Fernando Torres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fernando Torres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Tem 2012

Arrivederci Italia... campeónes Españaaa...


                Ah İspanya, maçtan önce ciddi ciddi endişeleniyordum ve işin hiç de kolay olmayacağı kanaatindeydim. İtalya sahaya çıkacak mücadeşle edecek ve beni dehşete düşüren bir galibiyet alabilecekti. Aslında maç da bir yönüyle pek farklı olmadı, İtalya cok iyi mücadele etti hatta skor tabelasını değiştirebilecek fırsatları da yakalamadı değil ancak dün akşam sahada öyle bir İspanya milli takımı vardı ki şu an bunu kelimlere nasıl dökebileceğimi bilmiyorum gerçekten...
               
                 Maç için Valencia’da bir araştırma yaptım çünkü topluca bir alanda izlemek her zaman daha keyifli olmuştur benim  için hele Euro 2008’deki Türkiye-Hırvatistan maçı deneyiminden sonra o tarz atmosferlerin kalabalıkla daha iyi hissedildiğini düşünüyorum. Neyse biraz araştırmadan sonra Valencia Basket’in maçlarını oynadığı salonda dev ekranla maçların izlenebildiğini öğrendim. Tabi ki direk hazırlıklar yapıldı ve maça doğru yola cıktım ve tabi yine benim gibi İspanya sevdalısı birkaç Türk arkadaşımda benimleydi.Salonu bulabildik en sonunda zaten bir süre yürüdüten sonra bayraklı, formalı herkesin tek bir yöne ilerlediğini görünce rahatladım.Biz biraz gecikmşiz, salon da iğne atsan yere düşmez insanlar çılgınlar gibi şarkılar söylüyorlar daha maç başlamamışken.
               
                Çarşı kültüründen gelen bir şey olsa gerek, ayakta ve en kalabalık yerde izlemek için harekete geçiyorum. Akdeniz insanı İspanyollar ile gerçekten benzer yönümüz çok fazla ama şundan emin oldum ki onlar bizim bir alt versiyonumuz, çünkü biz gruptan çıktığımızda bile onların şampiyonluk sevincinden fazla sevinmiştik bunu iyi hatırlıyorum.
              
                İlk goldeki sevinç çığlıkları inanılmazdı tabi ki sarıldığım bamna sarılan tanımadığım onlarca İspanyol da öyle. Derken 2. Gol İtalya’yı kötü etkiledi diyebilirim tabi ki gol öncesinde Chiellini’nin sakatlanıp çıkması moralleri iyice bozmuştu gol moral bozukluğunu daha da derinleştirdi. Girişte söylediğim gibi aslında İtalya kötü oynamıyordu ancak İspanya’nın harika oyununa da “dur” diyemiyordu. Belki sadece Balotelli ve Marchisio’dan daha iyi olmaları bekleneblirdi o kadar diye düşünüyorum. Daha sonra Fernando Torres’le gelen 3. Gol Valencia Basket salonunda şampiyonluk kutlamalarını başlatmıştı daha sonra Torres bir de asist yaparak farkı 4’e çıkaran golü Juan Mata’ya attırdı. Mata turnuva boyunca oynadığı sadece 5 dakikaya bir gol sığdırmış oldu ve ayrıca bu finalle beraber Torres şimdiye kadar oynadığı hiçbir finali kaybetmemiş oldu.

                Maç sonrası İspanya’da gece boyunca kutlamalar sürdü ve ortak söylem şuydu: Arrivederci ITALIA.  



                İtalya'yı tebrik etmemek ayıp olur diye düşünüyorum çünkü harika bir performansla buraya kadar geldiler ve hakkettiklerini düşünen çok insan olduğuna eminim ancak 4-0 bir final için ziyadesiyle iyi bir skor olduğunu düşünüyorum demem o ki : campeónes campeónes oley oley oleyyy... 




19 Haz 2012

Neyse ki İspanya var...



Hollanda'nın elenmesiyle benim adıma buruk geçen Euro 2012 neyse ki İspanya'nın sürprize fırsat vermemesiyle yeniden eğlenceli hale geldi. Önceki gecede Hollanda bize gösterdi ki Teknik direktörün maça etkisi çok büyük oluyor. Bu etki kimi zaman maç kazandırıyor, kimi zaman da sizi dibe götürüyor. Bert Van Marwijk ‘in Hollanda’sı dibe giderken Del Bosque’nin İspanya’sı taktik değişiklerle, bir bakıma “bıçak sırtı” olan maçı lehine çeviriyordu.
Maç başlarken herkesin aklında bir zamanlar İsveç ve Danimarka’nın 2-2 berabere kalarak “elele” bir üst tura çıkışı vardı. Yapılan açıklamalarla bu düşünce giderilmeye çalışıldı ancak futboldu bu ve Bilic’in söylemiyle “2-2 sık rastlanan bir skor[du]”. Açıkcası bu skoru da en çok Hırvatlar istiyordu ama maç o istenen şekilde olmadı. Oynanan 90 dakika klasik bir İspanya maçıydı. Bir ara %80’lere çıkan toplama oynama oranı, her ne kadar İspanya taraftarı olsam da, bazı zamanlarda sıkıcı olmaya başlamıştı.

İspanya milli takımının aradığı gol Fernando Torres’in yerine giren Jesus Navas’tan geldi. Dikkat çekmek istediğim nokta ise golün geldiği dakikalarda İspanya yine forvetsiz oynuyordu. Hırvatistan oyunu kötü değildi aslında, ellerinden geleni yaptılar hatta Bilic tüm forvetleri oyuna alıp kendine güvenerek oyunu riske etti, eğer zaten Rakitic buluğu pozisyonu gole çevirebilseydi şu an çifte üzüntüyü(Hollanda-İspanya) anlatıyor olabilirdim.

İspanya artık çeyrek finalde, rakip yüksek ihtimalle İngiltere, İspanya’ya çok güveniyorum ancak İngiltere’nin de yavaş yavaş havaya girmesi beni korkutmuyor değil. Bu çeyrek final eşleşmesi kesinlikle çok şeye gebe olacak.

Son olarak da İspanya milli takımı formasına değinmek istiyorum. Bir zamanlar Türk Milli Takımımızın da denediği turkuaz modası İspanya’yı da sarmış görünüyor ve açıkçası çok da hoş olmuş. Klasik sarı-kırmızıdan arada sırada da olsa kurtulmak güzel seçim diye düşünüyorum

10 Haz 2012

+habla español?, -Sì, assolutamente *


 Boğalar ile gök mavilerin son 6 mücadelesinde en azından 90 dakikalar içerisinde İspanya galibiyet yüzü görememişti, bunların 3'ünde sahadan boynu bükük ayrılmış 3'ünde de beraberlikle yetinmişlerdi. Bunun İspanya üzerinde sorun yaratmayacağını herkes tahmin ediyordu ancak; İspanya-İtalya maçı başlamadan önce herkesin aklında aynı soru vardı: David Villa’nın yokluğunda İspanya forveti kim olacak ve artık galibiyet gelecek mi?

 Bunun yanıtı Del Bosque tarafından İtalya maçının açıklanan on birinde verilmişti. İspanya milli takımı maça forvetsiz başladı. 4 savunma ve 6 orta saha oyuncusu sahada 4-3-3 şeklinde diziliş gerçekleştiriyordu. Herkes İspanya’nın pas yüzdesini biliyordu ancak golü kim atacaktı? Bu soru da maç içerisinde ne kadar haklı bir soru olduğunu gösterdi. Çünkü İspanya orta sahayı eline alıyor defanstan başlayarak pas trafiğiyle kaleye kadar çok güzel geliyordu ama gol vuruşu çıkmıyordu. Fabregas’ın bir iki pozisyonunu dışarıda tutarsak İspanya ilk yarı boyunca sadece çok iyi pas yapmıştı o kadar. Çok pasın da gol demek olmadığını örneklerle görmüştük ki ilk 45 dakika da bize bunu teyit ettirdi.
İlk yarı sonu devre arasında benim de aklıma Del Bosque kaş yapayım derken göz çıkarıyor sanki gibi düşünceler geliyordu, forvetsiz İspanya acaba korkuyor muydu? Ancak Del Bosque bir şeyler biliyordur diye geçirdim hep içimden. Sonuçta Beşiktaş(ki gelmeden önce Real Madrid'e en parlak zamanlarını yaşatmış Galacticos'u yönetebilmeyi başarmıştı) olarak değerini bilemedik fakat O'nun  teknik zekasına diyecek yoktu ama yine de  ilk yarı boyunca Torres’in ölüsü iş yapar diye sayıkladım durdum! Fabregas bu düşünceme bir dur diyecekti. Ancak Fabregas'ın golüne gelmeden önce İtalya’nın hiç beklemediğim oyun anlayışına değinmek istiyorum. İtalya milli takımının defansta olması hiçkimse için sürpriz değildi ancak inanın bu kadar güzel kontra atak yapabileceğini hiç düşünmemiştim özellikle veteran Pirlo’nun akıl dolu paslarıyla başlattığı ataklar gerçekten mükemmeldi zaten asisti de yaparak adeta kendisi ile sözleşme yenilemeyen Milan'a İtalya ligi Serie A şampiyonluğu sonrası bir kez daha mesaj veriyordu.(tabi kendisine "yaşlısın" diyenlere de).

Bir de Balotelli vardı sahada, İspanya’ya olan gönül bağıma rağmen yaptığı her harekette kırmızı görebilir diye korku ile izledim onu, Prandelli de korkmuş olacak ki sarı kartı da varken oyundan alıp Udineseli Di Natale’yi oyuna sürdü.

Di Natale’nin golünden sonra paslarına devam eden İspanya en azından pas disiplininden kopmuyordu, bunun ödülülünü de David Silva’nın asisti sonrası Fabregas’ın golüyle aldı.

Torres oyuna girdikten sonra da forvetle oynamanın farkı ortaya çıktı girdiği pozisyonlar akıllıca davranışları Buffon'u geçmeye yetmese de İspanya'nın forvetle bir başka güzel olabileceğini gösterdi. Skoru değiştiremedi belki ama diğer maçlar için sinyali verdi diye düşünüyorum.

Maç 1-1 bitti İspanya yine kazanamadı, seri 7 maça çıktı; ancak Del Bosque veya Prandelli üzüldü mü? Sanmam. Kesinlikle sevinen iki adam tanıyorum : Giovanni Trapattoni ve (adı bir dönem Beşiktaş'la da anılan) Slaven Bilic...

(** +İspanyolca Biliyor musun? -Evet, Kesinlikle.)

12 Şub 2012

Bir Rüya Daha Bitecek, Nistelrooy Yaş 35...


Herkesin futbolu sevmek için nedeni var mıdır? Ya da futbolu sevmek için nedene gerek var mıdır?
Bu soruların cevapları herkes için farklıdır ama benim için bir sebep var ki gerçekten futbolla olan ilişkimi en tutkulu döneme taşımıştır.
Belki çoğu insan için yaşayan efsane(ki bu tamlamaya da sinir olmuşumdur) denildiğinde akla ilk gelen isim değildir ancak benim için önemi büyüktür Ruud Van NİSTELROOY'un.
Nistelrooy'la tanışmam onun Manchester United zamanına denk gelir.Nistelrooy PSV'den gelmiştir ve United ile beraber ligde fırtınalar estirmektedir.
Hani ilk izlediğim maçını hatırlıyorum da yüzümdeki aptallık ve mutluluk, sevdiğim kızın benden önce davranarak bana açıldığı anda hissettiklerimle eşdeğerdi.Seyrederken Nistelrooy'u, farkediyorsunuzki, klasik futbolcu görüntüsünün altında inanılmaz bir futbol ve pozisyon bilgisi var ve -genel de Türk futbolunun kanayan yarası olan-son vuruşlardaki inanılmaz becerisi sizi etkilemeye yetiyor. Bu becerinin yanında O'nun Manchester taraftarıyla bütünleşmesi mükemmeldir, hep istemişimdir Nistelrooy'un golü sonrası tüm taraftarlarla beraber "Ruud Ruud Ruud" diye bağırabilmek...Çocukluk heyecanıyla aldığım ilk forma da tabiki Nistelrooy'un 10 numaralı forması olmuştur.Zaten hayali gerçekleştiremesemde hala kulaklarımda o uğultu: "Ruud Ruud Ruud"...
Ayrıca söylemem gerekir ki herhangi bir futbol oyununda Manchester United'ı ve daha sonra da Real Madrid'i seçme sebebimdir Ruud Van NİSTELROOY, hani ona gol attırabilmek için çok emeğini yemişimdir Ryan Giggs veya David Beckham'ın :) Ama atıyor adam ...

Beni bu yazıyı yazmaya iten de aslında bir korku sebebidir, yani söylemek istediğim çocukluğumuzda bizi hayallere götüren çoğu futbolcu birer birer bırakıyor futbolu ve (kesinlikle kabul etmesem de) artık Ruud Van Nistelrooy'un da zamanının dolduğunu düşünenler hiç de az değil.O bıraktığında yazacak şeyler çok olacaktır belki ama ben O'nun bırakmasını istemeyerek ve bundan korkarak yazıyorum bu satırları...
Peki bunca sözden sonra biraz da performasnından bahsetsem uygun olacaktır galiba.Her futbolcu gibi Flying Dutchman'in* de bir futbolculuk serüveni vardır, bir göz atalım; asıl ismi ; Rutgerus Johannes Martinus van Nistelrooij'dur 1 Temmuz 1976 günü(evet ne yazık ki 35 yaşında) Hollanda'nın Oss şehrinde dünyaya geldi.Futbola FC Den Bosch takımının 19 yaşaltı takımında başladı daha sonra FC Den Bosch'un A takımında 4 sezon geçirdi ve çıktığı 69 maçta 17 gol attı FC Den Bosch formasıyla bu performansı sonrası Heerenveen'e 2 milyon dolara transfer oldu.Heerenveen macerası yalnızca 1 sezon(31 maç 13 gol) sürecek ve PSV tarafından keşfedilecekti.İşte asıl patlamayı PSV'de 67 maçta 62 gol ile yaptı, daha doğrusu tam patlamayı yaptığı sırada ayağını kırdı ve o sıralarda Sir Alex Ferguson'un transfer listesindeydi ancak ayağının kırılması onu hem Manchester'ın transfer listesinden çıkardı hem de 9 ay sahalardan uzak tuttu. Ancak o 9 ay sonrası çıktığı ilk PSV maçında 2 gol birden atınca yeniden Ferguson'un transfer listesine girdi ve sezon sonunda Ruud 19 milyon pounda Kırmızı Şeytanların yeni üyesi oldu. 2001-2005 arası United'da 150 maçta 95 gol atarak müthiş bir performans göstedi.Ruud 2002-2003 sezonunda Premier League gol kralı oldu.Ardından 2006 yılında Manchester United'tan Los Galacticos'a yani Real Madrid'e 15 milyon euro karşılığında transfer oldu ve 4 yıl bu takım için ter döktü.Madrid'de 68 maçta 46 gol 11 asist yaparak ulaşılması güç rakamları yakaladı.2009-2010 sezonunda Hamburger SV ile sözleşme imzalayan Nistelrooy, ardından da bu sezon itibariyle yeniden İspanya'ya dönmüş ve Malaga forması ile taraftarlarını selamlamıştır.
Ayrıca Nistelrooy Premier League tarihinde 8 maç arka arkaya gol atma rekorunu kırmıştır ve Michael Laudrup, Jens Lehmann, Clarence Seedorf, Claude Makalele'nin ardından Avrupa'nın 6 büyük liginden 3'ünde şampiyonluğa ulaşan bir başka isim olmuştur.Ayrıca yine 3 farklı ligde gol kralı olmayı başaran ilk isimdir.
Premier lig'e dahil olduğu ilk sezonda 23 gol atarak, bu alanda bir rekora imza atıp, ilk sezonda en çok gol atan yabancı futbol olmuştur. Bu rekor 2007-2008 sezonunda Fernando Torres tarafından kırılarak bir gol daha ileri taşındı ve 24 oldu.
Milli takım formasıyla da çıktığı toplam 70 maçta 35 gole imza attı.

Daha sayılabilecek, yazılabilecek o kadar çok şey var ki ancak belli ki sığmayacak bu satırlara olsun yine de O'nu biraz olsun anlatabilmek güzel.Gol deyince aklımıza; bu işi onun kadar rahat yapabilen çok kişi gelmeyecektir buna eminim.Yaşı 35 olmasına rağmen hala yeşil sahalarda görmek istediğim ender isimlerden birisi, şimdiden üzülüyorum çünkü O da bir gün bırakacak futbolu, her güzel şey bitiyordu değil mi ? Pardon unutmuşum... Ruud Ruud Ruud...

*Flying Dutchman onun lakaplarından bir tanesi (Van Gol gibi), ve bu lakabı aldığı maç bir Fulham maçı, topu ortasahadan alıp attığı gol hafızalara kazınmıştır ki bence de kariyerinin en güzel golüdür. Paylaştığım videoda en güzel gollerinin derlemesi var ve videonun son golünde Flying Dutchman ortaya çıkıyor...
Şimdiden herşeyin için teşekkürler, Ruud Van NİSTELROOY...