Sokak Futbolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sokak Futbolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eki 2012

Üç korner bir penaltı mı?

    Modern stadyumların, üstü kapalı arenaların, ithal,  doğal ya da suni çimlerin futbola ev sahipliği yaptığı bir çağdayız artık. Futbol aşıkları bu durumdan ne derece memnun peki? Çocukluk dönemlerinde mahalleler arası yapılan maçların tadını veriyor mu, saat ücreti yüz liradan başlayan spor kompleksleri?
    
    Bu yazımda biraz çocukluğuma dönerek; sonucunda dünyanın en önemli ödülü olarak soğuk bir kolanın kazanıldığı mahalle maçlarını, özellikle akranlarıma hatırlatmak istedim. Mahallelerdeki boş toprak arsalarda ya da asfalt ara sokaklarda plastik topların peşinde koşarak geçti birçoğumuzun çocukluğu. Üç kattan başlayan bu toplar dokuz kata kadar çıkardı. Topun sahibi kaleye geçmemek hakkına en baştan sahipti. Gönüllük esasına göre kimse kaleye geçmeyi kabul etmediği için genelde yaşı en küçük olanlar bu durumu zorunlu olarak kabul etmek durumunda kalırlardı. İki kale arasındaki mesafenin çok uzak olmadığı maçlarda kaleler iki taşın adımlanarak paralel şekilde konmasıyla oluşturulurdu. Baştan ''5' te devre 10' da biter'' gibi anlaşmalarla maçın süresine karar verilirdi. Yeri gelmişken yönetmen Varol Uzlu'nun 2008 yılında Trabzonspor' la ilgili çektiği kısa belgeselin adı da ''5'te Haftayım,10'da Biter'' adını taşıyor. Haftayım sözü devreyi ifade ederken; ingilizcedeki ''halftime'' sözüyle sıkça karıştırıldığı için bu sözü kullanmayı tercih ettiğini söylemiş Uzlu.
    
    Gelelim maçların nasıl geçtiğine: Kurulan kalelerin üst kısmında direk olmadığı için kaleci zıpladığında top elinin bir karış daha üstünden giderse gol sayılmazdı. Yani düşünülenin aksine mahalle maçlarında uzun boylu kaleci bir dezavantaj oluşturuyordu zaman zaman. Penaltı kullanılacak nokta adım hesabı ile hesaplanır, penaltıyı kullanacak takımın attığı adımları beğenmeyen kaleci büyük adımlarla yürüyerek yeni bir nokta saptardı; ancak sonuç olarak bir orta yol bulunurdu. Penaltıyı kullanacak oyuncu topun başına geçtiğinde kalecinin iki isteğiyle karşılaşırdı: ''Pis burun vurmak yok haa, abanma sakın! '' Kaleden kaleye gol yok ve üç korner bir penaltı kuralları ise kendine özgü kurallardı. Korner bir anda futbolun en önemli olaylarından biri haline gelerek maçın belli kısımlarında amaç haline gelirdi. Kaleden kaleye degajla atlan gollerin sayılmaması ise kimsenin anlamlandıramayıp genel bir kural olarak kabul ettiği bir yapılagelişti. Mahalle maçlarının en emsalsiz kurallarından birisi de kaleci-oyuncu uygulamasıydı. Buna göre görece güçsüz olan takımın veya sayıca eksik olan takımın kalecisi, top kendi takım arkadaşlarındayken eline almamak kaydıyla oyuna katılabilirdi.

    Eskiden  her şey gerçekten daha masumdu. Hakemlerin yokluğuna rağmen, ufak tefek çıkan tatsızlıkların dışında hiçbir sorun yaşanmazdı mahalle maçlarında. Şimdi ise iki yan, iki çizgi , bir orta ve bir dördüncü hakem olmak üzere tam altı hakemin görev yaptığı maçlarda verilen kararlar bile beğenilmiyor, takımların memnuniyetsizlikleri giderilemiyor. Üç korner bir penaltı mı?  Yok hocam kendini yere bırakırsan eğer,penaltı...

25 Ara 2011

FUTBOLA GİRİŞ I (FUT101)


Futbol adı verilen olgunun spor mu yoksa oyun mu olduğu tartışmaları henüz cevabını bulabilmiş değildir. Ancak bu tartışmalarda anaakım medyayı dışarıda tutarsak hakim olan görüş, futbolun öncelikle bir oyun olduğu yönündedir. Hakim görüşün sahipleri ise amatör veya profesyonel futbolculardır denilebilir.
Hikayeyi amatör bir oyuncu hikayesi olan kendi hikayemden temellendirerek başlatmak istiyorum.
Yaklaşık olarak dört ya da beş yaşlarında futbol topuyla haşır neşir olmamın yanında hayatı futbol olmuş çok sayıdaki erkek çocuğundan birisi de bendim. Lojmanın arka bahçesi, evin salonu, koridoru, sokak arası, okulun bahçesi gibi çeşitli ama futbol oynamaya kısıtlı alanlarda başladı futbol maceram.
Yaşım büyüdükçe futbol oynayabileceğim alanlar da nicelik olarak azalmaya başladı. İster istemez futbolculuk kariyerim futbol endüstrisinin şehirlerdeki bir numaralı sacayağı olan halı sahalarda devam etmeye başladı.
Ancak çok zaman geçmeden durum anlaşıldı: Futbol için çok da elverişli olmayan mecralar, oyun olarak futbolun en güzel şekilde icra edilebileceği alanlarmış.
Futbol hayatımın en zevkli ve en özgür yılları sokak aralarında geçmiş. Sokak arasında futbol oynamanın sahaya çıkaracağınız kadronun sayısının belli olmaması –herkesi oyuna dahil etme ya da az sayıda oyuncuyla da futbol oynama imkanı- oynanacak oyunun (çift kale, tek kale, tek vuruş vs.) oyuncuların kendi isteğiyle seçilmesi gibi özgürlükleri de vardır.
Futbol emekçilerinin futbol hayatlarının gelişim süreçleri, amatör oyuncuların gelişim süreçlerine benzerlik gösterse de onlardan çok daha fazlasıdır. Ancak bu gelişim sürecinin temel hedefi, sporcunun sahip olduğu amatör ruhu tamamen ortadan kaldırmayı hedefler. Bu yüzden modern futbolda amatör ruh giderek marjinalleşen bir olgu haline gelmiştir.
Futbol endüstrisinin futbolcudan beklediği öncelikli talep futbolculuğun bir meslek olarak algılanıp buna göre hareket edilmesidir. Diğer bir talep ise futbolcunun giderek katılaşan futbol kurallarını sahada harfiyen uygulamasıdır.
1990’ların sonuyla birlikte futbolcuların attıkları gole nasıl sevineceklerine kadar müdahale etmeye başlayan post-modern futbol kuralları sahalardan amatör ruhlu sporcuları silmeye başladı.
Post-modern dönemde- her şeyin metalaşması sürecinde- futbol da giderek bir meta halini almaya başladı. Şimdilik sahanın içindekilerin temel değişim ve gelişim süreçlerinde bahsedeceklerim bunlar. Belki aranızda Sinyor Terim gibi “Ben ders almam, ders veririm” diyenleriniz de vardır. Ancak bu yazının eğlencelik bir deneme olduğunu aklınızdan çıkarmamanızı rica ederim…
“Futbola Giriş II” dersinde görüşmek üzere…