Schalke 04 ya da tam ismiyle FC Gelsenkirchen-Schalke 04, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Gelsenkirchen'e
bağlı Schalke yönetim biriminde kurulu bir Alman futbol kulübüdür. Şu an 80.000
aşkın üyesiyle Almanya’nin ikinci büyük spor kulübü durumundadır. Schalke 04’ün
en büyük özelliği, kurulduğu bölgenin temel geçim kaynağının kulüpte izlerinin hala
buluyor olmasıdır.
Schalke, demir yataklarının yoğun olduğu Ruhr bölgesindeki -
Gelsenkirchen ile Dortmund arasında- maden işçileri tarafından kurulur. Bu
sebeple lakapları "Knappen"
(Madenciler)’dir. Bu lakabı da hakkıyla taşıyarak nesillerdir aktarıyorlar.
Kulübün gerçek sahipleri ve taraftarları maden işçileri olarak kabul ediliyor.
Kulübün en büyük geleneklerinden biri de belirli zamanlarda özellikle tüm
futbol takımı olarak maden ocaklarına ziyaretlerde bulunmaları. Bu ziyaretlerle kulübün özüne dönerek
futbolcuları bütünleştirmesi, o eski ruhun yaşatılmak istenmesi ve aynı zamanda Schalke'nin gerçek destekçileri
olan maden işçilerine de moral niteliği taşıyor. Günümüzün endüstriyelleşen
futbolun da böyle bir geleneğin sürmesi aslında futbolun halktan hangi kesimler
için çok daha önemli olduğunu gösteriyor ve bize umut veriyor.
Schalke'nin eski futbolcusu Raul maden işçileriyle
Bu gelenek öyle sürmüş ki madencilerle kulübün ilişkisi
kulüp yapılarının isimlerine dahi yansıyor. Maden işçileri madene girmeden önce
birbirlerine iyi şanslar dilemek için "GlückAuf" derlermiş, maça başlamadan önce de Schalke'nin şansı
için ‘’AufSchalke’’ demeye
başlamışlar. Kulüp stadının eski ismi de
bu şans dileğinden geliyor: Arena
AufSchalke. Daha sonra 2005 yılında stadyum isim hakkı bira markası
Veltins’e satılıyor ve stadyumun ismi değişerek Veltins Arena oluyor. Fakat kulüp gerçek taraftarlarının izini
silmiyor. 2014-15 sezonu başında futbolcuların çıkış tüneli maden ocaklarına
giriş tüneli şeklinde dizayn ediliyor. Bu tünel gerçek maden ocaklarıyla
neredeyse aynı tarzda soğuk ve karanlık şeklinde.
Bu şekilde futbolculara, maça çıkarken gerçek tarihlerini ve
onları tribünde destekleyen kişilerin bilet paralarını ne şekilde
kazandıklarını gösteriyor, maça gelirken hangi yoldan çıkıp geldiğini anımsatıyor.
Kulüp stadyum isminden madencilerin anısını silse de hala izlerini yaşattığını göstermiş oluyor.
Real Madrid tüneli kendi resmi Youtube hesabından tanıtıyor
Ziraat Türkiye Kupası’nın ilk eleme etablarından olan profesyonel
liglerde takımı olmayan illerden 32 takımın katıldığı ön eleme turunda Dersimspor, Muş ekibi Hasköy Yıldızspor’u 8-1
ile geçti. Bu maça damga vuran maçın
skoru değil de maçta hat-trick yapan Dersimspor’un Boca Juniors altyapılı oyuncusu
Lucas Sebastian Rodriguez oldu.
1994 doğumlu Arjantinli oyuncu Dersimspor’dan önce
44Malatyaspor’da oynuyordu. Liglerimize asıl geliş sebebi ise Eskişehirspor’du. Ertuğrul
Sağlam tarafından Arjantin’den getirilen oyuncu Eskişehirspor ile idmanlara
çıktı ama teknik heyet tarafından beğenilmeyince kadro dışı kaldı. Geçen yılın
Kasım ayında 44Malatyaspor’a giden futbolcu attığı gollerle bir anda amatör liglerin
ilgi odağı oldu.
Bu sezonun başında ise diğer Bölgesel Amatör Lig takımı
Dersimspor’a transfer oldu. 2009-2010
yıllarında Boca Juniors ve Arjantin U20 Milli Takımı'nın yıldızıyken şu anda BAL’ın
en gözde oyuncusu konumuna geldi.
Dersimspor’un renklerinin Arjantin’le aynı olmasının
kendisinde bir hava yarattığı söyleyen Rodriguez, takımda çok güzel bir ortam
olduğunu söylemiş. Ülkemize gelmeden Arjantin’de kendini gösterdiğini,
Eskişehirspor ve 44Malatyaspor’dan sonra Dersimspor’a geldiği için mutlu olduğunu
söylüyor. Kendisini burada da gösterip Dersimspor’un 3. Lige çıkması için tüm
gücünü ortaya koyacağını ve ülkemizde daha büyük takımlarda oynamak istediğini
söyleyen Lucas Sebastian Rodriguez için Dersimspor macerası ve sonrası neler
getirecek göreceğiz.
Arda Turan, Diego
Costa, David Villa, Gabi, Godin, Felipe Luiz ... ve belki de en önemlisi Diego
Simeone ile birlikte Avrupa artık yeni bir büyük kulübe sahip; Atletico Madrid.
Avrupa
Kupalarında ve İspanya'da güçlü ama istikrarsız takımlar kim diye baksak
bunların en başına şüphesiz ki Atletico Madrid'i yazarız. 2010 ve 2012 yılında Avrupa Ligi’ni ve UEFA
Süper Kupası'nı kazanan ama bir türlü Şampiyonlar Ligi'nde başarı elde
edemeyen, 2010 yılında süper güç Barcelona'yı yenen tek takım olmasına rağmen
Valencia, Malaga gibi ekiplerin arkasında kalan büyük maç oynamasını bilen ama
gerek maç kazanma gerekse kadro oluşturma konusunda istikrardan uzak bir Madrid
ekibi vardı.
2012 yılından
beri tüm bunları bir kenara bırakmış, gerek büyük maçları gerek küçük maçları
karakterli bir şekilde oynayan, çok koşan, çok mücadele eden gerek ilk 11
oyuncuları gerek yedek oyuncularıyla
birlikte her anlamda tam bir takım olduğunu belli eden taraflı tarafsız
herkesin takdirini kazanan bir Atletico Madrid izliyoruz. Bu değişimin hikâyesi
ise 1994 yılına dayanıyor desek herhâlde yanlış olmaz. Bu isim 94 yılında
Madrid ekibine katılan o zamanlar oynadığı futbolla şimdi ise oynattığı
futbolla Atletico Madrid tarihine ismini altın harflerle yazdırmış durumda;
Diego Simeone. 2012 yılında istikrarsız ve kötü futbol oynatan Gregorio
Manzano'nun yönetiminde ki ekip Barcelona ve Real Madrid'e 5-0 ve 4-1 gibi ağır
skorlarla yenilmiş ve en son Kral Kupasında Albacete'ye iki maçta da yenilip
elendikten sonra kulüp yönetimi Manzano’yu göndermeye karar vermişti. Onun
yerine düşünülen isimler ise uzun yıllar Liverpool'u çalıştıran Rafael Benitez,
kulübün efsanesi ve İspanya ile Avrupa şampiyonluğu yaşamış Dede lakaplı Luis
Aragones vardı. Bir diğer aday ise beki de en az şans tanınan isim; henüz elle
tutulur başarısı olmayan Diego Simeone idi. Madrid yönetimi beklenmedik bir
şekilde Simeone'yi takımın başına getirdi ve belki de farkında olmadan bir
devin tekrar doğuşununda başlangıcını
yapmış oldu.
Fernando Torres Diego Simeone'nin kaptanlığını yaptı.
Futbolculuk
döneminde o zamanın liberolarından farklı olarak oyunu iki yöne de çok iyi
oynayan, hırslı, mücadeleci, asla pes etmeyen, tekmeye çekinmeden kafa uzatan
Simeone, bu karakterinin aynısını adeta elinde bir doğaüstü güç varmışçasına
takımına aşıladı. İlk senesinde takımı kaldığı yerden çok güzel devam ettirip Avrupa
Ligi’ni ve UEFA Süper Kupası'nı kazandıran teknik adam ikinci sezonunda yavaş
yavaş kendi karakterini yansıtarak Kral Kupası Finalinde ezeli rakiplerini
deplasmanda adeta sahadan silerek yıllar
sonra Bernabeu'da hem galip gelen hem de Kral Kupa’sına uzanan taraf oldular.
Bu yıllardır galip gelemeyerek üzdükleri ve fakat taraftarlarına verilebilecek
en güzel hediyelerden biriydi şüphesiz ki. Hatta Simeone bu anı hayatımda
yaşadığım en güzel andı diyerek tarif etmesi, başarının Madrid'in kırmızı-mavi
yakası için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yetiyor sanırım. Geçtiğimiz
sezonun sonlarında gördüğümüz mücadeleci futbolun üstüne bu sene biraz daha
koyan deplasmanlarda kazanmasını öğrenen iç sahada taraftarının mükemmel
desteğiyle rakiplerini 90 dakika baskı ile adeta boğan, tam anlamıyla takım
oyunu nasıl olur bize gösteren bir Madrid izliyoruz.
Atletico Madrid İspanya Kral Kupası'yla
Peki Simeone
nasıl yaptı bunu?
Takıma ilk
geldiğinde Atletico'nun ne düzgün bir 11'i ne de mücadele edecek güçte topçular
vardı. İlk ve en önemli işlerinden birisi sağ bek sıkıntısı çeken takıma aslen
sağ açık olan Juan Fran'ı adapte etmek oldu. Sol beki ise Felipe Luis'e teslim
ederken önüne Arda'yı koyarak çok iyi uyumlu bir ikili elde eden başarılı
teknik adam bununla yetinmeyip koşmayan defansa gelmediği için sık sık
eleştirilen Arda'ya komple bir açık oyuncusu nasıl olduğunu da öğretti. Şimdi
ise Arda'yı hem gol atıp asist yaparken hem de defansına yardım ederken
görebiliyoruz. Orta sahanın ortasında sıkıntı yaşayan takımda Tiago'nun yanına
daha önce ki oyuncularından Gabi'yi alan ekibin kalesini Chelsea'den 3.
sezondur kiralık olarak takımda yer alan Curtois korurken, sağ kanat ise
Simeone'nin Milan’ın ısrarla istemesine rağmen satılmamasını istediği Raul
Garcia ve İspanyan'nın yeni yıldızlarından Koke'ye verdi. Madrid ekibi forvet seçiminde ise tam anlamıyla dünyaya
ders veren bir tutum gösteriyor. 2006'dan beri sırasıyla Fernando Torres,
Agüero, Falcao, Diego Costa gibi hem genç hem de üst düzey yetenekli forvetleri
kadrosuna katmasını bilen ekip, sahip olduğu gözlemci ekibi sayesinde bulup
yetiştirdiği futbolcularla Avrupa'nın forvet fabrikası konumuna geldi.
Fernando Torres ve Sergio Agüero
Bu sezon kimsenin
beklemediği, her an yarıştan kopacak diye düşünülen Atletico Madrid, puan tablosunda
geri düştüğü zaman bile bir an olsun yarışta geriye düşmeyip kendi maçlarına
odaklanıp 1.sıraya oturmasını bildi ve oradan da kalkmaya da niyeti yok gibi.
Ligde son 3 maça girerken en yakın takipçisi Real Madrid'in 3, Barcelona'nın 5
puan önünde olan ekip son maçını da Barcelona yapacak. O maça kadar puan
kaybetmeyeceklerini düşündüğüm Atletico Madrid'in bu sezon aralarında 6 maç
oynadıkları ve Barcelona'ya daha hiç yenilmediklerini de düşünerek son maçta en
kötü berabere kalıp Katalunya'da kupaya uzanarak geçen sezon Bernabeu'da
yaptıklarını bu sene de Nou Camp'da yaparak taraftarına tadılması güç bir
mutluluk ve İspanya Ligi şampiyonluğunu vereceklerini düşünüyorum. Bugün oynanacak
Şampiyonlar Ligi Yarı Finali’nde ise Chelsea’nin karşısında turu geçmesini istediğim taraf Madrid ekibi. Atletico
Madrid, finale çıkması durumunda Lizbon’da finalde dün 4-0 gibi net bir skorlar
Almanya’da Bayern Münih’i eleyen Real Madrid’in rakibi olacak ve bir Madrid
derbisi yaşanacak. Bu sezona bakarsak şanslar eşit olacaktır ama bütün gönüllerin bu
performanslarıya kırmızı-mavi-beyaz tarafta olacağı kesin gibi. Sonuç ne olursa
olsun ister La Liga şampiyonluklarını kaybetsin ister bu gece Şampiyonlar
Ligi’nden elensinler şimdiden büyük
takımların kıskandığı ,küçük takımların başarılarına imrendiği bir takım oldu.
Simeone'nin ekibi başarılarının devamını getirmesi, futbolun sadece para, süper
yetenekler, dev stadyumlar değil takım oyunu ve futbol ruhu olduğunu göstermeye devam
etmesi herkesin temennisi olacak.