Arsenal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arsenal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ara 2012

Ozzie

Beşiktaş'ın genç yıldız adayı Oğuzhan Özyakup'tan bahsedeceğim bu yazımda. 24-25 yaşlarına gelmiş futbolcuların hala genç olarak nitelendirildiği ülkemde, henüz iki ay önce 20 yaşını doldurmuş bu oyuncuya 'genç' deme hakkını kendimde buluyorum açıkçası. 10 yaşında Az Alkmaar'da başlayan öykü 2008 yılında Premier Lig'in köklü takımı Arsenal'e  ayak basarak devam etmiş. 2009-2010 sezonunda 18 yaş altı Premier Akademi Lig'inde şampiyonluk yaşayan Ozzie, 19 Eylül 2011'de İngiltere Lig Kupası maçında 13 dakika sahada kalarak ilk profesyonel maçına çıkmış. Şu sıralarda Beşiktaş'ta ortaya koyduğu başarılı performans ve   göze hoş gelen futboluyla Türkiye futbol medyasının ilgi odağı. Takım arkadaşı Ersan Gülüm, Oğuzhan'ın bir iki maçta iyi oynadıktan sonra şımaracak bir karakteri olmadığını, kişisel gelişimini tamamlamış ve yeterli olgunluğa erişmiş bir insan olduğunu vurguluyor. Bu yıl en dikkat çeken isimlerden birisi olan Manuel Fernandes ise Oğuzhan'ın ilerde Avrupa'nın en iyi kulüplerinde oynayabileceğini iddia ediyor.

Peki  futbolseverler ve futbolu bilenler için Oğuzhan'ı farklı kılan ne? Oğuzhan orta sahada en azından birini daha iyi yapsa da; oyunun iki yönünü de oynayabilen, buna çalışan bir futbol sergiliyor bizlere. Top ayağına çok yakışıyor, topa hakim bir şekilde iyi süratleniyor. Topu ayağına aldığı anda tek hedefi rakip kaleye gitmek.Beklenmedik anda muhteşem ara pasları verebiliyor. Top rakipteyken de Beşiktaş yarı alanı ve Beşiktaş ceza sahası çevresinde pres yaparken buluyorsunuz maç sırasında. Zekasını iyi kullanıyor ve basit oynayarak katkısını maksimuma çıkarmaya çalışıyor. Bu zamana kadar tek eksiği fiziksel güç gibi duruyor; ancak şu andaki haliyle bile ikili mücadelelerde uzun süre ayakta kalmayı başarıyor. Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan'dan sonra hücum yönü daha fazla olmakla beraber, oyunun iki yönünü oynayan bir futbolcuyu Türk futbolu kazanmak üzere; ancak bu saydığım isimler ve Oğuzhan farklı stillerde futbolcular. Oğuzhan'ın en önemli farkı hızlı olması. 

Beşiktaş'a transfer haberini okuduğumda kendisinin bir İbrahim Altınsay transferi olduğunu öğrendim ve bu, Ozzie için umutlanmam için geçerli bir sebepti. Sonra Oğuzhan'ın oynadığı maçlardan derleme videolar bulup izledim ve o günden itibaren bu günleri beklemeye başladım. Bir aksilik çıkmazsa eğer Beşiktaş'ın Fabregas stilinde futbolcuya sahip olduğunu ve Fernandes'le birlikte harika işler çıkaracaklarını hayal ettim birkaç ay  boyunca kafamda oynadığım maçlarda. Gel gelelim kafamda oynadığım maçlar gerçek oldu olmasına ama Ozzie bunun da üstüne çıktı. Fernandes'in yokluğunda, zor bir deplasmanda, Beşiktaş'ın geriye de düştüğü bir maçta oyun olarak vasat bir performans sergilese de sahneye çıktı ve Orduspor maçından 3 puanı alarak  kendisi ve takım arkadaşlarına inanılmaz bir öz güven aşıladı. Şimdi cuma akşamı zor bir Eskişehirspor maçı var İnönü'de ve Fernandes çok yüksek bir ihtimalle o maçta da yerini alamayacak. Akhisar Belediyespor maçından önce BJK Tv'ye verdiğim röportajda maçın seyrinin Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak değişeceğini söylemiştim. Maçın adının bir önemi yok, şimdi sebeplerimin de artmasıyla beraber Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak Eskişehirspor maçının sonucunun belli olacağını düşünüyorum. Umarım iyi performansını artırarak devam ettirir ve bizlere seyir zevki vermeye devam eder.

31 Eki 2012

Mahalle Maçı Tadında Maç: 7-5!




       Önce 0-4'ten 5-4, daha sonra 5-5, 6-5, en sonunda da 7-5! Bugünkü Reading-Arsenal Lig Kupası maçının sonucu olan bu karşılaşma son zamanlarda kayıtlara geçen en gollü maçlardan birisi oldu. Uzun yıllardır Premier Lig'den mahrum bırakılan biz seyircilerin bari bu kupa maçlarını takip edebilseydik diye serzenişte bulunabilecekleri bir skor var karşımızda, maçı izlememiş olsak bile. Bir diğer anektot ise, uzun yılların kupa hasreti çeken Wenger ve talebelerinin gösterdikleri hırs olarak kayıtlara geçmelidir. Kim bilir bu 4-0'dan geri dönüş belki de Arsenal'e yıllar sonraki ilk kupasını getirir ve talihsiz oyuncu ayrılıklarının önüne geçip, ekonomik olanakların tam kapasite ile seferberliği ile Wenger yeniden o eski şatafatlı takımını yaratabilir, olamaz mı?

18 Eyl 2012

Premier Lig'de nadas değil hasat sezonu

Premier Lig'de dördüncü hafta geride kalırken, lige damgayı takımlarına geride bıraktığımız transfer sezonunda katılan futbolcular vurdu. Chelsea'nin namağlup liderliğiyle geçilen dört haftada öne çıkan isimlerin çoğunun takımlarına yeni katılan isimler olması transfer sezonunun birçok kulüp için ne kadar başarılı geçtiğinin de somut bir kanıtı oldu. Tabi yeni transferlerden yüzü gülmeyen Liverpool, Queens Park Rangers gibi takımlar da olmadı değil. Oynadığı dört maçta dört beraberlik alan Stoke City ve oynadığı üç maçta üç beraberlik alan Sunderland takımları ise ilgi çeken beraberlik serilerine imza attılar. Tabi ki ligin puansız ekibi Southampton da yıllar sonra yükseldiği Premier Lig'de ilk dört hafta itibariyle aradığını bulamayan takımlardan oldu.

İsterseniz şimdi yeni takımlarına katılan isimlerin en başarılılarına bir göz atalım:

1) Eden Hazard(40m€): İngiltere topraklarına Fransa'nın Lille takımından adım atan Belçikalı futbolcu attığı bir gol ve  ikisi penaltıdan olmak üzere attırdığı altı golle ilk dört hafta itibariyle en çok dikkat çeken isim oldu. Premier Lig'de yaz transfer sezonunun en pahalı transferi olarak kayıtlara geçen hücum oyuncusu Chelsea'deki yaratıcı futbolcu eksiğini fazlasıyla kapatmış gibi görünüyor. Şampiyonlar Ligi şampiyonunda oynayacak olmasının yanında Roberto Di Matteo gibi genç ve başarılı bir hocayla çalışacak olması da Hazard'ın motivasyonunu artıran unsurlardan. Tabi aldığı parayı bir kenarda tutarsak.

2) Robin Van Persie(30.7m€): Sekiz sezon boyunca giydiği Arsenal formasını bırakıp Manchester United'a imza atan RVP 2012/2013 sezonunda attığı dört golle lige en iyi başlangıcı yapan iki forvet oyuncusundan biri oldu. Mavilerin arkasında ikinci sırada yer alan Kırmızı Şeytanların bu sezon en çok güvendiği isim kuşkusuz RVP. Tabi böyle bir varsayımı yaparken Wayne Rooney'nin uzun süreli sakatlığını göz önünde bulundurduğumu hatırlatmak isterim.

3) Michu(2.6m€): 2011/2012 sezonunda İspanya La Liga'da on beş gole imzasını atan İspanyol hücum oyuncusu Swansea'ye çok ucuza mal oldu. Geride kalan dört maçta rakip kalelere dört adet gol bırakan golcü oyuncu aynı zamanda Premier Lig'de fiyat/performans açısından başı çeken isim oldu. Michu Premier Lig'de beşinci sırada yer alan takımı Swansea'nin -Wayne Routledge ve Nathan Dyer'la birlikte- oynadığı güzel futbolun da baş aktörlerinden birisi oldu.

4) Santi Cazorla(19m€): Belki RVP'nin yerini doldurmaz ancak şu ana kadar Arsenal'in oyununa Cazorla'nın çok şey kattığı kesin. Bu sezon takımının en pahalı transferi olan Santi ilk iki haftayı golsüz geçen Arsenal'in en iyi oyuncusu olarak göze battı. Anfield Road'daki Liverpool maçında önce Podolski'nin attığı golün asistini yaptı sonrasında da takımının ikinci golünü atarak zaferin mimarı oldu.

5) Steven Fletcher(15.2m€): Wolverhampton Wanderers'tan Sunderland'e transfer olan golcü oyuncu takımıyla sadece iki maçta sahaya çıkabildi. Ancak bu iki maçta fileleri üç kez havalandıran forvet oyuncusu Premier Lig'de en iyi başlangıcı yapan oyunculardan birisi oldu.

8 Haz 2012

Gerilerden gelen sürpriz adayı: Polonya

Ortam yavaş yavaş ısınıyor...
Turnuvada ilk maçlar A grubuyla başlıyor. Açılış maçı Varşova'da....

Grup aşamasında anlatacağım ikinci takım Polonya olacak. İlk takımım Calciopoli mağduru; eskiye oranla güç ve tecrübe kaybına uğramış kadrosuyla İtalya'ydı. Polonya ise İtalya'nın tam tersine sürpriz yapma potansiyeli olan, ev sahibi avantajını Ukrayna'ya oranla daha iyi kullanabileceğini düşündüğüm bir takım.
Franciszek Smuda'nın ilk maçın sabahı yaptığı açıklamalar turnuva öncesi göz dağı niteliğinde. Polonyalı teknik adam Borussia Dortmund kadrosunda yer alan üç oyuncusu hakkında transfer açıklamaları yaptı. Robert Lewandowski'nin Manchester United'a, Jakub Blaszczykowski'nin İngiltere'de bir takıma, Lukasz Piszczek'in de Real Madrid'e transfer olacağını açıkladı. Gelecek sezon için Borussia Dortmund hakkında çeşitli şüphelere haiz olmamı sağlayan bu transfer söylentileri bakalım sahaya çıkacak futbolculara ne kadar etki edecek? Bana göre bu üç transfer haberi de futbolcuya olumlu yönde yansır. Ne de olsa bahsettiğimiz takımlar Avrupa'nın en başarılı birkaç takımından ikisi....

Polonya turnuvalarda çok başarılı bir görüntü ortaya koymuyor. Ancak bu sene bambaşka bir potansiyel taşıdıklarına inanıyorum. Özellikle kolay bir kura çekmeleri de 2008'de Türkiye'nin yaptığını Polonya'nın yapmaması için hiçbir sebep yok. Arsenal kalecisi Wojciech Szczesny Dortmundlular haricinde takımın göze çarpan ve güven veren ilk ismi. Mainz'in orta saha oyuncusu Eugen Polanski ise Almanya 21 yaş altı milli takımında forma giydikten sonra Polonya'yı seçti. Hücum alanında Polonya'nın en etkili silahlarından birisi olan Lille'in yıldızı Ludovic Obraniak ise 27 yaşında olmasına rağmen takımın tecrübeli sayılabilecek oyuncularından. Türkiyeli futbol severlerin aşina olduğu isimlerse: Geçtiğimiz sezonu Celtic'de kiralık olarak geçiren Trabzonsporlu Pawel Brozek; bu sezon geldiği Trabzonspor'da Şampiyonlar Ligi tecrübesi yaşayan Adrian Mierzejewski ve iki sezondur Sivasspor forması giyen Kamil Grosicki.

Gruptan çıkacağına inandığım Polonya'nın şansı yaver giderse çeyrek finalde çekeceği şanslı bir kura onları yarı finale kadar taşıyabilir. Daha da ötesine giderler mi o kadarını bilmiyorum. Ancak ev sahibi oldukları bu turnuvada hiçbir şey onlar için imkansız gözükmüyor...

30 Oca 2012

İlkler Unutulmaz


Dünya futbolunda son zamanlarda yaşanmış önemli iki hadise olan El Clasico ve Henry'nin Arsenal'e dönüşüne kıyısından köşesinden değinen bu yazıyı hep yazmak istemiştir fakat kısmet bugüneymiş. Barcelona'nın belki de şu anda dünyada kendisine en yakın rakibi olan Real Madrid'i bir kez daha elemesi 'Barcelona gelmiş geçmiş en iyi futbol takımı mı?' sorusunu bir kez daha insanların zihnine oturttu. Gerçekten de özellikle bizim yaşımızdaki jenerasyon böylesi bir takım görmemiştir belki de. Evet, o yüzden bazılarının dediği gibi Pele'li Santos veya Puskas'lı Di Stefano'lu Real Madrid daha iyi bir takım mıydı sorularının yanıtını doğal olarak cevaplayamayız.

Bazı şeyler çocukluğumuzun, geçmişimizin buğulu dünyasından dolayı net olarak tamamen bilinmese de daha akılda kalıcı izler bırakabilir insanda, öylesi anılar, bilgiler en saf haliyle ömür boyu yanımızda durur hep ve bilinçaltı dediğimiz parçamızı meydana getirir, ne olursa olsun belli başlı dogmalarımız olur o zamanlardan kalma.Bu gibi durumlar, özellikle aşklar için söylediğimiz bir kalıp vardır: 'ilkler unutulmaz' diye. İşte benim için de dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı sorusunun yanıtı dogmadır, unutulmaz ilkim bellidir; Ntv'de Murat Kosova'nın 'İşte Premier Lig bu!' sloganıyla ve büyük bir zevkle anlattığı Premier Lig maçlarının arasında, özellikle 2003-04 sezonundaki Arsenal. Belki ilk defa bir ligi, bir takımı bu kadar çok takip ettiğim için bilinçaltıma işledi bu konu ancak bazı nesnel veriler de kendimi haklı çıkarmamda yardımcı oluyor bana. Büyük bir ihtimalle uzunca bir süre daha egale edilemeyecek bir başarıyla şampiyon oldu o yıl; 38 maç boyunca hiç bir yenilgi almadılar(1889 Preston North End'den sonra bunu yapan ikinci takım).

Kimler yoktu ki o takımda; stoperde o zamanlar dünyanın en iyi savunmacıları arasında olan Sol Campbell ve Kolo Toure, solda şimdiki nefretin aksine o zamanlar efsane olan Ashley Cole, orta sahanın ortasında o zamanların güçlü ve daha iyi savunma yapan Xavi'si diyebileceğimiz Vieira, sağda renkli saçlı Ljungberg solda Pires ve takıma devre arasında dahil olup yeteneği Henry ile karşılaştırılabilecek kadar iyi olan Reyes (hatta Aragones’in o dönem Reyes’e “Sen o maymundan daha iyisin” dediği rivayet edilmektedir), önlerinde yaşlılığına rağmen Arsenal’e gelmiş en iyi oyunculardan biri olarak atfedilen 10 numara Bergkamp ve en uçta 33 yaşında 2 aylığına dönmesi bile efsane yaratacak kadar efsane olan Thierry Henry... Lehmann, Wiltord, Parlour, Gilberto Silva ve hatta o yıl 3 maç görev alsa da Fabregas da o efsanevi takımın birer parçalarıydılar.

Zamane Barcelona'sına ve bir çok takıma öncülük eden 4-2-3-1 taktiksel dizilişiyle oynamaları, kazandıkları yenilgisiz şampiyonluk ve de İtalya'da Inter'e bile 5 gol atacak kadar iyi bir takım olmalarını; çocukluğun hatırlattığı heyecan ve Murat Kosova'nın coşkusuyla birleştirdiğimiz zaman benim için dünyada bu zamana kadar gelmiş geçmiş en iyi takım kimdir sorusunun yanıtını tektir ve o da o 2003-04 arsenal takımıdır.işte bu yüzden başlığa da adını veren 'ilkler unutulmaz' ilkesinden yola çıkarak bugünün barcelonası ve bundan sonra gelebilecek herhangi bir takımın arsenal'le kıyaslanmasında galip benim için her zaman bellidir.

Efsane sezonun 12 bölümlük belgeselinin ilk bölümü: (Kalan kısmına Youtube'dan devam edebilirsiniz.)

10 Oca 2012

Thierry Henry: Bir Londra Efsanesi



“Sene 2004… Sıcak bir Haziran öğleden sonrası.
Arkadaşlarla forma almaya karar veriyoruz ve pazarın yolunu tutuyoruz. Yaklaşık on beş yirmi forma çeşidinin arasından o yılın İngiltere Premier Ligi Şampiyonu Arsenal’in forması gözüme ilişiyor: 14 sırt numaralı Thierry Henry forması. Hemen alıyorum. Ne de olsa daha birkaç gün önce Okay Karacan Arsenal’in şampiyonluğunu biz seyirciye aktarırken konuk olarak Murat Kosova maçın son anlarında bir Premier Lig uzmanı unvanıyla kulaklarımızın pasını siliyordu. Ben de Arsenal’in Manchester United hegemonyasını sona erdirişini büyük bir keyifle izliyordum.”
“Sene 2012… Soğuk bir Ocak gecesi.
FA Cup(İngiltere Federasyon Kupası) üçüncü turu, Emirates’teki rakip: Leeds United. Dakikalar 68’i gösterdiğinde Thierry Henry yıllar sonra iki aylığına kiralık olarak döndüğü yuvasında oyuna dahil oluyor... Oyuna girdikten on dakika sonra Henry bilindik plase gollerinden birisine daha imza atıyor ve uzayan sakalları eşliğinde Arsenal taraftarını gol sevinciyle selamlıyor.”
Seksenlerin ortaları ve hemen sonrasında doğan neslin en önemli futbol simgelerinden birisi de Thierry Henry’ydi. Tıpkı Ronaldo, Zidane, Batistuta, Maldini, Bergkamp ve adlarını saymaya bu satırların izin vermediği diğer efsaneler gibi. Futbol seyircisinin kalbi geniştir ve bu kalpte futbolda sembolleşmiş çok sayıda yeteneğe yer vardır. Ancak bazı yetenekler var ki bunlar hiçbir zaman unutulmaz. Thierry Henry de Arsenal’de forma giydiği yıllarda futbolu seven ve takip eden hemen herkesin kalbinde ve zihninde unutulmaz bir sembol olarak yer etti.
Benim hikayeme dönersek; Henry’yle olan manevi bağlarımın sona erip yerini sadece attığı gollerle hatırlanacak bir futbolcu figürüne bırakması, tabi ki Arsenal’den ayrılıp Barcelona’ya transfer olduğu ana denk gelir. Benim gibi futbol aşığı birçok insan da Henry’yle aralarına mesafeyi bu transfer hikayesinden sonra koydu (hem Barça’yı hem de Arsenal’i destekleyenleri tenzih ederim). Sonraları ABD’ye gidince hepten unuttuk Henry’yi. 2011 Temmuz’unda Emirates Cup’ta göründü kendisi, bu da çoğu futbolseverin ilgisini çekmedi. Ancak 2012’deki muhteşem geri dönüşüyle tekrardan Arsenal taraftarının kalbini kazandı Henry. Bu geri dönüşe çoğu futbolsever de kayıtsız kalamayacaktır diye tahmin ediyorum.
İki ay vaktimiz var; şimdiden iyi seyirler!