Catenaccio etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Catenaccio etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şub 2013

San Siro'da futbol kazandı

Milan, San Siro'da Barcelona karşısında oynadığı akıllı oyun ve aldığı 2-0'lık galibiyetle biz daha ölmedik dedi. Tur için Barcelona hala favori olarak gözükse de Milan şu an için ilk 90 dakikayı 2-0 önde kapattı, hem de gol avantajını da rakibine kaptırmadı. Milan'ın başında Arséne Wenger olsa, o da böyle derdi muhtemelen.
Goller Gana milli takımının iki yıldız oyuncusu Boateng ve Muntari'den geldi.
Rekabet anlamında da futbolun kazandığı bir gece oldu. Hep Barça hep Barça nereye kadar?
Milan savunması Messi'nin ayağına ceza sahasında top değdirmedi. Hatta ve hatta ceza sahası içerisinde Barcelona adam akıllı tehlike bile yaratamadı. Catenaccio bir kez daha Total Futbolu çaresiz bıraktı. Hakemin katkısı vardır, yoktur tartışılır. Futbol zaten böyle güzel ve anlamlı.
Mario Balotelli ise inanan bir insanın cennete kavuşması gibi Milan'a kavuşmuş bir görüntü sergiledi tribünde. Kesinlikle çok seviyor Milan'ı. Zaten yıllar önce Inter forması giyerken Milan-Roma maçında yanlış hatırlamıyorsam Milan kale arkasındaydı. Balotelli, Barça maçında yanında sevgilisi ve arkadaşları-kardeşleriyle birlikte maç boyunca eğlendi, eğlendirdi. Oynayamadığı bu maça bir şekilde dahil olmayı başardı. Dakikalar 91'i gösterirken Türkiye tribünlerinde "çıldır" olarak tabir edilen tribünsel hareketi gerçekleştirdi etrafındaki insanlarla.
San Siro'daki on binlerce Milan taraftarı ise şampiyon olmuşcasına coşkuluydu. Uzun zamandır böyle görmemiştim Milan tribünlerini(şampiyon oldukları son sezon dahi).
2013 yılında Milan ligde 17 puan(7 maçta 5 galibiyet 2 beraberlik) toplayarak şu ana kadar bu yıl için Serie A'nın en iyisi olmayı başardı. Çok sürpriz bir oyun olmadı Milan açısından. Sürpriz olan Barcelona'nın üretken olamamasıydı.
Maçın en özel oyuncusu Massimo Ambrosini'ydi. 36 yaşına gelmesine rağmen futbolun belki de en kritik mevkinde, orta sahanın orta sahasında 95 dakika hatasız oynadı, takımını yönetti, hakemle oynamadı ve galibiyeti hak etti.
Şimdi kısa bir ara...
12 Mart'taki rövanş maçında görüşmek üzere.

15 Haz 2012

Kupaların Efendisi: Mezhep Kardeşliği

Halihazırda Dünya Kupasını en çok kazanan Avrupa ülkesi olan İtalya'ya Kupaların Efendisi desek yerinde olur. Ancak İtalya'nın Dünya Kupalarındaki başarılarının Avrupa Şampiyonalarına yansımadığı da bir gerçek. Ev sahibi olduğu EURO 1968'i kazanan İtalya bu kupayı ilk ve son kez kaldırmış olacaktı. Papalığın merkezi Vatikan'ı topraklarında barındıran İtalya kuşkusuz Katolikler arasında önde gelen bir ulusa sahipler. Diğer taraftaysa Balkanlar'daki mezhep ve din çatışmalarının baş aktörlerinden olan Hırvatistan da Katolik mezhebine mensup bir ulusa sahipler.

C Grubunun ilk maçında İspanya karşısında pozisyonlar vermesine rağmen İtalya oynadığı futbolla umut veren bir görüntü sergilemişti. Ancak hala oyun olarak bir şeylerin yeterli olmadığı da apaçık ortadaydı. Buffon, Di Natale ve tabi ki Pirlo ilk maçın öne çıkan isimlerindendi. İtalya'nın temel probleminin nerede olduğu ise tam bir muammaydı. Cesare Prandelli takımını İspanya karşısında güzel bir dizilimle çıkarmıştı. Prandelli kadroyu Hırvatistan maçında da bozmadı. Maçın ilk yarısında Pirlo'nun serbest vuruştan attığı gole kadar sahanın tek hakimi olan İtalya akıllara ister istemez aynı soruyu getirdi: Yine mi skorun üzerine yatacaklar? Beklenen cevap hiç gecikmeden ikinci yarı başlar başlamaz İtalya'nın ileride baskıyı bırakmasıyla geldi. Belki İtalyanlara özgü bir şey değil geriye çekilme huyu. Ancak ne yazık ki İtalyanlarla özdeşleşmiş klişe tabirlerin başında geliyor. Catenaccio gibi felsefik bir sistemin günümüzdeki kullanım şeklinin Helenio Herrera'nın kemiklerini sızlatmadığını düşünmek ise safdillikten başka bir şey olmaz. O yüzden her savunmaya çekilen takıma da Catenaccio yapıyor dememek evladır. Ancak şu da atlanmamalı ki katı savunma yapmakla özdeşleşen Catenaccio kavramı ister istemez bir kalıp haline de gelmiş durumdadır.

Maçın ikinci yarısında Mandzukic'le golü bulan Hırvatlar galibiyetin kendilerini bir üst tura taşıyacak olması gerçeğini göz önünde bulundurup maçı İtalya'dan daha çok isteyen taraf konumundaydılar. İtalyanlar ise nasıl olsa son maçta ne yazık ki grubun averaj takımı haline gelen İrlanda'yı yeneriz düşüncesiyle rahat hareket ettiler. 1-1'lik sonuç İtalyanların işine fazlasıyla yaradı gibi. Hırvatlar içinse asıl tehlike grubun son maçında İspanya karşısında alınacak olası bir mağlubiyette gruptan çıkamama ihtimali. Kupanın son şampiyonu olan İspanya'nın son maçta göstereceği performans gruptaki dizilimi belirleyecek. İtalya cephesinde ise olası bir öz güven patlaması durumunda 2010 Güney Afrika'nın bir tekrarı da yaşanabilir. Turnuvalarda nasıl futbol ortaya konulması gerektiğini çok iyi bilen İtalyanlar muhtemelen gruptan çıkacaktır. Hem de diğer maçın sonucunu beklemeden.

Ayrı bir parantez de Hırvat taraftarlara açmak lazım. Hırvatlar çok büyük kafileler halinde Polonya'daki stadyumları adeta esir almaya gelmişler gibi. Şu ana kadar ki en iyi deplasman performansını sergileyen Hırvatistan tribünlerinde kimi zaman Türkiye tribünlerinden duymaya alışık olduğumuz besteler duyuyoruz. Almanya tribünlerinde yıllardır duyduğumuz benzer bestelere alışkındım ancak kulüp bazında başarılı olamayan Hırvat takımlarının tribünlerini bugüne kadar takip edememiştim. Gerçekten hayran bıraktılar kendilerine. İtalyan tribünleri ise her zamanki gibi sayıca az olmalarına rağmen Hırvat tribünlerinden aşağı kalır değildi. Ülke takımı destekleme fikri hiçbir zaman kulüp takımı destekleme fikrinin önüne geçemeyecektir. Sadece aşırı milliyetçilikle yoğurulmuş azınlık bölgelerinde kurulan FIFA'ya bağlı olmayan ulusal takımları destekleme fikri futbol severlere cazip gelebilir. Bunların haricinde İtalyan ve Hırvat taraftarları eğer ki iç içe görebiliyorsak stadyumlarda fanatizm ulusal takımlara çok da fazla sirayet etmemiş diyebiliriz.

Kupaların Efendisinin maçın ikinci yarıdaki isteksiz oyunu Hırvatların bir puanı almasını kolaylaştırdı. Hatta ikinci yarıda galibiyeti bulabilecek pozisyonları da defalarca cömertçe harcadılar. Katolik Kilisesi haricinde kimseyi tatmin etmeyen bir skorla biten maç İtalya'nın tur ümitlerini artırırken, Hırvatistan'ın kileri de zora soktu.

6 Haz 2012

Calciopoli yıldıramaz bizleri...

İtiraf edeyim ben her Dünya Kupası'nda Brezilya'yı desteklerim. Ancak her zaman da bir sürpriz takımım olur üçüncü dünya ülkelerinden. Avrupa Şampiyonaları'nda ise durum biraz daha farklıdır. Çocukken Hollandalıların turuncu formaları ve İtalyanların Gök Mavi formaları ilgimi çekmiyordu desem yalan olur. Çünkü bayrak ve forma uyuşmazlığı çocukluğumun ilk travmalarındandır. Bu da diğer travmalar gibi bir hayli ilgi çekici olmuştur. Türkiye'nin katıldığı her turnuvada benim için Türkiye açık ara favoridir parantez içinde bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Gelgelelim EURO 2012'deki tek favorim İtalya'ya...

Turnuvanın açık ara en formsuz takımını destekleme fikri nereden çıktı diye sorarsanız geçmişten günümüze gelen İtalya hayranlığı yine had safhaya ulaştı ve ben her şeye rağmen Forza Italia dedim. Zaman zaman yanlışları olan İtalya'nın Catenacciosu'ndan ziyade; yaşam alanlarındaki kaotik durumun futbollarına yansıması benim için her zaman yeterince ilgi çekici olmuştur. En zor dönemlerini geçirirken bile yaptıkları sürpriz çıkış ve 2006 Dünya Kupası'nı kaldırmaları da takdire şayandı. Toldo, Panucci-Cannavaro-Nesta-Maldini, Gattuso-Ambrosini-Albertini, Totti-Del Piero-Inzaghi ilk on biri bugün sahada yok. Hatta bu isimlerin çoğu futbolu da bıraktı. Ancak sırf bu kadronun hatırına bile desteklenecek bir takımdır İtalya. Hazırlık maçlarındaki başarısız sonuçlar aldatmasın sizleri. Yine bir şike skandalı içerisinde olan İtalya Milli takımında moraller ziyadesiyle bozukmuş. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor açıkçası. Cesare Prandelli'nin takımı elemelerde mağlubiyet yüzü görmeden rahatça turnuvaya katılma hakkını kazandı. Bana sorarsanız çok kolay bir gruptan olması gerektiği şekilde çıktı. EURO 2012'de C Grubundaki rakipleri ise İtalya'yı bir hayli zorlayacak cinsten. Fakat grupta üç tane beraberlik alıp şampiyon olduğu 1982 Dünya Kupası'nı göz ardı etmeyin derim ben.

Biraz da kadroya bakacak olursak; kale her zamanki gibi sağlam ellerde. Buffon yaşlanmasına rağmen hala dünyanın en iyileri arasında. Namağlup lig şampiyonu Juventus'un kalesi de Buffon'un ellerindeydi. Savunmada göze çarpan bir isim eskisi gibi yok. İtalya'nın en zayıf karnı çok ironik bir şekilde savunması olacak gibi duruyor. Orta sahada ise Championship Manager 03/04'ün efsanesi Milan'ın yeni transferi Riccardo Montolivo ve Milan'ın bu sezon parlayan yıldızı Nocerino öne çıkan isimlerden. Bu ikilinin yanında Roma efsanesi kaptan Daniele De Rossi ve Juve'nin tecrübeli yıldızı Milan efsanesi Andrea Pirlo da orta sahada etkili oyun ortaya koyabilecek diğer isimler. Hücum alanındaysa gol krallığı konusunda rüştünü ispat etmiş Antonio Di Natale, sezon ortasında kalbinin delik olduğunu öğrenip tedavi gören San Siro'nun yaramaz çocuğu Antonio Cassano ve EPL'nin şampiyonu City'nin sorunlu yıldızı yepyeni sırt ismiyle Barwuah Balotelli etkili olacak isimler.

Geçmiş yıllara göre zayıf bir kadro gibi gözükse de 1990 Dünya Kupası'nda Salvatore Schillaci'den gol kralı yaratan; 2006 Dünya Kupası'nda Luca Toni ve Fabio Grosso'yu dünyaya tanıtan Azzurri'nin bu turnuvada da sürpriz yapma ihtimali bir hayli fazla gözüküyor.
Calciopoli'ye rağmen Forza İtalia...

31 Ara 2011

Kaotik Yaşamın Bizleri Getirdiği Son Nokta: KAOS FUTBOLU

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır; eyvallah! Ancak her yiğit yoğurdunu belirli bir düzen içerisinde mi yemelidir?
Dünyada nevi şahsına münhasır birkaç tane futbol ekolü vardır:
Alman ekolü disiplinlidir; rakip kim olursa olsun takımın konsantrasyonunun üst seviyede olması amaçlanır…
Hollanda ekolü kolektif oyundur; amaç takım halinde hücum edip, takım halinde savunma yapmaktır. Meşhur deyimiyle “total futbol”…
İtalyan ekolü savunmaya dayalı futbolu amaçlar; galibiyete giden yolda savunma en önemli hücumdur. Çünkü gol yemediğiniz sürece yenilmeniz imkansızdır. Bu ekolün bir diğer adı da “catenaccio”dur. Hatırlayın 1982 İspanya’yı: İtalya grup maçlarında aldığı üç beraberlikle Dünya Kupası’nı kazanmıştı…
İngiliz ekolü uzun paslara dayalı, bir an önce sonuca gitmeyi hedefleyen bir futbol ekolüdür…
Brezilya ekolüyse göze en hoş gelen futbolu amaçlayan; sertlikten ve rakibe saygısızlık yapmaktan kaçınan (her ne kadar Rivaldo, Hakan Ünsal’a saygısızlık yapmış olsa da[1]) bir ekoldür…
Ve son olarak Türkiye ekolünden bahsetmezsek olmaz: Kaos Futbolu!
Ekolsüzlüğü kendisine ekol edinen futbol stiline sahip olduğumuz konusunda benim hiçbir şüphem yok. Türkiye ekolünden önceki saydığım ekollerin taklitleri çoktur ve o ekolleri taklit edenlerin bir kısmı başarılı da olmuştur. Otto Rehhagel’in “catenaccio”yu uyguladığı Yunanistan malum olduğu üzere 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı bu taktikle kazanmıştır. Veyahut Barcelona yıllardır “total futbol”u ustalıkla oynayıp çok başarılı bir dönem geçirmektedir. Ancak, kıyıda köşede kalan bir iki örnek dışında “kaos futbol”unu bizim kadar başarıyla uygulayan başka kimseler yoktur…
Sanmıyorum ki hiçbir ülkenin spikerleri de “milli takımımız rakip kale önünde karambol arıyor” şeklinde bir maç anlatımı yapmıştır. Kaos futbolu belli ki iliklerimize kadar işlemiş. Yoksa geride olan her yabancı takım orta yuvarlak ve dolaylarındaki duran topları kaleciye kullandırma fantezisini uygulardı…

Nasıl ki Sırplar nişancılıktaki üstün başarılarını futbolda serbest vuruşlara, basketbolda üç sayılık atışlara taşımış; biz de kendimize özgü hayatta kalma koşullarını futbolla çok iyi harmanlamışız…