EURO 2008 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EURO 2008 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şub 2013

Özlediğim Türkiye çok uzaklarda...

Milli takım konuşmayalı uzun zaman oldu. Sanırım, kimsenin de içinden milli takım konuşmak gelmiyor. Hatta birçok insanın milli maç oynandığından dahi haberi yok. Türkiye halkının milli takımdan soğuduğu bir gerçek. Bir zamanlar Türkiye milli takımının resmi maça ya da hazırlık maçına çıkmasının bir önemi yoktu. Hemen her maçı büyük bir dikkatle izlenip, takip ediliyordu. Bu süreç çok uzun sürmedi, sürmesi de beklenemezdi. Çünkü beklenilmeyen iki büyük başarı(tabi ki bizim için büyük) haliyle beklentileri de fazlasıyla arttırdı. Ancak 2008 yılından bu yana beklentiler karşılıksız kaldı ve muhtemelen 2016 yılına kadar da bu beklentilere cevap verilecek gibi durmuyor.

Her dönem futbolda yükselen orta sıra ülkeleri olur. Türkiye de bunlardan birisiydi ve ne yazık ki Türkiye'nin dönemi geçti. Fakat, bir de orta sıra ülkelerinden olup, üst sıra ülkeleri gibi karakter gösteren ülkeler vardır. Hırvatistan örneği bu noktada büyük önem taşır.1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiş olan Hırvatlar, FIFA'ya dahil oldukları günden beri, bir fire dışında Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası'na katılma başarısını gösterdiler.

Türkiye ile Hırvatistan'ın yolu bugüne kadar 6 kez kesişti. İlk kesişme Hırvatistan'ın ve Türkiye'nin ilk kez Avrupa Şampiyonası'nda yer aldıkları turnuva olan EURO 96'da gerçekleşti. Hırvatistan maçı 1-0 kazandı ve Türkiye elendi, Alpay Özalan fair-play ödülü kazandı vs... İkinci ve üçüncü karşılaşmalar özel maçlar dolayısıyla gerçekleşti ve berabere tamamlandı. Dördüncü karşılaşma EURO 2008'de muhteşem geri dönüşlerin üçüncüsü olan çeyrek final maçındaydı. Beşinci ve Altıncı karşılaşmalar ise 0-3 ve 0-0 sonuçlanan ve Hırvatistan'ı EURO 2012'ye dahil eden play-off karşılaşmalarıydı. 1996 yılından bugüne Hırvatistan üç tane Dünya Kupası'nda, dört tane de Avrupa Şampiyonası'nda yer aldı. Türkiye ise bir Dünya Kupası ve üç Avrupa Şampiyonası'nda yer alabildi. Başarı kriterini, sadece en yükseğe çıkmak olarak ele alırsak; Avrupa Şampiyonalarında yarı final göremeyen Hırvatistan'a göre Türkiye daha başarılı. Dünya Kupalarında ise her iki ülke takımının üçüncülükleri mevcut. Ancak dönemlik başarılardansa her dönem başarıya aday bir milli takıma sahip olmak bana daha cazip geliyor. Tıpkı Hırvatların milli takımı gibi...

Ben bunları yazarken Çek Cumhuriyeti Türkiye karşısında 2-0 önde... Puan değeri olmayan bir maç oynanıyor Manisa'da... Aklıma hemen 2002 yılında İtalya ile oynadığımız ve 1-1 berabere biten özel maçta Emre Belözoğlu'nun attığı gol sonrasında yaşadığım sevinç geliyor... Hani şu Tuncay Şanlı'nın bir gün öncesinde Ümit milli takım ile İtalya'ya iki gol atıp ilk a milli deneyimini yaşadığı karşılaşma...

9 Haz 2012

Panzer’den Vosvos’a: Almanya



Almanya, tarihten gelen futbol ekolünü 2006’dan itibaren kademeli olarak değiştiriyor. 2004’te Jürgen Klinsmann’ın yardımcısı olarak göreve başlayan Joachim Löw, 2006 Dünya Kupası’ndan sonra takımın başına geçerek bildik Almanya’ya duvar sonrası kuşaktan genç sanatkârları eklemledi. Fiziğe dayalı disiplinli oyunu olabildiğince koruyarak özel oyuncuları da buna dahil edebilecek futbol sihrine sahip dinamik, hareketli bir sisteme geçiş yapma çabası içerisine girdiler. Bu yapılarıyla sert, korkutucu bir görünümden sempatik, eğlenceli bir görünüme evrildiler.  Yeniden yapılanma aşamasında olan Almanya Milli Takımından ilk etapta kimse büyük başarılar beklemese bile 2008 Avrupa Şampiyonasında 2.lik, 2010 Dünya Kupasında 3.lük elde ettiler. Bu kupanın da en büyük favorilerinden biri olarak, süregelen gençleştirme operasyonunu bir nebze abartmış vaziyetteler.
Öte yandan, Almanya’nın siyasi gündeminin başat tartışmalarından olan göçmenlerin entegrasyonu ve multi-kulti[1] konularında da Alman Milli Futbol Takımı bahsi geçen kavramların başarısının pilot bölgesini temsil ediyor. Halihazırda kadroda bulunan Jerome Boateng Gana, Sami Khedira Tunus, Mario Gomez İspanya, İlkay Gündoğan ve Mesut Özil Türkiye, Lukas Podolski ve Miroslav Klose  de Polonya göçmenleri veya göçmen çocukları. 2012 kadrosunda 7 olan göçmen asıllıların sayısı 2008’de 7, 2010’da ise 11’di. Bu karma kadro yapısıyla gelen başarılar Almanya’da çok kültürlülüğün doğru planlamayla zenginlik yaratacağının bir örneği olarak çok kültürlülük yanlılarınca tezlerini güçlendirmede kullanılıyor.

Kadro
Kaleciler:
Kalede bir sakatlık veya ceza durumu olmaz ise tüm maçlarda Manuel Neuer olacaktır ve muhtemelen turnuvaya damga vuracak bir performans gösterecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Neuer’in oynadığı takımlarda artan liderlik rolü. Neuer daha 26 yaşındayken Şampiyonlar Ligi finalinde penaltı kullanma inisiyatifini alabilen bir kaleciye dönüşmüş vaziyette. Almanya’nın milli takımlarda her daim bir lider ihtiyacı ve arayışı olduğunu (yakın zamanda sırasıyla Oliver Kahn ve Michael Ballack örnekleri) ve 2010 Dünya Kupasında Lahm’ın kaptanlığı konusunda aldığı ağır eleştirileri düşünürsek Neuer bu takımda lider rolü de üstlenebilecek tıynette bir karakter.  Kadroda birinci yedek kaleci olarak bu sezon Hoffenheim’da kiralık oynayan Tim Wiese ve üçüncü kaleci olarak da Hannover 96’nın kalecisi Ron-Robert Zieler de yer alıyor.

Savunma:
Mevcut Almanya kadrosunun en sıkıntılı bölgesi savunma hattı. Aslında kadroda bulunan savunma oyuncularının mevcut seviyesi turnuvaya katılan ülkelerin neredeyse hepsinden iyi durumda lakin dizilimin nasıl oluşacağı konusunda tereddütler var. Philip Lahm, savunmanın iki kanadında da dünya çapında performans gösterebiliyor. Onun oynadığı kanadın tersinde ise onun seviyesinde bir oyuncu bulunmuyor. Bayern’in savunmasında göbekte oynayan Badstuber ve Boateng oldukça başarılı bir sezon geçirmelerine rağmen Almanya ilk 11’inde Mertesacker’in de dahil olmasıyla yan yana oynamaları zor gözüküyor. Löw’ün açıklamalarından anladığımız kadarıyla; Lahm sol bekte, Boateng sağ bekte oynayacak, stoperler de Badstuber ve Mertesacker olacak. Sağ beki yedeklemek adına asıl mevkisi ön libero olan Lars Bender de düşünülüyor. Kadroda savunma yedekleri olarak Dortmund’lu sol bek Marcel Schmelzer, stoper Mats Hummels ve Schalke’li stoper Benedikt Höwedes de bulunuyor. Eğer kadroya girme şansını elde ederse Mats Hummels de turnuvaya damga vurma potansiyeline sahip.

Orta Saha:
Almanya’yı uzun zamandır 4-2-3-1 dizilimiyle görüyoruz, büyük ihtimalle bu turnuvada da bu şekilde dizileceklerdir. Orta saha olarak tanımladığım kısım dizilimin savunma önünde konumlanan bölümüdür. 2010’da bu bölgede Khedira ve Schweinsteiger oynamıştı, muhtemelen bu turnuvada da bu ikili korunacaktır. Khedira, son turnuvada yaptıklarıyla Bundesliga’da ortalama-üstü bir orta saha oyuncusundan Real Madrid’de önemli bir rol oyuncusu haline gelmeyi başardı. İstikrarını sürdürecektir. Orta sahada asıl şüphe yaratan, ilginç bir şekilde, Schweinsteiger. Şampiyonlar Ligi finalindeki yıkımı ve sonrasındaki kısa süreli sakatlığı Almanya’nın en garanti adamı olarak görünen Schweinsteiger için kafalarda soru işareti yarattı. Onun yerine zaman zaman Toni Kroos, hatta belki İlkay Gündoğan’ı da görebiliriz. Almanya’nın oyuna dinamizmini veren dinamoları olan bu bölgede kimin oynayacağı ve oynayanların performansları takımın nasıl bir şampiyona geçireceğini de büyük ölçüde etkileyecektir.

Hücum:
Almanya’nı yukarıda bahsedilen eski ekolünden farklılaşmasını sağlayan asıl etken hücumdaki yaratıcılık ve çeşitlilikti. 2010’da ilk dizilimde solda Podolski, sağda Müller, ortada Mesut ve onun önünde Klose’yle başlayan dizilim maç içerisinde dört oyuncunun da birbirleriyle pozisyon değiştiği ve uyum içerisinde hücum ettikleri bir görünüm sunmuştu. Bu şampiyona da bu durum yeni oyuncularla daha da zengin bir hale geldi. Kadroda kendine yer bulan Götze, Reus ve Schürrle de bu dinamik yaratıcılığa yabancılık çekmeden katkı koyabilecek isimler. Bu yönüyle Almanya yedek kulübesi en güçlü takımlardan bir tanesi ve bu da, turnuvanın ilerleyen bölümlerinde kendisini muhakkak gösterecektir.
Santrafor mevkiinde kimin oynayacağı aslında Almanya’nın oyun şablonunu ciddi anlamda etkileyecek bir karar. Bu sezon ‘leblebi gibi gol atan’ Mario Gomez oyun karakteri itibariyle durgun bir ceza sahası içi golcüsü. 2010’da o bölgede oynaya Klose ise pozisyon varyasyonlarında oldukça başarılı, hareketli bir ileri uç oyuncusu. Klose, bu takımın benimsediği oyun stratejisine daha uygun olmasına rağmen, gerek yaşı itibariyle gerekse Gomez’in bu sezon Bayern’deki çıkışı sebebiyle yedek başlayabilir. Bu durumda ben Almanya’nın hücumda bocalayabileceğini düşünüyorum.
Turnuvanın en küçük yaş ortalamasına sahip takımı olan Almanya, aynı zamanda turnuvanın en büyük favorisi. B grubunda Hollanda, Portekiz ve Danimarka ile oynayacak olan die Mannschaft, büyük ihtimalle bu grubu kayıpsız tamamlar. Hollanda ile aralarındaki tarihi rekabeti de göz önünde bulundurarak işi kolay olmayan Almanya, zorlansa da puan kaybetmez diye düşünüyorum. Grup aşamasından sonra Almanya’yı İspanya haricinde zorlayacak bir takımın olması da zor gözüküyor.


[1] Alm. Çok kültürlülük

8 Haz 2012

Renksiz, Tatsız ve Keyifsiz Bir Açılış

A grubunun ilk maçında devreyi önde kapatan Polonya'daki coşku ve istek ne yazık ki ikinci yarıda yoktu. İspanyol hakemin verdiği yanlış bir karar Yunanistan'ı on kişi bırakmak için yeterli oldu. Borussia Dortmund yapımı bir golle Kuba-Lewandowski işbirliğiyle öne geçen Polonya taraftarının desteğine yakışır bir oyunu golden sonra ne yazık ki ortaya koyamadı. İkinci yarıda da heyecanlı ancak tatsız bir futbol vardı. Oynadığı umutsuz futbola rağmen Yunanistan'ın attığı gol ve zaman zaman baskılı futbolu ilerisi için tat vermedi. Hikmet Karaman'ın hatalı sarı karttan sonra verdiği "Bu hakem İspanya Ligi'nde nasıl maç yönetiyor, var ya..." tadında tepkisi ise turnuvanın TRT açısından özeti niteliğindeydi.

Turnuvadaki tek temsilcimiz olan hakem kadrosu ve bu kadronun lideri Cüneyt Çakır daha ilk maçtan bir rakibinin önüne geçti. Kendisinin en az yarı final seviyesinde bir maç yöneteceği fikrindeyim. Polonya açısından turnuva öncesinde çok umitluydum ancak daha ilk maçtan oynadıkları futbol için hayal kırıklığı oldu. Ancak mevcut olan potansiyel, takımı taraftar desteğiyle gruptan çıkarmak için hala yeterli gözüküyor. Yunanistan mı? Gruptan çıkmaları turnuvanın mucizesi olur. 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan sonra ev sahiplerindn birisinin gruptan çıkması ilerleyen turlarda taraftar desteği açısından olumlu olacaktır.

31 Ara 2011

Kaotik Yaşamın Bizleri Getirdiği Son Nokta: KAOS FUTBOLU

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır; eyvallah! Ancak her yiğit yoğurdunu belirli bir düzen içerisinde mi yemelidir?
Dünyada nevi şahsına münhasır birkaç tane futbol ekolü vardır:
Alman ekolü disiplinlidir; rakip kim olursa olsun takımın konsantrasyonunun üst seviyede olması amaçlanır…
Hollanda ekolü kolektif oyundur; amaç takım halinde hücum edip, takım halinde savunma yapmaktır. Meşhur deyimiyle “total futbol”…
İtalyan ekolü savunmaya dayalı futbolu amaçlar; galibiyete giden yolda savunma en önemli hücumdur. Çünkü gol yemediğiniz sürece yenilmeniz imkansızdır. Bu ekolün bir diğer adı da “catenaccio”dur. Hatırlayın 1982 İspanya’yı: İtalya grup maçlarında aldığı üç beraberlikle Dünya Kupası’nı kazanmıştı…
İngiliz ekolü uzun paslara dayalı, bir an önce sonuca gitmeyi hedefleyen bir futbol ekolüdür…
Brezilya ekolüyse göze en hoş gelen futbolu amaçlayan; sertlikten ve rakibe saygısızlık yapmaktan kaçınan (her ne kadar Rivaldo, Hakan Ünsal’a saygısızlık yapmış olsa da[1]) bir ekoldür…
Ve son olarak Türkiye ekolünden bahsetmezsek olmaz: Kaos Futbolu!
Ekolsüzlüğü kendisine ekol edinen futbol stiline sahip olduğumuz konusunda benim hiçbir şüphem yok. Türkiye ekolünden önceki saydığım ekollerin taklitleri çoktur ve o ekolleri taklit edenlerin bir kısmı başarılı da olmuştur. Otto Rehhagel’in “catenaccio”yu uyguladığı Yunanistan malum olduğu üzere 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı bu taktikle kazanmıştır. Veyahut Barcelona yıllardır “total futbol”u ustalıkla oynayıp çok başarılı bir dönem geçirmektedir. Ancak, kıyıda köşede kalan bir iki örnek dışında “kaos futbol”unu bizim kadar başarıyla uygulayan başka kimseler yoktur…
Sanmıyorum ki hiçbir ülkenin spikerleri de “milli takımımız rakip kale önünde karambol arıyor” şeklinde bir maç anlatımı yapmıştır. Kaos futbolu belli ki iliklerimize kadar işlemiş. Yoksa geride olan her yabancı takım orta yuvarlak ve dolaylarındaki duran topları kaleciye kullandırma fantezisini uygulardı…

Nasıl ki Sırplar nişancılıktaki üstün başarılarını futbolda serbest vuruşlara, basketbolda üç sayılık atışlara taşımış; biz de kendimize özgü hayatta kalma koşullarını futbolla çok iyi harmanlamışız…