Mario Balotelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mario Balotelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şub 2013

San Siro'da futbol kazandı

Milan, San Siro'da Barcelona karşısında oynadığı akıllı oyun ve aldığı 2-0'lık galibiyetle biz daha ölmedik dedi. Tur için Barcelona hala favori olarak gözükse de Milan şu an için ilk 90 dakikayı 2-0 önde kapattı, hem de gol avantajını da rakibine kaptırmadı. Milan'ın başında Arséne Wenger olsa, o da böyle derdi muhtemelen.
Goller Gana milli takımının iki yıldız oyuncusu Boateng ve Muntari'den geldi.
Rekabet anlamında da futbolun kazandığı bir gece oldu. Hep Barça hep Barça nereye kadar?
Milan savunması Messi'nin ayağına ceza sahasında top değdirmedi. Hatta ve hatta ceza sahası içerisinde Barcelona adam akıllı tehlike bile yaratamadı. Catenaccio bir kez daha Total Futbolu çaresiz bıraktı. Hakemin katkısı vardır, yoktur tartışılır. Futbol zaten böyle güzel ve anlamlı.
Mario Balotelli ise inanan bir insanın cennete kavuşması gibi Milan'a kavuşmuş bir görüntü sergiledi tribünde. Kesinlikle çok seviyor Milan'ı. Zaten yıllar önce Inter forması giyerken Milan-Roma maçında yanlış hatırlamıyorsam Milan kale arkasındaydı. Balotelli, Barça maçında yanında sevgilisi ve arkadaşları-kardeşleriyle birlikte maç boyunca eğlendi, eğlendirdi. Oynayamadığı bu maça bir şekilde dahil olmayı başardı. Dakikalar 91'i gösterirken Türkiye tribünlerinde "çıldır" olarak tabir edilen tribünsel hareketi gerçekleştirdi etrafındaki insanlarla.
San Siro'daki on binlerce Milan taraftarı ise şampiyon olmuşcasına coşkuluydu. Uzun zamandır böyle görmemiştim Milan tribünlerini(şampiyon oldukları son sezon dahi).
2013 yılında Milan ligde 17 puan(7 maçta 5 galibiyet 2 beraberlik) toplayarak şu ana kadar bu yıl için Serie A'nın en iyisi olmayı başardı. Çok sürpriz bir oyun olmadı Milan açısından. Sürpriz olan Barcelona'nın üretken olamamasıydı.
Maçın en özel oyuncusu Massimo Ambrosini'ydi. 36 yaşına gelmesine rağmen futbolun belki de en kritik mevkinde, orta sahanın orta sahasında 95 dakika hatasız oynadı, takımını yönetti, hakemle oynamadı ve galibiyeti hak etti.
Şimdi kısa bir ara...
12 Mart'taki rövanş maçında görüşmek üzere.

5 Eki 2012

Şampiyonlar Ligi'nde İkinci Haftanın Notları


A Grubu
Dinamo Kiev-Dinamo Zagreb(2-0) maçında Zagreb temsilcisi Dünya Kupası’na Asya kontenjanından katılan "Çin"vari tutumunu sürdürdü. Dinamo Zagreb bu sezonun bir numaralı “sıfır çekme” adayı.

Porto-Paris Saint Germain(1-0) maçı Lavezzi’nin isyanı oldu. 73. Dakikada oyuna girip 80. dakikada oyundan alınan Lavezzi’nin isyanını üç dakika sonra James Rodriguez duydu ve PSG’nin biletini harika bir golle kesti.


B Grubu
Arsenal-Olympiakos(3-1) maçında Ramsey’in son dakika golü bu sefer bir ünlüyü öldürmedi. Pire temsilcisi ise henüz galibiyetle tanışamadı.
Schalke-Montpellier(2-2) maçında Schalke 10 kişi kalmış rakibinden son dakikada gol yemeyi başardı ve Arsenal’le beraber grubu domine etme şansını elinin tersiyle itti.

C Grubu
Zenit-Milan(2-3) maçı sonrası Zenitli futbol severlerin kafası bir kez daha karıştı: “Parayla saadet oluyor mu, olmuyor mu?” Milan cephesindeyse El Shaarawy ve Emanuelson haricinde gol atacak yeni isimler aranıyor.

Anderlecht-Malaga(0-3) maçından sonra bir kez daha anladım ki para Malaga’ya yaramış. Milan maçının yıldızı Proto’nun çabaları bu sefer Anderlecht’e yetmedi. Eliseu ise öyle güzel iki gol atmış ki…

D Grubu
Ajax-Real Madrid(1-4) maçı Ricardo Kaka’nın yükselen formuyla Cristiano Ronaldo’nun şahsi şovuna sahne oldu. Benzema’nın attığı gol ise maçın en güzel hareketiydi.

Manchester City-Borussia Dortmund(1-1) maçında oyunda sadece on dakika kadar yer alan Mario Balotelli penaltı öncesi ve sonrasında Weidenfeller ile yaşadığı diyaloglar nedeniyle maçın önüne geçmeyi başardı. Sonuç olarak Mario sürrealist tavrından vazgeçmiş değil.



E Grubu
Nordsjaelland-Chelsea(0-4) maçında Danimarkalılar –Kiev-Zagreb maçının bir gün öncesinden- Dinamo Zagreb’e yalnız değilsiniz mesajı yolladı. Chelsea ise yarı sahada çift kale maçtan hallice bir oyunla İskandinavya seyahatini tamamladı.

Juventus-Shaktar Donetsk(1-1) maçı kale arkası bilet fiyatlarını protesto eden Juve taraftarının isyanı oldu.

F Grubu
BATE Borisov-Bayern Münih(3-1) maçı Manuel Neuer’in çaresizliğini anlatan doksan dakikalık bir sanat filmi gibiydi. Giriş kısmında Kroos’un boş kaleye yollayamadığı top; gelişme kısmında savunma hatalarıyla örülü Bayern savunması ve sonuç kısmında Ribery’nin umut veren golü vardı. Ancak final sahnesi bir hayli vurucu oldu seyirci açısından: Bressan’ın kontra topla gelen golü ve “Neuer’in Büyük Çaresizliği”.

Valencia-Lille(2-0) maçı Dinamo Zagreb’e destek maçı mahiyetindeydi. F Grubunun açık ara en kötü futbolunu oynayan Lille Şampiyonlar Ligi’nde “sıfır çekme”ye bir adım daha yaklaştı.

G Grubu
Spartak Moscova-Celtic(2-3) maçı Celtic’in Şampiyonlar Ligi’ndeki deplasman maçlarındaki 11 maçlık mağlubiyet serisinin sonu ve turnuva tarihindeki ilk deplasman galibiyeti oldu.

Benfica-Barcelona(0-2) maçında Carles Puyol’un kırılan kolu Barça’nın üç puan sevincini gölgeledi.

H Grubu
Cluj-Manchester United(1-2) maçı da Van Persie’ye yaradı, Rooney’nin sakatlıktan dönmesi de…

Galatasaray-Braga(0-2) maçı da Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki altı yıllık galibiyet hasretini dindiremedi. Braga ise üzerine gelen takımlara karşı ne kadar etkili bir futbol oynadığını bir kez daha gösterdi. Bakalım Old Trafford’da üzerine gelen Manchester United’a kaç tane atacaklar(!).

Şampiyonlar Ligi'nde İlk Haftanın Notları

2 Tem 2012

Arrivederci Italia... campeónes Españaaa...


                Ah İspanya, maçtan önce ciddi ciddi endişeleniyordum ve işin hiç de kolay olmayacağı kanaatindeydim. İtalya sahaya çıkacak mücadeşle edecek ve beni dehşete düşüren bir galibiyet alabilecekti. Aslında maç da bir yönüyle pek farklı olmadı, İtalya cok iyi mücadele etti hatta skor tabelasını değiştirebilecek fırsatları da yakalamadı değil ancak dün akşam sahada öyle bir İspanya milli takımı vardı ki şu an bunu kelimlere nasıl dökebileceğimi bilmiyorum gerçekten...
               
                 Maç için Valencia’da bir araştırma yaptım çünkü topluca bir alanda izlemek her zaman daha keyifli olmuştur benim  için hele Euro 2008’deki Türkiye-Hırvatistan maçı deneyiminden sonra o tarz atmosferlerin kalabalıkla daha iyi hissedildiğini düşünüyorum. Neyse biraz araştırmadan sonra Valencia Basket’in maçlarını oynadığı salonda dev ekranla maçların izlenebildiğini öğrendim. Tabi ki direk hazırlıklar yapıldı ve maça doğru yola cıktım ve tabi yine benim gibi İspanya sevdalısı birkaç Türk arkadaşımda benimleydi.Salonu bulabildik en sonunda zaten bir süre yürüdüten sonra bayraklı, formalı herkesin tek bir yöne ilerlediğini görünce rahatladım.Biz biraz gecikmşiz, salon da iğne atsan yere düşmez insanlar çılgınlar gibi şarkılar söylüyorlar daha maç başlamamışken.
               
                Çarşı kültüründen gelen bir şey olsa gerek, ayakta ve en kalabalık yerde izlemek için harekete geçiyorum. Akdeniz insanı İspanyollar ile gerçekten benzer yönümüz çok fazla ama şundan emin oldum ki onlar bizim bir alt versiyonumuz, çünkü biz gruptan çıktığımızda bile onların şampiyonluk sevincinden fazla sevinmiştik bunu iyi hatırlıyorum.
              
                İlk goldeki sevinç çığlıkları inanılmazdı tabi ki sarıldığım bamna sarılan tanımadığım onlarca İspanyol da öyle. Derken 2. Gol İtalya’yı kötü etkiledi diyebilirim tabi ki gol öncesinde Chiellini’nin sakatlanıp çıkması moralleri iyice bozmuştu gol moral bozukluğunu daha da derinleştirdi. Girişte söylediğim gibi aslında İtalya kötü oynamıyordu ancak İspanya’nın harika oyununa da “dur” diyemiyordu. Belki sadece Balotelli ve Marchisio’dan daha iyi olmaları bekleneblirdi o kadar diye düşünüyorum. Daha sonra Fernando Torres’le gelen 3. Gol Valencia Basket salonunda şampiyonluk kutlamalarını başlatmıştı daha sonra Torres bir de asist yaparak farkı 4’e çıkaran golü Juan Mata’ya attırdı. Mata turnuva boyunca oynadığı sadece 5 dakikaya bir gol sığdırmış oldu ve ayrıca bu finalle beraber Torres şimdiye kadar oynadığı hiçbir finali kaybetmemiş oldu.

                Maç sonrası İspanya’da gece boyunca kutlamalar sürdü ve ortak söylem şuydu: Arrivederci ITALIA.  



                İtalya'yı tebrik etmemek ayıp olur diye düşünüyorum çünkü harika bir performansla buraya kadar geldiler ve hakkettiklerini düşünen çok insan olduğuna eminim ancak 4-0 bir final için ziyadesiyle iyi bir skor olduğunu düşünüyorum demem o ki : campeónes campeónes oley oley oleyyy... 




29 Haz 2012

Cesare'nin hakkı Cesare'ye

EURO 2012'de otuzuncu maç geride kalırken; turnuvayı takip edenlerin takdirlerini toplayan en popüler isimler Andrea Pirlo, Mario Balotelli ve Gianluigi Buffon oldu. Ancak unutulan bir nokta var ki bunu hatırlatmak boynumun borcudur...

Cesare Prandelli takımının başına geçtiği günden beri maç kaybetmeyen bir teknik adam. Ancak turnuva boyunca medyada ne Joachim Löw ne Del Bosque ne de Slaven Bilic kadar adından söz ettirebilmiş bir isim değil. Belki de diğer suratlar daha tanıdık olduğu için böyle oldu gidişat. Cristiano Ronaldo'nun sadece iki maçta eli yüzü düzgün bir top oynayıp adından bu kadar söz ettirdiği bir ortamda Prandelli'ye olan yaklaşımı normal karşılayamıyorum.

C grubunun ilk maçında İspanya'ya karşı 3-5-2 gibi çağ dışı  addedilen bir sistemle De Rossi'yi liberoda; Giaccherini'yi ilk on birde oynatarak mücadele veren İtalyan teknik adam çoğumuzu şaşırtmıştı. İkinci maçta Hırvatistan karşısında yine aynı taktikle sahaya çıktı ve iki maçtan da sahadan 1-1'lik beraberliklerle ayrıldı İtalya. Grubun son maçında İrlanda karşısına mutlak favori olarak çıkan İtalya 4-4-2 sistemini uygulamaya başlamıştı. İrlanda karşısında alınan 2-0'lık galibiyet ve girilen çok sayıda pozisyon beni de final için açıkçası çok umutlandırmıştı. Çeyrek finalde İngiltere karşısına yine aynı sistemle sahaya çıkan İtalya gol pozisyonu rekoru kırmıştı; ancak bir türlü gelmeyen gol yüzünden İtalya'nın tur ümitleri başka bahara kalacaktı. Yarı final maçında Almanya karşısında Maggio ve Abate'den yoksun çıkan İtalya'da sağ bek krizi yaşanıyordu. En mantıklı gözüken 3-5-2'ye dönmekti. Kadrolar açıklanınca bir şok daha bizi bekliyordu. Balzaretti sağ bekte başlayacak, sakatlığı geçen Chiellini ise sol bekte... İşleyen taktiği bozmamakta direten Prandelli sol ayaklı sağ beki ve stoper menşeili sol bekiyle -zaman zaman sol bek de oynayabilen bir stoper- turnuvanın düne kadar en iyi futbolunu oynayan takımı karşısına çıktı ve kazandı. Elindeki -eskiye oranla güçsüz sayılan- kadroya üst düzey bir futbol oynatan Prandelli final maçı öncesi turnuvanın en iyi teknik adamı ödülünü fazlasıyla hak etti. Finalde iyi oynayan(İtalya) kazansın...

25 Haz 2012

Kiev'de Bir Sürrealist: Mario Balotelli

"Kendimizi yazılı, sözlü yahut da her türlü başka şekilde ifade ettiğimiz saf psişik bir kendiliğindenlik; düşüncenin aklın her türlü denetiminden uzak, ve tüm estetik ve ahlaki kaygıların dışında derhal ifadesi, düşüncenin gerçek manada işleyişidir."
André Breton

Mario Balotelli André Breton'un sürrealizm tanımının kıyısından, köşesinden değil tam olarak içinden, kökeninden gelen bir futbolcu örneği. Sahadaki varlık sebebini sorgulamadan sürekli ve ısrarla kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda futbol oynayan bir insan. Her forvet kadar bencil; ancak daha fazlası değil. Futbol oynamayı sevip sevmediğini anlayabilmek çok güç. Belki sevmiyordur da hayatta yaptığı en iyi iş bu olduğu için futbol oynuyordur, bilemem...

Antonio Cassano ile aynı takımda forvet hattını paylaşmak Mario Balotelli'yi biraz olsun sakin kılıyor. İngiltere'yle oynanan çeyrek final maçında kaçan bir pozisyonun ardından Cassano'nun Balotelli'yi teselli etmesi çok manidar oldu. 10'lu yılların en sorunlu futbolcularından birisi 00'lı yılların en sorunlu futbolcularından birini görünce -nesil farkını da göz önünde bulundurarak- daha sakin tavırlar içerisine girebildi. Ancak bütün bunlar Mario Balotelli'nin İngiltere maçı boyunca kaçırdığı sayısız fırsatı anlamlandırmıyor. Tek teselli penaltılara giden maçta ilk penaltıyı Balotelli'nin gole çevirmesi oldu.

Gianluigi Buffon turnuva başından beri -son ülkeler arası turnuvası olduğunun farkında- muazzam bir futbol sergiliyor. İngiltere maçının ilk dakikalarında Glen Johnson'ın altı pastan yaptığı vuruşu sol eliyle ustalıkla çıkararak İngiltere'ye avantajı vermedi. Penaltı atışlarında da Ashley Cole'ün penaltısını kurtararak takımına yarı finali getirdi. De Rossi ise Totti'den devraldığı bayrağı aynı dengesizlikle taşıyor. 35 metreden inanılmaz bir şut çıkardığı sol ayağıyla altı pastan topu dağlara taşlara vurmayı başardı.

Maçın ve turnuvanın en öne çıkan oyuncusu Andrea Pirlo ise 33 yaşını doldurmasına rağmen futbol dersi vermeye devam ediyor. Riccardo Montolivo'nun kaçan penaltısı sonrası takımını ateşlemeyi Panenka Penaltısı atarak başaran Pirlo; bu kupayı ne kadar çok istediğini bizlere gösterdi. EURO 2000'de Francesco Totti'nin 24 yaşındayken Hollanda'ya karşı yarı finalde attığı Panenka Penaltısından tam on iki yıl sonra Pirlo bir çeyrek final maçında İngiltere'ye bu penaltıyı atarak takımını yarı finale taşıdı. Lider özelliklerinin bir çoğuna sahip olan Pirlo seri penaltı atışlarında rakibin gardı nasıl düşürülür bunu da cümle aleme göstermiş oldu.

Sıradaki rakip Almanya... Forza Azzurri..!

19 Haz 2012

Gecenin Kazananları: İrlanda Taraftarı, Gök Mavililer ve Cüneyt Çakır


İrlanda taraftarı C grubunun başından sonuna bıkmadan, usanmadan destek verdikleri takımlarının sıfır çekmesini umursamadan “Ireland” diye haykırmaya devam etti…
Turnuvada Hırvatistan ve İrlanda taraftarları rakiplerinden bir adım öndelerdi. Ancak İrlandalılar birinciliği kimselere kaptırmadı. Bu yüzden bu iki ülkenin elenmesi turnuvada tribünlerin selameti açısından pek de hayırlı olmadı.
Diğer taraftan ev sahibi Polonya ve takımlarına yoğun bir destek sağlayan Rusya’nın elenmiş olmaları da çeyrek final maçlarında tribünlerden çok futbol sahalarının konuşacağı maçlara sahne olacak.

Turnuvanın gerçek rengi olan taraftarları bir kenara bırakırsak; İtalya-İrlanda maçında sahada oynanan futbol neredeyse tamamen güce ve mücadeleye dayalıydı. İtalya gerek topla oynama yüzdesinde, gerekse de girdiği pozisyon sayısında rakibinin önündeydi.
Bu maç öncesi İtalya’nın mutlak galip gelmesi gerekiyordu. Tabi ki ilk iki maçta da taraftarlarının yüzlerini güldürebilselerdi fena olmazdı…
Maçtan geriye hafızalarda yer eden pozisyonlarda İtalya’nın bariz üstünlüğü söz konusuydu…
İlk yarıda golden önce Di Natale’nin sıfır çizgisinden kalecisi olmayan kaleye çıkardığı şut ve akabinde gelişen İtalya atağında Cassano’nun şutu futbol severler için güzel karelerdi. İkinci yarının ve maçın en güzel anı ise oyuna sonradan giren Mario Barwuah Balotelli’nin muhteşem volesiydi.

Bir parantez de Cüneyt Çakır’a açmazsak maçın neredeyse hatasız yönetimini göz ardı etmiş oluruz. Baştan sona tavizsiz bir yönetim sergileyen Çakır günümüzün ve geleceğin sayılı hakemlerinden olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bu geceki yönetim O’nu ya bir çeyrek final maçı ve sonrasında final maçına aday yapar; ya da en kötü ihtimalle bir yarı final maçına. Wolfgang Stark, Howard Webb ve Nicola Rizzoli de Cüneyt Çakır’la aynı seviyede hakemler. Eğer ki Cüneyt Çakır yönetmezse finali bu üçlünün ülke takımlarının akıbetine göre final maçı üçlüden birisine verilir.

Gök Mavililer’den çeyrek finalde daha iyi bir futbol görmek dileğiyle; herkese futbol dolu günler diliyorum…

10 Haz 2012

+habla español?, -Sì, assolutamente *


 Boğalar ile gök mavilerin son 6 mücadelesinde en azından 90 dakikalar içerisinde İspanya galibiyet yüzü görememişti, bunların 3'ünde sahadan boynu bükük ayrılmış 3'ünde de beraberlikle yetinmişlerdi. Bunun İspanya üzerinde sorun yaratmayacağını herkes tahmin ediyordu ancak; İspanya-İtalya maçı başlamadan önce herkesin aklında aynı soru vardı: David Villa’nın yokluğunda İspanya forveti kim olacak ve artık galibiyet gelecek mi?

 Bunun yanıtı Del Bosque tarafından İtalya maçının açıklanan on birinde verilmişti. İspanya milli takımı maça forvetsiz başladı. 4 savunma ve 6 orta saha oyuncusu sahada 4-3-3 şeklinde diziliş gerçekleştiriyordu. Herkes İspanya’nın pas yüzdesini biliyordu ancak golü kim atacaktı? Bu soru da maç içerisinde ne kadar haklı bir soru olduğunu gösterdi. Çünkü İspanya orta sahayı eline alıyor defanstan başlayarak pas trafiğiyle kaleye kadar çok güzel geliyordu ama gol vuruşu çıkmıyordu. Fabregas’ın bir iki pozisyonunu dışarıda tutarsak İspanya ilk yarı boyunca sadece çok iyi pas yapmıştı o kadar. Çok pasın da gol demek olmadığını örneklerle görmüştük ki ilk 45 dakika da bize bunu teyit ettirdi.
İlk yarı sonu devre arasında benim de aklıma Del Bosque kaş yapayım derken göz çıkarıyor sanki gibi düşünceler geliyordu, forvetsiz İspanya acaba korkuyor muydu? Ancak Del Bosque bir şeyler biliyordur diye geçirdim hep içimden. Sonuçta Beşiktaş(ki gelmeden önce Real Madrid'e en parlak zamanlarını yaşatmış Galacticos'u yönetebilmeyi başarmıştı) olarak değerini bilemedik fakat O'nun  teknik zekasına diyecek yoktu ama yine de  ilk yarı boyunca Torres’in ölüsü iş yapar diye sayıkladım durdum! Fabregas bu düşünceme bir dur diyecekti. Ancak Fabregas'ın golüne gelmeden önce İtalya’nın hiç beklemediğim oyun anlayışına değinmek istiyorum. İtalya milli takımının defansta olması hiçkimse için sürpriz değildi ancak inanın bu kadar güzel kontra atak yapabileceğini hiç düşünmemiştim özellikle veteran Pirlo’nun akıl dolu paslarıyla başlattığı ataklar gerçekten mükemmeldi zaten asisti de yaparak adeta kendisi ile sözleşme yenilemeyen Milan'a İtalya ligi Serie A şampiyonluğu sonrası bir kez daha mesaj veriyordu.(tabi kendisine "yaşlısın" diyenlere de).

Bir de Balotelli vardı sahada, İspanya’ya olan gönül bağıma rağmen yaptığı her harekette kırmızı görebilir diye korku ile izledim onu, Prandelli de korkmuş olacak ki sarı kartı da varken oyundan alıp Udineseli Di Natale’yi oyuna sürdü.

Di Natale’nin golünden sonra paslarına devam eden İspanya en azından pas disiplininden kopmuyordu, bunun ödülülünü de David Silva’nın asisti sonrası Fabregas’ın golüyle aldı.

Torres oyuna girdikten sonra da forvetle oynamanın farkı ortaya çıktı girdiği pozisyonlar akıllıca davranışları Buffon'u geçmeye yetmese de İspanya'nın forvetle bir başka güzel olabileceğini gösterdi. Skoru değiştiremedi belki ama diğer maçlar için sinyali verdi diye düşünüyorum.

Maç 1-1 bitti İspanya yine kazanamadı, seri 7 maça çıktı; ancak Del Bosque veya Prandelli üzüldü mü? Sanmam. Kesinlikle sevinen iki adam tanıyorum : Giovanni Trapattoni ve (adı bir dönem Beşiktaş'la da anılan) Slaven Bilic...

(** +İspanyolca Biliyor musun? -Evet, Kesinlikle.)

6 Haz 2012

Calciopoli yıldıramaz bizleri...

İtiraf edeyim ben her Dünya Kupası'nda Brezilya'yı desteklerim. Ancak her zaman da bir sürpriz takımım olur üçüncü dünya ülkelerinden. Avrupa Şampiyonaları'nda ise durum biraz daha farklıdır. Çocukken Hollandalıların turuncu formaları ve İtalyanların Gök Mavi formaları ilgimi çekmiyordu desem yalan olur. Çünkü bayrak ve forma uyuşmazlığı çocukluğumun ilk travmalarındandır. Bu da diğer travmalar gibi bir hayli ilgi çekici olmuştur. Türkiye'nin katıldığı her turnuvada benim için Türkiye açık ara favoridir parantez içinde bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Gelgelelim EURO 2012'deki tek favorim İtalya'ya...

Turnuvanın açık ara en formsuz takımını destekleme fikri nereden çıktı diye sorarsanız geçmişten günümüze gelen İtalya hayranlığı yine had safhaya ulaştı ve ben her şeye rağmen Forza Italia dedim. Zaman zaman yanlışları olan İtalya'nın Catenacciosu'ndan ziyade; yaşam alanlarındaki kaotik durumun futbollarına yansıması benim için her zaman yeterince ilgi çekici olmuştur. En zor dönemlerini geçirirken bile yaptıkları sürpriz çıkış ve 2006 Dünya Kupası'nı kaldırmaları da takdire şayandı. Toldo, Panucci-Cannavaro-Nesta-Maldini, Gattuso-Ambrosini-Albertini, Totti-Del Piero-Inzaghi ilk on biri bugün sahada yok. Hatta bu isimlerin çoğu futbolu da bıraktı. Ancak sırf bu kadronun hatırına bile desteklenecek bir takımdır İtalya. Hazırlık maçlarındaki başarısız sonuçlar aldatmasın sizleri. Yine bir şike skandalı içerisinde olan İtalya Milli takımında moraller ziyadesiyle bozukmuş. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor açıkçası. Cesare Prandelli'nin takımı elemelerde mağlubiyet yüzü görmeden rahatça turnuvaya katılma hakkını kazandı. Bana sorarsanız çok kolay bir gruptan olması gerektiği şekilde çıktı. EURO 2012'de C Grubundaki rakipleri ise İtalya'yı bir hayli zorlayacak cinsten. Fakat grupta üç tane beraberlik alıp şampiyon olduğu 1982 Dünya Kupası'nı göz ardı etmeyin derim ben.

Biraz da kadroya bakacak olursak; kale her zamanki gibi sağlam ellerde. Buffon yaşlanmasına rağmen hala dünyanın en iyileri arasında. Namağlup lig şampiyonu Juventus'un kalesi de Buffon'un ellerindeydi. Savunmada göze çarpan bir isim eskisi gibi yok. İtalya'nın en zayıf karnı çok ironik bir şekilde savunması olacak gibi duruyor. Orta sahada ise Championship Manager 03/04'ün efsanesi Milan'ın yeni transferi Riccardo Montolivo ve Milan'ın bu sezon parlayan yıldızı Nocerino öne çıkan isimlerden. Bu ikilinin yanında Roma efsanesi kaptan Daniele De Rossi ve Juve'nin tecrübeli yıldızı Milan efsanesi Andrea Pirlo da orta sahada etkili oyun ortaya koyabilecek diğer isimler. Hücum alanındaysa gol krallığı konusunda rüştünü ispat etmiş Antonio Di Natale, sezon ortasında kalbinin delik olduğunu öğrenip tedavi gören San Siro'nun yaramaz çocuğu Antonio Cassano ve EPL'nin şampiyonu City'nin sorunlu yıldızı yepyeni sırt ismiyle Barwuah Balotelli etkili olacak isimler.

Geçmiş yıllara göre zayıf bir kadro gibi gözükse de 1990 Dünya Kupası'nda Salvatore Schillaci'den gol kralı yaratan; 2006 Dünya Kupası'nda Luca Toni ve Fabio Grosso'yu dünyaya tanıtan Azzurri'nin bu turnuvada da sürpriz yapma ihtimali bir hayli fazla gözüküyor.
Calciopoli'ye rağmen Forza İtalia...