Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Nis 2013

Bağırmayan Taraftar: Trabzonspor


Trabzonspor’un en çok eleştiri aldığı konulardan biri taraftar profilinin karşı takımı baskı altına alıp kendi takımının arkasında itici güç oluşturacak nitelikte baskın olmaması. Bu yazıda benim fikirlerim ve bu konuda emek verenlerin düşünceleri beraber paylaşılacak.



Şurada bir kere anlaşmak gerekir, Trabzonspor ve Trabzon kenti bu ülkenin Napoli’sidir. Özellikle Karadeniz şehir takımlarının son zamanlarda tepkisine ve yer yer nefretine maruz kalan Trabzonspor ‘şehir takımı’ olgusunu düşünecek olursak bu ülkede imrenilecek kıskanılacak bir konuma sahiptir. Vira Grubu’ndan Soner Boran’ın da dediği gibi ‘Trabzonspor’u tutmak memleketini sevmenin ve memleketine hizmet etmenin en iyi yolu’ olarak anlaşılmaktadır, bu anlayışla da Trabzon kentinde doğan her çocuk potansiyel bir Trabzonspor taraftarı olarak doğmaktadır. Bu bir şehir takımın isteyeceği en önemli şeydir aslında.

Türkiye’de Anadolu kulüplerinin taraftarları değerlendirilirken bu konuda birçok parametre kullanılır. Şehirdeki ağırlık, özgün ve hep bir ağızdan tezahürat, atkı veya meşale şov, el emeği pankart, son zamanlarda da kareografi bu gücü sergilemenin ve dışarıdan değerlendirme yapmanın bazı yollarıdır. Bir başka konu da tribün jargonunda kullanılan ‘MEVZU’dur. Birçok konuda eksik olan bir taraftar grubu saha dışı olaylardaki agresifliği ve üstünlüğü ile birçoklarından daha iyi olduğunu ‘mevzuda birinciyiz’ diyerek dillendirebilir.



Yavaş yavaş Trabzonspor tribünlerini irdelemeye başlayalım. Trabzon tribünlerinde ilk grup 1980 yılında Çılgınlar adıyla kurulmuş ve aynı yıl gurbetteki Trabzonsporlular tarafından ‘Dünyanın ilk deplasman grubu’ olan Gurbetçi Gençler kurulmuş. Bu rakamlar Trabzon’da eksik olduğuna inanılan tribün kültürüne dair önemli ve olumlu işaretlerdir. O tarihlerden günümüze uzanan yelpazeye bakacak olursak bugün çok yakınılan bir ‘bölünmüşlük’ problemi olduğunu görüyoruz.

‘ Bugün Avni Aker’deki pankartlara bakacak olursak 20 civarında grup olduğu görülmektedir.Statta pankartı asılan grupların elemanları o pankartın arkasına dizilse boşluk kalacak kadar az üyeleri var. Üye durumu tabii ki önemli değil ama o grubun ne amaçla kurulduğu ve Trabzonspor’a neler verdiği önemli bir husustur. Ne zaman bu kadar fazla oldu diye düşünecek olursak 2008-2009 yılları bu olayın patlak verdiği seneler diyebiliriz. S.Şener döneminde maraton tribünlerine artık grup alınmayıp yeni yapılan kale arkasına yerleştirilmesi ve taraftar gruplarına kombine indirimi yapılması gözle görülür bir değişimin yaşanmasına neden olmuştur. Yaşanan anlaşmazlıklar, liderlik hevesi, maddi çıkar tribünlerin bu bölünmüşlükte olmasının en net cevaplarıdır.’ Soner Boran-Vira

‘Trabzon’da 5-6 kişilik bir alkol ortamı olduğunda ‘ne yapalım ne edelim’ konusuna geçildiğinde hemen bir grup kuralım derler. Tribün kültürü var, yok değil; fakat çok sayıda grubun olması herkesin kendi bildiğini doğru olarak kabul etmesi sonucu sözlü ve görsel birliktelik sağlanamıyor. 95-96 sezonunda kaybedilen şampiyonluk Trabzon tribünlerinin çok büyük yara almasına sebep oldu ve bugünkü duruma gelindi. Yönetimin 20-30 kişilik grupları dahi grup olarak görüp toplu bilet vermesi ve bazı grupların bu işi gelir kaynağı olarak görmesi grupların bir araya gelememesinin sebeplerinden.’ Volkan Durmuş-Trabzonlu Gençler



Futbolun en keyifli yönlerinden biri de sahadaki aktörlerin dışında tribünde çok farklı bir filmin çekiliyor olmasıdır. İnsanlar futbol izlerken keyif almanın yanında aynı zamanda renktaşları, gönüldaşları ile beraber tezahüratlara eşlik ederek dünyanın en keyifli frekansına erişir. Şahsi fikrime göre Trabzonspor taraftarının önemli bir özelliği de tribünü ikincil bir konumda görmesidir. Yani tribündeki enerjiyi sahaya yansıtmak yerine sahadaki enerjiden tribün yapma gayesi vardır. Tribünler takım kötüyse kötü, iyiyse iyi bir görüntü çizer. Siz hiç Trabzonsporluların ‘sahada kaybedebiliriz ama tribünde asla’ şeklinde gider  yaptığını duydunuz mu? Sahada kaybedilmişse tribünde zaten kaybedilmiştir.

Her yiğidin bir yoğurt yeyişi vardır, Trabzonspor taraftarı bağırmıyor diye ben oturduğum yerden bu işe emek veren, bu uğurda kilometrelerce yol kat eden insanlara yapıcı değil de yıkıcı eleştiri yaparsam hadsizlik etmiş olurum. Rant, karaborsa v.s herkesin günahı boynuna; sadece ama sadece arma peşinde koşan her Trabzonspor taraftarı benim canım ciğerimdir. Benim tek arzum bu kadar imrenilesi bir camianın aynı zamanda imrenilesi bir güzellikte, özgünlükte ve orjinallikte olan tribünlere sahip olması. 

..

Yazacak çok şey vardı, özet geçmek istedim. Bu konuya tekrar tekrar dönüp birkaç yazı daha çıkarabilirim diye düşündüm. Hadi hayırlısı.

17 Eki 2012

Biz bir günde mi 'İçinizdeki İrlandalılar' olduk?

Türk Milli Takımı Türkiye'nin çalkantılı dönemlerinden, yaşanan darbelerinden, sağ-sol çatışmasından pek nasibini almamış bir kurumdu. Sanat müziği gibiydi, başına 'Türk' koyduğunuzda kimse gocunmazdı ondan. Bu ülkenin sağcısı, solcusu her sınıftan insanı desteklerdi bu takımı hiç çekinmeden. Nasıl desteklemesin ki? Tarihi mağlubiyetleriyle dalga geçen, turnuvalara katılırken ecel terleri döken ama katıldığı turnuvalarda dengeleri alt üst eden bir takımdı. 

90 doğumlu biri olarak milli takım konusunda şanslıyım. Gözlerimi futbola açtığımda zımba gibi bir milli takımımız vardı. 2000 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya'ya karşı deplasmanda mükemmel oynadığımız 0-0'lık beraberlikle döndüğümüz maç benim için milattır. Bu ülkenin futboldaki makus talihi Sergen'in Matthaus'un sağından atıp solundan geçtiği pozisyonda kırılmıştır. Ne mutlu bana ki o günlerle açtım gözümü futbola! Geçenlerde Suat Kaya'nın ve Okan Buruk'un katıldığı bir Ligtv programında milli takımın en  unutulmaz yirmi maçı vardı, en az on beşini canlı izlediğimi farkettim. Bundan ala mutluluk var mı? 



Bu akşam milli takım o kadar yalnızdı ki çok sevdiğim bir abim 'ülkü ocakları bile şu galibiyete sevinmiştir' dedi, haklıydı da. Herkes o kadar küstürüldü, her şey o kadar anlamsızlaştırıldı ki artık milli takım denen şeyin altı bomboş insanlar için. İstedikleri kadar süslü reklam yapsınlar, istedikleri kadar bu işi bize pazarlamaya çalışsınlar; yemiyoruz yemeyiz artık.

Bu gece kendi kendime dedim ki:' Ulan madem gidemiyoruz bu turnuvalara, gereken neyse yapalım evsahibi olalım.' Bunu dedikten sonra ise 2016'ya aday olduğumuz o harita aklıma geldi, tam bir fiyaskoydu! Keyifleri gelince iki senede Süper Lig'de oynattıkları hevesleri kaçınca sürüm sürüm süründürdükleri Diyarbakır'ın, Akyazı ile HES'le darmadağın ettikleri Trabzon'un olmadığı, Ankara'nın ise ayıp olmasın diye konulduğu o harita...Haritada yer alan Konya ile Kayseri'nin ideolojik olduğu malumunuz, neyse o konulara girmeyeyim.

Milli takım kadrosu belli. Mehmet Ekici bu sene Bremen'de ne kadar oynamış belli. Anadolu futbolcusuna, futbolcusunu o formayla görüp gururlanacak Anadolu taraftarına ayıp.

Hakan Şükür'ü gram sevmezdim; ama bu gözlerin gördüğü en büyük forvetti. Onsuz milli takım izlemek bir garip. Set hücumunda bocalıyoruz, hiçbir forvetimiz sırtı dönük oyunu bilmiyor. Bu ligde bu oyunu oynayabilecek Muhammet Demir, Nobre gibi isimler yetersiz görülüp alınmıyor.



Ankaragüçlüler'in durumu malum, Trabzon'un 3 Temmuz direnişi hala sürüyor, Diyarbakırspor'da sıkıntı bitmiyor, maç saatlerindeki Ferrari haberini gördük Beşiktaş'ın ne olacağı hiç belli değil. Galatasaray ve Fenerbahçe yeni dengelerin önemli parçaları zaten onlara bir şey demiyorum. Benim altını çizmek istediğim şey onun yerine bu oynasaydı mevzusu değil; TFF-Milli Takım-Demirören üçlüsünün halktan nasıl uzaklaştıkları, nasıl bu ülkede futbol namına her şeyin içini boşalttıkları görülmeli artık. Sorun milli takıma Anadolu'dan iki topçu alarak çözülecek küçüklükte değil, bir yabancılaşmanın bir ötekileştirmenin biriktirdiği bir hesap var. Ecevit 70'lerde CHP'yi tekrar canlandırmak için 'CHP halka gitmelidir; ama halka giderken uzatacak elinin yanında söyleyecek sözü olmalıdır' demişti, Demirören TFF'sinin ne uzattığı eli tutacak ne de söylediği sözü dinleyecek biri yok bu ülkede!

Kulüpler ve Milli Takım bazında ne kadar havalarda olduğumuz malumunuz; öyle ki Almanya'ya karşı alınan 3-0'lık mağlubiyetten sonra maçın canlı anlatımında ülkenin en gözde spor yorumcularından R.Dilmen utanç duyarak  kulaklığı bırakmıştı. Kendi evimizde kalecisini iki üç kere gördüğümüz Romanya'ya da 'vasat' diyen R.Dilmen keşke Macaristan maçında da yorumcu olsaydı da üçüncü golden sonraki tepkisini görseydik.

Feyyaz Uçar TRT'de bir keresinde 'Yugoslavya dağıldı da biz turnuva gördük, bu dağılmadan sonra hepsi ekol sahibi olan bu ülkeler kendilerini toparladıkça  tekrar dominant olacaktır' demişti. Yükselişimizin üstüne bir şey koymadığımız sadece gereksiz ego sahibi olduğumuz, jenerasyonlar arası bayrak değişimini gerçekleştiremediğimiz çok rahatça görülüyor. Keza bizi güle oynaya turnuvalara yollayan Bosna Hersek şu an Türkiye'ye kök söktürür. Şu an Balkanlar'da 'rahat yeneriz' diyebileceğiniz bir ülke var mı?

Sorun hocada mı? 
Yazıyı okuduysanız bunu sormamalısınız.