İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haz 2014

Amerika'nın Yükselişi Avrupa'nın Düşüşü

Her futbolseverin büyük heyecanla beklediği, kupaların kupası Dünya Kupası’nda grup maçları tamamlandı. Bol gollü ve güzel maçlar izlediğimiz turnuva, 2010 Güney Afrika’dan çok daha kaliteli bir futbolla ve sürprizle geçiyor. Bizi futbola doyuran turnuvada sadece grup maçlarında 2010’un toplam gol sayısına yaklaşılmış oldu. 48 maçta tam 136 golle maç başına 2,8 gol atıldı. 2010 Dünya Kupası’nda ise toplam 145 gol atılmıştı. Belki de böyle güzel geçmesi futbol denince akla gelen ülke de oynanmasındandır.

Turnuvaya başlarken herkes ev sahibi olmasının avantajı ve yepyeni jenerasyonuyla Brezilya’yı en büyük favorilerden biri gösteriyordu.  Bu favorinin karşısına hemen ister Dünya Kupası olsun ister Avrupa Şampiyonası olsun her zaman kupanın favorisi olan Almanya yazılıyordu. Almanya’da kendini büyük oranda yenilemesine rağmen yine o disiplinli Alman futbolu ekolünden taviz vermemiş ve bu yeni jenerasyona da aşılamıştı. Dünya Kupası’nın her zaman gizli finalistlerinden olan Arjantin ve Hollanda da gruplardan rahat çıkarak sürpriz yapmadılar. Arjantin her ne kadar kaliteli kadrosuna rağmen takım oyunun uzak bir görüntü çizerek alarm verse de süper yıldızı Messi Arjantin’i sırtlamayı başardı. Hollanda ise yine kaliteli oyuncuları ve derli toplu oyunuyla çok rahat bir grup aşaması sürdürdü.Samir Nasri ve Franck Ribery’den yoksun başarı beklenmeyen Fransa ise Didier Deschamps’ın çabasıyla güzel bir futbolla Kupa’ya aday olarak ‘bende varım’ dedi. Belçika ise ne kadar iyi bir kadrosu olsa da ciddi bir başarı için ilerleyeceği yolun olduğunu göstermesine rağmen rahatca gruptan çıktı.


Bu turnuva bize çok büyük bir sürprizler yaşattı hemen daha grup maçlarında. Avrupa’nın önde gelen ülkeleri birer birer elendi. Önce son şampiyon İspanya 2010’da yenip kupayı aldığı Hollanda’dan ağır bir hezimet yaşadı. Kupa’nın 2.gününde Van Persie’nin  hattrick yaptığı maçta 5-1 yenildiler ardından ikinci maçta ise 2010 Dünya Kupası’nın o kısır maçlarında pozitif ve zevkli futbol oynayan birkaç takımından olan Şili’ye yenilip gruptan çıkamadı. Asıl sürpriz ise kesinlikle D grubunda yaşandı. Turnuva’nın ölüm grubu olan D grubunda İtalya, İngiltere, Uruguay ve Kosta Rika vardı. Kime sorsanız herkes önce bu gruptan İtalya, İngiltere çıkar der sonra Uruguay’da son yarı finalistlerden olduğu için muhtemelen İngilizlerinde son yıllarda kupalarda hiçbir başarıları olmadığını düşünürsek İngiltere yerine Uruguay çıkabilir derdi ama kimse Kosta Rika lider çıkar demezdi. Kupa’nın en çok konuşulan konularından biriyse bu grupta yaşanan  Kosta Rika’nın sürpriz namağlup liderliğiyle İngiltere ve İtalya'nın beraber elenmesi oldu. Diğer taraftan Almanya’nın grubunda Portekiz de gruptan çıkamazken 2018 Dünya Kupası’nın ev sahibi ve Kupa’nın en pahalı teknik direktörü Fabio Capello’ya sahip Rusya’da gruptan çıkamadı. Tartışmasız Dünya’nın en iyi forvetlerinden olan Didier Drogba ve arkadaşlarının Fildişi Sahili ise 2006 ve 2010’da hep ölüm gruplarına düşüp çıkamazken bu sefer nispeten rahat bir grupta olmasına rağmen yine turnuvaya devam edemediler. Yine bir başka sürpriz ise bu grupta savunma yaparak 2004’te Avrupa Şampiyonu olan Yunanistan’ın 2 golle gruptan çıkması oldu.


2014 Dünya Kupası’na şöyle bir bakarsak Avrupa futbolunun ağır bir kayıp yaşadığını görüyoruz. Bu kupa Avrupa'nın düşüşü Amerika'nın yükselişi oldu. Avrupa'nın devleri birer birer elenirken kalan 16 takım içinde sadece 6 Avrupa ülkesi kaldı. Öte yandan Dünya Kupalarına her zaman renk atan Afrika futbolu ise son 16’da 2 ülkeyle devam ediyor. Bu küçük bir başarı gibi görünse de Dünya Kupası tarihinde ilk kez iki Afrika ülkesi birden 2. Tura yükselmiş oldu. Asya ülkelerinden hiç biri ise 2.tura kalamayarak çok başarısız bu turnuva yaşadılar.Bu kupanın parlayanları ise kuşkusuz ev sahibi kıta olan Amerika ülkeleri. 16 takımın yarısını Amerika ülkeleri oluşturuyor. Ayrıca şu anda bütün Amerika ülkeleri ise gerçekten zevk veren kaliteli oyunlarıyla buraya geldiler. Karşılaştıkları takımların karşısında favori ve çekinilen takım konumundalar. Son 16 karşılaşmaları ise; Brezilya – Şili, Hollanda-Meksika, Fransa – Nijerya, Arjantin – İsviçre, Kolombiya – Uruguay, Kosta Rika – Yunanistan, Almanya – Cezayir, Belçika – ABD.


Şu anda Kupa’nın en parlayan yıldızı olmayı Neymar başardı. Kupa başlarken Brezilya’ya Neymar ve arkadaşları denilebilir mi diye tartışılırken Neymar bu sorunun cevabını daha ilk maçtan  vererek ve turnuvanın gol krallığını Messi’yle paylaşarak şu anda  Brezilya’nın ve kupanın yıldızı oldu. Diğer bir parlayanı ise Liverpool’da muhteşem bir sezon yaşayan Luis Suarez oldu. Suarez o muhteşem futbolunu sürdürerek Uruguay'ı sırtlamasıyla değil Chiellini'yi ısırmasıyla gündeme oturdu. FIFA’nın Suarez’e verdiği 9 milli maç ve 4 ay futboldan men cezasıyla Suarez’in Dünya kupası macerası sona erdi. Bir taraftan Ronaldo’lu Portekiz evinin yolunu tutarken bir taraftan Messi ise Arjantin’i sırtlayacak gibi görünüyor.




Kupa’da son 16 maçları başlarken her şeyin olabileceği telafisi olmayan döneme girildi. Artık her maçta her şey olabilir. 8 takımla Kupa’ya şimdilik en çok sarılan Amerika iken belki kupa 2006 ve 2010’da gittiği Avrupa’da kalabilir. Belki güzel bir sürprizle hiç gitmediği kıta Cezayir ya da Nijerya’nın elinde Afrika’ya gidebilir. 2018’e kadar süremeyeceğimiz bu keyif için Kupaların Kupasını izlemeye devam edip Brezilya’da Altın Kupanın kimin elinde yükseleceğini görelim. 

16 Kas 2012

David Beckham vs. Nikopolidis


Tarih: 6 Ekim 2001

Yer: Old Trafford, Manchester

Maç: İngiltere-Yunanistan

Seyirci: 66.090

Olay: 2002 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri, dokuzuncu grubun son maçları. Almanya Finlandiya karşısında sahadan 0-0'lık beraberlikle ayrılırken İngiltere Old Trafford'da Yunanistan karşısında 2-1 yenik durumdadır. İngiltere sahadan beraberlikle ayrılmayı başarırsa Dünya Kupası'na doğrudan katılma hakkı elde edecektir.

Dakikalar 90+3'ü gösterirken Hollandalı hakem Dick Jol serbest vuruşu işaret eder İngiltere lehine... Topun başına geçen isim tabi ki David Beckham'dır... Nikopolidis ve Beckham arasında yaklaşık 30 metre mesafe ve dört kişilik bir baraj vardır. Beckham gerilir ve...


30 Eki 2012

The Damned United

Brian Clough... Avrupa'nın en büyük kupasını -yoktan var ettiği- Nottingham Forest ile iki kez üst üste kazanma başarısını gösteren bir teknik adam. Derby County'yi sıfırdan alıp beş sezonda İngiltere 1. Ligi'nin zirvesine yerleştirebilen bir futbol dehası.


2004 yılının eylül ayında hayata gözlerini yuman Clough'un ardınan 2006 yılında yayımlanan David Peace'in "The Damned United" isimli kitabın ardından 2009 yılında da aynı isimli film vizyona girmişti. Filmde Brian Clough'un Derby County ve Leeds United maceraları anlatılıyor; fakat kronolojik bir sıra izlenmeden. Hikayenin biri nasıl başarılı bir teknik direktör olunur; biri ise nasıl başarısız bir teknik direktör olunur sorularının cevabını veriyor. Clough idealist, cesur, mağrur ve dik başlı bir teknik direktör olarak kurgulanmış. Tabi ki neredeyse her an yanında yer alan ve iyi bir gözlemci(scout) olan Peter Taylor'la beraber.




Film 1974 Dünya Kupası'nda başarısız bir sonuç alarak elenen İngiltere milli takımının başına getirilen Don Revie'nin imzasıyla başlıyor. Leeds United takımında Revie'den boşalan koltuğa getirilen isim Brian Clough'tan başkası değil. Takımın başına gelir gelmez devrim niteliğinde kararlar alan Clough, 44 gün sürecek olan Leeds United macerasına adım atmış oluyor.

Bir anda tarih 1968 yılını gösteriyor... 2. Ligin son sıralarında mücadele eden Derby County kupada 1. Ligin zirvesindeki Leeds United'ı ağırlayacak. Bu ağırlamanın kusursuz olmasını isteyen Clough günler önceden kulüpte hazırlıkların başlaması için uğraş veriyor. Ancak maç günü gelip çattığında şu çok bellidir: Brian'ın yaptığı hazırlıklar boşa gitmiştir. Ayrıca hakemler tarafından kollanan Leeds rahat bir galibiyet almıştır. Aynı sezonun sonunda dipten zirveye yükselen Derby County ikinci ligde şampiyonluk ipini göğüsler ve hikaye başlar...


Tom Hooper'ın yönettiği filmde Brian Clough'u Galli aktör Michael Sheen canlandırıyor. Film 60'ların ve 70'lerin atmosferini başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktarıyor. Ayrıca İngiltere'nin Kuzeyinin kasvetli havası ile Güneyinin nispeten sıcak havası arasındaki farka da filmde zaman zaman vurgu yapılıyor. Film, maç öncesi soyunma odalarında, antrenman sahalarında sigara içerken beyaz perdeye aktarılan futbolcular vasıtasıyla dönemin futbol kültürü hakkında da bize bilgi vermekten geri kalmıyor.

17 Eki 2012

Irkçılık Yeniden

İngiltere ve Sırbistan 21 yaş altı futbol takımları 2013 yılında İsrail'de düzenlenecek olan 21 yaş altı Avrupa Şampiyonasına katılım hakkı kazanabilmek için play-off turunda kozlarını paylaştılar. İlk maç İngiltere'nin Norwich şehrinde oynandı ve ev sahibinin 1-0'lık üstünlüğü ile sona erdi. İkinci maç ise Sırbistan'ın Krusevac şehrinde yapıldı ve maçın uzatma bölümleri oynanırken İngiltere 0-0'lık eşitliği bozdu ve mücadeleyi 1-0 galip tamamladı. Ancak konumuz ne yazık ki önümüzdeki yıl düzenlenecek turnuvayla alakalı değil. Turnuvanın analizi muhtemelen bir başka yazının konusu olacak. Sırbistan'da yaşananlar futboldan çok daha öte bir konuyla alakalı: Avrupa futbolunun bir türlü çözemediği "ırkçılık" ile.

İngiltere milli takımında bulunan siyah oyunculara -özellikle de Danny Rose'a- maç boyunca Sırbistanlı birkaç seyirci tarafından çirkin ve ırkçı söylemlerde bulunuldu. Tahmin edebileceğiniz üzere "maymun sesi" çıkarılarak siyah futbolcular tahrik edildi. Zaten sabıka kaydı bir hayli kabarık olan Sırbistanlıların böyle bir ırkçı tutuma izin vermeleri de çeşitli iyi niyet sorgulamalarına yol açtı. Maçın bitiminden birkaç saniye önce galibiyet golünü bulan İngiltere'nin sevincine bu ırkçı tutumdan kaynaklanan olaylar damgasını vurdu. İki takım futbolcuları birbirine girdi; maç boyu sinirleri gerilen Danny Rose rakip takım oyuncularına patladı ve kırmızı kart ile cezalandırıldı. Fakat Danny Rose'un gördüğü kırmızı kartı umursadığını söyleyebilmek mümkün değildi.
Maçın ardından İngiltere'nin hocası Stuart Pearce sahada yaşananlardan ötürü üzgün olduğunu, Sırbistan taraftarı olan birkaç ırkçının çıkardığı maymun seslerinin karşısında UEFA'nın kayıtsız kalmayacağına inandığını söyledi. Kendi ülkelerinde de bu gibi olayların yaşanabildiğini belirten Pearce futbolcularının doksan dakika boyunca sergiledikleri sağduyulu yaklaşımdan çok memnun kaldığını belirtti. Rakip takımın hocası Savo Milosevic'in maçın ardından soyunma odalarına gelerek özür dilediğini belirten Pearce bu gibi utanç verici şeylerin tekrardan yaşanmamasını temenni etti.
UEFA son yıllarda ırkçı eylemlere ve söylemlere karşı cezalar kesmeye başladı. Bana göre yetersiz kalan bu cezalar daha da ağırlaştırılarak verilmelidir. Tabi ki verilecek cezaların yanında ırkçılığı önlemek için gerekli tedbirler de hem UEFA hem de ülke takımlarının federasyonları tarafından mutlaka alınmalıdır. Son olarak Sırbistan'ın cezası şimdiden futbol kamuoyunda kesinlikle büyük bir merakla beklenmelidir.

3 Tem 2012

Yağmuruma takılan İngiltere


Ipswich kasabı nerede?
Ipswich Kasabı Terry Butcher, aranmayan kan bulundu.

Turnuva geldi geçti, İtalya'nın finale dek takdire şayan futbolu, Pirlo, Cassano bir tarafta, Barcelona rüzgarını futbol ayazına çeviren İspanya'nın sıkıcı şampiyonluğu diğer tarafta...Almanya'nın tüm dünyada "kupayı almadan gitmezler" yorumlarına verdiği tokat niteliğinde cevap, Portekiz'in Pauleta, Nuno Gomes, Postiga ve "feda"kar Almeidalı hücum edememe hattı geleneği...Hepimiz bir yerlerde yanıldık, Hollanda ile yıkıldık. Kalecilik gönlümüzde ayrı yer tutar dedik, Neuer'i, Casillas'ı, Hart'ı, Buffon'u bağrımıza bastık, avunduk.

Şaşırtmayan bir ekip vardı, çok içerlemedik ama kızdık, İngiltere. Oscar Wilde bu günleri görseydi, acı, nefret, sevgi, ihanet dolu bir yeni "De Profundis" yazmazdı, üçkağıtçı yeni sevgilisinin peşinden Wimbledon'a giderdi herhalde. Lakin futbola endekslenince, milli duyarlılık denilen nane de bünyede sıfırın altında olunca, uluslararası alanda tuttuğum takımın şu hali bana bu yazıyı yazdırıyor.

Blogda da belirtmiştim, turnuvaya abartılmış bir beklenti yaratılmadan dahil olmuş İngiltere. Ama böyle çıkarımlar doğruyu ne kadar yansıtır, emin olamayız. Başarıya ilişkin sükunet, başarısızlık ihtimalini önceden sindirmek midir hakikaten? Hangi maçtı unuttum, penaltı atışı sırasında bir hooliganımız donunu da bunun rahatlığıyla mı sıyırdı, rakip görsün de penaltıyı atamasın diye? Dolayısıyla soyut şeyler bunlar, klavye başında ahkam kesen abilerin beynine doldurttuğu anket sayfaları... Biz de onlardan alıp yayıyoruz, "Rooney olmasa AKP'ye oy verir miydiniz? sorusuna evet yüzde 83 çıkmış abi..."

Kafam karışır.

Rooney demişken kendisi gerçekten tek gündemdi herhalde. TRT spikerlerinin "Cüneyt Çakır" esanslı gurur yalayışlarından sonra en çok bu mevzuya sıkıldım. Rooney topu topu iki maçta oynamadı ama, toplamda bir 45 dakika abimizin sarı yumru suratını izletti bize "yayıncı kuruluş". Zaten dev ekranda taraftar ya da futbolcu kendini gördüğü anda kesme sadizminden de büyük zevk aldılar, orgazma gel sen. Welbeck, Carroll gol atınca daya Rooney'i, İngiltere gol yiyince bas Rooney'i...Sonraki iki maçta da gördük kendisini diyeceğim, kızacaklar. Kendisini sevmediğimiz zannedilmesin.

Benim ola ki çeyrek final ve üstüne çıkabilecek kadar kalırlarsa yıldız adaylarım belliydi, Hart, Parker, Welbeck...Sen niye Gerrard'ı da dahil etmezsin ki listeye? Af buyurun. Bu dört arkadaştan ikisi bir sonraki turnuvada olmayacaklar. Terry de olmaz. Defoe'ye de ihtiyaç olmadı çok şükür, o da gider. İki sene sonraya kadroda Chamberlain ve Walcott devam, bir çeyrek final daha görürüz. Defansın göbeğine de bir yeni Terry Butcher lazım ki, sormayın gitsin. Maç katlolacaksa en azından bünyeler kan görsün.

Şaka tabi.

İngiltere yeter ki, "Why does it always rain on me?" sorusuna kafa patlatmak yerine yeni ve yağmuru takmayan bir soru koysun. Yağacak abi o yağmur, kaçış yok. Bizi İspanya belasından kurtaracak ekip değiller her şartta.



25 Haz 2012

Kiev'de Bir Sürrealist: Mario Balotelli

"Kendimizi yazılı, sözlü yahut da her türlü başka şekilde ifade ettiğimiz saf psişik bir kendiliğindenlik; düşüncenin aklın her türlü denetiminden uzak, ve tüm estetik ve ahlaki kaygıların dışında derhal ifadesi, düşüncenin gerçek manada işleyişidir."
André Breton

Mario Balotelli André Breton'un sürrealizm tanımının kıyısından, köşesinden değil tam olarak içinden, kökeninden gelen bir futbolcu örneği. Sahadaki varlık sebebini sorgulamadan sürekli ve ısrarla kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda futbol oynayan bir insan. Her forvet kadar bencil; ancak daha fazlası değil. Futbol oynamayı sevip sevmediğini anlayabilmek çok güç. Belki sevmiyordur da hayatta yaptığı en iyi iş bu olduğu için futbol oynuyordur, bilemem...

Antonio Cassano ile aynı takımda forvet hattını paylaşmak Mario Balotelli'yi biraz olsun sakin kılıyor. İngiltere'yle oynanan çeyrek final maçında kaçan bir pozisyonun ardından Cassano'nun Balotelli'yi teselli etmesi çok manidar oldu. 10'lu yılların en sorunlu futbolcularından birisi 00'lı yılların en sorunlu futbolcularından birini görünce -nesil farkını da göz önünde bulundurarak- daha sakin tavırlar içerisine girebildi. Ancak bütün bunlar Mario Balotelli'nin İngiltere maçı boyunca kaçırdığı sayısız fırsatı anlamlandırmıyor. Tek teselli penaltılara giden maçta ilk penaltıyı Balotelli'nin gole çevirmesi oldu.

Gianluigi Buffon turnuva başından beri -son ülkeler arası turnuvası olduğunun farkında- muazzam bir futbol sergiliyor. İngiltere maçının ilk dakikalarında Glen Johnson'ın altı pastan yaptığı vuruşu sol eliyle ustalıkla çıkararak İngiltere'ye avantajı vermedi. Penaltı atışlarında da Ashley Cole'ün penaltısını kurtararak takımına yarı finali getirdi. De Rossi ise Totti'den devraldığı bayrağı aynı dengesizlikle taşıyor. 35 metreden inanılmaz bir şut çıkardığı sol ayağıyla altı pastan topu dağlara taşlara vurmayı başardı.

Maçın ve turnuvanın en öne çıkan oyuncusu Andrea Pirlo ise 33 yaşını doldurmasına rağmen futbol dersi vermeye devam ediyor. Riccardo Montolivo'nun kaçan penaltısı sonrası takımını ateşlemeyi Panenka Penaltısı atarak başaran Pirlo; bu kupayı ne kadar çok istediğini bizlere gösterdi. EURO 2000'de Francesco Totti'nin 24 yaşındayken Hollanda'ya karşı yarı finalde attığı Panenka Penaltısından tam on iki yıl sonra Pirlo bir çeyrek final maçında İngiltere'ye bu penaltıyı atarak takımını yarı finale taşıdı. Lider özelliklerinin bir çoğuna sahip olan Pirlo seri penaltı atışlarında rakibin gardı nasıl düşürülür bunu da cümle aleme göstermiş oldu.

Sıradaki rakip Almanya... Forza Azzurri..!

15 Haz 2012

İbracadabra ve Sihirli Popo Wiland


Ev sahibi Ukrayna ile İsveç mücadelesini izleyenler futboldan zevk alma konusunda sıkıntılı bir maça tanık olmadılar. Aslına bakarsanız geçen bir haftalık sürece baktığımızda oynanan kalitesiz futbola bir ya da iki maçta rastladık diyebilirim. Bol pozisyonun ve  kora kor mücadelenin  üst düzeyde olduğu bir turnuva geçiyor umarım böyle de devam eder. Maça döndüğümüzde yapacağım tek yorum, Avrupa futbolunun en önemli forvetlerinden İbrahimovic ve Shevchenko’nun karşılıklı performanslarının maçı belirlediği olur. Burada dünyanın en büyük kulüplerinden biri Milan’ın tarihin değişik dönemlerinde kadrosunda ne denli önemli forvetler barındırdığını da tekrar  hatırlamakta fayda var. İki isim de Milan kulübüne sembol olmuş isimler olarak anılıyorlar ve öyle de kalacaklar gibi duruyor eğer ki İbrahimovic’in kariyerinde çok sürpriz bir gelişme olmazsa.

İbrahimovic  ismini ceza sahası içinde ön direkte bu kadar boş bıraktığınızda  geriye düşmeniz artık an meselesidir. Ancak İsveç milli takımının geneline baktığımızda da İbrahimoviç üzerine kurulan sistemin çarklarının çok iyi işlemediğini söylemek mümkün görünüyor. Özellikle defans yapısında büyük zaaflar var.  Yan topları karşılamakta görülen bariz zorlanmalar ve yapılan iki hata sonucu Shevchenko’ nun izleyenleri tatmin eden iki ustaca kafa golü İsveç’in bu zaaflarını ortaya çıkardı.Bundan dolayı  kanat ataklarına dayalı futbola önem veren İngiltere karşısında Kuzey Avrupa ülkesinin zorlanabileceğini düşünüyorum bu akşam. Futbol otoriteleri tarafından Fransa karşısında zayıf not alan İngiltere, İsveç karşısında daha favori gözüküyor. İbracadabra' ya olan sempatim turnuvada İsveç’ e yakınlık duymamı sağlamıştı ancak; ev sahibi olduğu halde iyi bir futbol ortaya koymakta zorlanan Ukrayna’ya bile mağlup olmaktan kurtulamayan İsveç’in Fransa ve İngiltere önünde gruptan çıkma şansını maalesef zor görüyorum.

İngiltere maçına eşi benzeri görülmemiş yöntemlerle moral motivasyonunu kaybetmeden hazırlanan bir İsveç takımı gördük geçtiğimiz gün. Tecrübeli kaleci Johan Wiland  antreman sırasında poposunu açarak arkadaşlarına hedef oldu. Sırayla şut çeken futbolcular Wiland’ın açıkça ortaya döktüğü hedefi vurmaya çalışarak isabet oranlarını değerlendirdiler. Umarız İbrahimoviç takım arkadaşına alıştığımız şutlarından birini çekmemiştir diyelim, ne olur ne olmaz…

Enteresan bir yöntemle sağlanan  neşeli ortam ve motivasyon  İsveç'e bir sürpriz yaptırır mı dersiniz? İbracabra sihir yapabilir mi Wiland'dan aldığı güçle? 21:45' i bekleyelim o halde.
http://www.posta.com.tr/video/video-izle/?VideoID=7394

11 Haz 2012

Fabian Stratejisi


Fabian Stratejisi

Fransa ile İngiltere arasında on dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda yaşanan savaşlar günümüzde “Yüz Yıl Savaşları” olarak anılıyor. İngiltere Fransa topraklarına girdiğinde “Breton Şövalyesi” Bertrand du Guesclin, eski Roma kumandanı Fabius Maximus tarafından bulunan “Fabian Stratejisi”ni kullanarak savaşların gidişatını Fransa lehine çevirmiştir. Kısaca, kendinden güçlü bir ordu karşısında geri çekilip onların yapacakları her hatayı değerlendirmeye dayanan bu strateji savaşlarının kazanılmasında önemli rol oynamıştır.
“Yüz Yıl Savaşları” kadar uzun gibi gelen bu akşam ki 90 dakikada ise Fabian Stratejisini uygulayan taraf değişti. İngiltere tarihinin en beklentisiz turnuvasına Fransa’dan bir puan alarak başladı. Milner, Young, Walcott, Chamberlain, gibi kanat adamlarına rağmen, bir türlü uygun forveti bulamayan İngiltere, orta saha kalitesinin düşük olmasının da etkisiyle, oyunu geride kabul etti. Bu Terry-Lescott ikilisini geniş alanda yakalanmayarak, rahat bir oyun çıkarmalarına neden oldu. Beklenen hataların ilkinde Milner yanlış adım atınca Torres vari bir gol kaçırdı. İkinci hatada ise Lescott tipik İngiliz gollerinden birini ağlara gönderdi. Ancak kadro ve teknik adam yetersizliğinin yanına Hart’ın kapattığı köşeden yediği gol eklenince skoru koruyamayarak bir puana razı oldular.
Manş Denizinin öteki tarafı ise maçın gerçek aktörüydü. Yenilenmiş kadrosu ve şık formasıyla turnuvaya şaşalı bir giriş yapmak isteyen Fransızlar beklediklerini bulamadılar. Maç boyunca tempoyu yükseltemediler. Turnuvadaki güçlü takımların takıntısı haline gelmiş Barcelona’nın “tiki-taka”sını oynama çabasının Fransızları da bozduğunu gördük. Ribery, Benzema gibi dikine, tempolu oynayan adamlar sahada kayboldu. Görünüşte İngiltere karşısında alınan bir puan iyi gözükse bile, aradaki kalite farkına bakarak Fransa için maçın bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyebiliriz.
Gerek turnuvanın ilk maçı olması gerekse rakibin İngiltere olması tempo düşüklüğü için bir sebep olabilir. Ancak Fransa’nın çok daha ciddi sorunları var. Lloris, Benzema ve Ribery abartıldıkları kadar mükemmel futbolcular değiller. Her ne kadar ikinci yarı iyi oynasa da Diarra gibi düz bir oyuncunun bu takımda oynaması garip. Defans dörtlüsünün kalitesi eski Fransa savunmasını mumla aratır nitelikte, en iyisi Evra bile-günümüz klişesi-arkası dönük adama faul yapabiliyor. Kanatlar iyi kullanılıyor ama gelen ortaları değerlendirecek bir adam hala bulunamadı. Bütün bunlardan daha önemlisi ise takımın hala bir lideri yok; Nasri oyuna ağırlığını koyamıyor; Ribery’nin ise takımı yönetecek kapasitesi yok. Hala yeni Zidane’larını arıyorlar.
Sonuç olarak bugünkü maç için ise söylenecek pek fazla bir şey yok. Şampiyonanın şimdiye kadarki en sıkıcı maçıydı. Tribünlerdeki bu kadının ise ne yapmaya çalıştığını anlayamadık. İki takımın izleyenlere yaşattıklarını canlandırmış olabilir…