Alex Ferguson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alex Ferguson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Oca 2014

Sir Alex Ferguson'un son mezunu: Adnan Januzaj

Manchester United ve Sir Alex Ferguson ... Herhalde bu iki isimden dünyada futboldan bahsedip söz etmemek çok büyük yanlış olur. Futbolun beşiği İngiltere’nin Kırmızı Şeytanlarını 27 yıl boyunca çalıştıran Alex Ferguson, Manchester United’a sayısız kupa ve şampiyonluklar kazandırdı.  Bu başarıların yanında bir de ManU’ya ve Dünya futboluna kazandırdığı futbolcular var. 1986 yılında ManU'nun başına geçti ve adeta bir futbolcu fabrikası açtı. Manchester United dünyanın en zengin kulüplerinden biri olmasına rağmen genelde kendi yıldızlarını kendisi yetiştiriyor.  Real Madrid, Bayern Münih gibi dünya devleri yıldızları satın alırken Manchester United genelde kadrosundaki kendi yıldızlarını diğer transferleriyle tamamlamaktadır.



Bu fabrikanın dünya futboluna armağanları hep gündeme damga vuran yıldızlar oldu. Kimler çıkmadı ki buradan? Eric Cantona, Roy Keane, Ryan Giggs, Paul Scholes, Wayne Rooney, Cristiano Ronaldo, David Beckham..Bu futbolcuların bir kısmını astronomik bedellerle satarken bir kısmı da yıllarca kendisini sırtladı. Son günlerde bu fabrikadan yeni bir yıldız adayı çıktı. İsmiyle ilk başta hemen dikkatimizi çeken 18 yaşındaki Kosovalı-Arnavut futbolcu ‘’Adnan Januzaj’’.  1995 doğumlu genç futbolcu bu sezon zor günler geçiren Manchester United’ın dikkat çeken ismi. Bu sezonki Manchester United maçlarında ‘’Kim bu 44 numaralı çocuk ?’’ dedirtmektedir.

27 yıllık saltanatını geçen sezon David Moyes’a devreden Ferguson, Januzaj’ı da Moyes’a armağan etti. 10 yaşında Belçika takımı RSC Anderlecht'in altyapısında futbol oynamaya başlayan Januzaj, Mart 2011’de Brüksel’deki seçmelerde Manchester ekibini şaşırtıcı şekilde etkileyerek Alex Ferguson’un okuluna katıldı. Ekibin Ferguson’a yazdığı raporunda Januzaj hakkında;  topla birlikte hareket ederken inanılmaz bir özgüveni var, yaratıcılığına güveni tam ve gol vuruşlarında kaleye uzak mesafeyi tercih ettiği böylece kalecinin açısını kapatmasını engellediğinden bahsediliyor. Ayrıca takımın çıktığı pozisyonda nerede duracağını gayet iyi bildiği ama tek eksiğinin; tecrübesizliğinden kaynaklanan nerede hücuma kalkıp nerede durması gerektiğini bilmediği yazmaktaymış. Bu sezon Premier Lig’deki Sunderland maçında 1-0 geriden gelen ManU’nun 2 golünü de atarak maçın yıldızı oldu ve kendini kanıtlayıp formayı da kaptı. Bu maçta İngilizlerin saygın spor kanallarından SkySports’un spikeri Januzaj’ın performansı sonrası ‘’ maybe they have found their new baby-faced assassin’’ diyerek yeni yıldız adayını özetlemiş oldu. Orta sahada hem kanatlarda hem de forvet arkasında oynayabilen ve bu performansıyla tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Januzaj’ı kaptırmak istemeyen Manchester yönetimi, Paul Pogba’yı Juventus’a kaptırırken ki hatasını tekrarlamayarak futbolcuyla 5 yıllık sözleşme imzaladı. Dünya futbolunun şu anda en dikkat çeken yeteneklerinden biri olan Adnan Januzaj henüz 18 yaşında olmasına rağmen futbolu Manchester United’da bırakmak istediğini söylemiş. Böylece yeni ‘’Ryan Giggs’’ adayı gösterilmiş oldu.



Adnan Januzaj’ın bu performanslarının yanında, böyle bir yeteneği asıl gündem de tutan milli takım hikayesi oldu. Çok uluslu bir ailevi bağları ve kökeni bulunan Adnan, doğum yeri dolayısıyla Belçika, anne ve babasından dolayı Arnavutluk ya da Kosova, akrabalık bağlarından dolayı da Türkiye ya da Sırbistan için forma giyebilir durumdadır. Bu duruma İngiltere de dahil oldu. Fakat İngiliz Milli takımında oynaması için 5 yıl İngiltere'de futbol eğitimi almış olması gerekiyor. Yani Januzaj’ın üç yıl beklemesi gerekecek. Onun için bu süre çok uzun olacaktır. Sırbistan için ise asla oynamayacağını söyledi. Türk Milli Takımı Teknik Direktörü Fatih Terim ne kadar çok çabalamış olsa da Türkiye’yi seçmesi de uzak bir ihtimal görünüyor. Henüz milli takım seçimini yapmamış olan Adnan, kararını babasına bıraktığını söyledi. Babası Kosova’da oynamasını istemiş ama Kosova FIFA tarafından uluslararası futbol düzeyinde tanınmıyor. Şu an Kosova için oynaması imkansız olduğundan söylentilere göre bu seçimi henüz yapmamasının nedeni Kosova’nın üye olmasını beklemesiymiş.


Henüz yolun çok başında olan Adnan Januzaj’ın abilerinin yolunda gidip gitmeyeceğini ve hangi milli takımda - belki bir gün dünya kupasında – izleyebileceğimizi zamanla göreceğiz ama kuşkusuz 1995’li yeni jenerasyonun yıldızlarından olan Januzaj , Manchester’ın yeni 7 numarası olma yolunda hızla ilerlemekte.


26 Ara 2012

We've Got Our Trophy Back!

2001-2002 sezonu öncesi üst üste üç kez şampiyon olan Manchester United, 2001-2002 sezonunda şampiyonluğu Arsenal'a kaptırmıştı. Bu da Manchester United için 2002-2003 sezonunun unvan mücadelesi şeklinde geçeceğinin bir göstergesiydi.

Kadrosundan Dwight Yorke'u kaybeden United, Rio Ferdinand ve İspanyol kaleci Ricardo transferleriyle sezonu açtı. Halihazırda güçlü bir kadroya sahip olan Kırmızı Şeytanlar için stoper ve yedek kaleci transferi yeterli oldu. Ruud Van Nistelrooy, Juan Sebastian Veron, David Beckham, Diego Forlan, Ryan Giggs, Paul Scholes, Ole Gunnar Solskjaer gibi isimlerden kurulu hücum hattına takviye gerekmiyordu. 

Dört kupada birden mücadele verecek olan United sezona çok kötü bir başlangıç yaptı. Hazırlık maçlarında sadece Ajax'a kaybetmiş olmasına rağmen lige iyi bir giriş yapamadı. İlk altı haftada sadece sekiz puan toplayıp kendine onuncu sırada yer bulabildi. Ancak Şampiyonlar Ligi'nde ilk gruptan çıkmayı garantileyen takımın lige odaklanması da zor olmadı. Noel dönemini de kötü geçirmesine rağmen, United 1 Ocak 2003'e üçüncü sırada girdi ve aynı gün Arsenal'in arkasında ikinci sıraya yerleşti. Şampiyonlar Ligi'nde de ikinci gruptan da erkenden lider olarak çıkma başarısını gösterdi.

Sezon başında Şampiyonlar Ligi ön eleme turunda Macar temsilcisi Zalaegerszeg takımına deplasmanda 1-0 kaybettiği maç ve ilk grupta liderliği garantiledikten sonra deplasmanda Maccabi Haifa'ya 3-0 yenildiği maç(Türkiye spor kamuoyunun yakından tanıdığı senaryo) sezonun en kötü iki maçı olarak yerini çoktan almıştı.

Yeni transferlerden kaleci Ricardo ise 3-0 kaybedilen Maccabi maçında kaleyi koruyan isimdi. Ligde şans bulduğu tek maçta önce penaltı yaptırıp sonra da penaltıyı kurtarmıştı. Zaten Ricardo'nun United macerası da bu anlardan ibaret oldu.

Fabian Barthez ise rutin sezonlarından birini yaşamıştı. Roy Carroll ise takımının kalesini toplam 16 maçta korumuştu.Takımın bekleri Gary Neville, John O'Shea ve Mikael Silvestre içinse asist dolu bir sezon geçiyordu. Leeds'ten 30 milyon Avro'ya transfer edilen Rio Ferdinand ise o sezon takımının 46 maçta formasını giyme başarısını gösterdi. Laurent Blanc tecrübesiyle savunmayı toparlarken sezon başında sakatlıkla uğraşan Wes Brown da takımı adına savunmada iyi bir performans sergiledi.

David Beckham, Ryan Giggs ikilisinin asist ve golleriyle sürüklediği kanatlar sezon boyu tıkır tıkır işlemişti. Paul Scholes'un üst düzey performanslarından birini sergilediği sezonda ligde 14 toplamda 20 gole ulaşması ilginç ayrıntılardandı. Juan Veron, Phil Neville, Roy Keane ve Nicky Butt'lı orta saha takımı ayakta tutmaya yetiyordu.

Ole Gunnar Solksjaer, Diego Forlan ve Ruud Van Nistelrooy'dan oluşan hücum hattında Hollandalı sezonu Thierry Henry'nin bir gol önünde 25 golle kral olarak tamamladı. Nistelrooy'a "Flying Dutchman" lakabını kazandıran Fulham maçı da bu sezondaydı.


Ocak ayı sonrası kızışan şampiyonluk yarışında United Highbury'de rakibine boyun eğmedi ve 2-2 biten maçın ardından bir hafta önce kazandığı liderliğini korudu. Geriye kalan dört haftada bütün maçlarını kazanan Kırmızı Şeytanlar sezonu şampiyon olarak tamamladı. Goodison Park'ta oynanan Everton maçının ardından kupayı kaldıran United'lı futbolcuların ve Sir Alex Ferguson'un dilinde tek bir slogan vardı: "We've got our trophy back!"

Şampiyonlar Ligi macerasında ise United çeyrek finalde Real Madrid'e boyun eğdi. İlk maçta Santiago Bernabeu'dan -Figo ve Raul işbirliği şeklinde geçen maçtan- 3-1'lik skorla mağlup ayrıldı. İkinci maçta ise United'ın hayallerini bir efsane, Ronaldo yıktı. Ronaldo'nun hat-trick yaptığı maçı United 4-3 kazandı. Futbol tarihinin efsanevi maçları arasında yer alan bu mücadelede Real kalesini kendi oyuncuları yakıyordu. Iker Casillas'ın çilesi kaleyi yeni yeni korumaya başladığı o dönemlerde başlamıştı.

Sezonun ilginç ayrıntılarından birisi de Newcastle ile oynanan her iki maçın sekizer golle tamamlanması oldu. Old Trafford'da 5-3 kazanan Kırmızı Şeytanlar rövanşı da 6-2'lik skorla kazanmışlardı.

League Cup ve FA Cup'ta başarısız sonuçlar alarak elenen United'ın elinde sadece Premier League şampiyonluğu vardı, fakat tekrardan kazanılan bu kupa her şeye bedeldi.

12 Şub 2012

Bir Rüya Daha Bitecek, Nistelrooy Yaş 35...


Herkesin futbolu sevmek için nedeni var mıdır? Ya da futbolu sevmek için nedene gerek var mıdır?
Bu soruların cevapları herkes için farklıdır ama benim için bir sebep var ki gerçekten futbolla olan ilişkimi en tutkulu döneme taşımıştır.
Belki çoğu insan için yaşayan efsane(ki bu tamlamaya da sinir olmuşumdur) denildiğinde akla ilk gelen isim değildir ancak benim için önemi büyüktür Ruud Van NİSTELROOY'un.
Nistelrooy'la tanışmam onun Manchester United zamanına denk gelir.Nistelrooy PSV'den gelmiştir ve United ile beraber ligde fırtınalar estirmektedir.
Hani ilk izlediğim maçını hatırlıyorum da yüzümdeki aptallık ve mutluluk, sevdiğim kızın benden önce davranarak bana açıldığı anda hissettiklerimle eşdeğerdi.Seyrederken Nistelrooy'u, farkediyorsunuzki, klasik futbolcu görüntüsünün altında inanılmaz bir futbol ve pozisyon bilgisi var ve -genel de Türk futbolunun kanayan yarası olan-son vuruşlardaki inanılmaz becerisi sizi etkilemeye yetiyor. Bu becerinin yanında O'nun Manchester taraftarıyla bütünleşmesi mükemmeldir, hep istemişimdir Nistelrooy'un golü sonrası tüm taraftarlarla beraber "Ruud Ruud Ruud" diye bağırabilmek...Çocukluk heyecanıyla aldığım ilk forma da tabiki Nistelrooy'un 10 numaralı forması olmuştur.Zaten hayali gerçekleştiremesemde hala kulaklarımda o uğultu: "Ruud Ruud Ruud"...
Ayrıca söylemem gerekir ki herhangi bir futbol oyununda Manchester United'ı ve daha sonra da Real Madrid'i seçme sebebimdir Ruud Van NİSTELROOY, hani ona gol attırabilmek için çok emeğini yemişimdir Ryan Giggs veya David Beckham'ın :) Ama atıyor adam ...

Beni bu yazıyı yazmaya iten de aslında bir korku sebebidir, yani söylemek istediğim çocukluğumuzda bizi hayallere götüren çoğu futbolcu birer birer bırakıyor futbolu ve (kesinlikle kabul etmesem de) artık Ruud Van Nistelrooy'un da zamanının dolduğunu düşünenler hiç de az değil.O bıraktığında yazacak şeyler çok olacaktır belki ama ben O'nun bırakmasını istemeyerek ve bundan korkarak yazıyorum bu satırları...
Peki bunca sözden sonra biraz da performasnından bahsetsem uygun olacaktır galiba.Her futbolcu gibi Flying Dutchman'in* de bir futbolculuk serüveni vardır, bir göz atalım; asıl ismi ; Rutgerus Johannes Martinus van Nistelrooij'dur 1 Temmuz 1976 günü(evet ne yazık ki 35 yaşında) Hollanda'nın Oss şehrinde dünyaya geldi.Futbola FC Den Bosch takımının 19 yaşaltı takımında başladı daha sonra FC Den Bosch'un A takımında 4 sezon geçirdi ve çıktığı 69 maçta 17 gol attı FC Den Bosch formasıyla bu performansı sonrası Heerenveen'e 2 milyon dolara transfer oldu.Heerenveen macerası yalnızca 1 sezon(31 maç 13 gol) sürecek ve PSV tarafından keşfedilecekti.İşte asıl patlamayı PSV'de 67 maçta 62 gol ile yaptı, daha doğrusu tam patlamayı yaptığı sırada ayağını kırdı ve o sıralarda Sir Alex Ferguson'un transfer listesindeydi ancak ayağının kırılması onu hem Manchester'ın transfer listesinden çıkardı hem de 9 ay sahalardan uzak tuttu. Ancak o 9 ay sonrası çıktığı ilk PSV maçında 2 gol birden atınca yeniden Ferguson'un transfer listesine girdi ve sezon sonunda Ruud 19 milyon pounda Kırmızı Şeytanların yeni üyesi oldu. 2001-2005 arası United'da 150 maçta 95 gol atarak müthiş bir performans göstedi.Ruud 2002-2003 sezonunda Premier League gol kralı oldu.Ardından 2006 yılında Manchester United'tan Los Galacticos'a yani Real Madrid'e 15 milyon euro karşılığında transfer oldu ve 4 yıl bu takım için ter döktü.Madrid'de 68 maçta 46 gol 11 asist yaparak ulaşılması güç rakamları yakaladı.2009-2010 sezonunda Hamburger SV ile sözleşme imzalayan Nistelrooy, ardından da bu sezon itibariyle yeniden İspanya'ya dönmüş ve Malaga forması ile taraftarlarını selamlamıştır.
Ayrıca Nistelrooy Premier League tarihinde 8 maç arka arkaya gol atma rekorunu kırmıştır ve Michael Laudrup, Jens Lehmann, Clarence Seedorf, Claude Makalele'nin ardından Avrupa'nın 6 büyük liginden 3'ünde şampiyonluğa ulaşan bir başka isim olmuştur.Ayrıca yine 3 farklı ligde gol kralı olmayı başaran ilk isimdir.
Premier lig'e dahil olduğu ilk sezonda 23 gol atarak, bu alanda bir rekora imza atıp, ilk sezonda en çok gol atan yabancı futbol olmuştur. Bu rekor 2007-2008 sezonunda Fernando Torres tarafından kırılarak bir gol daha ileri taşındı ve 24 oldu.
Milli takım formasıyla da çıktığı toplam 70 maçta 35 gole imza attı.

Daha sayılabilecek, yazılabilecek o kadar çok şey var ki ancak belli ki sığmayacak bu satırlara olsun yine de O'nu biraz olsun anlatabilmek güzel.Gol deyince aklımıza; bu işi onun kadar rahat yapabilen çok kişi gelmeyecektir buna eminim.Yaşı 35 olmasına rağmen hala yeşil sahalarda görmek istediğim ender isimlerden birisi, şimdiden üzülüyorum çünkü O da bir gün bırakacak futbolu, her güzel şey bitiyordu değil mi ? Pardon unutmuşum... Ruud Ruud Ruud...

*Flying Dutchman onun lakaplarından bir tanesi (Van Gol gibi), ve bu lakabı aldığı maç bir Fulham maçı, topu ortasahadan alıp attığı gol hafızalara kazınmıştır ki bence de kariyerinin en güzel golüdür. Paylaştığım videoda en güzel gollerinin derlemesi var ve videonun son golünde Flying Dutchman ortaya çıkıyor...
Şimdiden herşeyin için teşekkürler, Ruud Van NİSTELROOY...


8 Oca 2012

Manchester derbisinde bir David Beckham


İzmir'de sağnak yağışlı bir akşamüstü... Bizim Süper Lig'in tadı tuzu kalmamış iken ve La Liga'da- birkaç sürpriz takımın güzel oyununa rağmen- Barca ve Real'in baskınlığı devam ederken, İngiltere'nin en köklü turnuvası FA Cup'ta bir Manchester derbisi...Gözlerimiz o maçta... Malum geçtiğimiz ekim ayında United, City'e 6-1 yenilmişti; futbolda tabiri caiz olmasa bile "intikam" alınacak mı diye bekliyoruz. City'li hırçın Kompany'nin kırmızı kart yemesiyle açılıyor perde, Fatih Terim gibi biz de kızgınlığın "biraz üzerinde" tepkiyle zevkimize limon sıkıldığını düşünüyoruz. Tabi, gözümüzün önüne Tony Adams gibi "boyunkıran" defanslardan çok çekmiş bir Alan Shearer geldikçe Company'nin, Real Madrid'li Pepe'nin vd. bazen bu kartları fazlasıyla hak ettiğini düşünmüyor değiliz. Sonuçta bu, maçın yarısında Shearer gibi kafada kanlı bir bant, orta parmaklarda ve bilekte sargılar taşıyan yıldızlar görmekten iyidir. Maç heyecanlı devam ediyor, ilk yarıyı 3-0 önde kapatan United ağlarına, özellikle Agüero ve Milner'in etkili oyunuyla 2 gollük bir cevap geliyor. Son dakikada Kolarov'un frikiği, kaleci Pantilimon'un kafası, gol gelmiyor; City'nin ümitleri sönüyor. Her ne kadar Manu taraftarı olsak da, maçın bitiminde şu olmasa, bu olsa vs. diyerek City'nin mağlubiyetine kılıflar bulmaya çalışıyoruz.
İzmir'de sağnak yağışlı bir akşamüstü, Guy Ritchie filmlerinden fırlamış bir İngiltere havası, maçtan aklımızda başka ne kaldı diye sormadan edemiyoruz kendimize. Paul Scholes girmişti oyuna, ilahi Ferguson, sen nelere kadirsin? Televizyonun başında, jübilesinden sonra sahaya geri dönmeyi tekrar kafasına koyan turuncu saçlı çocuğu alkışlıyoruz. Stadyumdaki United'lılar da alkışlıyor, David Beckham'ın Manu kaşkollu çocukları da alkışlıyor.
Burada gözümüz 37-38'inde, yaşıtları ve arkadaşları Ryan Giggs ve Paul Scholes'ü locadan izleyen Beckham'ın bakışlarına kayıyor. İzlediği futbolcular, Gary Neville ile birlikte bu takımın efsanesi olmayı seçmişler. Fakat 1996'da Wimbledon'a orta sahadan attığı golden sonra parlaması bir türlü durmayan yakışıklı arkadaşları düşünceli bir şekilde onları izliyor. Alkış yok, tatlı bir kıskançlık sanki... Sitem ediyoruz: "Gittin, traş bıçağı reklamlarında (yoksa markanın adı da "Derby" miydi?) sakalını nasıl kestiğini anlatmayı tercih ettin be Becks!", "Dakikada bilmem kaç bin dolar alıyordun bir aralar, mutlu musun peki?"
***
Ağaca benzeyen göğüs kılları bir türlü futbol paparazzisinin dilinden düşmeyen Giggs iyi ki başka birine dönüşmeye çalışarak karşılık vermedi bu duruma diyoruz. Scholes'un eşinin, sevgilisinin kim olduğunu, tatillerini nerede geçirdiğini vs. iyi ki duymadık. Endüstriyel futbola koşulsuz teslimiyetin gerçekleştiği fikrinin yanında, küçük sürtünme odakları aramaya romantik bir biçimde devam ediyoruz. "Taraftarları heyecanlandıran bir futbolcu olarak hatırlanacağım sanırım." demişti Giggs, Beckham da öyle hatırlanacak; yalnız hep "ama..." bağlacıyla devam eden cümlelerde...
Biliyorsunuz, kimileri için ama kelimesinden önceki cümleler gereksizdir.
---
*Bu arada sinirimiz geçmiyor, bazı sahneler hep aklımızda: Beckham'ın United'ı terk edişi bile buram buram magazin kokmuştu; Ferguson'un attığı krampon kaşını yarmıştı nitekim.

1 Oca 2012

Ferguson duymasın, veliaht kim?


Viskilerin etiketi üzerinde şöyle bir ibare vardır, "distilled and matured in...". Alex Ferguson da, distilasyonunu İskoçya'da geçirdiği futbolculuk kariyeriyle (forvet- 317 maç/170 gol) tamamlamış, teknik direktörlüğe süzülerek, olgunlaşmasını yine İskoçya'nın Aberdeen takımına 8 senede 10 kupa getirerek tamamlamıştı.
45 yaşına ülkesi çapında başarılarla gelmiş, artık olgun diyebileceğimiz üstad, 1986 yılında sakızı ile beraber Manchester United'ın başına geçmişti. 25 yıllık dönemde neler yaşandığını az-çok futbola bulaşan kimseler bile iyi bildiği için tekrar anlatmayalım. Kişisel kanaatim yalnızca kupa alımı= başarı olmasa bile, bu kadar senede aldığı 37 kupa, "helal olsun" dedirtiyor insana. Şimdi konumuza gelelim:
Dün itibariyle 70 yaşını dolduran Alex Ferguson'un emekli olmaya pek niyeti yok gibi. "Beni ne zaman kovarlarsa o zaman bırakırım." minvalinde bir cümle söylediğini hatırlıyorum ama Manu'ya gelme sebebi olarak gösterdiği ve 25 yıla bakıldığında gerçekleştirdiği "Liverpool hakimiyetini kırma arzusu" Kenny Dalglish Liverpool'a dönmüşken tekrar hortlayabilir, bu kez hakimiyeti elden bırakmamak olarak. Zaten Arsenal menajeri Arsene Wenger de hala koltuğunda(Koltuk sallandı ama henüz yıkılmadı). Dolayısıyla Ferguson başarıya doymuşluğunun yanında rekabeti hala sevip sevmediğini gözden geçirebilir. Neden olmasın?
Olmazsa, Ferguson yakın zamanda Manchester United'dan o veya bu şekilde ayrılırsa, takımın başına kim gelir? Soru bu. Biraz duygusal,biraz mantıki, benim 5 kişilik listem:
1.Josep Guardiola: 41 yaşındaki teknik direktörün Barcelona ile yaptıkları ortada. Bayern Münih'in başkandan scout'lara eski oyuncuları bünyesinde tutmaya devam etmesi gibi Barcelona'nın da oyun kurgusunda, oyuncu yetiştirmede vs. süreklilik için benzer bir şeyler peşinde koştukları gözüküyor. Nitekim şimdiye dek sistem başarılı işledi. Fakat şu soru aynı Messi'ye sorulduğu gibi Guardiola'ya da sorulmaya başlandı: "Başka bir takımda başarılı olabilir mi?". Malum bir de Rijkaard'ın Galatasaray faciası var Türkiyeli taraftarların hafızasında. O yüzden eminim biz daha fazla sormuşuzdur bunu birbirimize. Guardiola ise bu sorunun cevabını aramak için gözükmese bile; kulüp tarihinde "efsanevi" olmak statüsünü, Mourinho gibi her limanda bir Şampiyonlar ligiyle-bireysel başarıyla takas edebilir yakın zamanda. Barcelona yoluna Roma'ya gönderdiği Luis Enrique ile devam eder belki de.
Kişisel kanaatim Guardiola'nın Manu'nun başında çok değil bir-iki sene kupasız kalmasının kendisini koltuğundan edeceği yönünde. Bir Alex (F.) değil sonuçta.
2.José Mourinho: Beşiktaş'ın Portekiz'den henüz getirmediği iki kişiden biri olan Mourinho geçtiğimiz günlerde, zamanı geldiğinde Premier Lig'e yeniden dönmek istediğini açıkladı. Zaten kontratına "Manchester United çağırırsa gider." yazdırdığı söylentisi bir kenarda duruyor. Nisan ayında "Manu'nun bir sonraki menajeri benim." gibi bir açıklama da yaptı ama Ferguson'dan "José benim yakın bir arkadaşım, kendisinin geleceği üzerine birkaç kez konuştuk ve İngiltere'ye dönmeyi istemesini anlayabiliyorum. Ama benim pozisyonumun kendisine ne zaman uygun hale geleceğini söylemek zor, buna sağlığım karar verecek." cevabı gecikmedi. Real Madrid'de Sportif Direktör Valdano'nun takımı boklu dondurmaya benzetmesi, kafasına göre transferleri Mourinho'yu kızdırsa da giden kelle Valdano'nun olmuştu. Fakat Mourinho'nun bunu unutacağını pek sanmıyorum. Yalnızca o yüzden olmasa bile, Barcelona efsanesini bitirme arzusunu bir başka bahara bırakıp Ferguson'un koltuğu boşaltmasına sevineceğini düşünüyorum.
Kanımca, Giggs'in yerine Galler'in yeni Giggs adayı Gareth Bale'i transfer edip, Nuri'yi de yanında Old Trafford'a getirirse, Manchester başarı geleneğini sürdürmeye Mourinho ile devam edebilir.
3.Ole Gunnar Solskjaer: Bebek yüzlü katilimiz, "20LE"GEND'imiz, kulübeden gelerek takımına katkı koyma üzerine Semih Şentürk'ün mislince büyüğü Solksjaer de Manu taraftarlarının gönlünden geçiyor hiç kuşkusuz. Bunda genç Ferguson'unki gibi bir başka ligde kendini kanıtlıyor oluşu da etkili olabilir. Zira Manu'nun rezerv takımını çalıştırdıktan sonra gittiği Molde'yi düşme hattından zor kurtulduğu bir sezondan alıp liderliğe doğru götürüyor. Onun hakkında yazabileceğim sayfalar dolusu övgü var ama futbolculuğu için. Kulübede, özellikle Manu kulübesinde olmayı sever diyeyim ve adaylar arasında duygusal olarak en çok kendisine yakın olduğumu belirteyim.
4.David Moyes: İskoçyalı menajerlerin Premier Lig'e yaptıkları katkı Ada'ya ikinci bir İskoç Aydınlanması yaşattı desek, çok da yanlış olmaz herhalde. 10 yıldır Everton'u çalıştıran Moyes'in bu süre içerisinde yalnızca yüzde 40'lık bir galibiyet oranı "acaba?" sorusunu sordursa da, sürekliliği devam ettirebilecek ve Lig'i tanıyan birinin, daha iyi finansal olanaklarla neler yapabileceği alınabilir bir risk kanımca. (Geçen gün Tanıl Bora, Radikal'de Matt Busby, Dalglish ve Ferguson'un sosyalist olduklarını eklemeden geçmemiş, Moyes'un da sosyalist olduğu bilgisini ben vereyim.) Manu taraftar sitelerinde kendisine epey destek de varmış duyduğuma göre.
5.Roy Keane, Ryan Giggs, Paul Scholes: Çocukluğumuzun kahramanları, içine Peter "Şımaykıl"ı, Gary Neville'ı ve David Beckham'ı da (aslında o altın takımın hepsini) dahil edersek... Türkiye'de olsa bu üçünden birisini teknik direktör yapar; yanlarına antrenör olarak da diğerlerini monte ederdik. Gelgelelim bu Manu için pek mümkün ve profesyonel bir adım olarak gözükmüyor. Roy Keane'in aristokratik imajının altında agresif ve başarısız bir menajer oluşu kaybolmazken (Sunderland ve Ipswich fiyaskoları), Giggs'in ve Scholes'ün Ferguson'dan damıttıkları bilgileri başka bir yerde kanıtlamadan Manu'da başlamaları zor gözüküyor. Giggs'in zaten Lee Sharpe'dan aldığı formayı bırakmaya niyeti yok gibi, bırakmasın. Fakat Scholes'un sessiz ama derinden yapısıyla bu takıma bir gün futbolculuk dışı bir şekilde de hizmet edeceğini düşünüyorum. Bu üçü de duygusal kontenjanımdan.
---
Manchester çocuğu Morrissey'in bilmem kaçıncı Manchester konserinden konuya imalı gelebilecek bir şarkı ile veda edelim.
"There is a Light that never goes out"