Ersun Yanal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ersun Yanal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 May 2014

MKE Ankaragücü tarihi: Bölüm 2

80’lerin ortasından itibaren “hedefsiz” bir takım hüviyetine bürünen Ankaragücü 2000 yılında Ersun Yanal’ın takımın başına getirilişine kadar uzun bir bocalama dönemi yaşadı. İşin aslı 2000-01 ve 2001-02 sezonları haricinde bugüne kadar kayda değer bir başarı sağlanamadı ve bu bocalama dönemi yaklaşık otuz yıldır bitmek bilmedi. Ankaragücü tarihini anlattığım birinci bölümde nispeten daha olumlu bir gidişat söz konusuydu. Kazanılan kupalar, gol krallıkları, kupa finalleri gibi taraftarı heyecanlandıran sportif başarılar az da olsa gerçekleşiyordu. 90’larda ve sonrasında Ankaragücü müzesine sadece bir kupa daha ekleyebilecekti. Ayrıca Avrupa kupalarına da iki kez daha katılıp başarısız maceralar yaşanacaktı. 2000’lerden itibaren Ankaragücü taraftarının adı takımın önüne iyiden iyiye geçecekti.

Düşme korkusu dolu yıllar: 90’lar
90-91 sezonunda Samet Aybaba yönetimindeki takım ligi yedinci sırada tamamlarken; Altay’ı 2-0, Aydınspor’u 4-0 ve Fenerbahçe’yi 3-1’le geçerek Türkiye Kupası’nda adını finale yazdırıyordu. Daha önce iki kez finalde Galatasaray’a kaybeden Ankaragücü’nün rakibi bir kez daha İstanbul temsilcisi oluyordu. İzmir’de oynanan kupa finalinde yaklaşık 8000 taraftarının da desteğini arkasına alan Ankaragücü maçın son dakikasına 1-1’lik beraberlikle girerken Sabotiç mutlak bir gol pozisyonundan yararlanamıyor ve maç uzatmalara kalıyordu. Uzatma bölümünde yorulan rakibi karşısında Galatasaray daha iyi bir oyun ortaya koyarak maçı 3-1 kazanıyor ve kupayı İstanbul’a götürmeyi başarıyordu.
Kupa ikincisi (Ankaragücü) ve lig üçüncüsünü (Trabzonspor) karşı karşıya getiren Başbakanlık Kupası final maçından Ankaragücü 3-1’lik galibiyetle ayrılıyor ve günümüze kadar ki son resmi kupasını kazanıyordu.
91-92 sezonunda da takımı Samet Aybaba çalıştırmış ve Ankaragücü ligi 8. sırada tamamlamıştı. Bir sonraki sezon teknik direktör değişikliklerinin hız kazanmaya başladığı sezon olarak tarihte yerini alıyordu. Bir önceki sezon olduğu gibi ligi 8. Tamamlayan takımı Candan Dumanlı ve Tınaz Tırpan çalıştırdı. Bu sezon sonunda yaşanan yönetim krizi sonrası kulüp yönetimini MKE devraldı. 93-94 sezonu 1. Lig’in 16 takımla oynandığı son sezondu ve Ankaragücü 11. olarak üç puan farkla düşmekten kurtuluyordu. Daha sonra 97-98 ve 98-99 sezonlarında 3 puan, 99-00 sezonundaysa 2 puanla kümede kalmaktan kurtulacak olan Ankaragücü bu başarısızlığını 2000’li yıllara da taşıyacaktı. Birçok futbol severin hafızasında “Kupa Beyi” olarak yer etmiş olan Ankaragücü artık “lig 13.sü” olarak anılmaya başlayacaktı. 93-94 sezonunda Valery Nepanmihachi teknik direktörlük koltuğunua getirilirken Kafkaslar’dan üç tane yabancı futbolcu transferi gerçekleştirildi. 94-95 sezonunda ise İlhan Cavcav’ın başlattığı Afrikalı futbolcu modası Ankaragücü’ne de sirayet etmiş ve Zaire’den Kalenga ve Kazadi getirilmişti. Daha sonra bu ikiliye Abdülselam da eşlik edecekti. 94-95 ve 95-96 sezonlarında Ankaragücü’nü eski gol kralı Ali Osman Renklibay çalıştırdı. Başarısız geçen bu iki sezonnda Kalenga’nın yanına Adana Demirspor’dan Hasan Şaş, Galatasaray’dan Mapeza ve Zaire’den Bunene transfer edildi. 96 yılında MKE Ankaragücü başkanlığını kazanan Cemal Aydın 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

Kayıp geçen sezonlar birbirini takip ederken 98-99 sezonunda ligi düşme hattının 3 puan üzerinde tamamlayan Ankaragücü Türkiye Kupası’nda yarı final oynamaya başarısı göstermişti. Bir sonraki sezon UEFA Kupası’na ön eleme turundan katılacak takım yarı finalistlerden birisi olacaktı. Diğer yarı finalist Sakaryaspor ile İzmir’de oynanan mücadeleyi 5-0 kazanan Ankaragücü turnuvanın üçüncüsü olarak UEFA Kupası’na katılmaya hak kazandı. Ön eleme turunda Faroe Adaları temsilcisi B36 Torshavn’la eşleşen Ankaragücü rakibini her iki maçta da 1-0 yenerek eledi. Trabzonspor efsanesi Ünal Karaman kaptanlığında mücadele eden sarı-lacivertlilerin 1. turdaki rakibi İspanyolların güçlü takımı Atletico Madrid oldu. İlk maçı Vicente Calderon’da 3-0 kaybeden Ankaragücü iddiasız çıktığı ikinci maçı 19 Mayıs Stadı’nda Birol Aksancak’ın attığı golle 1-0 kazandı. Ankaragücü taraftarı maç sonundaki “kaynak” kısmında “işte böyle/ her sene böyle/ madrid’e böyle/ koyarlar amman!” bestesini girdi. Aslında bu beste Ankaragücü’nün 85 yılından günümüze kadar yaşadığı gidişatın özeti niteliğindeydi. Artık Ankaragücü “hedefsiz” bir takımdı ve böyle nadir yaşanan galibiyetler taraftarı hem şampiyon olmuş gibi sevindiriyor hem de böyle iğneleyici bestelere doğru itiyordu. 90’lar boyunca “Gecekondu” tribünü haricinde stadın hemen her yeri boştu. 19 Mayıs Stadı’nda Ankaragücü tribünleri İstanbul hegemonyası altında sayıca eziliyordu. Ne yazık ki gerçek buydu. 90’lardan 2000’lere geçerken yaşanan en büyük değişim stadın doluluk oranında gerçekleşti. Özellikle Ersun Yanal dönemi ve 2000’lerin ortasından itibaren evrim geçiren tribünler Spor Toto 2. Lig’de bile “ful” çeker hale geldi.

Ersun Yanal dönemi ve yönetim krizleri: 2000’ler
Ersun Yanal Türkiye futbol tarihinde adını yüksek bir sesle ilk defa 99-00 sezonunda Denizlispor’u ligde 8. yaptığında duyurdu. Ankaragücü yönetiminin ilgisini çeken akademi mezunu teknik adam 2000-01 sezonunda Ankaragücü’nün başına getirildi. Gazi Mahallesi’ndeki tesislerine taşınan kulüp yeni sezona iddialı giriyordu. Takımdaki yaşlı oyuncuları yollayıp, fazla transfer yapmadan yoluna genç oyuncularla devam etmek isteen Yanal’ın ekibinde daha sonraki dönemlerde Ankaragücü’ne hocalı yapacak olan eski kaptanlardan Hayati Soydaş ve Mesut Bakkal bulunuyordu. Hakan Kutlu önderliğindeki takımda Hakan Keleş, Augustine, Kennedy, Yılmaz, İsmet, Faruk Namdar, Cafer, kaleci Zafer gibi şimdilerde efsane olarak adlandırılan futbolcular vardı. Ligi 56 puanla 6. Sırada tamamlayan takım bir sonraki sezon için umut saçıyordu adeta.
2001-02 sezonuna fırtına gibi başlayan Ankaragücü Antalyaspor’u deplasmanda 8-1 mağlup ederken ikinci hafta evinde Malatyaspor’u 6-0’la geçiyordu. Kulüp tarihinin en iyi başlangıcına imza atan ekip tam altı hafta üst üste kazanamadı. Ancak taraftarın ve yönetimin hocaya olan güveni tamdı. Çünkü oynattığı atak futbol herkes tarafından beğeniyle izleniyordu. Sezonu 53 puanla 4. sırada kapatan Ankaragücü üç İstabul takımına kök söktürmüştü. Lig tarihinin dört şampiyonunu aynı sezonda yenme başarısı gösteren Ankaragücü’nün maçları kapalı gişe oynuyordu. Uzun yıllardır başarıya aç taraftarı 19 Mayıs Stadı’nı hınca hınç doldururken stad dışında da bir o kadar insan maçı takip ediyordu. 72 golle ligin en çok gol atan ikinci takımı olan Ankaragücü bir sonraki sezon UEFA Kupası’na katılmaya hak kazanmıştı.

Yeni sezon başlamadan önce işler bir anda tersine döndü. İlhan Cavcav’ın kendisine yaptığı teklifi geri çeviremeyen Ersun Yanal maddi anlamda daha güçlü bir camia olan Gençlerbirliği’nin yolunu tutmuştu. Sezon bitmeden önce anlaştığı iki Mısırlı yıldız El Saka ve Ahmed Hassan’ı da Gençlerbirliği’ne götüren Yanal Ankaragücü taraftarında büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Suçun büyüğü Ersun Yanal’da gibi gözükse de Ankaragücü yönetimi de Yanal’a istediği ortamı ve ücreti sağlamak için hiçbir şey yapmamıştı. Suçlu kim tartışmaları o dönem Ankaragücü taraftarını özellikle “taraftar forumları”nda ikiye bölmüştü. Çok başarılı geçen iki sezonun ardından şampiyonluk hayalleri kurmaya başlayan taraftarın en çok güvendiği ve inandığı isim Ersun Yanal’dı. Yüzüstü bırakılan taraftar da kendi yöntemleriyle Yanal’a olan öfkesini kustu. Pankartlarda, bestelerde Ersun Yanal artık kötü anılıyordu. Bu bestelerden en bilineni ise: “Para için Ankaragücü’nü sattın/ Bize şerefsizlik yaptın/ At imzayı cebin dolsun/ Ersun Yanal yazıklar olsun…” bestesiydi. Ersun Yanal’ın ismi artık “Ersun Yalan” olarak anılıyordu. Her şeye rağmen Ankaragücü’ne lig tarihindeki en büyük başarılarından birini kazandıran Yanal olaylar durulduktan sonra nispeten daha iyi anılmaya başlandı.
Teknik direktörlük görevine bir önceki sezon Sheriff Tiraspol’le iki kupa kaldıran Romen teknik adam Mihai Stoichita getirildi. UEFA Kupası ilk turunda İspanyol temsilcisi Alaves’le eşleşen Ankaragücü Ankara’da oynan ilk maçta Radu Niculescu’nun attığı golle 1-0 öne geçmesine rağmen maçı 2-1 kaybetti. Rövanş maçında rakibine 3-0 mağlup olan Ankaragücü kupaya erken veda etti. Sezon ortasında Stoichita’dan istediği verimi alamayan Ankaragücü’nde kravat değiştirir gibi hoca değiştirme dönemi artık hiç durmamacasına tekrardan açıldı. Tefvik Lav yönetimindeki takım ligi 49 puanla 8. sırada tamamladı.
2003-2004 sezonunda ilk yarı sona ermeden Tefvik Lav’la yollarını ayıran takımın başına Rıza Çalımbay getirildi. Sezon sonu istediği takımı kuramayacağını anlayan Rıza apar topar kulüpten ayrıldı. Ligi 45 puanla 9. Sırada tamamlayan takımda Umut Bulut yavaştan kendini göstermeye başladı.
2004-05 sezonuna damgasını teknik adam değişiklikleri vurdu. Sırasıyla Reha Kapsal, Sakıp Özberk, Yılmaz Vural ve Adnan Şentürk tarafından çalıştırılan takım ligi 38 puanla 13. sırada tamamladı. Sakaryaspor’a karşı oynanan ve 7-2 kaybedilen maçta aynı anda kırmızı kart gören Adem Dursun ve Effa’yı Yılmaz Vural’ın tartakladığı görüntüler hala hafızalarımızda yer alır. 32. hafta Fenerbahçe’yi ağırlayacak Ankaragücü’ne düştü gözüyle bakılır. Cemal Aydın yönetimi en ucuz bileti 40 lira olarak belirler. Yaklaşık 1000 kadar taraftar “Gecekondu”da beş yüz kadar taraftar da maraton tribününde yerini alır. Birnevi deplasmandadır Ankaragücü. Maçın ikinci yarısı oynanırken Umut Bulut önce Ümit Özat’ı çalımlar, sonra kaleci Rüştü’yü geçmek üzereyken kendini yerde bulur ve penaltı! Topun başındaki isim Cenk İşler’dir. Penaltıyı Gecekondu tribününe doğru kullanan Cenk İşler’in topa dokunmasıyla bin kişinin tellere doğru koşması bir olur. Sarı-lacivertliler kümede kalmayı başarır.

2005-06 sezonunda kabus dolu günler devam eder. Saffet Susiç takımda başarısız olup yerini Hikmet Karaman’a bırakır. Ankaragücü’nü üç kez kümede tutacak olan ilk “Karaman” dönemi başlar. Ligi düşme hattının 3 puan üzerinde tamamlayan takım ligi bir kez daha 13. sırada bitirir. Bir sonraki sezon senaryo değişmez. Sezona Avusturalyalı teknik adam Bozinovski’yle başlayan Ankaragücü Hikmet Karaman’ın yönetiminde düşme hattının üç puan üzerinde 13. sırada tamamlar.
2007-08 sezonuna 14 transfer ve Hans Peter Briegel yönetiminde başlayan takımda işler yine yolunda gitmez. O yıl futbolu bırakan Hakan Kutlu takımın başına getirilir ve takım ligi 8. sırada tamamlar. Bu sezon aynı zamanda Ankaragücü’nün ligi ilk 9 takım arasında tamamladığı son sezon olur. Elyasa, Emre Güngör, Gökhan Emreciksin, Serkan Kırıntılı, Jaba gibi o dönemin yıldız futbolcuları kadrodadır. Yeni sezon öncesi 13 yıldır kulübün başkanlığını yürüten Cemal Aydın görevi bırakır. Yerine başkanvekili Serdar Özersin gelir. Mart 2009’da ise Cengiz Topel Yıldırım kulübün yeni başkanı seçilir. Sırasıyla Hakan Kutlu, Ünal Karaman, Hakan Kutlu ve Hikmet Karaman takıma hocalık yapar. Yıldırım döneminde takımı yönetmeye başlayan Karaman’ın gelişi hemen hissedilir. Kocaelispor’u 4-0’la geçtikten sonra alınan 2-0’lık Bursaspor mağlubiyetine rağmen Eskişehir’i 3-2, deplasmanda Fenerbahçe’yi 2-1 ve içeride Ankaraspor’u 1-0’la geçen takım küme düşme hattından uzaklaşır ve nispeten rahatlar. Daha sonra alınan mağlubiyetlere rağmen sezonu 13. sırada düşme hattının bir puan üzerinde tamamlayan Ankaragücü bir kez daha küme düşmekten kıl payı yırtmıştır.


2009-10 sezonu öncesi Ankaragücü tarihinin en kariyerli oyuncularından birisi olmaya aday olan Darius Vassell transferi gündeme gelir. Yaklaşık 1,5-2 ay süren görüşmelerden sonra Vassell imzayı atmak için Ankara’ya gelir. Taraftar da doğal olarak Esenboğa Havalimanı’na akın eder. Sezona bomba gibi girilmek üzereyken bir anda Ahmet Gökçek’in kulüp başkanlığına aday olacağı söylentileri çıkar ve ne yazık ki söylentiler gerçeğe dönüşür. Genel kurul sonucu Ahmet Gökçek kulübün yeni başkanı olarak seçilir ve 100 yıllık çınarın çöküş dönemi başlar.

17 Eki 2013

Hangi Takımı Tutsak Acaba?

 

 
    Yazının başlığını açayım biraz. Gidemediğimiz her turnuvada herkesin bir takımı olur. O takımı elenene kadar tutar maçlarını takip eder. Genelde en başarılı takım değil de daha sempatik, göze hoş top oynayan takımlar tutulur. Son 12 sene içerisinde sadece 2 büyük turnuvaya katıldığımız için (Konfederasyon Kupası hariç) bu duruma alıştık.
    Euro 96'dan itibaren milli takımlar bazındaki her turnuvaya katılma hedefimiz belirgin hale geldi. Fransa 98'i evden izledik. Euro 2000, Galatasaray'ın o seneki başarısının rüzgarı ve kemikleşen kadroyla beraber gelen çeyrek final. 2002 Japonya-Güney Kore başlı başına bir 'peri masalı'ydı. Futbolla ilgisi olan-olmayan belirli bir yaşın üzerindeki herkesin hatırlayacağı turnuva. Bunları arka arkaya sıralıyorum çünkü sonraki tablo hiç bu kadar parlak olmayacak.


    2002 Dünya Kupası'nın ülke üzerinde oluşturduğu hava biz dünyanın en iyi 3.takımıyız şeklinde oluşunca beklentiler Euro 2004'ün kazanılması üzerine oluştu. 1.torbadan eleme kurasına katılırken 2.torbadan İngiltere'nin gelmesi hoş olmadı. Grubu 20 puanla İngiltere 1. biz 19 puanla 2.sırada tamamlamıştık. Kurada tüm gazete manşetleri dahil herkesin aklında Letonya vardı. Hatta kurada Letonya geldikten sonra Fanatik'in ertesi günkü manşeti yanlış hatırlamıyorsam 'Çekti Valla' şeklindeydi. Futbolcular, teknik ekip, turnuvayı yerinden izleyecek gazeteler Portekiz hazırlıkları yaparken bir tane adam geldi 180 dakikada bir ülkenin milli takımını fetret devrine soktu: Maris Verpakovskis.
     Şenol Güneş'in gönderilmesiyle başlayan deprem Ersun Yanal'ın gelmesiyle dineceğine daha da arttı. Gelir gelmez Hakan Şükür'ü oynatmayacağım diye tribe girmesi gelir gelmez topun ağzına koydu hazretlerini. 4 Haziran 2005'te iç sahada Yunanistan maçı Ersun Yanal'ın milli takım başındaki son maçı oldu. Kurtarıcı belliydi: Fatih Terim. 2014 Brezilya elemelerindeki çağırılış biçimi 2006 için çağırılış biçimiyle çok benzerdir. Terim 3 maçta 7 puanla takımı baraj maçlarına taşıdı ancak takıma asıl taşıdığı şey ruhtu.
     Ukrayna'nın ardından 2.olduğumuz grup tarihin en zorlu eleme gruplarından biriydi. Lider Ukrayna ile 4.Yunanistan arasında sadece 4 puan vardı. Euro 2004 faciasından sonra Almanya'ya gideceğimizden emindik. Hatta gurbetçilerimizin orada bize sağlayacağı taraftar desteğini düşünüyorduk.
     Baraj kurasında gelen İsviçre çok tanımadığımız bir ekipti ancak dişimize göreydi. Deplasmandaki ilk maça Lubos Michel'in hatalı kararları damga vurmuş ve 2-0 kaybetmiştik. 2.maçta yıllar önceki Neuchatel Xamax-Galatasaray eşleşmesine atıfta bulunuluyordu.


    Alpay'ın seremonideki gazla 45.saniyede aldırdığı penaltı ve akabinde 4-2 kazanmamıza rağmen turu geçemememiz bir şeylerin fitilini ateşledi ve sahadaki kavga herkesin malumu. Sonuç olarak 2006'yı da evimizden izledik herkes sempati duyduğu bir takım seçti kendine. Euro 2008'de trajik bir durum yok güzel bir eleme grubu geçirdik, Türko'lar olarak son dakika canavarı olduk ve turnuvadaki tek iyi maçımızda, Almanya'ya yenilerek yarı final başarısıyla eve döndük.
    2010-2012 bu iki turnuvaya gidemeyişimizin sebepleri jenerasyon değişikliği olarak açıklanır. 2006 yılından itibaren o efsane milli takım-Galatasaray kadrosu yavaş yavaş futbolu bırakmaya başlayınca sıkıntı baş gösterdi. Gelelim 2014 Brezilya elemelerine. Milyonlarca euro dökerek getirdiğimiz ve Türkiye'yi son durak olarak tanımlayan Guus Hiddink geldiğinde bir şeyler değişecek imajı oluştu. Hiddink 2002'de Güney Kore, 2006'da Avustralya ve 2008'de Rusya ile başarılı uluslararası turnuvalar geçirmişti. Haliyle beklenti büyüktü. Yaşanan hayal kırıklığı beklentinin büyüklüğüyle doğru orantılı oldu. Fatih Terim daha yeni gönderilmişti, Şenol Güneş Trabzonspor'un başında iyi sezonlar geçiriyordu, Mustafa Denizli için koltuk çok da cazip gelmemişti. Şartların getirdiği adam Abdullah Avcı oldu. Göksel Gümüşdağ'ın tavsiyesi ve Başbakan'ın onayıyla Rizeli-Kasımpaşalı, Belediye'nin kadrolu elemanı Avcı milli takımın başına geçti. Camiası ve uzama-kısalma durumu olmayan bir takımla tıngır mıngır sezonlar geçiren bir adamın ateşten gömleği giymesi ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışıldı mı? Çok çok az. İddaada yazısız kurallardan biri hoca değiştiren takım yenilmez. İlk maçlarda insanların ağzına birer parmak bal çalındı. Avcı da kendini kanıtlamak için hazırlık üstüne hazırlık maçı ayarladı. Medyanın zaten kimin elinde olduğunu biliyoruz. Avcı şişirildikçe şişirildi ve balonu çok hızlı söndü. Yeni jenerasyon yaratma projesi 'hadi ne kadar gurbetçi varsa milli takıma alalım' a dönünce milli takım panayıra döndü.


    Aslında yukarıdaki fotoğraf hiç de istemediğim bir tabloydu. Kim ister ki? Sağ taraftaki koca kafa Türk futbolunun en kirli adamı. Birilerinin menfaatini kurtarmak için milyonlarca kişinin ahını aldı ve kul hakkını yedi. Hakkı yenen insanların elleri hem bu tarafta hem öteki tarafta bu adamın yakasında olacak. Gelelim Terim neden teklifi kabul etti sorusuna. Fatih Terim şu anki genel düşüncenin aksine hala milli takımı önemseyen ve benimseyen bir insan. 'Milli takım kaldırılsın' tezinin ciddi şekilde tartışıldığı bu ortamda Terim'in yaptığı çok garip gelebilir. Hoca iki takımı beraber yürütmek istedi ama olmadı Aysal yüzünden. Başına geldiği takım darmadağın olmuş en yakın iki rakibinden 2 si içeride olmak üzere oynadığı 3 maçtan sadece 1 puan alabilmiş vaziyetteydi. Önünde 4 maç vardı, kazanılması gereken 4 maç. 3'ünü kazanıldı, erken yenen golün dezavantajıyla ve buraya kadarmış psikolojisiyle Hollanda maçı kaybedildi. Play-offa'a kalınamamasının suçlusu Fatih Terim mi? Son suçlanacak kişi o. Futbolcular mı? Suçlular ama baş suçlu değiller. Asıl suçlular kim peki?


     Asıl suçlular yukarıdaki ikili. Demirören gelir gelmez Abdullah hocayla sorunlar var dedi. Ancak görevine devam etmesi yönünde karar aldı. Bu adamın iyi niyetli olduğunu düşünen varsa tartışmam, söverim.
    8 ay sonra futbolun asıl beşiğinde 32 takım futbol şöleni için hazır bulunacak. Biz nerede olacağız? Euro 2016'ya 24 takım katılacak deniyor o statüde turnuvaya gidiş kolaylaşacak ancak Platini'nin kıta dışı takım alma projesi var. Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya gibi ülkelere davet var yani her halükarda işimiz zor. Peki ne olacak bu takımın hali? İşte o sorunun muhatabı da Demirören. Şimdiden söyleyeyim. Benim Brezilya 2014'teki takımlarım Belçika ve Bosna Hersek olacak. Belçika fişek gibi bir jenerasyona sahip ve o jenerasyonun ilk büyük turnuvası olacak. Bosna Hersek de 3 turnuvadır kapıyı çalıp içeri giremiyordu. Onlar da kendi jenerasyonlarının hakkını vermeye başladı. Güzel bir turnuva 'izleriz' umarım.