Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 May 2013
ŞEREF BEY ANILARI-1
Henüz bu yıl yaşanan bir anımı paylaşayım kısaca...
Mabedimizde Fenerbahçe maçındayız dostlarımızla. Kapalı üst tribünün hafif sağında parçalıyoruz kendimizi Beşiktaş'ım sen çok yaşa canım feda olsun sana... İki tane de Almanya'dan kartal parçası kuzenlerim gelmişler ki maça.. Dakika 90 oldu. Tam ümitler tükendi derken Olcay'ın golü geldi. Hadi biz alışkınız ama; çocuklar dünyanın öbür ucuna boyunları bükük gitmesin istedim içimden, Olcay Niang'ın ara pasına hareketlenirken. Golden sonra hooop ben 6 sıra aşağıdayım tabi. Hissettim ki omzum çıkmış. Daha önce de çıkmıştı; bir kere çıkınca alışkanlık haline geliyormuş. Neyse ''feda'' olsun dedik ve diğer kolumuzla yumruk havada sevinmeye devam ettik tabi. Sonra mı? Stadın ambulansıyla aynen Acıbadem Fulya'dayız... Taktıklar benim kolu yerine. Şimdi eskisinden daha iyi.
Mabedimizin de, Beşiktaş'ımızın da eskisinden daha iyi olması umuduyla...
Güle güle Şeref Bey...
Etiketler:
Beşiktaş,
Fenerbahçe,
Niang,
Olcay Şahan,
Şeref Bey,
Ülken İlhan
21 Eki 2012
İnanç meselesi
belirdi artık Türkiye stadyumlarında. Herşeye rağmen kirli pazarlıkların, adaletsizliklerin olduğu bu yaşam alanında kimileri de cehennemden kombine almıştı belki de. Dün akşam Bursaspor - Fenerbahçe maçında, Türkiye'de yaşanan şike davası sürecine bir mesaj vardı Bursaspor tribünlerinde. Derdimiz kimseyi zan altında bırakmak değil. İnanç özgürlüğü var diyorsak eğer hala bu ülkede buyrun bakalım:
17 Eki 2012
Biz bir günde mi 'İçinizdeki İrlandalılar' olduk?
Türk Milli Takımı Türkiye'nin çalkantılı dönemlerinden, yaşanan darbelerinden, sağ-sol çatışmasından pek nasibini almamış bir kurumdu. Sanat müziği gibiydi, başına 'Türk' koyduğunuzda kimse gocunmazdı ondan. Bu ülkenin sağcısı, solcusu her sınıftan insanı desteklerdi bu takımı hiç çekinmeden. Nasıl desteklemesin ki? Tarihi mağlubiyetleriyle dalga geçen, turnuvalara katılırken ecel terleri döken ama katıldığı turnuvalarda dengeleri alt üst eden bir takımdı.
90 doğumlu biri olarak milli takım konusunda şanslıyım. Gözlerimi futbola açtığımda zımba gibi bir milli takımımız vardı. 2000 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya'ya karşı deplasmanda mükemmel oynadığımız 0-0'lık beraberlikle döndüğümüz maç benim için milattır. Bu ülkenin futboldaki makus talihi Sergen'in Matthaus'un sağından atıp solundan geçtiği pozisyonda kırılmıştır. Ne mutlu bana ki o günlerle açtım gözümü futbola! Geçenlerde Suat Kaya'nın ve Okan Buruk'un katıldığı bir Ligtv programında milli takımın en unutulmaz yirmi maçı vardı, en az on beşini canlı izlediğimi farkettim. Bundan ala mutluluk var mı?
Bu akşam milli takım o kadar yalnızdı ki çok sevdiğim bir abim 'ülkü ocakları bile şu galibiyete sevinmiştir' dedi, haklıydı da. Herkes o kadar küstürüldü, her şey o kadar anlamsızlaştırıldı ki artık milli takım denen şeyin altı bomboş insanlar için. İstedikleri kadar süslü reklam yapsınlar, istedikleri kadar bu işi bize pazarlamaya çalışsınlar; yemiyoruz yemeyiz artık.
Bu gece kendi kendime dedim ki:' Ulan madem gidemiyoruz bu turnuvalara, gereken neyse yapalım evsahibi olalım.' Bunu dedikten sonra ise 2016'ya aday olduğumuz o harita aklıma geldi, tam bir fiyaskoydu! Keyifleri gelince iki senede Süper Lig'de oynattıkları hevesleri kaçınca sürüm sürüm süründürdükleri Diyarbakır'ın, Akyazı ile HES'le darmadağın ettikleri Trabzon'un olmadığı, Ankara'nın ise ayıp olmasın diye konulduğu o harita...Haritada yer alan Konya ile Kayseri'nin ideolojik olduğu malumunuz, neyse o konulara girmeyeyim.
Milli takım kadrosu belli. Mehmet Ekici bu sene Bremen'de ne kadar oynamış belli. Anadolu futbolcusuna, futbolcusunu o formayla görüp gururlanacak Anadolu taraftarına ayıp.
Hakan Şükür'ü gram sevmezdim; ama bu gözlerin gördüğü en büyük forvetti. Onsuz milli takım izlemek bir garip. Set hücumunda bocalıyoruz, hiçbir forvetimiz sırtı dönük oyunu bilmiyor. Bu ligde bu oyunu oynayabilecek Muhammet Demir, Nobre gibi isimler yetersiz görülüp alınmıyor.
Ankaragüçlüler'in durumu malum, Trabzon'un 3 Temmuz direnişi hala sürüyor, Diyarbakırspor'da sıkıntı bitmiyor, maç saatlerindeki Ferrari haberini gördük Beşiktaş'ın ne olacağı hiç belli değil. Galatasaray ve Fenerbahçe yeni dengelerin önemli parçaları zaten onlara bir şey demiyorum. Benim altını çizmek istediğim şey onun yerine bu oynasaydı mevzusu değil; TFF-Milli Takım-Demirören üçlüsünün halktan nasıl uzaklaştıkları, nasıl bu ülkede futbol namına her şeyin içini boşalttıkları görülmeli artık. Sorun milli takıma Anadolu'dan iki topçu alarak çözülecek küçüklükte değil, bir yabancılaşmanın bir ötekileştirmenin biriktirdiği bir hesap var. Ecevit 70'lerde CHP'yi tekrar canlandırmak için 'CHP halka gitmelidir; ama halka giderken uzatacak elinin yanında söyleyecek sözü olmalıdır' demişti, Demirören TFF'sinin ne uzattığı eli tutacak ne de söylediği sözü dinleyecek biri yok bu ülkede!
Kulüpler ve Milli Takım bazında ne kadar havalarda olduğumuz malumunuz; öyle ki Almanya'ya karşı alınan 3-0'lık mağlubiyetten sonra maçın canlı anlatımında ülkenin en gözde spor yorumcularından R.Dilmen utanç duyarak kulaklığı bırakmıştı. Kendi evimizde kalecisini iki üç kere gördüğümüz Romanya'ya da 'vasat' diyen R.Dilmen keşke Macaristan maçında da yorumcu olsaydı da üçüncü golden sonraki tepkisini görseydik.
Feyyaz Uçar TRT'de bir keresinde 'Yugoslavya dağıldı da biz turnuva gördük, bu dağılmadan sonra hepsi ekol sahibi olan bu ülkeler kendilerini toparladıkça tekrar dominant olacaktır' demişti. Yükselişimizin üstüne bir şey koymadığımız sadece gereksiz ego sahibi olduğumuz, jenerasyonlar arası bayrak değişimini gerçekleştiremediğimiz çok rahatça görülüyor. Keza bizi güle oynaya turnuvalara yollayan Bosna Hersek şu an Türkiye'ye kök söktürür. Şu an Balkanlar'da 'rahat yeneriz' diyebileceğiniz bir ülke var mı?
Sorun hocada mı?
Yazıyı okuduysanız bunu sormamalısınız.
90 doğumlu biri olarak milli takım konusunda şanslıyım. Gözlerimi futbola açtığımda zımba gibi bir milli takımımız vardı. 2000 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya'ya karşı deplasmanda mükemmel oynadığımız 0-0'lık beraberlikle döndüğümüz maç benim için milattır. Bu ülkenin futboldaki makus talihi Sergen'in Matthaus'un sağından atıp solundan geçtiği pozisyonda kırılmıştır. Ne mutlu bana ki o günlerle açtım gözümü futbola! Geçenlerde Suat Kaya'nın ve Okan Buruk'un katıldığı bir Ligtv programında milli takımın en unutulmaz yirmi maçı vardı, en az on beşini canlı izlediğimi farkettim. Bundan ala mutluluk var mı?
Bu akşam milli takım o kadar yalnızdı ki çok sevdiğim bir abim 'ülkü ocakları bile şu galibiyete sevinmiştir' dedi, haklıydı da. Herkes o kadar küstürüldü, her şey o kadar anlamsızlaştırıldı ki artık milli takım denen şeyin altı bomboş insanlar için. İstedikleri kadar süslü reklam yapsınlar, istedikleri kadar bu işi bize pazarlamaya çalışsınlar; yemiyoruz yemeyiz artık.
Bu gece kendi kendime dedim ki:' Ulan madem gidemiyoruz bu turnuvalara, gereken neyse yapalım evsahibi olalım.' Bunu dedikten sonra ise 2016'ya aday olduğumuz o harita aklıma geldi, tam bir fiyaskoydu! Keyifleri gelince iki senede Süper Lig'de oynattıkları hevesleri kaçınca sürüm sürüm süründürdükleri Diyarbakır'ın, Akyazı ile HES'le darmadağın ettikleri Trabzon'un olmadığı, Ankara'nın ise ayıp olmasın diye konulduğu o harita...Haritada yer alan Konya ile Kayseri'nin ideolojik olduğu malumunuz, neyse o konulara girmeyeyim.
Milli takım kadrosu belli. Mehmet Ekici bu sene Bremen'de ne kadar oynamış belli. Anadolu futbolcusuna, futbolcusunu o formayla görüp gururlanacak Anadolu taraftarına ayıp.
Hakan Şükür'ü gram sevmezdim; ama bu gözlerin gördüğü en büyük forvetti. Onsuz milli takım izlemek bir garip. Set hücumunda bocalıyoruz, hiçbir forvetimiz sırtı dönük oyunu bilmiyor. Bu ligde bu oyunu oynayabilecek Muhammet Demir, Nobre gibi isimler yetersiz görülüp alınmıyor.
Ankaragüçlüler'in durumu malum, Trabzon'un 3 Temmuz direnişi hala sürüyor, Diyarbakırspor'da sıkıntı bitmiyor, maç saatlerindeki Ferrari haberini gördük Beşiktaş'ın ne olacağı hiç belli değil. Galatasaray ve Fenerbahçe yeni dengelerin önemli parçaları zaten onlara bir şey demiyorum. Benim altını çizmek istediğim şey onun yerine bu oynasaydı mevzusu değil; TFF-Milli Takım-Demirören üçlüsünün halktan nasıl uzaklaştıkları, nasıl bu ülkede futbol namına her şeyin içini boşalttıkları görülmeli artık. Sorun milli takıma Anadolu'dan iki topçu alarak çözülecek küçüklükte değil, bir yabancılaşmanın bir ötekileştirmenin biriktirdiği bir hesap var. Ecevit 70'lerde CHP'yi tekrar canlandırmak için 'CHP halka gitmelidir; ama halka giderken uzatacak elinin yanında söyleyecek sözü olmalıdır' demişti, Demirören TFF'sinin ne uzattığı eli tutacak ne de söylediği sözü dinleyecek biri yok bu ülkede!
Kulüpler ve Milli Takım bazında ne kadar havalarda olduğumuz malumunuz; öyle ki Almanya'ya karşı alınan 3-0'lık mağlubiyetten sonra maçın canlı anlatımında ülkenin en gözde spor yorumcularından R.Dilmen utanç duyarak kulaklığı bırakmıştı. Kendi evimizde kalecisini iki üç kere gördüğümüz Romanya'ya da 'vasat' diyen R.Dilmen keşke Macaristan maçında da yorumcu olsaydı da üçüncü golden sonraki tepkisini görseydik.
Feyyaz Uçar TRT'de bir keresinde 'Yugoslavya dağıldı da biz turnuva gördük, bu dağılmadan sonra hepsi ekol sahibi olan bu ülkeler kendilerini toparladıkça tekrar dominant olacaktır' demişti. Yükselişimizin üstüne bir şey koymadığımız sadece gereksiz ego sahibi olduğumuz, jenerasyonlar arası bayrak değişimini gerçekleştiremediğimiz çok rahatça görülüyor. Keza bizi güle oynaya turnuvalara yollayan Bosna Hersek şu an Türkiye'ye kök söktürür. Şu an Balkanlar'da 'rahat yeneriz' diyebileceğiniz bir ülke var mı?
Sorun hocada mı?
Yazıyı okuduysanız bunu sormamalısınız.
Etiketler:
2014 Dünya Kupası,
Abdullah Avcı,
Ankara,
Ankaragücü,
Beşiktaş,
Diyarbakırspor,
Fenerbahçe,
Galatasaray,
Macaristan,
Rıdvan Dilmen,
Salih Kaya,
Trabzon,
Trabzonspor,
Türkiye
16 Eki 2012
Açılış Var Dediler
Serhat Akın'ın 2004 yılındaki işyeri açılışından... Felsefe yapmaya pek gerek yok aslında: Zevk meselesi..
5 Eki 2012
Yerden Sert!
Şovenizm fırsat bulduğu her alanda kendini
gösterir. Ayırt edilmesi gereken nokta, şovenizm Türkiye'ye özgü bir durum
değildir. Batı'da ortaya çıkan milliyetçilik akımı dünyanın bir çok bölgesinde
kendine taraftarlar bulmuştur ve bulmaya da devam etmektedir.Futbol ise
şovenizmin kendine sıkça yer bulduğu bir spor alanı sadece.
Borrusia Mönchengladbach - Fenerbahçe maçının son yarım saatlik kısmını izleme
şansı buldum bu gece. Bir yandan da sosyal medyada günün olan bitenlerini takip
ettim.Popüler başlıklardan birisinin Ercan Taner olduğunu görünce duraksadım ve
kendisi hakkında yazılanları görünce kendisini çok seven birisi olarak
gerçekten çok üzüldüm. Birçok twitter kullanıcısı Ercan Taner'in Fenerbahçe'nin gol sevinçlerini abartılı yaşadığından ve bu şekilde de rengini belli
ettiğinden yakınmış. Fanatizm, yıllardır işini en iyi şekilde yapmaya çalışan
bir futbol spikerini yerden yere vurmuş. Derdim Türk takımlarının Avrupa
takımlarıyla olan karşılaşmalarında Türk takımlarının desteklenmesi gerekliliğine
dayanan bir inanç üzerinden milliyetçilik dersi vermek değil tabiki de. Ben
Beşiktaş taraftarıyım ve Beşiktaş dışındaki takımların ne sonuç aldığı açıkçası
beni ilgilendirmez. Ancak hakkaniyet duygularım Ercan Taner hakkında
söylenen sözlerden sonra bir iki kelam etmem gerektiğini söyledi bana.Dönelim
2000 senesine: ''Hagi! Hagi! Hagi! '' , ''Kim attı? Kral attı! Hem de Leeds'te Elland Road'da...'' coşkulu
sözleri bizzat Ercan Taner'e aittir. 2002 yılında Beşiktaş'ın yüzüncü yıl
şampiyonluğunu ilan ettiği Galatasaray derbisine de, yıllarca unutulmayan
''Sergen attı şampiyonluk geldi'' sözüyle damga vurmuştur başarılı futbol
spikeri.
Ercan Taner’ e eğer gerçekten bir taraf
olduğu konusunda eleştiri getireceksek ancak Real Madrid Barcelona maçlarındaki
anlatımlarıyla eleştiri getirebiliriz diye düşünüyorum. Eleştiriye başlamadan
önce ve fanatizmin yarattığı körlükle insanları yerin dibine sokmadan önce en
azından kısa bir araştırma yapmak gerekir sanırım.Ercan Taner kendisine
babasından kalma tutkulu bir Beşiktaş taraftarıdır.Bu bilgi de ; Ercan Taner bugün
Fenerbahçe’nin gollerinde ağlamaklı ses tonuyla rengini belli etmiştir diyen Beşiktaşlı, Galatasaraylı vs.
taraftarlara Ercan ağabeyin deyimiyle ‘’yerden
sert’’ bir cevap olsun.
Etiketler:
Barcelona,
Beşiktaş,
Borussia Mönchengladbach,
Elland Road,
Ercan Taner,
Fenerbahçe,
Galatasaray,
George Hagi,
Hakan Şükür,
Leeds United,
Real Madrid,
Sergen Yalçın,
UEFA Avrupa Ligi,
Ülken İlhan
26 Ağu 2012
Alex Söyle Kaptanlığın Nerede?
Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı Alex de Souza'nın saha içi performans değerlendirmesi değildir, 8 yıldır Fenerbahçe için yaptıklarını tartışmam, tartışamam ki zaten kendisi halihazırda hak ettiği şekilde Fenerbahçe'nin efsaneleri arasına adını yazdırmıştır. Bunu belirttim çünkü konunun bu kadar büyümesinin en büyük nedeni de buradan kaynaklanıyor, Alex'in Fenerbahçe'de bulunduğu tüm zamanlar üzerinden genel değerlendirme yapılıp onun bu süreçte yararlı veya zararlı olduğu sonucu üzerinden, oynatılıp oynatılmaması gerektiği üzerine fikir yürütülüyor.
Gelelim benim dikkati çekmek istediğim ve şahsi kanaatimce dikkat çekilmesi gereken ancak bu tartışmalarda belki de üzerinde en az durulan konuya; Alex de Souza 34 yaşında (hatta 14 Eylül'de 35 yaşına giriyor) ve Spartak Moskova maçı öncesi oynanan 4 resmi maçta da silik bir performans ortaya koydu. Bu belirttiğim iki birbirine pek yakın olmayan ifadenin aslında çıktığı sonuç ortak; birincisi, doğal olarak 34 yaşındaki bir oyuncunun 2 hafta içinde oynanan 5 resmi maçtan herhangi birinde dinlendirilmesinden ya da fizik yetersizliğinden dolayı tercih dışı bırakılmasından doğal bir şey yok. İkincisi de, 4 maç üst üste vasat bir performans gösteren oyuncunun 5. maç tercih edilmemesinin izahında da herhangi bir problem yok. Sonuç olarak bu iki nedenden herhangi birine sahip olan oyuncunun oynatılmaması gayet doğal bir durumken, Alex de Souza'nın bu iki yetersizliğe de sahip olup oynatılmamasından daha doğal bir şey yoktur.
'Durum böylesine aşikarken, bu durum neden bu kadar büyütüldü?' sorusunun yanıtı da işte tam burada Alex de Souza'da bitiyor. Takımın çok da kötü oynamayıp, yine aynı şekilde çok da kötü olmayan bir skorla döndüğü Şampiyonlar Ligi ön eleme maçının hemen ardından günümüzün en büyük sosyal medya ağı olan Twitter üzerinden oynatılmamasına yakınması hatta ileri giderek bu durumu 'kıskançlık' olarak nitelemesi ve bunu bilerek ve isteyerek taraftarlarla birebir diyaloğunda dile getirmesi, kısaca olayları tırmandıran nedendir ki yine aynı nedenden dolayı bugünkü maç öncesi kadro dışı kalmayı da hak etmiştir (Kadro dışı mı kaldı dinlendirildi mi bunu bilmiyorum, söylemek istediğim bu durum eğer kadro dışı kalmak ise bu durum için de kendisi haksızdır) . Üstelik kadro dışı kalmasını yine Twitter üzerinden yakınması da yine bugünkü 'çirkin' Aziz Yıldırım eylemine ve bunu yapmasına neden olan kadın taraftarların tezahüratlarına neden olmuş ve gerilimin dozu bir kat daha artmıştır.
Zamanında Gerrardların, Lampardların, Del Pieroların, Raulların ve daha aklıma gelmeyen bir çok efsanenin (Alex'den kat kat büyük efsanelerin) başına formsuzluk, hoca tercihi ya da fiziksel yetersizlik nedeniyle oynatılmaması durumu gelmiştir ancak sanıyorum ki ilk defa böylesi oynatılmama durumu bu denli geniş çaplı bir tartışmaya neden olmamıştır. Bahsi geçen efsanelerin kimisi daha sonra tekrar oynatıldı yahut kimisi takımdan ayrıldı fakat hepsinin ortak noktası, bu oyunculara sahip büyük takımların bu durumun üzerinden gelip büyük takım olma hüviyetlerine kaldıkları yerden veya üzerine koyarak devam etmiş olmalarıdır. Alex olayının nereye varacağını söylemek için daha çok erken ve söylediğim gibi bu yazıdaki amacım hiç bir maksatla Alex'in 8 yıllık performansını sorgulamak değildir; sadece geçtiğimiz Salı gününden beri olanları yazmak ihtiyacı duydum. Kaldı ki Alex'i takımın başında bulunduğu 76 maçın 69'unda sahaya süren Aykut Kocaman'ın da bu durumda yanlışları vardır (Spartak Moskova maçında Baroni'den Alex yaratmaya çalışmak veya genel anlamda Gaziantepspor maçında da olduğu gibi taktiksel anlamda çok da büyük değişiklikler yapmamak gibi) ancak bunu yazmak hem ayrı bir blog yazısı konusu olabilir, hem de 2 maç üzerinden böylesi bir değerlendirme yapılacağının doğru olduğunu düşünmemekteyim.
Son olarak belki kimilerinin ağır bulabileceği yazının başlığının nedenine gelirsek, Alex gibi zeka anlamında Türkiye'ye gelmiş -bana göre- en büyük oyuncunun bu eylemleri düşünmeden yaptığını düşünmek fazlasıyla iyimser geliyor, hele ki Fenerbahçe'nin, 3 Temmuz olayları nedeniyle ayrı bir önem atfettiği Şampiyonlar Ligi'nin son elemesinin bulunduğu süreçte bunları yapması, takımın kaptanıyken bunu yapması, bana bugünkü fazlaca basit tezahüratın bir başka versiyonunu yapma nedenini veriyor; Alex söyle kaptanlığın nerede?
20 Nis 2012
Ligin Kaderi Bu Hafta Belli Oluyor
Dünyada liglerin ve kupaların sona yaklaşmasıyla birlikte heyecan kat sayısı giderek artıyor ve biz futbol severler özellikle son dönemlerde adeta futbola doyuyoruz. Oynanan Süper Final karşılaşmaları ve Şampiyonlar Ligi mücadeleleri senenin başından bu yana belki de ilk kez şike olaylarını değilde futbolu konuşmamıza olanak sağlıyor ve açıkçası bir Fenerbahçeli olarak bunu özlediğimi belirtmek isterim.(Irkçılık tartışması ve hakem suçlamalarına rağmen yine de eskiye nazaran daha çok futbol konuşabiliyoruz) Ve bu hafta sonu oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray, Barcelona-Real Madrid ve Arsenal-Chelsea karşılaşmaları ile biz izleyiciler futbol doyumu açısından zirve noktasına ulaşacağız büyük ihtimalle.
Bu 3 maç içinde beni ve yazdığım yazıyı ilgilendiren maçı değerlendirme altında alacak olursak, Fenerbahçeli olarak bence ligin kaderi ve gidişatı bu hafta belli olacak. Öncelikle bu kanıya varmamın nedeninin en baştan izah edeyim; eğer Fenerbahçe bu maçtan galip ayrılamazsa Galatasaray şampiyonluk ipini göğüsleyecek, aksi takdirde de deplasmanda Galatasaray'ı yenmenin verdiği moral ve ivme ile Fenerbahçe geriden gelip şampiyonluk yarışından avantajı eline geçiren taraf olacak. İki takım da Pazar günü sahaya bunun bilincinde başlayacak ve 90 dakika boyunca kıyasıya bir mücadeleye tutuşacaklar.
Fenerbahçe'nin geçen hafta Trabzonspor maçında 90 dakika boyunca üst düzey baskı ve pres uygulaması bu maç öncesinde takıma olan güvenimi en çok arttıran nedendir. Hatırlanacağı üzere en son 2-2 biten mücadelede ilk 25 dakika müthiş bir baskı ile Galatasarayı şaşırtan Fenerbahçe'nin gücü ancak o dakikaya kadar dayanabilmiş, geçen 65 dakika Galatasaray'ın baskısı ve sürekli rakip kalede gol araması ile sonuçlanmıştı. Fakat geçen hafta izlediğim Fenerbahçe çok daha diri bir görüntü verdi ve bu maçta bu baskının daha uzun süreli olacağına yönelik güven duygusu aşılattı. Tabi kurulan bu baskının en önemli unsuru Emre'nin bu maçta oynamayacak olması bunu elbette etkileyecektir, fakat ne denli etkileyecek işte o kısmı soru işaretleri ile dolu. Sarf ettiği olay sözler(açık açık fucking nigger(negro bile değil) demiştir inkar etse de ve benim için Fenerbahçe'deki kariyeri bitmiştir) ile bir kez daha gündemi değiştiren Emre'yi bu zamana kadar hep desteklememe rağmen sonunda Fenerbahçe'ye yarardan çok zarar verdiğine sonunda ben de ikna oldum. Trabzon maçında yaptığı top kayıpları da ayrıca bir soru işaretiydi, taktiksel anlamda da oynayacak olsa bile Emre ile başlanması taraftarı değildim zaten.
Biz futbol severler genel olarak teknik direktörlerin işlerine karışmayı severiz ve özellikle FM oyunu ile büyüyen bir nesil olarak zaman zaman hocalardan daha iyi bir teknik donanıma sahip oluruz ve takım hakkında ahkam kesmeyi ve kararları yargılamayı kendimize adet ediniriz. Bu nedenle ben de bu maç öncesinde naçizane kendi taktik dizilimimi ve neden bu oyuncuları seçtiğimi izah etmek isterim, ne de olsa FM dünyasında Fenerbahçe'de kazanılmamış kupa bırakmamış deneyimli bir hocayım. Bir kere Galatasaray'ı ortadan geçemezsiniz; en ileride Elmander, orta sahada Melo-Selçuk, geride Ulfalujsi-Semih; bu isimler bu yılın en iyi 11'i düzenlense muhtemelen formayı kapacak isimler ve Galatasaray'ın mevkileri en garanti isimleri olarak göze çarpıyor. İlk maçta denenen uzun top taktiği bir yere kadar işe yaradı çünkü Sow hava toplarından ziyade yerden birebir oyunlarda etkili olan forvet. Ortadan aşılamayacağına göre geriye bir tek kanatlar kalıyor ve herkesin konuştuğu, solda Caner mi Stoch mu oynamalı sorusuna gönlümden Stoch geçse de Caner diyorum çünkü Stoch benim için yabancı kontenjanına takılıyor. Bu derbide, ancak Galatasaray'ın en zayıf noktası olan sol kanadından yapılan akınlarla etkili olunabilir bana göre ve bu maçta benim sürpriz tercihim, Gökhan Gönül'ün önünde Dia ile başlayarak Hakan Balta-Riera kanadını tamamen etkisiz hale getirerek en kolay sonuca ulaşabilir Fenerbahçe. Sol bekte ligin en iyi hücumcusu Eboue'nin akınları bu sayede Caner ile daha kolay durdurulabilir ve topu mümkün olduğunca sağ kanattan oyuna sokma çabasına girecek Fenerbahçe, bir çok kez yaptığının aksine maç içinde bol bol Sow ile topu buluşturarak sonuca ulaşabilir. Gökhan Gönül'ün son maçlarda kıpırdanmaya başlaması ve Dia'nın, Stoch'un aksine daha çok kanat oyuncusu gibi oynayıp, kanat deliciliğinde başarılı olması ve Sow'u en iyi tanıyan isim olması bu tercihimi mantıklı kılan nedenler olarak göze çarpmakta.
Alex yine ne yapıp edip kendi etkinliğini bir şekilde yaratabilir, yine orta sahada zayıf karnımız olsa da mecburen forma Selçuk Şahin'in olmalıdır, her ne kadar bence Gökay daha iyi bir tercih olsa da Aykut Kocaman'ın bu seneki en büyük yanlışı olarak bu oyuncuyu bir türlü kazanma yoluna gitmemesi ve bu sebeple maç tecrübesinin olmaması ibreyi yine Selçuk'a çeviriyor. Diğer orta saha oyuncuları Topuz ve Cristian ise hiç olmadıkları kadar sert oynamaları ve mücadeleyi bir an olsun bırakmamaları halinde orta sahadaki ezici Galatasaray üstünlüğünü dengeleyecek isimler. Savunmada Yobo'nun yanına istemesem de Bekir'i tercih ederim, Serdar Kesimal'ın bu maçı kaldıramayacak kadar yumuşak bir oyuncu olması nedeniyle. Son olarak 11'i yapacak olursam; Volkan- Gökhan, Yobo, Bekir, Ziegler- M.Topuz, Cristian, Dia, Caner,- Alex, Sow bu maç için sahaya süreceğim isimlerdir.
Bahsettiğim 11 benim şahsi kanaatim ve muhtemelen Aykut Kocaman yine kendi bildiği klasik 11'ini ortaya koyacak, tek yapmamasını dilediğim daha önceki iki maç yaptığı gibi Alex'ten forvet yaratıp Sow'u kanat oynatma fikrine kapılmaması. Yazının ana düşüncesinde de dediğim gibi bu hafta ligin kader haftası ve hoca da bunun bilincinde ve bana göre defansif anlayışı bir kenara bırakıp sahaya kazanmak için çıkacaktır. Bir Fenerbahçeli olarak dileğim sene başından beri çok az izlediğimiz son Galatasaray maçının ilk 25 dakikasını tüm maça yaymış bir Fenerbahçe görmek ve deplasmanda GS karşısından zaferle dönmek, bir futbol sever olarak da dileğim hafta sonu oynanacak diğer Barcelona-Real Madrid ve Arsenal-Chelsea derbileri kalitesinde ve mücadelesinde bir maç izlemek gerçi son dilediğim imkansıza yakın bir şey o yüzden ben sadece Fenerbahçe'nin kazanmasını diliyorum.
18 Nis 2012
Zoraki Muhalif: Antalyaspor
*Baştan uyaralım: bu bir inceleme yazısı değildir, doğrudan bir taraftar hezeyanıdır.
“Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi? Deneyin bir kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin. Boş bir stattan daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey yoktur.”[1]
29 Mart 2009. 2009 Türkiye Yerel Seçimleri. Bu seçimin sonucunun Antalya’ya; siyasi, ekonomik ve toplumsal etkilerinin yanında ve belki de bir parça içerisinde, Antalya sporuna ve özellikle futboluna etkisi önemli ölçüde tahripkâr oldu. Seçimin yapıldığı o güne kadar, dönemin büyükşehir belediye başkanı ve aynı zamanda eski Antalyaspor başkanlarından olan Menderes Türel’in de şehir sevdasından(!) mütevellit desteğiyle; Antalya’ya yapılacak otuz bin kişilik stadyum ve on bin kişilik spor salonu projeleri kabul edilmişti. (O dönemde Antalyaspor futbolda Süper Lig’de, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Kepez Belediyesi spor kulüpleri de Basketbol Birinci Ligindeydi.) 2010 yılındaki Dünya Basketbol Şampiyonasının da bir ayağının Antalya’ya yapılacak olan spor salonunda oynanacağı kesinleşmişti. O günün sabahında durum kabaca bu şekildeydi.
7 Nisan 2012. Seçimden üç sene sonrası. Antalyaspor kümede kalmak için kader maçına Fenerbahçe deplasmanında çıktı. O gün 2500 kişilik deplasman tribününü tamamen doldurduk, bir çok arkadaşımız da dışarıda kaldı. Takım haftalardır olduğu gibi ruhsuzdu, net mağlubiyeti hak etti. İkinci yarı boyunca tribünü sürekli tahrik eden polis güruhu sağ olsun, biber gazına doyurdu taraftarı. İyi ki orada sadece yirmili yaşlarda genç adamlar vardı, değilse gaz bombalarından kaçanların oluşturduğu izdihamdan büyük bir facia çıkabilirdi. Bu Spor Şube’nin sıradan bir davranışıdır belki de, ancak Antalyaspor taraftarına yapılınca başka bir anlam yükleniyor. Çünkü bu takım taraftarının son üç senedir çektikleri, hiç de muhalif olmayan bu güruha yeni bir mücadele alanı yarattı.
Seçimden sonraki üç senelik süreçte Antalya’ya yeni stat yapılmamış, projesi de tamamen iptal edilmiş. Yetmez ama evet; Antalya’nın hâlihazırdaki stadı da yıkılma riski olduğu gerekçesiyle kapatılmış; ortada kalan takım, maçlarını iki senedir şehre yaklaşık kırk kilometre uzaklıktaki, tek şerit stabilize yolla ulaşılan bir otelin tesislerinde oynuyor. İki sene boyunca ligin maliyeti en düşük takımı olmasına rağmen nispeten başarılı olan bu kulübün maçlarındaki ortalama seyirci sayısı bini geçmemiş. Bunlara ek olarak; şehre yapılacak spor salonu projesi iptal edilmiş, basketbol takımlarından biri alt kümeye düşmüş, diğeri de başarısız sezonlar geçirmiş. Her nedense 2010 Dünya Basketbol Şampiyonasının Antalya’da oynanacak maçlar son anda Kayseri’de oynanmış.
Antalya’nın, ülkenin Orta ve Doğu Avrupa’da en çok tanınan şehri olmasının üzerinde çok durmadan, her yıl yüzlerce futbol takımına kış kampları için ev sahipliği yaptığını belirtelim. Sırf bu yüzden bile bu şehir bir stadyumu on defa hak eder; hatta bünyesinde barındığı özellikleriyle Barcelona’nın 20 sene önce ev sahipliği yaptığı olimpiyatları da hak eder. Bu noktada; hükümeti, muhalefet partilerini, şehrin eski belediye başkanını, mevcut belediye başkanını, valisini, meclisteki on dört milletvekilini, şehirdeki sivil toplum kuruluşlarını, kulüp yönetimini, futbol federasyonunu, gençlik ve spor il müdürünü vs. tek tek eleştirmek yersiz. O malum seçim gününün ardından Antalya şehri, yukarıda saydıklarımın hepsinin yoğun gayretleriyle spordan hükmen men edildi. Hülasa, artık bu şehir bahsi geçenlerin hepsine zoraki muhaliftir.
#TertemizAntalyaspor #AntalyaStadınıİstiyor
Son olarak, 7 Nisan 2012'den Akdeniz Akşamları:
Etiketler:
Antalya,
Antalyaspor,
Fenerbahçe,
Hüseyin Ali Sözen,
Süper Lig
16 Nis 2012
Where Playoff Happens- Volume 1
Maç öncesi kadrolara bakıldığında Fenerbahçe'de Stoch'un yokluğu Trabzonspor'da da Halil Altıntop'un varlığı göze çarpıyordu. Bana göre Beşiktaş maçında çıkan (Colman-Zokora-Adrian üçlüsünün beraber oynadığı) kadro Trabzonspor'un en ideal kadrosuydu. Rakibin baskı ile başlayacağı bir maça Halil ile başlamak 'yaslanma' içgüdüsü içinde Halil'in defansif özelliklerinden yararlanma amacıyla olabilir; fakat Almanya'dan gelen her oyuncu gibi Halil'in de sezon içinde fizik gücünün ne kadar düştüğünü bir de Trabzonspor'un en büyük silahı olan kontra ataklarda takımı ne kadar yavaşlatacağını hesaba katmak gerekirdi.
Geçtiğimiz günlerde Trabzon'da oynanan maçtaki olaylar nedeniyle bu maça Fenerbahçe'nin hırsla ve yüksek konsantrasyonla çıkacağı çok açıktı. Trabzonspor ise 6 maçlık periyotta bu zor deplasmandan alacağı puanlarla figüran olarak girdiği Süper Final'den rol kapma peşindeydi.

Derken maç başladı. Bir Trabzonsporlu olarak ''kötü Trabzonspor'umu'' şıp diye tanıdım. Bu sene birçok maçta beliren ve belirtileri defanstan çıkarken sürekli top kaybı, ilerde top tutamama, ikili mücadelelerde ezilmişlik ve bol bol bireysel hata şeklinde gelişen bu 'sersemlik' halinin Fenerbahçe deplasmanından geçtim Menemenspor karşısında dahi hezimete uğraması olasıydı. Takım olarak kötü olan Trabzonspor'un karşısında takım olarak iyi olan Fenerbahçe ve bireysel olarak sivrilen bir iki oyuncu performansı vardı; nitekim rahat bir galibiyet aldılar. İki takımın normal sezonda yaptığı iki maçtan bağımsız olarak konuşuyorum, iki takım mevcut kadrolarıyla mücadele ettiği sürece Trabzonspor'un Fenerbahçe'yi yenme olasılığı çok çok zayıf. Ancak Trabzonspor kadrosundaki oyuncuların teker teker özellikleri şişirilerek ya da maçın seviyesi 'easy' şeklinde ayarlanarak bu galibiyet elde edilebilir. Şahsen ben PES'te öyle yapıyorum.
Gelelim diğer mevzulara..

Galatasaray'ın tribün anlamında parlak olduğu bir sezonda Fenerbahçe tribünleri riskli bir kareografiye imza atmak isterken Onur Karaduman adlı kardeşimiz yaralanmış, bir Trabzonsporlu olarak tüm samimiyetimle geçmiş olsun dileklerimi ve acil şifalarımı iletiyorum. Kareografi olaylarının bir çiş yarıştırma şeklinde değil de tribünlerimizde ayrı bir tat olarak algılanmasını diliyorum. Canlar yanmasın..

Emre'nin maç içinde Zokora ile yaptığı tartışmada sarf ettiği sözleri esefle kınıyorum, cezasını 'TFF talimatlarında' değil 'vicdanlarda' almasını umuyorum. Bir yabancı futbolcunun nasıl 'ana avrat' küfredebildiğini bilmiyorum, Volkan-Lincoln meselesinde de bu şekilde bir izahat vardı; ama Emre keşke Zokora'yı kovalasaydı da öyle bir söz sarf etmeseydi.
29 Ara 2011
Milattan Sonra
(Bu yazı Türk Futbolu için bir milat niteliğinde olan 3 Temmuz ve sonrasındaki süreçte bir Fenerbahçelinin halet-i ruhiyesini anlatmaktadır.)

Haksızlıktı bu yapılan, daha 1,5 ay evvelinde herkes görmüştü şampiyonluğu ne kadar hak ederek, son yılların en iyi futbolunu oynayarak ve bazen de şansı yanımıza alarak kazandığımızı. 'Şans' kelimesinde takılıp kalıyorum; acaba şans değil miydi olanlar, top sevmemiş miydi bizi gidip gelen maçlarda, yani saha dışında mı yaratmıştık biz kendi şansımızı en başında? Niye diye düşündüm; niyeydi o zaman o kadar heyecan, kim göze alabilirdi ki sayısı milyonları bulan insanları kandırabilme cüretini? Hem Aziz Yıldırım değil miydi Sivas maçı 4-3 olduktan sonra heyecandan maçın kalanını izleyemeyen ve maç sonu herkes stadı terk ettiğinde tek başına zafer purosunu yakan? Yoksa o puro da mı saha dışındaki başarılardan dolayı yakılıyordu ?
Sanırım yalnızca ben değildim bu şüpheleri taşıyan. 3 Temmuz günü başlayan süreçten sonra birçoğumuz dile getiremedi bu şüpheleri, cesaret edemedi söylemeye; çünkü bir ilahtır Aziz Yıldırım birçok Fenerbahçelinin gözünde. Birçok futbol kulübünün aksine bir kulüpten bahsedildiğinde akla gelen ilk ismin kulübün başkanı olması çok da sık rastlanır bir durum değildir ve herkesin tartıştığı bir isim olması dolayısıyla Fenerbahçe için bir 'ilah' kadar bir 'inat'tır Aziz Yıldırım. Sürecin sonunda desteğin hala bu boyutlarda olmasının en büyük nedeni de belki de bu inat duygusudur. Burada anlatmak istediğim yaşıyor olduğum duyguları dile getirmek olduğu için Aziz Yıldırım’ın gerçekten suçlu olup olmadığı ya da olayın başka mercilere dayanıp dayanmadığı konusunda bir avukat misali çözümleme yapmayacağım.
Bu gelişmelerin başlamasıyla söndü aslında içimdeki futbol ateşi, merak etmiyordum başlayacak olan ligi, oynayacağımız maçları, sonuçları. Sürecin yanında gelişen belirsizlik duygusuyla birlikte üzgünlük ve kızgınlık hissediyordum olanlara. Üzgündüm; çünkü gerçekten rayına oturduğuna inandığım takımım çok değil 3-4 tane yerinde transfer yaparak Avrupa’da da mutluluk verecek bir futbol oynamaya hazırken, gördüğüm şey transfer döneminde elden çıkan futbolcular ve raydan çıkan bir takımdı. Özellikle yaz aylarında bir antrenman sırasında bir oyuncuya (yanılmıyorsam Andre Santos'a) gelen transfer teklifiyle hemen teklifi dinlemeye koşan Aykut Kocaman’ın eminim o sırada hissettiği duygu çaresizlikti ve bunu düşünmek takımını gerçekten seven birisinin başına gelebilecek en üzücü şeylerden birisiydi benim için. Kızgındım; çünkü yıllardır tezahürat haline gelen 'şikeci Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe' söylemlerinin haklı çıkıyor ya da çıkabilme ihtimalinin doğuyor olmasından, savunduğumuz tüm değerlerin haksız çıkıyor olmasından dolayı.
İşte bu hislerle başladı benim için lig; ama zaman geçtikçe gelişen olaylar korumaya çalıştığım 'tarafsızlık' duygusunun önüne geçti. Ligdeki en ilgisiz maçlarda bile maç heyecanı ortadan kalktıktan sonra tüm stadın Fenerbahçe ve şike ile ilgili yaptığı tezahürat ve bir nevi aşağılanma; bende ve birçok Fenerbahçeli'de yazının başında belirttiğim Aziz Yıldırım efsanesini ortaya çıkaran hislerden birisi olan 'inat' duygusunu yeniden gün ışığına çıkardı ve süreç her seferinde aleyhimize gelişse de taraftarın Aziz Yıldırım’a olan desteği sırf bu duygudan ötürü değişmedi hatta belki de daha çok arttı.
Şimdi iddianame belli oldu ve daha somut şeyler konuşulmaya başlandı; herkes artık bir karar bekliyor. Benimle beraber birçok Fenerbahçeli kötü de olsa bir karar bekliyor artık; daha fazla kararsızlık yaşamama adına, yaşananlara 'inat' suçsuz çıkmak umuduyla. Benim düşüncem bu olaydan dolayı birileri suçlu bulunacaksa bunlar kişiler olacaktır; yani iyisiyle kötüsüyle karar sonrası Fenerbahçe benim için yine 'eski Fenerbahçe' olacaktır, ligi ve kategorisi ne olursa olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)