Funda Ügeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Funda Ügeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şub 2012

Çağımızın İlleti: Youtube Transferleri


Hepimizin malumu olduğu üzere;  “teknoloji” ana başlığında toplanan bir dizi dönüşüm, alışılmış sosyalliklere olumlu/olumsuz pek çok etkide bulunmaktadır. Özellikle de “sosyal medya” tabiriyle karşılanan mecralar, kamuoyunun genel algısının minimum sansürle yansıyabildiği tek yer olarak kalmaları sebebiyle, bir tür “son kale” işlevi de görmekte; tüm dünyayı birkaç inch’lik ekrana rahatlıkla sığdırabilmektedirler. Hal böyle iken, dünyanın en hareketli ve dönüşmeye müsait sektörlerinden biri olan futbol dünyası da -milyonlarca insanın ilgi ve eğiliminden beslenmesinin de etkisiyle- söz konusu gelişmelerden olumlu/olumsuz nasibini almaktadır.

Yayıncı kuruluşlarca statlara konulan kameralar, esen rüzgara duyarlı çipli toplar, tartışmalı pozisyonlarda hakemlerin birbirleri ile iletişim kurmalarını sağlayan kulaklık ve mikrofonlar, dijital reklam panoları ve skor tabelaları, devasa stat monitörleri, zemin ve tribün ısıtıcıları vesaire…

Tamam, buraya kadar her şey şahane. Her biri, işleri ziyadesiyle kolaylaştıran işlevsel araçlar. Ama zaten asıl mesele de, teknolojiyle ilişkiye geçtikten sonra bozulmaya uğrayan detaylardan bahsederken karşımıza çıkıyor. İşte tam da burada, işin maddi boyutu işlevini yitiriyor ve manevi boyutu devreye giriyor: İnsan ilişkileri.

Teknolojinin önü alınamayan bir ivme kazanmış olmasıyla gitgide yozlaşan bu “insan ilişkileri”, mevzunun bizi ilgilendiren kısmına, yani futbola, en çok transfer dönemlerinde yansımaktadır. Kulüp yöneticileri, futbolcular, menajerler ve taraftarlar arasında gidip gelen bu iletişim ağı; günümüzde en çok, bu öznelerin birbirleri ile alakalı bilgi edinme eylemlerinde sekteye uğramaktadır. En daraltılmış haliyle örnek vermek gerekirse; transfer edilmek istenen futbolcuya ait bilgiler, bundan oldukça kısa sayılabilecek bir süre öncesine kadar yalnızca, teknik adı “scout” olan yetenek simsarları ve menajerler aracılığıyla yürütülüyordu. Futbolcular hakkında bilgi toplama yöntemlerinin manuel olanları; istatistiksel verilerden yararlanma, maç kasetlerini izleme, hatta uzun yollar katetmek pahasına futbolcuyu yerinde izleme şeklinde karşımıza çıkmakta ve tüm bunlar bir nevi CV işlevi üstlenmekteyken, bunca titizliğin getirisi olarak da, futbolcunun "bidon" çıkma ihtimali, kısmen de olsa ortadan kaldırılıyordu. Tembelliğe giden yolda her yolu mubah gören insanoğlunun, bu durumu teknoloji ve nimetlerine uygulama girişimi de fazla gecikmedi. Futbolcu transfer etme sürecindeki tüm bu emek isteyen aşamalar, artık basit bir Youtube videosuyla bile halledilebilir oldu. Gündemdeki futbolcu hakkında bilgi ve fikir sahibi olmanın yolu, artık onun hakkında bir dizi araştırmaya girişmekten değil, adını arama çubuğuna yazmaktan geçiyordu. Büyük çoğunluğu amatör kişilerce çekilmiş olan, berbat çözünürlükteki 47 saniyelik videolar, futbolcu seçimlerinde yegane materyal haline gelmişti ve ofislerine kapanıp Youtube kasan kulüp yetkilileri, iki golünü izledikleri bir forvete "iyi kumaş" yaftasını yapıştırıp yollarına milyonlar dökmeye başladılar. İş bu noktaya gelince de, yalnızca şaşaalı hareketleri kayda alınan futbolcular arası liyakat, fazlasıyla iyimser bir hayale evrildi.

Youtube bağımlılığının kulüpler bazındaki boyutu böyle iken, konunun bundan daha vahim bir yanı daha vardı: Taraftar boyutu. Takımıyla adı anılan futbolcunun videolarını izlemeler mi dersin, izlenilen videoyu Facebook ve diğer bilumum platformlara dökmeler mi... "İsveç'li golcü Nediyon Lansen, xTakım'ı öpmeye geliyooo, şimdi onlar düşünsün" minvalindeki iletilere ise hiç değinmiyorum. Zira bu kısmın sosyolojik ve psikiyatrik boyutu malumunuz.


Uzun lafın kısası; gitgide daha özensiz şekilde yürütülen transfer işlemleri, yüklü miktarda paraların ortaya dökülmesine ve bunun doğal sonucu olarak da kulüp bütçelerinin ağır yara almasına sebebiyet vermektedir. Pek tabii ki yaraların en büyüğü, bir futbolseverin başta psikolojisinden ve vücut sağlığından, sonra da takımına olan güveninden aldığı yaradır. Fakat, kulüplerin uğradığı maddi zararların kısa bir sürede diğer tüm olumsuzlukların temeli haline gelebilmelerinden sebep; maddiyata da en az maneviyat kadar önem vermek icap etmektedir.

Youtube'da yapılan futbolcu araştırmalarında, Takoz Recep (Recep Çetin)'in kendi kalesine rövaşatayla attığı gol benzeri bir görselin denk gelmesi de bu konuya dair en büyük risklerdendir. Kariyerinde, kendi kalesine attığı o golün çeyreği kadar şık bir golü olmayan bu futbolcunun, yalnızca o görüntüsünün izlenerek transfer listesine alınmış olabileceğini hayal edelim. Yeni takımında çıkacağı ilk maçta, kaçınılmaz bir "Recep'in rövaşatayla attığı golü arıyordum nereye geldim!?" durumu olacağı aşikar, ki sırf bu bile transfer eyleminde geleneksel yöntemlerden yararlanmak için geçerli bir sebep.

Ve son olarak çok sevgili yetkili ağabeyler:
Biz futbolseverler olarak, sezondaki gol sayısı kulübün malzemecisiyle neredeyse aynı olan forvetler görmekten bıktık. O yüzden 
lütfen biraz daha dikkat.


Saygılar.

30 Ara 2011

Kadının Futbolla İmtihanı - 2 "Bir östrojen Trajedisi"

İşe hemcinslerime serzenişte bulunarak başladığım ilk yazım "Kadının Futbolla İmtihanı -1"de, bir kadının futbol hususunda maruz kaldığı imtihanın iki neticesi olduğundan bahsetmiştim: Reddetme ve Sahiplenme.

Reddetme şeklinde karşımıza çıkanı kısaca "22 adam, 1 top" şeklinde özetlemiş, kadınlarımızdan malum tutkuyu en azından kendisine gönül veren kitlelerin yüzü suyu hürmetine mazur görmelerini istemiş, bu mazur görüşü sağlayacak reçetemize de "empati"yi iliştirmiştik.

Bu kısa anımsatmanın ardından, ülkemizdeki dizi yapımcılarından bir farkım kalması adına; özeti -en azından aslından- kısa tutuyor ve asıl meseleye geçiyorum.

Kadınlık algısının "ele bulaşmış hamur" yüzeyselliğiyle özdeşleştiği bir toplumda, kadının futbol gibi "erkek yoğun" bir şeye merak sarması çok da eski olmayan bir zamana kadar kıyamet alameti muamelesi görüyorken, neyse ki şimdilerde daha sık rastlanan ve bu sebepten de daha az yadırganan bir durum haline gelebilmiştir. Normal şartlarda; küfürlerin havalarda uçuştuğu ve "koymak" fiilinin türlü türevlerinin kâh iltifat kâh hakaret olarak karşımıza çıktığı futbol ortamlarına bir kadını iliştirememek elbette doğal karşılanabilir. Fakat, biz kadınların bu hususta dikkate alınma taleplerinin "açılın ben de koyucam" değil, "biraz az koyun da biz de aranıza karışabilelim" şeklinde masumane bir istekten fazlası olmadığı da unutulmamalıdır, tepkiler bu nüansın ışığında verilmelidir.

Kendisiyle birlikte maçları takip eden, yanındaki erkek maç seyrederken Fatmagül'ün suçunu maçın skorundan daha fazla merak etmeyen, daha da önemlisi maç esnasında televizyonun önünden geçmeyi kendine hobi edinmeyen bir kadının ne denli baş tacı olmayı hak ettiği malumunuz. Peki, futbolla ilgilenen kadın böylesine cazip ve işlevsel iken, bu mereti safi testosterona boğma çabası nedendir çok sevgili er kişiler? Siz değil miydiniz ofsaytı kadınınıza anlatmaya çabalarken nice zayiatlar veren? E tamam işte, versenize o zaman bize de sizlerin arasına karışma fırsatını... Gözünüzü seveyim, almayın şu güzelim uğraşı kendi cinsinizin tekeline.

"Yahu izleyin işte, gözlerinizi bağlayan mı var?" deme ihtimallerinize karşı ve neden bu konuda bu denli dolu olduğumu açıklayabilmek adına, gerçekten başıma gelmiş iki adet ufacık dialoğu sizlerle paylaşmak isterim:

- Beşiktaş'ta oynayanlar haricinde, eskilerden ya da şimdikilerden hayranlık duyduğun bir Portekizli var mı? Ronaldo, Nani falan.
+ Elbette var. Figo.
- Hmm evet, yakışıklı adam tabi.

...

- Madrid takımı benim için Atletico'dur, Real değil.
+ Hea, Arda için mi? Galatasaraylı mıydın ki sen?

Bu ne yahu? Sonra da "yüzeysel" deyince "sığ" deyince kızıyorsunuz. E bu ne o zaman?

Futbol seven kadına "maskülen" yaftası yapıştırırken, taraftarlık meselesini yalnızca erkeksi durumlarla beyinlerinize kodlarken, kararları işinize gelmeyen hakeme olan kızgınlıkları bile "ibne hakem" kalıbıyla dile getiriyorken, birikiminden sual olunmaz kadına bile "ne de olsa kadın abi yeaa!" aşağılaması yapmaktan geri kalmıyorken; kusura bakmayın beyler ama, statlarda futbol eşlerinden başka kadın görmemek size müstahak, bence tez elden karşı cinsinizin gönlünü almaya bakın siz.

Ve son olarak belirtmek isterim ki; kimseler sizlerden pozitif ayrım beklemiyor, hele ki göz boyamak uğruna stat kapatma cezası yerine stadı kadınlarla doldurmak gibi enteresan eylemleri hiç beklemiyor. Sizlerden istenen şey çok net ve anlaşılır; biraz saygı ve bu saygı doğrultusunda şekillenmiş "eşit" bir muamele. Emin olun zor değil...

Esen kalın, hoşça kalın.


26 Ara 2011

Kadının Futbolla İmtihanı - 1

Öncelikle merhabalar, sevgiler, saygılar.
İlk yazıyı kaleme alıyor olmaktan sebep; bu blog’un, futbol sevdalısı küçük bir grup Sbf’li ve bu grubun aldığı malum sevdaları nizami bir şekilde kaleme alma kararının pratiği olduğunu belirtmekte fayda var.
Bendeniz ise, futbol yazıları yazmak üzere bir araya gelmiş yazar kadrosunun (şimdilik) yegane kadını olarak; en azından geri kalan yazılar açısından girizgah niteliğinde olan bu satırları sıralarken, bu tür işlere ilişkin genel “erkek yoğun” kanıya eğilmek istemekteyim. Sonra da doğrulup, gruptaki erkek arkadaşların arasına karışmayı planlıyorum. Kısmet.
...
Futbol kelimesini, beynindeki “erkek” başlığının altına kodlamış; futbol sever bir kadına yaklaşımı “hadi o zaman, ofsayt ne demek söyle ehe mehe” seviyesinde erkek bireyler düşünün. Bir de bu bireylere ve yaklaşımlara sürekli maruz kalan bir kadın... Bu açıdan bakınca ne kadar da mağdur göründü değil mi? Öyleyse elimizdekileri tersine çevirelim bir de; yine futbolu erkek ile özdeşleştiren, üstüne bir de futbolu “22 tane adamın bir topun peşinden koşma absürdlüğü” olarak tanımlayan bir kadın düşünün bu sefer de. Az önceki mağduru biraz antipatik hale getirebildik sanıyorum.
Bir kadın olarak, işe hemcinslerimi eleştirerek başlamak istemezdim fakat; kitleleri peşinden sürükleyen, milyonlarca insanın bünyesinde ekmek yediği, dünyanın en gözde sektörlerinden biri olan, hepsinden geçtim bir insanın içine düşebileceği en büyük aşklardan birini teşkil eden takım sevdasını içinde barındıran futbol olgusunu 22 insan, 1 top seviyesine indirgemek, tüm bu yukarıda saydıklarımdan sebep, takdir edersiniz ki abesle iştigal oluyor. Elbette diğer tüm şeylerde olduğu gibi futbolda da ilgi, sevgi, tutku, heves, merak ve diğer tüm insani eğilimler kişi iradesine bağlıdır. Fakat hiç de azımsanmayacak sayıda insan tarafından baş tacı edilen bu olguyu bir cümlede harcamak da, vicdansızlıkların en büyüğüdür, bunu kabul etmek gerek. Gelgelelim bir kadın, bu durumun can sıkıcılığını idrak etmek için herhangi bir tutkusunun karşı cins tarafından hiçe sayıldığını tahayyül ederse, bu bile tek başına yeterli olacaktır. Zira empati dediğimiz şeyin kapı açma konusundaki maharetine ben değinmiyorum, sizler biliyorsunuzdur. Kadınlardaki bu genelgeçer algı ve bu algıdan temellenen agresiflik ise maalesef hiç de yabancısı olmadığımız bir şeye dayanıyor: Futbolun erkek yoğun bir iş olduğu kanısı. Tıpkı şoförlüğü erkek cinsiyle özdeşleştirmiş kadınların; araba kullanma işini kendisiyle örtüştürememesi, bu işte başarısız olması, kullandığı arabaya dahi yabancılaşması ve şoför mahaline peşinen 1-0 yenik oturması gibi.
Toplumun geneline bizler daha hayata atılmadan çoktan yerleşmiş olan bu tür algıları yıkmak bir hayli zor olmaktadır, bunu zaten inkar etmiyoruz. Fakat, erkek yoğunluğu aşikar olan işlere karşı sen ne anlarsın! anlayışını yıkabilecek tek güç de yine kadınlar olacaktır, bunu da çok iyi biliyoruz. Çok iyi biliyoruz da; peki biz kadınlar, neden kadının ince ince dışlandığı bir olguyla alakalı olarak, bunun üzerine gitmek varken kendi kendimizi çemberin dışına itiyoruz? Kadın-erkek eşitliğinden dem vururken, neden konu futbola geldiğinde futbolla ilgilenen kadınlar çok itici yea! sığlığına nail oluyoruz? Yapmayın hanımlar, yapmayın. Sevmeyebilirsiniz, ilgi duymayabilirsiniz ama yeter ki şu sporla alakalı olarak görmekten ve duymaktan bıktığımız şu22 adam, 1 top bağıntısını kurmayın, hemcinsiniz olarak ve haddim olmayarak rica ediyorum. Lütfen.
Başlangıçtagirizgaholduğunu belirttiğim satırlarımın niteliğini saptırmamak adına lafı fazla uzatmıyor, şu naçizane satırlarımı john boynton priestley'in altına imzamı atabileceğim sözüyle neticelendirmek istiyorum:
"Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet’in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur.''
...
"Coming soon" minvalinde dipnot: Bir sonraki yazımda "karşı cins tarafından futbol sevgisi hiçe sayılan kadın"ı ele alıp, şişi de kebabı da kurtaracağım. Görüşmek üzere, esen kalın.