Aziz Yıldırım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aziz Yıldırım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mar 2013

3 Aylık Panorama

    Öncelikle saygı duruşu. Toprağın bol olsun.



     Uzun zamandır blogu boşladığımın farkındayım. Bu konuda bana tahammül eden Salih abi ve Sinan abiye teşekkürlerimi borç bilirim. Araya sınav dönemi, tatil, sahadaki formsuzluk derken uzun bi süre girdi diyerek girizgahımızı yapalım.

      Galatasaray olarak son 3 ayı son yılların en yoğun 3 ayı olarak geçirdik desek yanlış olmaz heralde. Aralık başında Braga deplasmanında gelen galibiyet, çek bi Schalke kurası, sermaye artırımı meselesi, Fatih Terim'in yönetime ince ayarı ve transferler. Kronolojik sırayla gidelim. Braga deplasmanındaki galibiyet Galatasaray'ın bu sezonki panoramasıydı. Çöpe atılan ve topa hakim olunmayan bir ilk yarı, ardından iki kanat oyuncusunu birden oyuna sürerek dönülen kaos sistemi. Burak'ın nefis sonuca etkisiyle deplasmanda aldığımız 7 puanla gruptan çıktık. Her şey iyi güzel görünüyordu. Kurada çek bi Schalke dedik hatta GS TV sunucusu Tuna Bayık ekranda Schalke duası yaptı ve Schalke geldi. Schalke kurasını gören Lütfi Arıboğan:


   
     Neredeyse hepimiz Lütfi Bey'in ifadesini takındık. Çünkü Barcelona, Bayern, Dortmund gibi ekiplerden kaçtık. Schalke'nin 20 şubattaki maça kadar başına gelenleri ayrı incelesek bilim-kurgu ve dram karışımı bi film çıkar ortaya. Takımın kilit 5-6 isminin sakatlanması, hoca değişikliği, Huntelaar'ın kalıcı körlüğüne sebep olabilecek rahatsızlığı vb. Bunları gördükçe iştahımız kabardı.

     O kısmı bi kenara bırakıp sermaye artırımı meselesine girelim çünkü uzun zamandır bu konu hakkında bir-iki kelam edesim var. Ünal Aysal'ın talimatıyla Galatasaray AŞ sermaye artırımı kararı aldı. Bu sermaye artırımıyla kulübün kasasına 275 milyon lira girdi ki bunun 125 milyon lirası küçük yatırımcıdan sağlandı. Kulübe sıcak para akışını sağlamak açısından gayet yerinde bir karardı. Hukuken hiçbir yanlışlık da yoktu üstelik. Ancak Fenerbahçe'nin yaşadığı krizler ve aşamadığı paranoyaları yüzünden özellikle medyayı gazlamasıyla Galatasaray'ın adı spekülatöre çıktı. Bu yüzden başkan gereğinden fazla biçimde medyada ve televizyonlarda görülmeye başladı. Herkese tek tek açıklama yapmak durumunda kaldı. Direk kulüp ismi zikrederek konuşuyorum diğer kulüplerin bu konuda pek bi sızlanması olmadı çünkü. Aziz Yıldırım kendi koltuğunu koruma adına bu sıralar birkaç farklı operasyona girişti. Bunlardan ilki 12 numara adlı twitter hesabı sahibini locasına alarak -ki bazı kaynaklara göre en başından yönetim tarafından oraya konmuştu- GFB ile yaşadığı sıkıntıyı üst noktaya taşımasıydı. GFB ve 12 numara arasında bi çatışma başladı. Yönetim destekli 12 numarada fırsat bulduğu her anda rakip takımlara özellikle de Galatasaray'a vurmaya başladı. Zamanında trollediğimiz bu oluşum bazı Fenerbahçeliler tarafından çok fazla ciddiye alındı ve locaya girecek kadar söz sahibi oldu. Sermaye artırımı meselesinde de en fazla ses çıkaran bu oluşum oldu. Ağladılar, sızladılar, kişileri yönlendirdiler. Sonuç: Galatasaray yüzde 900 oranında ikinci sermaye artırımı kararı aldı ancak SPK bu sefer izin vermedi. Neden? Ünal Aysal'a göre mavi gözlü bi Fenerbahçeli yönetici SPK'yı baskıya aldı ve bu kararın çıkmasını sağladı. Sermaye artırımının şu ana kadar illegal olduğu hiçbir kurum-kuruluş ve kişi tarafından ispatlanamadı. Hatta İhlas Holding'in yıllardır bu yöntemle ayakta durup şu anda Galatasaray'a yapılan bu engelleme yüzünden kendisi de sermaye artırımından faydalanamadığı için iflas etmek üzere olduğu söyleniyor. Alın size sosyal medyanın gücü.

     Kendi iç meselelerimize dönersek geçen sezon takım tamamen Fatih Terim'in eline verildi gibi görünse de ne iş yaptığı belirsiz Bülent Tulun başkan danışmanı olarak Florya'daydı. Fatih Terim'İn ayyuka çıkan ilk rahatsızlığı bu oldu ve Bülent Tulun Aslantepe'ye taşıdı ofisini. Yönetimdeki bazı iş bilirler Fatih Terim'in canını sıksa da asıl canını sıkan konu Fenerbahçe'yi şampiyonluk yarışı içerisinde tutmak için uydurulan Süper Final. Allah razı olsun şu anda keşke olmasaydı demiyoruz Kadıköy'de Yıldırım Demirören'i iterek şampiyonluk kaldırma şansımız oldu. Hoca konuşacağım sezon sonu dedi ama hala konuşmadı. Belki de eskisi kadar keskin olmadığı için. Maç sonu karşı takımın hocasının sözlerini 'Hele bi Yugoslav'dan' diyerek eleştiren bi teknik adamlıktan hakem hatalarına rağmen parlamayan, oyuncu yorumcularıyla geçiştiren hocalığa dönüştü. Bu sezon da yine yönetim içindeki insanların futbol meselelerine ve hocanın işine fazla karışmasıyla hoca iyice huzursuzlandı ve ikinci devrenin ilk maçında Kasımpaşa mağlubiyeti ardından yazılı bir açıklama yaparak dümdüz 'durumdan rahatsızım canımı sıkmayın' dedi. Ben dahil çoğumuz istifa cümlesi bekliyorduk ne yalan söyleyeyim. Hocanın açıklaması ardından görev tanımları daha da netleştirildi. Özellikle Sedat Doğan'a sen hukuktan sorumlusun futbola karışma dendi. Hocanın üzerinde sadece Ali Dürüst ve Ünal Aysal var.

     Gelelim transferlere. İlk yarıda oynanan futbol ve ligde kaybedilen puanlar herkesin canını sıktı. Takım ilk yarıları çöpe atıyor, hocanın ikinci yarı hamleleriyle günü kurtarmaya çalışıyordu. Devre arası sabırla beklendi. Günler geçiyor beklenen transfer haberleri gelmiyordu. Bir gün ortaya Sneijder adı sürüldü. Herkeste bi hadi len tavrı oluştu. Burada Sneijder'i anlatmaya gerek yok. Şu ana kadar Türkiye sınırlarında yapılmış en iyi transferdir. Yatılan Sneijder nöbetlerinin ardından oluşan olumsuzluk, tekrar ümitlenme, Sneijder'in İnter ile olan sıkıntıları falan derken transferden 2 gün önce ümitler iyice azaldı. Derken noldu ne bitti demeye kalmadan Lütfi Arıboğan ve Sneijder'in fotoğrafı düştü twitter'a. Ortalık yıkıldı haliyle ve beklentiler Sneijder'in ikinci Hagi olmasıydı. Kendisinin ilk basın toplantısında da buna gönderme yapması bizi iyice havaya soktu. Ardından 2-3 gün içerisinde Drogba transferi bitirildi. Geçen sezondan beri gündemde olmayan Drogba çıktı geldi. Afalladık. Bu kadar basit. Hepimizde gelsin Schalke de iki tokat atıp gönderelim algısı oluştu. Lig maçları rölantide geçti oraya başka yazıda gireceğim.

     20 şubat akşamı kimsenin Schalke'yi yeneceğimizden şüphesi yoktu. Herkeste Schalke eksik takım biz yaldır yaldır transfer yaptık yeriz havası vardı. Benim içime Schalke'den kötü haberler geldikçe sıkıntı düştü. Derken maçın ilk yarısında anladık ki Schalke net inanmış. Her yerde bizden fazlalardı her topa bastılar. İnanılmaz pas yaptılar ve boğdular. İlk yarının son hücumunda Dany ile Melo anlaşamayınca hızlı hücumdan gol yedik. İkinci yarı Sneijder çıktı Amrabat girdi. O da fayda etmedi pozisyonlar bulduk ama atamadık. Maç 1-1 bitti. Ocak sonunda oluşan hava bi anda söndü ve sorgulamalar başladı. Tabii ki sahada oynanan futbol kimseyi memnun etmedi ama bu durum formasını satacak takımına ihanet edecek hareketler bulunmadıkça maç boyu futbolcuya, hocaya sövme hakkını kimseye vermiyor. Bu lafım Schalke maçı boyu hocaya, Burak'a, Hamit'e söven veled-i zinayaydı. Şimdi önümüzde önce Gençlerbirliği ardından Schalke maçları var. Schalke'nin kolay lokma olmadığını anladık. Tur Schalke'nin elinde ve takım top oynamıyor. Hayırlısı olsun.

26 Ağu 2012

Alex Söyle Kaptanlığın Nerede?

                        



             Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı Alex de Souza'nın saha içi performans değerlendirmesi değildir, 8 yıldır Fenerbahçe için yaptıklarını tartışmam, tartışamam ki zaten kendisi halihazırda hak ettiği şekilde Fenerbahçe'nin efsaneleri arasına adını yazdırmıştır. Bunu belirttim çünkü konunun bu kadar büyümesinin en büyük nedeni de buradan kaynaklanıyor, Alex'in Fenerbahçe'de bulunduğu tüm zamanlar üzerinden genel değerlendirme yapılıp onun bu süreçte yararlı veya zararlı olduğu sonucu üzerinden, oynatılıp oynatılmaması gerektiği üzerine fikir yürütülüyor.


           Gelelim benim dikkati çekmek istediğim ve şahsi kanaatimce dikkat çekilmesi gereken ancak bu tartışmalarda belki de üzerinde en az durulan konuya; Alex de Souza 34 yaşında (hatta 14 Eylül'de 35 yaşına giriyor) ve Spartak Moskova maçı öncesi oynanan 4 resmi maçta da silik bir performans ortaya koydu. Bu belirttiğim iki birbirine pek yakın olmayan ifadenin aslında çıktığı sonuç ortak; birincisi, doğal olarak 34 yaşındaki bir oyuncunun 2 hafta içinde oynanan 5 resmi maçtan herhangi birinde dinlendirilmesinden ya da fizik yetersizliğinden dolayı tercih dışı bırakılmasından doğal bir şey yok. İkincisi de, 4 maç üst üste vasat bir performans gösteren oyuncunun 5. maç tercih edilmemesinin izahında da herhangi bir problem yok. Sonuç olarak bu iki nedenden herhangi birine sahip olan oyuncunun oynatılmaması gayet doğal bir durumken, Alex de Souza'nın bu iki yetersizliğe de sahip olup oynatılmamasından daha doğal bir şey yoktur.


           'Durum böylesine aşikarken, bu durum neden bu kadar büyütüldü?' sorusunun yanıtı da işte tam burada Alex de Souza'da bitiyor. Takımın çok da kötü oynamayıp, yine aynı şekilde çok da kötü olmayan bir skorla döndüğü Şampiyonlar Ligi ön eleme maçının hemen ardından günümüzün en büyük sosyal medya ağı olan Twitter üzerinden oynatılmamasına yakınması  hatta ileri giderek bu durumu 'kıskançlık' olarak nitelemesi ve bunu bilerek ve isteyerek taraftarlarla birebir diyaloğunda dile getirmesi, kısaca olayları tırmandıran nedendir ki yine aynı nedenden dolayı bugünkü maç öncesi kadro dışı kalmayı da hak etmiştir (Kadro dışı mı kaldı dinlendirildi mi bunu bilmiyorum, söylemek istediğim bu durum eğer kadro dışı kalmak ise bu durum için de kendisi haksızdır) .  Üstelik kadro dışı kalmasını yine Twitter üzerinden yakınması da yine bugünkü 'çirkin' Aziz Yıldırım eylemine ve bunu yapmasına neden olan kadın taraftarların tezahüratlarına neden olmuş ve gerilimin dozu bir kat daha artmıştır.


         
          Zamanında Gerrardların, Lampardların, Del Pieroların, Raulların ve daha aklıma gelmeyen bir çok efsanenin (Alex'den kat kat büyük efsanelerin) başına formsuzluk, hoca tercihi ya da fiziksel yetersizlik nedeniyle oynatılmaması durumu gelmiştir ancak sanıyorum ki ilk defa böylesi oynatılmama durumu bu denli geniş çaplı bir tartışmaya neden olmamıştır. Bahsi geçen efsanelerin kimisi daha sonra tekrar oynatıldı yahut kimisi takımdan ayrıldı fakat hepsinin ortak noktası, bu oyunculara sahip büyük takımların bu durumun üzerinden gelip büyük takım olma hüviyetlerine kaldıkları yerden veya üzerine koyarak devam etmiş olmalarıdır. Alex olayının nereye varacağını söylemek için daha çok erken ve söylediğim gibi bu yazıdaki amacım hiç bir maksatla Alex'in 8 yıllık performansını sorgulamak değildir; sadece geçtiğimiz Salı gününden beri olanları yazmak ihtiyacı duydum. Kaldı ki Alex'i takımın başında bulunduğu 76 maçın 69'unda sahaya süren Aykut Kocaman'ın da bu durumda yanlışları vardır (Spartak Moskova maçında Baroni'den Alex yaratmaya çalışmak veya genel anlamda Gaziantepspor maçında da olduğu gibi taktiksel anlamda çok da büyük değişiklikler yapmamak gibi) ancak bunu yazmak hem ayrı bir blog yazısı konusu olabilir, hem de 2 maç üzerinden böylesi bir değerlendirme yapılacağının doğru olduğunu düşünmemekteyim.



          Son olarak belki kimilerinin ağır bulabileceği yazının başlığının nedenine gelirsek, Alex gibi zeka anlamında Türkiye'ye gelmiş -bana göre- en büyük oyuncunun bu eylemleri düşünmeden yaptığını düşünmek fazlasıyla iyimser geliyor, hele ki Fenerbahçe'nin, 3 Temmuz olayları nedeniyle ayrı bir önem atfettiği Şampiyonlar Ligi'nin son elemesinin bulunduğu süreçte bunları yapması, takımın kaptanıyken bunu yapması, bana bugünkü fazlaca basit tezahüratın bir başka versiyonunu yapma nedenini veriyor; Alex söyle kaptanlığın nerede?

29 Ara 2011

Milattan Sonra

(Bu yazı Türk Futbolu için bir milat niteliğinde olan 3 Temmuz ve sonrasındaki süreçte bir Fenerbahçelinin halet-i ruhiyesini anlatmaktadır.)


Haksızlıktı bu yapılan, daha 1,5 ay evvelinde herkes görmüştü şampiyonluğu ne kadar hak ederek, son yılların en iyi futbolunu oynayarak ve bazen de şansı yanımıza alarak kazandığımızı. 'Şans' kelimesinde takılıp kalıyorum; acaba şans değil miydi olanlar, top sevmemiş miydi bizi gidip gelen maçlarda, yani saha dışında mı yaratmıştık biz kendi şansımızı en başında? Niye diye düşündüm; niyeydi o zaman o kadar heyecan, kim göze alabilirdi ki sayısı milyonları bulan insanları kandırabilme cüretini? Hem Aziz Yıldırım değil miydi Sivas maçı 4-3 olduktan sonra heyecandan maçın kalanını izleyemeyen ve maç sonu herkes stadı terk ettiğinde tek başına zafer purosunu yakan? Yoksa o puro da mı saha dışındaki başarılardan dolayı yakılıyordu ?

Sanırım yalnızca ben değildim bu şüpheleri taşıyan. 3 Temmuz günü başlayan süreçten sonra birçoğumuz dile getiremedi bu şüpheleri, cesaret edemedi söylemeye; çünkü bir ilahtır Aziz Yıldırım birçok Fenerbahçelinin gözünde. Birçok futbol kulübünün aksine bir kulüpten bahsedildiğinde akla gelen ilk ismin kulübün başkanı olması çok da sık rastlanır bir durum değildir ve herkesin tartıştığı bir isim olması dolayısıyla Fenerbahçe için bir 'ilah' kadar bir 'inat'tır Aziz Yıldırım. Sürecin sonunda desteğin hala bu boyutlarda olmasının en büyük nedeni de belki de bu inat duygusudur. Burada anlatmak istediğim yaşıyor olduğum duyguları dile getirmek olduğu için Aziz Yıldırım’ın gerçekten suçlu olup olmadığı ya da olayın başka mercilere dayanıp dayanmadığı konusunda bir avukat misali çözümleme yapmayacağım.

Bu gelişmelerin başlamasıyla söndü aslında içimdeki futbol ateşi, merak etmiyordum başlayacak olan ligi, oynayacağımız maçları, sonuçları. Sürecin yanında gelişen belirsizlik duygusuyla birlikte üzgünlük ve kızgınlık hissediyordum olanlara. Üzgündüm; çünkü gerçekten rayına oturduğuna inandığım takımım çok değil 3-4 tane yerinde transfer yaparak Avrupa’da da mutluluk verecek bir futbol oynamaya hazırken, gördüğüm şey transfer döneminde elden çıkan futbolcular ve raydan çıkan bir takımdı. Özellikle yaz aylarında bir antrenman sırasında bir oyuncuya (yanılmıyorsam Andre Santos'a) gelen transfer teklifiyle hemen teklifi dinlemeye koşan Aykut Kocaman’ın eminim o sırada hissettiği duygu çaresizlikti ve bunu düşünmek takımını gerçekten seven birisinin başına gelebilecek en üzücü şeylerden birisiydi benim için. Kızgındım; çünkü yıllardır tezahürat haline gelen 'şikeci Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe' söylemlerinin haklı çıkıyor ya da çıkabilme ihtimalinin doğuyor olmasından, savunduğumuz tüm değerlerin haksız çıkıyor olmasından dolayı.

İşte bu hislerle başladı benim için lig; ama zaman geçtikçe gelişen olaylar korumaya çalıştığım 'tarafsızlık' duygusunun önüne geçti. Ligdeki en ilgisiz maçlarda bile maç heyecanı ortadan kalktıktan sonra tüm stadın Fenerbahçe ve şike ile ilgili yaptığı tezahürat ve bir nevi aşağılanma; bende ve birçok Fenerbahçeli'de yazının başında belirttiğim Aziz Yıldırım efsanesini ortaya çıkaran hislerden birisi olan 'inat' duygusunu yeniden gün ışığına çıkardı ve süreç her seferinde aleyhimize gelişse de taraftarın Aziz Yıldırım’a olan desteği sırf bu duygudan ötürü değişmedi hatta belki de daha çok arttı.

Şimdi iddianame belli oldu ve daha somut şeyler konuşulmaya başlandı; herkes artık bir karar bekliyor. Benimle beraber birçok Fenerbahçeli kötü de olsa bir karar bekliyor artık; daha fazla kararsızlık yaşamama adına, yaşananlara 'inat' suçsuz çıkmak umuduyla. Benim düşüncem bu olaydan dolayı birileri suçlu bulunacaksa bunlar kişiler olacaktır; yani iyisiyle kötüsüyle karar sonrası Fenerbahçe benim için yine 'eski Fenerbahçe' olacaktır, ligi ve kategorisi ne olursa olsun.