Kürşat Köse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürşat Köse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eki 2013

Hangi Takımı Tutsak Acaba?

 

 
    Yazının başlığını açayım biraz. Gidemediğimiz her turnuvada herkesin bir takımı olur. O takımı elenene kadar tutar maçlarını takip eder. Genelde en başarılı takım değil de daha sempatik, göze hoş top oynayan takımlar tutulur. Son 12 sene içerisinde sadece 2 büyük turnuvaya katıldığımız için (Konfederasyon Kupası hariç) bu duruma alıştık.
    Euro 96'dan itibaren milli takımlar bazındaki her turnuvaya katılma hedefimiz belirgin hale geldi. Fransa 98'i evden izledik. Euro 2000, Galatasaray'ın o seneki başarısının rüzgarı ve kemikleşen kadroyla beraber gelen çeyrek final. 2002 Japonya-Güney Kore başlı başına bir 'peri masalı'ydı. Futbolla ilgisi olan-olmayan belirli bir yaşın üzerindeki herkesin hatırlayacağı turnuva. Bunları arka arkaya sıralıyorum çünkü sonraki tablo hiç bu kadar parlak olmayacak.


    2002 Dünya Kupası'nın ülke üzerinde oluşturduğu hava biz dünyanın en iyi 3.takımıyız şeklinde oluşunca beklentiler Euro 2004'ün kazanılması üzerine oluştu. 1.torbadan eleme kurasına katılırken 2.torbadan İngiltere'nin gelmesi hoş olmadı. Grubu 20 puanla İngiltere 1. biz 19 puanla 2.sırada tamamlamıştık. Kurada tüm gazete manşetleri dahil herkesin aklında Letonya vardı. Hatta kurada Letonya geldikten sonra Fanatik'in ertesi günkü manşeti yanlış hatırlamıyorsam 'Çekti Valla' şeklindeydi. Futbolcular, teknik ekip, turnuvayı yerinden izleyecek gazeteler Portekiz hazırlıkları yaparken bir tane adam geldi 180 dakikada bir ülkenin milli takımını fetret devrine soktu: Maris Verpakovskis.
     Şenol Güneş'in gönderilmesiyle başlayan deprem Ersun Yanal'ın gelmesiyle dineceğine daha da arttı. Gelir gelmez Hakan Şükür'ü oynatmayacağım diye tribe girmesi gelir gelmez topun ağzına koydu hazretlerini. 4 Haziran 2005'te iç sahada Yunanistan maçı Ersun Yanal'ın milli takım başındaki son maçı oldu. Kurtarıcı belliydi: Fatih Terim. 2014 Brezilya elemelerindeki çağırılış biçimi 2006 için çağırılış biçimiyle çok benzerdir. Terim 3 maçta 7 puanla takımı baraj maçlarına taşıdı ancak takıma asıl taşıdığı şey ruhtu.
     Ukrayna'nın ardından 2.olduğumuz grup tarihin en zorlu eleme gruplarından biriydi. Lider Ukrayna ile 4.Yunanistan arasında sadece 4 puan vardı. Euro 2004 faciasından sonra Almanya'ya gideceğimizden emindik. Hatta gurbetçilerimizin orada bize sağlayacağı taraftar desteğini düşünüyorduk.
     Baraj kurasında gelen İsviçre çok tanımadığımız bir ekipti ancak dişimize göreydi. Deplasmandaki ilk maça Lubos Michel'in hatalı kararları damga vurmuş ve 2-0 kaybetmiştik. 2.maçta yıllar önceki Neuchatel Xamax-Galatasaray eşleşmesine atıfta bulunuluyordu.


    Alpay'ın seremonideki gazla 45.saniyede aldırdığı penaltı ve akabinde 4-2 kazanmamıza rağmen turu geçemememiz bir şeylerin fitilini ateşledi ve sahadaki kavga herkesin malumu. Sonuç olarak 2006'yı da evimizden izledik herkes sempati duyduğu bir takım seçti kendine. Euro 2008'de trajik bir durum yok güzel bir eleme grubu geçirdik, Türko'lar olarak son dakika canavarı olduk ve turnuvadaki tek iyi maçımızda, Almanya'ya yenilerek yarı final başarısıyla eve döndük.
    2010-2012 bu iki turnuvaya gidemeyişimizin sebepleri jenerasyon değişikliği olarak açıklanır. 2006 yılından itibaren o efsane milli takım-Galatasaray kadrosu yavaş yavaş futbolu bırakmaya başlayınca sıkıntı baş gösterdi. Gelelim 2014 Brezilya elemelerine. Milyonlarca euro dökerek getirdiğimiz ve Türkiye'yi son durak olarak tanımlayan Guus Hiddink geldiğinde bir şeyler değişecek imajı oluştu. Hiddink 2002'de Güney Kore, 2006'da Avustralya ve 2008'de Rusya ile başarılı uluslararası turnuvalar geçirmişti. Haliyle beklenti büyüktü. Yaşanan hayal kırıklığı beklentinin büyüklüğüyle doğru orantılı oldu. Fatih Terim daha yeni gönderilmişti, Şenol Güneş Trabzonspor'un başında iyi sezonlar geçiriyordu, Mustafa Denizli için koltuk çok da cazip gelmemişti. Şartların getirdiği adam Abdullah Avcı oldu. Göksel Gümüşdağ'ın tavsiyesi ve Başbakan'ın onayıyla Rizeli-Kasımpaşalı, Belediye'nin kadrolu elemanı Avcı milli takımın başına geçti. Camiası ve uzama-kısalma durumu olmayan bir takımla tıngır mıngır sezonlar geçiren bir adamın ateşten gömleği giymesi ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışıldı mı? Çok çok az. İddaada yazısız kurallardan biri hoca değiştiren takım yenilmez. İlk maçlarda insanların ağzına birer parmak bal çalındı. Avcı da kendini kanıtlamak için hazırlık üstüne hazırlık maçı ayarladı. Medyanın zaten kimin elinde olduğunu biliyoruz. Avcı şişirildikçe şişirildi ve balonu çok hızlı söndü. Yeni jenerasyon yaratma projesi 'hadi ne kadar gurbetçi varsa milli takıma alalım' a dönünce milli takım panayıra döndü.


    Aslında yukarıdaki fotoğraf hiç de istemediğim bir tabloydu. Kim ister ki? Sağ taraftaki koca kafa Türk futbolunun en kirli adamı. Birilerinin menfaatini kurtarmak için milyonlarca kişinin ahını aldı ve kul hakkını yedi. Hakkı yenen insanların elleri hem bu tarafta hem öteki tarafta bu adamın yakasında olacak. Gelelim Terim neden teklifi kabul etti sorusuna. Fatih Terim şu anki genel düşüncenin aksine hala milli takımı önemseyen ve benimseyen bir insan. 'Milli takım kaldırılsın' tezinin ciddi şekilde tartışıldığı bu ortamda Terim'in yaptığı çok garip gelebilir. Hoca iki takımı beraber yürütmek istedi ama olmadı Aysal yüzünden. Başına geldiği takım darmadağın olmuş en yakın iki rakibinden 2 si içeride olmak üzere oynadığı 3 maçtan sadece 1 puan alabilmiş vaziyetteydi. Önünde 4 maç vardı, kazanılması gereken 4 maç. 3'ünü kazanıldı, erken yenen golün dezavantajıyla ve buraya kadarmış psikolojisiyle Hollanda maçı kaybedildi. Play-offa'a kalınamamasının suçlusu Fatih Terim mi? Son suçlanacak kişi o. Futbolcular mı? Suçlular ama baş suçlu değiller. Asıl suçlular kim peki?


     Asıl suçlular yukarıdaki ikili. Demirören gelir gelmez Abdullah hocayla sorunlar var dedi. Ancak görevine devam etmesi yönünde karar aldı. Bu adamın iyi niyetli olduğunu düşünen varsa tartışmam, söverim.
    8 ay sonra futbolun asıl beşiğinde 32 takım futbol şöleni için hazır bulunacak. Biz nerede olacağız? Euro 2016'ya 24 takım katılacak deniyor o statüde turnuvaya gidiş kolaylaşacak ancak Platini'nin kıta dışı takım alma projesi var. Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya gibi ülkelere davet var yani her halükarda işimiz zor. Peki ne olacak bu takımın hali? İşte o sorunun muhatabı da Demirören. Şimdiden söyleyeyim. Benim Brezilya 2014'teki takımlarım Belçika ve Bosna Hersek olacak. Belçika fişek gibi bir jenerasyona sahip ve o jenerasyonun ilk büyük turnuvası olacak. Bosna Hersek de 3 turnuvadır kapıyı çalıp içeri giremiyordu. Onlar da kendi jenerasyonlarının hakkını vermeye başladı. Güzel bir turnuva 'izleriz' umarım.



13 Eki 2013

Kurumsallığın Kaldıramadığı Adanalı


    Sene 74. Sahadaki hırsı, her şeyi kontrol etme isteği ve yeteneğiyle dikkat çeken genç Adana Demirli Fatih o zaman için ülke içerisinde rekor sayılabilecek bir ücretle Galatasaray'a transfer olur. Galatasaray'da oynadığı 11 sezon boyunca şampiyonluk yaşayamaması onun saha içi efsaneliğine az da olsa gölge düşürür. O 11 yıllık dönem içerisinde hem takımının hem milli takımının kaptanlığını yapar. Dedim ya her şeyi kontrol etme isteği diye; Galatasaray 84-86 sezonları arası Fatih Terim'in ürettiği Fatih markalı formalarla çıktı sahaya.


    Sahaya helikopterle indiği, sunuculuğunu Beşiktaş'ın sözü geçen isimlerinden Cenk Koray'ın yaptığı ve sıkı bir Fenerbahçeli olan İbrahim Tatlıses'in konser verdiği bir jübileyle saha içi kariyerini noktaladı. 96 yılına kadar olan kısmı atlıyorum ki bir yazımda 93 yılında Akdeniz Oyunları şampiyonu olan takımın hocası olduğundan bahsetmiştim.
    1996 yazında tarihimizde ilk defa A milli takımlar bazında büyük bir turnuvada oynadık. Her ne kadar puan alamasak da elemelerin kura çekimine 5.torbadan katılıp gruptan çıkarak turnuvaya katılmak büyük bir başarıydı. O yazın bitiminde Terim Galatasaray ile anlaştı. Yıllardır kurtulamadığımız bazı çok bilir yazarlar köşelerinden Fatih Terim'i 11 yıl şampiyon olamayan takımın kaptanı olarak uğursuzlukla suçladı. Ki o sezon başında Fenerbahçe'ye karşı alınan 4-0'lık mağlubiyetten sonra Terim'in istifa ettiği ancak Süren'in kabul etmediği de söylenir. Afyon'dan, Zonguldak'tan, Sinop'tan, Ankara'dan, Diyarbakır'dan gelen birkaç Türk + birkaç sezondur beraber oynayan iskelet + Hagi-Popescu ve diğer Romenlerle oluşturulan bir kadro kuran Terim ilk sezonunu şampiyonlukla kapattığında herkesten çok kendine kanıtlamıştı ki uğursuz değildi. 4 sene boyunca oturttuğu omurga, başarısız transferleri tamamen unutturmuştu. Sık sık girdiği polemikler, saha içindeki duruşu ve aslında köylü olması bu yazının kaynağı olan 'Derin Galatasaray'ı rahatsız ediyordu. Başarı; sorunların altına süpürülebileceği en geniş halıdır. 4 yıl boyunca kazanılan 4 şampiyonluk, yurt içindeki diğer kupalar ve nihayetinde gelen UEFA kupası bütün olumsuzluk ve uyumsuzlukları halının altına süpürmüş gibiydi.


    Yazının bu kısmı biraz daha duygusal olacak çünkü içimi dökmem gerekiyor. 2010-2011 sezonu dediğim anda bütün Galatasaray taraftarı yüzünü buruşturur. Saçma sapan formalar, sahadaki kalitesiz ve ruhsuz takım, saha içi kavgalar, saha dışı kavgalar, sürekli alınan mağlubiyetler, 3 defa hoca değişimi, 14.lüğün görülmesi ve koskoca 106 yıllık 17 şampiyonluğu bulunan 'sporun beşiği' Galatasaray ligi 8.bitirmesi. Mağlubiyet sayısı galibiyet sayısından çoktu. Ali Sami Yen Stadı'na veda edilmişti. Adnan Sezgin ve Adnan Polat'tan taraftar bıkmıştı. Satırlarca daha yazabilirim çünkü o kadar vahim bir durumdan bizi çıkaran adamı 19 gün önce takımdan kapı dışarı ettiler. 2.dönemi çok parlak olmasa da o enkazı kaldırabilecek adam Fatih Terim'di. Her ne kadar Ünal Aysal'ın antrenör adayı Gerets olsa da hatta Bülent Tulun anlaştı dense de Galatasaray'ın ara bulucusu Ali Dürüst yönetimi Fatih Terim'in gelmesi konusunda ikna etti.
    2011-2012 ve 2012-2013 sezonunda alınan şampiyonluklar, 2012-2013 sezonunda gelen şampiyonlar ligi çeyrek finalinden sonra tablo toz pembe görünüyordu. Ancak yıllardır yanlış söylenilegelen 'Galatasaray'da transfer bitmez' klişesi aslında 'Galatasaray'da kriz bitmez'dir. Hoca bas bas sol bek ve stoper alın diye bağırırken Drogba ve Sneijder getirildi 12-13 sezonun devre arasında. Şikayet etmedi aksine o oyunculara göre oyun planını değiştirdi. Hakemlerin ve medyanın sürekli üzerine oynaması ve gazlamasıyla Mersin maçında bir şeyler koptu, hoca ceza aldı ve söylenene göre Aysal Terim'i gönderme kararı aldı. Sorulması gereken soru: Ne zaman çalışmak istedi ki o zaman aldı bu kararı? 'Elit Galatasaraylılar' ve 'Derin Galatasaray'. Bu iki söylemden de nefret ediyorum. Galatasaray'ın her zaman elitliğinden ve aristokratlığından söz edilir. Elitlik eğer takımı hatta ülkeyi tek başına muasır medeniyetler seviyesine çıkaran adamı kapı dışarı etmekse olmaz olsun öyle elitlik. Aysal belirli bir proje ürünü olarak kulübün başına geldi. 'Liseliler'in adamı olarak gelen Aysal yaptığı transfer hamleleri ve sermaye artırımıyla -ben dahil- çoğu Galatasaraylı'nın gözünü boyadı. Evet yaptığı göz boyamasıydı. Allah aşkına eski 'elemanı'nın itibarını sarsmak için ROK'u kullanan bir adamın hangi hareketinin samimiyetinden söz edebiliriz?
    Fatih Terim'in gönderilme sebebi Galatasaray bench'inde bu 'elitlerin' bir Avrupalı görme isteğidir. Sürekli ayakta durmayan, takım elbisesinin ütüsü bozulmasın diye otururken istifini bozmayan biri gelmeliydi. Neden? Çünkü Galatasaray frankofondur. Çünkü Galatasaray Avrupai bir takımdır. Çünkü Fatih Terim Adana'dan çıkan tırnaklarıyla bir yere gelen ancak takımı sahadayken en az onlar kadar kan-ter içinde kalan, oyuncularının kirasını, araba taksidini ödeyen 'eleman'dır. Eleman dediğin böyle olmaz. Şirket örneği veriliyor hep. Ünal Aysal'ın attığı sms'e Terim cevap vermemiş. Ünal Aysal şirket patronu olsa Terim de eleman olsa kovulma durumu haklıymış. 1-Futbol camiaları şirket değil asla olamaz. 2-Fatih Terim Türk futbolunun gidişatını belirleyen adam olarak bırakın Aysal'ı Türk futbolundan bile üstündür benim nazarımda. 3-Hangi şirket 2 sezon boyunca yapması gerekeni harfiyen yapmış ve yeni seneye de fena olmayan bir şekilde giren şirketin en önemli 'elemanı'nı patrona cevap vermediği için kovar? Aslında gönderilme mevzusundaki samimiyetsizliği anlamanın birçok yolu var. Bunlardan biri GS TV denen garabetin hocanın daha gönderilişi duyurulmadan 'Fatih Terim Yıldırım Demirören'le 3+1 yıllık gizli sözleşme yapmış' diye son dakika girmesi. Eyvallah Bahri Havadır'ın kalitesini hepimiz biliriz de kulüp kanalının daha görevinin başında olan hocası hakkında böyle yanlış bir duyumu son dakika diye girmesi nedir? Kulüp resmi twitter hesabının Fatih Terim'e uyguladığı sansür nedir? Kulübün Rize maçından önce Terim pankartlarını toplatması nedir? Siz kimi kimden koruyorsunuz kimi kimden sakınıyorsunuz? Madem bu kadar korkuyordunuz Fatih Terim'den neden kendiniz gitmediniz?
    24 Eylül 2013 akşamı bir adama yapılan haksızlık milyonlarca insanı hayattan soğuttu. Milyonlarca insan hayattan, spordan, tek tutkusu olan futboldan tat alamaz oldu. Benim de bulunduğum bu güruh siz bu kulüpten defolduğunuzda hatta öldüğünüzde gidip mezarınıza tükürecek. Hiçbirinizin gözümde zerre-i miskal değeri yok. Çakma kurumsallığınız batsın. İnsanların 'baba' dediği, hayatlarındaki çoğu mutluluğun mimarı olan adamı göndermek için aylarca arkasından kuyu kazdınız, fırsat kolladınız. Fatih Terim her zaman bu kulübün kapısından girer. Belki bundan sonraki girişi kulüp başkanı olarak olur bilinmez. Ama sizin Galatasaray tarihinde onun binde biri kadar değeriniz olmayacak. Alın kurumsallığınızı başınıza çalın. Bir de böyle dediğimizde 'ama Fatih Terim de ''Aslolan Galatasaray'dır'' demişti bir adama bağlı kalıyorsunuz :((' diyenler var. 'Aslolan Galatasaray' düsturuyla hareket edip Galatasaray tarihinin en başarılı adamını tek kalemde silip yeni gelen hocaya methiyeler düzmek de ayrı maharet. Onları da Allah'a havale ediyorum. 1-2 transferle başkanlı komikli capsler paylaşacak olan, takım mağlup olduğunda 70.dakikada stadı terk eden, instagramda formalı fotoğraflar paylaşıp yenilince söven gruplar oluştu Galatasaray'da. Aysal ve arkasındakilerin istediği şekildeki taraftar formatı da bu. Ama unutmasınlar gitmelerini bekleyen vefalı grup bu yeni nesil tiki Galatasaraylılar'dan çok daha fazla. Son söz olarak inşallah Terim'in milli takımı Brezilya biletini alır. Tekrardan milli takımın takip edilmesini sağlamak bile Abdullah Avcı'dan sonra büyük başarı. Ve elbette Terim'in yönettiği takımın oynadığı maçlarda tarafımız her zaman belli.

http://inciswf.com/fatihterimtaraftar.swf

Çok özledik be hocam.

5 Mar 2013

3 Aylık Panorama

    Öncelikle saygı duruşu. Toprağın bol olsun.



     Uzun zamandır blogu boşladığımın farkındayım. Bu konuda bana tahammül eden Salih abi ve Sinan abiye teşekkürlerimi borç bilirim. Araya sınav dönemi, tatil, sahadaki formsuzluk derken uzun bi süre girdi diyerek girizgahımızı yapalım.

      Galatasaray olarak son 3 ayı son yılların en yoğun 3 ayı olarak geçirdik desek yanlış olmaz heralde. Aralık başında Braga deplasmanında gelen galibiyet, çek bi Schalke kurası, sermaye artırımı meselesi, Fatih Terim'in yönetime ince ayarı ve transferler. Kronolojik sırayla gidelim. Braga deplasmanındaki galibiyet Galatasaray'ın bu sezonki panoramasıydı. Çöpe atılan ve topa hakim olunmayan bir ilk yarı, ardından iki kanat oyuncusunu birden oyuna sürerek dönülen kaos sistemi. Burak'ın nefis sonuca etkisiyle deplasmanda aldığımız 7 puanla gruptan çıktık. Her şey iyi güzel görünüyordu. Kurada çek bi Schalke dedik hatta GS TV sunucusu Tuna Bayık ekranda Schalke duası yaptı ve Schalke geldi. Schalke kurasını gören Lütfi Arıboğan:


   
     Neredeyse hepimiz Lütfi Bey'in ifadesini takındık. Çünkü Barcelona, Bayern, Dortmund gibi ekiplerden kaçtık. Schalke'nin 20 şubattaki maça kadar başına gelenleri ayrı incelesek bilim-kurgu ve dram karışımı bi film çıkar ortaya. Takımın kilit 5-6 isminin sakatlanması, hoca değişikliği, Huntelaar'ın kalıcı körlüğüne sebep olabilecek rahatsızlığı vb. Bunları gördükçe iştahımız kabardı.

     O kısmı bi kenara bırakıp sermaye artırımı meselesine girelim çünkü uzun zamandır bu konu hakkında bir-iki kelam edesim var. Ünal Aysal'ın talimatıyla Galatasaray AŞ sermaye artırımı kararı aldı. Bu sermaye artırımıyla kulübün kasasına 275 milyon lira girdi ki bunun 125 milyon lirası küçük yatırımcıdan sağlandı. Kulübe sıcak para akışını sağlamak açısından gayet yerinde bir karardı. Hukuken hiçbir yanlışlık da yoktu üstelik. Ancak Fenerbahçe'nin yaşadığı krizler ve aşamadığı paranoyaları yüzünden özellikle medyayı gazlamasıyla Galatasaray'ın adı spekülatöre çıktı. Bu yüzden başkan gereğinden fazla biçimde medyada ve televizyonlarda görülmeye başladı. Herkese tek tek açıklama yapmak durumunda kaldı. Direk kulüp ismi zikrederek konuşuyorum diğer kulüplerin bu konuda pek bi sızlanması olmadı çünkü. Aziz Yıldırım kendi koltuğunu koruma adına bu sıralar birkaç farklı operasyona girişti. Bunlardan ilki 12 numara adlı twitter hesabı sahibini locasına alarak -ki bazı kaynaklara göre en başından yönetim tarafından oraya konmuştu- GFB ile yaşadığı sıkıntıyı üst noktaya taşımasıydı. GFB ve 12 numara arasında bi çatışma başladı. Yönetim destekli 12 numarada fırsat bulduğu her anda rakip takımlara özellikle de Galatasaray'a vurmaya başladı. Zamanında trollediğimiz bu oluşum bazı Fenerbahçeliler tarafından çok fazla ciddiye alındı ve locaya girecek kadar söz sahibi oldu. Sermaye artırımı meselesinde de en fazla ses çıkaran bu oluşum oldu. Ağladılar, sızladılar, kişileri yönlendirdiler. Sonuç: Galatasaray yüzde 900 oranında ikinci sermaye artırımı kararı aldı ancak SPK bu sefer izin vermedi. Neden? Ünal Aysal'a göre mavi gözlü bi Fenerbahçeli yönetici SPK'yı baskıya aldı ve bu kararın çıkmasını sağladı. Sermaye artırımının şu ana kadar illegal olduğu hiçbir kurum-kuruluş ve kişi tarafından ispatlanamadı. Hatta İhlas Holding'in yıllardır bu yöntemle ayakta durup şu anda Galatasaray'a yapılan bu engelleme yüzünden kendisi de sermaye artırımından faydalanamadığı için iflas etmek üzere olduğu söyleniyor. Alın size sosyal medyanın gücü.

     Kendi iç meselelerimize dönersek geçen sezon takım tamamen Fatih Terim'in eline verildi gibi görünse de ne iş yaptığı belirsiz Bülent Tulun başkan danışmanı olarak Florya'daydı. Fatih Terim'İn ayyuka çıkan ilk rahatsızlığı bu oldu ve Bülent Tulun Aslantepe'ye taşıdı ofisini. Yönetimdeki bazı iş bilirler Fatih Terim'in canını sıksa da asıl canını sıkan konu Fenerbahçe'yi şampiyonluk yarışı içerisinde tutmak için uydurulan Süper Final. Allah razı olsun şu anda keşke olmasaydı demiyoruz Kadıköy'de Yıldırım Demirören'i iterek şampiyonluk kaldırma şansımız oldu. Hoca konuşacağım sezon sonu dedi ama hala konuşmadı. Belki de eskisi kadar keskin olmadığı için. Maç sonu karşı takımın hocasının sözlerini 'Hele bi Yugoslav'dan' diyerek eleştiren bi teknik adamlıktan hakem hatalarına rağmen parlamayan, oyuncu yorumcularıyla geçiştiren hocalığa dönüştü. Bu sezon da yine yönetim içindeki insanların futbol meselelerine ve hocanın işine fazla karışmasıyla hoca iyice huzursuzlandı ve ikinci devrenin ilk maçında Kasımpaşa mağlubiyeti ardından yazılı bir açıklama yaparak dümdüz 'durumdan rahatsızım canımı sıkmayın' dedi. Ben dahil çoğumuz istifa cümlesi bekliyorduk ne yalan söyleyeyim. Hocanın açıklaması ardından görev tanımları daha da netleştirildi. Özellikle Sedat Doğan'a sen hukuktan sorumlusun futbola karışma dendi. Hocanın üzerinde sadece Ali Dürüst ve Ünal Aysal var.

     Gelelim transferlere. İlk yarıda oynanan futbol ve ligde kaybedilen puanlar herkesin canını sıktı. Takım ilk yarıları çöpe atıyor, hocanın ikinci yarı hamleleriyle günü kurtarmaya çalışıyordu. Devre arası sabırla beklendi. Günler geçiyor beklenen transfer haberleri gelmiyordu. Bir gün ortaya Sneijder adı sürüldü. Herkeste bi hadi len tavrı oluştu. Burada Sneijder'i anlatmaya gerek yok. Şu ana kadar Türkiye sınırlarında yapılmış en iyi transferdir. Yatılan Sneijder nöbetlerinin ardından oluşan olumsuzluk, tekrar ümitlenme, Sneijder'in İnter ile olan sıkıntıları falan derken transferden 2 gün önce ümitler iyice azaldı. Derken noldu ne bitti demeye kalmadan Lütfi Arıboğan ve Sneijder'in fotoğrafı düştü twitter'a. Ortalık yıkıldı haliyle ve beklentiler Sneijder'in ikinci Hagi olmasıydı. Kendisinin ilk basın toplantısında da buna gönderme yapması bizi iyice havaya soktu. Ardından 2-3 gün içerisinde Drogba transferi bitirildi. Geçen sezondan beri gündemde olmayan Drogba çıktı geldi. Afalladık. Bu kadar basit. Hepimizde gelsin Schalke de iki tokat atıp gönderelim algısı oluştu. Lig maçları rölantide geçti oraya başka yazıda gireceğim.

     20 şubat akşamı kimsenin Schalke'yi yeneceğimizden şüphesi yoktu. Herkeste Schalke eksik takım biz yaldır yaldır transfer yaptık yeriz havası vardı. Benim içime Schalke'den kötü haberler geldikçe sıkıntı düştü. Derken maçın ilk yarısında anladık ki Schalke net inanmış. Her yerde bizden fazlalardı her topa bastılar. İnanılmaz pas yaptılar ve boğdular. İlk yarının son hücumunda Dany ile Melo anlaşamayınca hızlı hücumdan gol yedik. İkinci yarı Sneijder çıktı Amrabat girdi. O da fayda etmedi pozisyonlar bulduk ama atamadık. Maç 1-1 bitti. Ocak sonunda oluşan hava bi anda söndü ve sorgulamalar başladı. Tabii ki sahada oynanan futbol kimseyi memnun etmedi ama bu durum formasını satacak takımına ihanet edecek hareketler bulunmadıkça maç boyu futbolcuya, hocaya sövme hakkını kimseye vermiyor. Bu lafım Schalke maçı boyu hocaya, Burak'a, Hamit'e söven veled-i zinayaydı. Şimdi önümüzde önce Gençlerbirliği ardından Schalke maçları var. Schalke'nin kolay lokma olmadığını anladık. Tur Schalke'nin elinde ve takım top oynamıyor. Hayırlısı olsun.

16 Oca 2013

1958 Münih Faciası Üzerine: United


     II.Dünya Savaşı yılları sonrası belini doğrultmaya çalışan ekonomiyle beraber önemini yitiren futbol, 50'lerin ortasından itibaren Matt Busby'nin takımı Manchester United'la birlikte İngiliz halkı tarafından yeniden sevilmeye başlamıştı. 'Busby Babes' lakabıyla anılan kulübün futbolcuları genç, başarıya aç ve kulübe sadıklardı. Busby ve yardımcısı Jimmy Murphy -kendisi aynı zamanda Galler teknik direktörüydü ve Galler onun yönetiminde tarihinde ilk ve tek olarak Dünya kupasına katıldı. 58 Dünya Kupası'nda çeyrek finale kadar yükseldiler ancak Brezilya'ya elendiler.- sayesinde 'United' İngiltere futbolunun zirvesine yerleşti. Avrupa'da da başarıyla ilerliyorlardı ancak başları Avrupa'yla pek ilgilenmeyen lig komiserleriyle dertteydi. 6 Şubat'ta Kızıl Yıldız'la Avrupa Kupası olan United'ın 2 gün sonra lig maçı vardı ve lig komiseri maçı ertelememişti. Takımının puan silinmesi riskiyle karşı karşıya olan Busby rest çekerek maça yetişeceklerini söyledi. Ancak hava şartları o kadar iyi değildi... Başrollerini BBC'nin dizi-filmlerinden ve Doctor Who dizisinden tanıdığımız David Tennant-Jimmy Murphy-, Dougray Scott-Mattt Busby- ve Jack O'Connell'ın-Bobby Charlton- paylaştığı 2011 yapımı film, futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbol takımlarından birinin uçak kazasıyla yok oluşunu anlatır.


Elveda Sami Yen Seviyoruz Seni Can-ı Gönülden



     20 Aralık 1964 günü Bulgaristan ile yapılan dostluk maçıyla birlikte Ali Sami Yen Stadı tarih sahnesindeki ilk rolünü oynadı. Adını Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu, Türk Milli Futbol takımının antrenörlüğünü ve Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığını da yapmış olan Ali Sami Yen'den almıştır. Açılış maçında sosisli sandviç tezgahının kalabalık sebebiyle devrilmesi sonucu tezgah bir anda alev almış ve 81 kişi yaralanmıştır. Yıllarca rakipleri Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin aksine stadyum sorunu yaşayan Galatasaray çözümü Ali Sami Yen stadının üst kullanım hakkını elde etmesiyle çözmüş görünüyordu.


      Ancak stad zeminindeki sıkıntılar ve Boğaziçi Köprüsü ile çevre yol bağlantı çalışmaları sebebiyle 1972-80, 1984-86 ve 2003-05 arası 3 kez Ali Sami Yen'den ayrılmak zorunda kalınıldı. 2005-2006 sezonunda deprem sebebiyle zarar gören Eski Açık tribünü yıkılarak yeniden yapıldı. 2004 yılında Seyrantepe'de yapılacak bir stadyum karşılığında Galatasaray Sami Yen'in üst kullanım hakkını devretti. Ancak yüklenici firma şartları sağlayamayınca 2009'da yeniden ihale yapıldı. 2011 yılında -henüz halen eksikleri bulunmasına rağmen- Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena hizmete açıldı. 11 Ocak 2011 günü Beypazarı Şekerspor'la yapılan Türkiye Kupası maçıyla Ali Sami Yen Stadyumu ışıklarını bir daha açılmamak üzere söndürdü. Koltuksuz zamanlarda 35.000, koltuk şartı getirildikten sonra 24.000 kişilik kapasitesiyle 'cehennem' birçok Avrupa takımının korkulu rüyası olmuştu. Avrupa'da arka arkaya 23 maç Sami Yen'de Galatasaray yenilgi yüzü görmedi (99-00 sezonu). 93-94 sezonunda Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde mücadele  etmesiyle başlayan, Uefa kupası alınan sene oynanan Milan, Bologna, Dortmund, Mallorca, Leeds maçlarıyla alevlenen atmosfer 2000-2001 Şampiyonlar Ligi çeyrek finali 2-0 dan 3-2'ye çevrilen Real Madrid maçında tavan yaptı. Kulübe ve ülke futboluna aralıklar dahil 47 yıl hizmet eden cehennemde şu anda iş makineleri çalışıyor. Yolu Mecidiyeköy'e düşen her Galatasaraylı'nın içi hala sızlıyor. Arena gerçekten muazzam bir atmosfere sahip ancak cehenneme dönüşmesi yıllar alacak. Sami Yen'in cehenneminin ateşi taraftar ve orada yaşanılan anılardı.



     2003 sezonunda Ali Sami Yen Stadı yıkılma kararı alınınca Galatasaray taraftarını hiçbir kulüp kendi stadına kabul etmeyince Galatasaray, yeni yapılan; dünyanın bir ucu ve rüzgar tirbünlerinden daha fazla rüzgar alan Atatürk Olimpiyat Stadı'na itilmek zorunda kaldı. Tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşanırken ve nice rezillikler çekilirken ağızlarda tek bir tezahürat vardı:

     Ne maçlar yaşandı,
     Dünya cehennemi burada tanıdı,
     Elveda Sami Yen,
     Bir gün geleceğiz yeniden.

     2 sezon sonra taraftar yuvasına döndü ancak bu dönüş sadece 6 sene sürdü. 2011 yılında başkan Adnan Polat'ın şov amaçlı şekilde henüz tam hazır olmamasına rağmen Arena'yı hizmete açmasıyla yaşlı ve yorgun Ali Sami Yen Stadı tamamen aç gözlü müteahhidin kollarına bırakıldı. Olimpiyat günlerinde söylenen marş artık versiyon değiştirmişti. Maalesef geri dönüş mümkün değildi...

     Ne maçlar yaşandı,
     Dünya cehennem burada tanıdı,
     Elveda Sami Yen,
     Seviyoruz seni can-ı gönülden...


21 Kas 2012

Avrupa'da Baharı Görebilmek (Son Sözümüzü Daha Söylemedik)



     Tarih 2 Ekim 2012. Galatasaray grubun ilk maçında Manchester'a karşı oynayabileceği en iyi futbolu oynamış, iki topu direkten dönmüş bir de penaltısı verilmemişti. Oyun umut vericiydi alınan mağlubiyete rağmen. Ancak 2 Ekim'de Arena'ya Avrupa'nın en iyi kontra atak takımlarından Braga geldi neredeyse pozisyon vermeden 35% ile topla oynayarak 2-0 yendi Galatasaray'ı. Stattan 3 Ekim'de çıkan 4 kişiden biriyim. Gruptan nasıl çıkarız hesaplarını yaparken saati unutmuşuz güvenliğin kardeş gidin de biz de gidelim diye seslenmesiyle çıktık Arena'dan.


     Orada şunu söylemiştim: Cluj'dan alacağımız 4 puan, Manchester'ın Arena'ya 12 puanla gelmesi bizi 2.liğe taşıyacak. 8-10 puan arasında alacağız ve gruptan çıkacağız. İlk öngörülerim çok şükür ki gerçekleşti. Manchester 12 puan ve lider. 2.Galatasaray 7 puan ikili averajda Cluj'dan üstün. 3.Cluj 7 puan ve sonuncu Braga 3 puanda kalarak Avrupa'da havlu attı.



    Maçın ilk yarısının nasıl geçtiğini şahsen ben anlamadım. Welbeck'in yarattığı tehlikeler ve Powell'ın üst direkten dönen kafa vuruşu harici oyunun kontrolü bizdeydi. Hamit ve Amrabat ileride yalnız kalmasalar ilk yarıdan üstünlüğü ele geçirebilirdik. Amrabat rüzgar gibi giderken Rafael'in müdahalesi net penaltıydı. Selçuk'un ortasında defansın eline çarpan top bence penaltı değildi.


     İkinci yarıya daha baskıyı bilerek başladı Galatasaray özellikle golden önceki pozisyonda metrekare içerisinde 1 Manchesterlı'ya 4 Galatasaraylı düşüyordu. Derken Eboue'nin orta yapacağını anlayan Melo geçen sezondan sonra bizleri mahrum ettiği koşuyu yaptı ve kafa vuruşunu Lindegaard kornere çeldi. Kornerde 'Emek hırsızı' Burak Yılmaz'ın ( 5 maç 5 gol ) kafa vuruşu Rafael'in boyunu aştı ağlarla buluştu.


     Emre Çolak'ın girmesiyle ufak çapta da olsa kabus görmemize rağmen süreyi de akıllıca kullanarak 'yedek' Manchester'ı Arena'ya gömdük. Maçın adamlarına gelirsek 1.sıra Hamit'in. Bütün maç tercih hataları hariç hatasız oynadı, ikinci yarıda gelişine vurduğu füze üst direkten döndü. Riera muazzam oynadı tek kelimeyle muazzam bundan iyisi Roberto Carlos. Amrabat geldiğinden bu yana en iyi oyununu oynadı Elmander'in durgunluğu olmasa maçın adamı olacaktı. Melo geçen sezondan esintiler sundu basit oynaması gerektiğini hatırladığında her şey daha güzel olacak. ( Melo iyi=Galatasaray iyi) Semih toparlayıcıydı. Muslera zamanında çıkarak toplara gerekli müdahaleleri yaptı. Sıra geldi 5 Aralık'taki Braga deplasmanına.

Hesaplar: -Galatasaray yenerse isterse Cluj 100 atsın Galatasaray çıkar.
               -Galatasaray ve Cluj aynı sonuçları alırsa yani 2 maçta berabere biter ya da Cluj ve Galatasaray kazanırsa/kaybederse Galatasaray çıkar.
               -Galatasaray mağlup olur ve Cluj puan çıkarırsa Cluj çıkar.

     Ortaya 70% Şampiyonlar Ligi 2.turu, 30% Uefa Avrupa Ligi'nde devam şeklinde tablo çıkıyor. BU ARADA DENİZ BANK'IN MANCHESTER'A SPONSOR OLDUĞU UNUTULMASIN!..

                                                  BEYLER ŞİKENİN KANITI :(
 

4 Kas 2012

Fatih Terim'in Keyif Sigarası ve Altın Jenerasyon

   

     Sene 1993. Fransa'nın Lille kentinde Akdeniz Oyunları final karşılaşması. Belki de ülkemizin en çok gelecek vaat eden jenerasyonu var sahada. Hakan Şükür, Sergen Yalçın, Emre Aşık, Bülent Uygun, Arif Erdem, Ergün Penbe, Tugay Kerimoğlu... Maçı Sergen ve Hakan'ın golleriyle 2-0 kazanan Türkiye Olimpik Milli Futbol Takımı, 2002'ye kadar dolu dizgin bir milli takım serüveni ateşinin fitilini yaktı.


17 Eki 2012

Bizden Biri: Andre Francisco Moritz



      2007 yılının ağustos ayında yolu düştü Türkiye'ye bu güzel adamın. Andre Francisco Moritz, 6 Ağustos 1986 Florianopolis'te doğdu. Doktor anne-babanın doktor evladı olmak yerine her Brezilyalı çocuk gibi top peşinde koşmaya başladı. 6-7 yaşlarında futsala başlaması dar alanda tekniğini kullanabilmesi açısından muazzam bir fırsat oldu.



     Profesyonelliğe geç adım atması kariyer planlamasındaki en büyük hataydı. 2005-2006 arası Internacional, 2006-2007 arası Fluminense formasını terletti. Ağustos 2007'de Kasımpaşa ile Türkiye macerasına başladı.





     Kasımpaşa formasıyla 3 sezonda - bir sezon 1.Lig - çıktığı 66 maçta 19 gol attı. Tipik Brezilyalı özelliği olan sol ayağıyla uzak köşedeki örümcek ağını almak Moritz'de de doğuştan vardı. Süleyman Hurma elbette gözünün önündeki bu fırsatı geri çeviremezdi. Moritz'in bir sonraki durağı Kayserispor oldu.



       Kayserispor forması altında beklenen etkiyi bir türlü gösteremedi. 21 maçta 2 gol 5 asistlik performansı ona Avrupa kapılarını kapattı ve Mersin İdman Yurdu defterini açtı. Mersin forması altında 33 maçla en fazla forma giydiği sezonu yaşadı. 4 gol 4 asistlik performansı 2.sene kontratı için yeterli olmadı ve Mersin'le yolları severek ayırdı.



       Bu sezon başında Crystal Palace ile sözleşme imzalayarak yeni bir maceraya atıldı Moritz. Ancak bu kadar sevilmesinin en büyük sebebi oynadığı futbol değil. Kasımpaşa döneminde Türkçe öğrenen Moritz Kayseri ve Mersin'de röportajlarını tamamen Türkçe yaparak taraftarın sevgilisi oldu. Koluna yaptırdığı ay-yıldız dövmesi, Türkiye'deki toplumsal olaylara twitter üzerinden verdiği tepkiler ve yine twitter'da yazılanlara büyük mütevazilikle cevap vermesi kendisini bambaşka bir yere koyuyor. Kendisiyle 2 hafta önce twitterda yazıştık. Türkçe'yi yavaştan unutmaya başladığını kendi kendine pratik yaparak engellemeye çalıştığını söyledi. Ben de Mersin'e davet ettim. Ailesiyle bir gün Mersin'e yerleşebileceklerini söyledi. Kapımız sana daima açık güzel adam...
   

Nein Zlatan Nein!



     Dün gece 2014 Dünya Kupası Elemeleri maçları, sayın Abdullah Avcı yüzünden ilgimizi pek çekmedi çünkü kendi derdimizle meşguldük. Ancak Berlin Olimpiyat Stadı'nda öyle bir geri dönüş oldu ki Macaristan 10 tane atsaydı bile kayıtsız kalamazdım. Futbol geri dönüşlerle ayrı güzel.

13 Eki 2012

Yorumsuz




      Ülke futbolu neden bu halde sorusunun cevabını uzakta aramaya gerek yok. Direkt yukarıdaki fotoğrafa bakmak yeterli.

12 Eki 2012

Kırmızı Lacivert Baklava ve Capello Nurullah



       Geçen sezonun -şike konusu hariç- en fazla dikkat çeken 3 takımı şampiyon Galatasaray, oldukça zor günler geçirerek küme düşen Ankaragücü ve ligin yeni takımı Mersin İdman Yurdu'ydu. Mersin şampiyonluğa da oynamadı küme düşme tehlikesi de yaşamadı. Dikkat çekici noktası lig performansıydı. İç sahada Ankaragücü ve Manisaspor'dan sonra en kötü 3.takım, dış sahada Galatasaray ve Trabzonspor'dan sonra en iyi 3.takımlardı. Dış saha performansı iç sahadan daha iyi tek takımdı Mersin. Çok ilginç bir durum olarak görünse de Nurullah Sağlam'ın oynatmaya çalıştığı pas futbolu bu durumun yegane sebebiydi. Mersin'İn maçlarını oynadığı Tevfik Sırrı Gür Stadı'nın sahası diğer stadlara göre oldukça küçük. Rakip takım yayılımı iyi yaptığı zaman Mersin sürekli kabus gördü. Bunun en büyük örneği de iç sahada yenilen 5 golün 4'ü kontratak golü olan Sivasspor mağlubiyetiydi. Bu sezona da aynı futbol anlayışıyla çıkılmasına rağmen 7 haftada 4 beraberlikle sadece 4 puan toplanılabildi. Bunun da başlıca sebebi yüksekten atmayı çokça seven yüzde 95'i güneydoğulu, yüzde 70'i Antepli olan yönetim. Başkan Ali Kahramanlı başta olmak üzere Nurullah Sağlam ve ekibi dahil Antep kökenli. Yönetim içerisinde hükümette görev almaya istekli şov peşinde birçok yönetici mevcut durumda. Futbol kökenli isim zaten yok. Nakliyatçı, petrolcü kişiler yönetimde söz sahibi ve bu durum Türk futbolunun son dönemlerde aşinası olduğu bir durum.


   
     Nurullah Sağlam'In Mersin taraftarı tarafından eleştirilmesinin en büyük sebebi takım içindeki Antepspor orijinli oyuncular. Açıkçası ilk başlarda ben de tepki göstermiştim ancak yönetimin sezon başında '50 trilyonluk bütçemiz var' çıkışından sonra, imza aşamasına gelen başta Bobo ve Cleyton olmak üzere oyunculara imza attırılamaması Nurullah hocayı tanıdığı ve ucuz maliyetli oyunculara yöneltti. Hakan Bayraktar ve Murat Erdoğan gibi 36 yaşında, 50-60 dakikalık kondisyonu olan oyuncularla oynamayı elbette Nurullah hoca da istemezdi. Kendisinden bir mucize yaratması bekleniyor. Bu mucizeyi 2010-2011 sezonunda takımı Bank Asya'da şampiyon yaparak ve geçen sezon kümede tutarak zaten başardı hoca. 3 kez istifa etmesine rağmen kendisinin arkasında durulması bu yönetimin belki de en büyük başarısı.
   

10 Eki 2012

Yılmaz 'Seyyah' Vural


     





        Elazığspor, Bülent Uygun'dan boşalan teknik direktörlük koltuğuna o koltuğun en aşina olduğu isim olan Yılmaz Vural'ı getirdi. Yılmaz Vural 22 farklı takımda toplamda 27. teknik adamlık serüvenine çıkıyor. Türk futbolunun en renkli simalarından olan Yılmaz Vural'a, Buca'dan sonra aynı 'Bülent Uygun enkazı' sendromunu yaşayan Elazığspor'da başarılar dilerim.




22 Eyl 2012

'Kaybetmek kolay, kazanmak olay'

     Bundan tam 6 sezon önceydi Galatasaray'ın kupa 1'deki son grup maçı. Gruptan çıkma şansı yoktu ancak galibiyetle veda etmek herkesin ümidiydi. 2005-2006 sezonunda eldeki malzemeyle harikalar yaratan, şampiyonluğu son haftaya kadar kovalayıp 83 puanla takımı şampiyon yapan Gerets diğer sezon takımın düşüşünü önleyememişti. Hücumda Allah ne verdiyse, arkada toparlayıcı Saidou formülü tek sezonluk mutluluk yaşatmıştı. Ancak sonraki sezon takım 56 puanda kaldı. Haliyle Türkiye şartlarında İliç-Hasan Kabze-Hakan Şükür-Ümit Karan dörtlüsünü oynatabilecek yegane adam Eric Gerets gönderilmişti.


       Inamotolu, Carruscalı kadrosuyla Liverpool, Bordeaux, PSV ile beraber C grubunda yer aldı Avrupa Fatihi. 6 maç sonunda 4 puan toplayabilen takımdan akılda kalanlar yeni yeni parlayan yıldız Arda Turan'ın Bordeaux maçında rakibine kafa atıp kırmızı kart görerek Zidane'a selam çakmasıydı.


         O sezonu müteakip 5 sezon boyunca -bir zamanlar en fazla katılanlar listesinde üst sıralarında yer aldığı- Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalamadı. 2008-2009 sezonunda 2-0 öndeyken kaybedilen, Harry Kewell'ın stoper oynadığı Hamburg maçı kaybedilmese kupa 2 belki de 2.defa Türkiye satıhlarına gelecekti. Feldkamp, Skibbe, Rijkaard, Hagi, Bülent Ünder derken Galatasaray 2010-2011 sezonunu 14 galibiyet 4 beraberlik 16 mağlubiyetle ligi 14.sıralardan dönerek 8.bitirdi. Kupa 1'de oynamak artık eski anılarda kalmıştı.



         20 Mayıs 2011 Galatasaray için, Galatasaraylılar için yitirilen ateşin ilk kıvılcımıydı. İlk gelişinde 4 sezon üst üste ligin ilk basamağını parselleyen, UEFA kupasını kazanan, Fiorentina'ya İtalya kupası finali oynatan, Milan'ı çalıştıran, 2.gelişindeyse Zulümpiyat Stadı'na maruz kalarak kötü ayrılan İtalyanların Grande'si, bizim imparatorumuz Fatih Terim geri dönüşe karar vermişti. Ünal Aysal yönetimi toparlanmak isteyen Galatasaray'da Florya'nın anahtarının tek bir kişiye emanet edilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. O kişi de taşın altına elini soktu.



         2011-2012 sezonuna yeni transferlerle girildi. Takım imparatorun istediği gibi oynayamadı ilk 3-4 hafta. Fakat şu söz çok önemliydi: 'Ben yenildiğinde bile taraftarının başını öne eğmeyecek bir Galatasaray yaratmak istiyorum.' Nitekim imparatorluktan sensei'liğe adım adım geçen Terim'in bu sözü cimbomun tüm sezonki futboluna sirayet etti. Nihayet beklenilen şampiyonluk da geldi. Galatasaray için şampiyonluk hep önemliydi ama amaç değil araçtı.



        19 Eylül 2012 tarihi kimileri için bir geri dönüştü. Kimileri için özlenen sevgiliye kavuşmaktı. 1993 yılında şerefli mağlubiyetlerden palazlanmaya geçiş evresindeki Türk futbolunun Avrupa'daki yüzü Galatasaray şok bir biçimde İngiliz devi Manchester'i elemiş ve Şampiyonlar Ligi statüsünü değiştirtmişti UEFA'ya. 13 sene sonra rakip yine Manchester, stad yine Düşler Tiyatrosu yani Old Trafford'du. Galatasaray bir sürü pozisyona girerek bir o kadar da kalesinde görerek, bütün maç saldırarak 1-0 kaybetti. Hakem Wolfgang Stark böyle istemişti. Ancak maçla ilgili herkesin memnun olmadığı tek şey bu oyunla nasıl puan alınamadığıydı. Yenilmişti Galatasaray ama Manchester'a boyun eğmemişti. Kimi zaman yarı sahasına hapsetmişti. Terim'in sözündeki gibi yenilmişti ama taraftarı gururluydu.



        Yine Terim'in yazıya başlık olan ve birkaç yerde telaffuz ettiği, benim de hayat felsefem olan cümleyle bitireyim yazıyı:

         Kaybetmek kolay, kazanmak olay...