahsedilirken bu suçtan daha önce sabıkalı Emre Belözoğlu'nun yaptığı bu hareketin akabindeki süreci Trabzonspor 'rezil' bir şekilde yönetti.

Trabzon'un en önemli dezavantajı kentte futbolun 'sadece futbol' olması. Futbolun sosyolojik, sosyoekonomik, siyasi hiçbir boyutuyla ilgilenilmemekte; sadece sahada oynanan oyun seyredilmektedir. İşte bu yüzdendir ki bir tribün ambiyansı dahi yoktur. Yani saha dışı olaylar pek oyalamaz Trabzon seyircisinin kafasını; 'yahu bu Zokora olayı ne oldu' diye düşünürken bir pozisyon her şeyi unutturuverir Trabzon seyircisine.

Sosyal Medya'da maç içinde futbolcuların diz çöküp Zokora'nın ayakta kalacağı maç içi bir protestonun planlandığını ve sonradan birileri tarafından 'gerek yok' denilerek iptal edildiğini duydum. Bu fotoğrafla cevap veriyorum.


Kazım Koyuncu 'hayali bir kahraman' mı demişti Trabzonspor için?

Trabzonspor'u tutma sebebim Türkiye'deki statükoya karşı duruşundandı; ama artık Trabzonspor o statükonun bir parçası olmak için var gücüyle çalışıyor.

Sonumuz hayrola.

17 Nis 2012

Pozisyon kırmızı...Allah belanı versin!


Taraftarlar özellikle Türkiye'de ikiye ayrılırlar: Televizyon ve tribün taraftarları. Onlar da kendi içinde küçük gruplara ayrılabilirler; örneğin sadece derbi maçları izleyip diğer maçları televizyonun sağ üst köşesindeki skor tabelasından takip eden güruh. Her iki gruptan birine ait bir taraftarın diğerini küçümsemeye hakkı yoktur kanaatimce.Ne televizyon seyircisinin benim tribün emekçisi olarak tanımladığım insanlara ''lümpen''gözüyle bakılması hoş karşılanabilir bir durum, ne de televizyon başında viskisiyle maçını takip eden insana züppe yakıştırması yapmak.Bunlar hayatı tercih ediş biçimleridir ve kimsenin kimseye müdahale etme hakkı yoktur.Ancak futbola Beşiktaş Kapalısından bakan bir insan olarak bana göre ortada eleştirilmesi gereken bazı hususlar var.
Derbiler doğası gereği dünyada gergin ve tatlı heyecanları içinde barındıran maçlardır. Mezhep çatışmalarının, ideoloji mücadelelerinin futbol sahalarına dökülerek yılda birkaç kez futbol tutkunu apolitiklere ve politiklere haz verdiği karşılaşmalardır derbiler. Kimin dünyanın en iyi takımı olduğu, kimin en çok taraftarı olduğu, dünyanın bir numaralı derbisinin hangi karşılaşma olduğu vs. konularını bu konulardan konuşmakta büyük keyif alan taraftarlara bırakıyorum ''en iyisini'' onlar bilecektir.Benim ilgi ve sevgi alanım dışında kalıyorlar.

Gel gelelim dün Dolmabahçe'de bir İstanbul derbisi oynandı Beşiktaş ile Galatasaray arasında. Şahsen tüm sene olduğu gibi takımımı beğenmedim ve maçı kazanmayı hakedecek olumlu hareketleri Fabian Ernst ve Mustafa Pektemek dışında kimsede göremedim.Manisaspor maçından sonra ''Trafik ışığı ol önünde bekleyelim Fernandes'', ''Sen kal biz gidelim Fernandes'' diyen taraftarlarımız vardı.Twitter hesabımdan da söylemiştim ''yürüyün'' gidin! Manuel Fernandes sanırım Balmumcu ışıklarda kalmış, dün akşam kendisini sahada göremediğime göre; ''suç işlemiş''olma ihtimali de var. Gerçi üstlenmek isteyen taraftarımız çoktu ama haberleri yoksa demek ki... Neyse maçın taktiksel analizine gerek duymuyorum Beşiktaş'ın genel sıkıntıları ise ayrı bi yazı konusu.

Asıl söylemek istediğim şeylerle ilgili bir iki kelam etmek istiyorum. Gergin derbi maçlarından yıllardır az sayıda galibiyet çıkaran bir takımın aşığıyım. Kaybettikçe sevgim artıyor ona, hiçbir zaman umutsuz bakmadık çünkü biz Beşiktaşımız'a. Dün maçın başından itibaren karşılıklı yaptığı hatalarla maçın tam anlamıyla içine eden bir hakem vardı sahada. Maç sonuna doğru gidelim, zamanı ileri alalım. Beşiktaş'ın hakettiği bir mağlubiyet aldığı kesinleştiği dakikalarda kapalı tribünden önce hakem Hüseyin Göçek'e saldırmak için sahaya atlayan bir taraftar gördük. Sonra Eboue'nin oyunculuğuna Oscar ödülünü elden teslim etmek için sabırsızlanan benim yaşlarımda bir arkadaşım fırladı gitti kendisinin yanına. İlk maçta bana ırkçılık yaptılar yalanını söyleyerek Beşiktaş tribünlerine edilecek en büyük hakareti eden Eboue ikinci perdeyi oynamaya gelmiş belli ki. Yazık, söylenebilecek çok fazla birşey yok kendisine umarım bir daha tekrarlamaz. Çünkü zaten tribünde o an sağlıklı düşünemeyen ve patlamaya hazır bomba gibi bekleyen taraftarı, hangi taraftar olursa olsun kışkırtmak çok kolaydır. Hele ki bunu yıllardır birtakım meselelere dolmuş Beşiktaş taraftarına yapıyorsan sonuç dünkü gibi çok farklı yerlere
gider. Tavsiyem 3.perdeye gelme maazallah sinema salonu başına yıkılır...

İlk başta değindiğim eleştirilmesi gereken konulara dönelim. Hangi takımı tuttuğunun bir anlamı yok, eğer dün sahaya giren insanlara eşkıya, serseri, Beşiktaşlı köpekler yine ısırdı, yine onu bunu dövmeye kalktılar şeklinde ithamlarda bulunuyorsan sen çok belli ki televizyon seyircisisin, tribünün kokusunu almamışsın. Çok sevmek nedir kavrayamamışsın. Tutkuyu psikolojik olarak nitelendirip, insanlara hemen holigan yaftasını vuruvermişsin. Bunları söylerken benim şiddet yanlısı olduğum anlaşılmasın kesinlikle, ben bir ruh halinden bahsediyorum ve bu ruh halini herkesin anlayamayacağına dikkat çekiyorum. Dün sınavım olmasaydı da ben o tribünde olsaydım şu an yüksek ihtimalle göz altındaydım. Ama bu yaptığım hareketin doğru olduğu anlamına gelmeyecekti. Peki pişman olacak mıydım? Tabi ki de hayır; çünkü ben yaptığım yanlışlarımla mutluyum. Temel eleştiri noktam şu; sosyal medya üzerinden derbi maçlar öncesi ve sonrası birbirine nefret kusan insan toplulukları, başına gelen makarayla yaralanmış Fenerbahçeli bir kardeşimizin durumuyla ilgili en iyi Fenerli ölü Fenerli diyebilecek kadar insanlıktan çıkanlar, kazanan taraf kendileri olduklarında empatiyi kenara bu kadar kolay bırakabiliyorlar, şaşırtıcı bir durum değil aslında. Herkes mantık abidesi kesiliyor derbi maçların ertesi günleri. Hele ki kazandıysa, yaptığı mutlu açıklamalarıyla görenin fair-play ödülü bile veresi gelir böyle arkadaşlara.Kendilerine sorulduğunda 500 su şişesi koleksiyonlarından övgüyle bahsederler ve ''onlar hak etti'' açıklamasını yeterli bulurlar. Evet sizin gibi zihniyetlerden söz ediyordum ben de son birkaç gündür. Tamam tamam... Emre'nin de siyahi arkadaşları var sevgili dostlarım...
Latife niyetine...
Şöyle söylenir bizde hep:
Mahalle maçında auta giden topa gol diyen çocuk Galatasaraylı'dır.
O golse bizimki de gol diyen de Fenerbahçeli'dir.
Tamam gol olsun ulan diyen de Beşiktaşlı'dır.
Bu arada;
Quaresma'nın pozisyonu kırmızı...Allah belanı versin!