Bayern Münih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bayern Münih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şub 2013

Olcay Şahan

Benim gibi birçok savunanı da var, görmeye bile tahammülü olmayanı da. Beşiktaş'ın sol kanat oyuncusu Olcay Şahan. Beşiktaş'a gelir gelmez mevkisinden farklı bir numara olan 10 numara verildi kendisine. Zaman zaman 10 numaranın ağırlığını taşıyamadığı söylendi. Lig başından bu yana Beşiktaş'ta en çok süre alan oyunculardan birisi. Sene başında kendisine yıllık  1.000.000 Euro ödeneceği açıklanınca, eleştiri makineleri Feda yılında bu adama niye bu kadar veriliyor diye söylenmeye başlamıştı. Hazırlık maçlarında gösterdiği performansla bu yıl Beşiktaş'a çok şey verebileceği konuşulmaya başlandı.

Oyunu çok iyi takip eden bir özelliği var Olcay Şahan'ın. Rakip ceza sahası çevresinde top adeta onu çekiyor. Topu ayağına aldığında gereksiz çalımlara girmeden basit oynamayı tercih ediyor ve duvar paslarıyla içeri kat etmeye çalışıyor. Beşiktaş taraftarının uzun yıllardır göremediği ceza sahası önündeki varyasyonlar Oğuzhan, Fernandes, Almeida ve Olcay dörtlüsüyle bu yıl gerçekleşmeye başladı. Bu isimlere zaman zaman Holosko'yu da ekleyebiliriz.


Gelelim Olcay hakkındaki somut verilere: 25 yaşındaki futbolcu 2006 - 2008 yılları arasında Borussia Mönchengladbach formasıyla 75 maça çıkıp 16 gol kaydetmiş. 2008 - 2011 yılları arasında 2. Bundesliga  MSV Duisburg'un  formasını giyen Şahan, 87 maçta 23 maçta golün altına imzasını atmış. 2011 - 2012 sezonunda 1. FC Kaiserslautern formasıyla ise 27 maça çıkıp 1 gol atmış. Bu sene başından beri Beşiktaş'ın sol kanadında izlediğimiz Olcay 20 maçta 7 gol 3 asist yaparak Beşiktaş'ın 20. hafta sonuna kadar attığı 43 golün 10'unda pay sahibi olmuş. Bunun yanında aldığı fauller sonucunda gerçekleşen duran top organizasyonlarından çıkan goller de çoğu kişi tarafından unutuluyor. En basitinden Olcay'ın son dakikada kaçırdığı gol yüzünden yemediği küfür kalmadığı Trabzonspor maçında Beşiktaş'a bir puanı getiren Fernandes'in frikik golü öncesindeki faul pozisyonu ve geçen hafta Karabükspor maçında Beşiktaş'ın 1. golü öncesinde yapılan faul. Bu iki pozisyon şu an aklıma gelenler. Ancak futbolda maalesef her zaman yapamadıklarınla konuşuluyorsun. Futbola boşuna nankör meslek denmiyor. Onur Kıvrak Türkiye'nin en beğenilen, peşinde koşulan kalecisiyken; bu özellikler bir anda unutuluyor ve Olcay'ın o golü nasıl atamadığı konuşuluyor, Onur'un nasıl kurtardığı değil. Bahsettiğimiz bu pozisyonun benzerini geçen hafta Real Madrid - Barcelona Kral kupası maçında Mesut Özil yakaladı; fakat yüksekten gelen topu kontrol edemedi ve pozisyon başlamadan bitti. Olcay bu maçtaki kritik pozisyon dışında Eskişehirspor maçında iki, Bursaspor maçında bir net pozisyondan yararlanamadı ve bir anda Beşiktaş'ın en kötü futbolcusu ilan edildi. Zor golleri atıp kolay golleri atamıyordu Olcay bir 'sol kanat' oyuncusu olarak. O zaman bir buçuk yıl boyunca zor,kolay birçok pozisyonu atamayı kritik maçlarda takımın şampiyonluk yarışına havlu atmasına sebep olan Almeida'yı asmalıydık. Asmayalım da besleyelim bakın bu seneki sonuç ortada. 

Maç izlediğim değişik ortamlarda, internette yapılan yorumlarda Olcay için bal yapmayan arı yorumları yapılıyor. Hiçbir şey koymuyor da bu akıl dışı yorum insanı çileden çıkarıyor. Baldan kastınız ne kardeşim? Süzme bal yapsın bir de ekmeğinizin üstüne sürsün diyorsanız Bayern Münih'ten Ribery verelim size? Sahada koşan mücadele eden oyuncu isteyenler öyle bir oyuncu görünce de bal yapmayan arı diye yaftalıyorlar adamı. Bal yapmamayı bırakın petek düşmanlarını, kovan düşmanlarını gördü bu takım. Serdar Özkan bunlardan birisiydi. Türkiye'deki futbol izleyicisinin değişmeyen klişe laflarından bu bal yapmayan arı yaftalaması. Simao Sabrosa neydi o zaman? Yüksek emekli maaşı alan bir bal üreticisi mi? 

28 Nis 2012

Elenenler-2: Real Madrid

"Bu turnuva yüzünden saçlarım beyazladı. Ama mutluyum" demişti Real Madrid teknik direktörü José Mourinho, Bayern Münih ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi Yarı Final ikinci maçı öncesinde. Mutlu olmamasının imkanı yok zira, Porto ve Inter ile kazandığı kupaya üçüncü bir takım ile bu kadar yaklaşması bile buna yetecekken, bir gece önce Barcelona'nın elenmiş olması işin ekstrası oldu. Fakat işler yolunda gitmedi, mutluluk yerini saha kenarına çömelmiş üzgün bir adama bıraktı. Penaltılara giden maçta, Ronaldo ve Kaka'dan sonra Sergio Ramos da penaltıyı gole çeviremedi.

La Liga'nın kalite itibariyle Premier Lig'i geride bıraktığı pek kaale alınacak bir mesele değil bana kalırsa. Muhtemelen İspanya Milli Takımı'nın başarıları, Barcelona ve R.Madrid'in yanında bu sene Bilbao, Atletico Madrid gibi Avrupa ölçeğinde flaş yerlere gelen takımların olması bu kanıyı iyice besledi. Üstüne üstlük Manchester'in iki kulübü, Arsenal, Liverpool (yoktu) gibi Ada takımlarının bu seneki yurtdışı performansı berbattı. Yine de ben, her iki ligin kalite değerlendirmesinde ağırlığın takımların sezon içi lig durumlarına verilmesi taraftarıyım. Dolayısıyla La Liga'daki Real Madrid-Barcelona baskınlığı, açıkçası yukarıdaki tezin şişirilmiş olduğunu kanıtlıyor.

Bu tartışmayı konumuza şöyle bağlayalım: Geçtiğimiz sene R.Madrid'in eski teknik direktörü Juande Ramos, Mourinho'nun takımının Barcelona karşısındaki 5-0'lık hezimeti sonrası şöyle demişti: "Barcelona'yı yenmelisiniz çünkü Schuster ve ben diğer takımları zaten yeniyorduk." Bu beyana rağmen benim o zamanlar görüşüm, dert şampiyonluk ise, işi Barcelona maçlarına bırakmadan bitirmekti. Geçen sene başaramadılar fakat bu sene oldu. Juande Ramos'un dediklerinin tersine "diğer takımlar"dan alınan puanlar Real ve Barca arasındaki farkı 10'a kadar taşıdı. Arada inişler ve çıkışlara rağmen, Barcelona'yı kendi sahasında mağlup etmeleri de şampiyonluğu neredeyse garantiledi. Dolayısıyla geçen sene yolları ayırmanın eşiğine geldikleri Mourinho için başkan Florentino Perez, "hayatımda yaptığım en iyi iş onu buraya getirmekmiş." demeye başladı.

Lig'de durum bu iken Real, Şampiyonlar Ligi'nden iki sene üstüste yarı finalde elenmiş oldu. Yarı finale nasıl geldiğine bakacak olursak, grup aşamasında Ajax, D.Zagreb ve O.Lyon'un olduğu görece zayıf takımların arasından Real 6'da 6 ile bir üst aşamaya geçti. Bir sonraki turda CSKA Moskova'yı toplamda 5-2'lik skorla mağlup ederek çeyrek finale çıkmaya hak kazandılar. Çeyrek finalde bu sezonun şaşırtıcı takımı APOEL'i toplamda 8-2 ile eleyerek Bayern Münih'in rakibi oldular. Son aşamaya gelene kadar, eflatun beyazlıları kağıt üzerinde zorlayacak herhangi bir takımın olmaması işi kolaylaştırdı görünen o ki. İlginç, bizim takımlara her sene Dinamo Kiev'in çıkması gibi, Real'e yakın dönemde bir ara 7 maç üstüste yenilmeyen O.Lyon yine grup aşamasında rakipti. Fakat Lyon'un altın dönemini geride bıraktığını kendi liginden de biliyorduk.

Yarı finalde kendi liginde işleri pek iyi götüremeyen Bayern Münih ile karşılaşmalarının ŞL için asıl turnusol olacağı açıktı böylelikle. İlk maçta deplasmanda alınan 2-1'lik mağlubiyet, eve avantajlı gitmek anlamına geldi. Fakat ikinci maçta bu kez Real 2-1 yenince, yarım saatlik bir uzatma sonunda, maç penaltılara kaldı. Benim gibi kaleciliği seven bir insan için aslında hiç sevmediğim iki takımın maçını izlemenin ödülü de açıkçası bu penaltılar oldu. Dünyanın en iyi 2 kalecisinin performansı benim gibileri yanıltmadı. 2'şer penaltıyı çıkaran kalecilerden şanslı olan Neuer idi zira Sergio Ramos, geçen sene Mourinho ile penaltı kullanma tartışması yaşamıştı kendisi, Beckham ve Baggio'yu hatırlatır bir penaltı kaçırmayla Real'in umutlarını söndürdü.

Mazur görün, bu kadar hikaye kısımdan sonra birkaç sözle yazıyı bitireceğim. Önce Mourinho'nun Real'in görünümünü değiştirdiğini teslim etmek gerekir. Sezon ortasında takımın kaptanlarıyla kavga etmesi basına yansısa da, aradaki buzlar bir şekilde eridi. Takım hüviyeti geçen seneye nazaran kazanılmış gözüküyordu. Bu sene Altın Top'u alacağını düşündüğüm Ronaldo'nun insanüstü istatistikleri bir kenarda ama tekrarlıyorum, iki yılda takımın iskeleti yerine oturdu. Los Galacticos'un fiyasko haline geldiği dönemin ardından Khedira, Mesut, Di Maria gibi oyuncular takıma adapte olmayı başarabildiler. Elbette sezon başında bizim merakla beklediğimiz ama aslında oynayacaklarına pek de şans vermediğimiz Nuri ve Hamit hayalkırıklığı yarattı. Bir de Benzema vakası var. Başlarda Mourinho'nun Pedro Leon ve Canales gibi istemediği futbolculardan olan Benzema takımın çıkışında kesinlikle pay sahibi. Düşünsenize Mourinho o dönem Hugo Almeida'yı Benzema'nın yerine istiyordu! Neyse ki bu defter de kapandı. Gelecek sene Mourinho yine Real'in başında olmayı en azından Lig şampiyonluğu ile garantiledi. (Alex Ferguson daha emekli olmadığına göre Premier Lig'e dönmeyi düşüneceğini en azından bir seneliğine daha sanmıyorum.)

Şampiyonlar Ligi'nin Barcelona ile beraber en çok gol atan takımı, 9 golle de Çeyrek Final ve üstüne çıkabilen diğer takımlardan daha az gol yiyen Real Madrid, Şampiyonlar Ligi kupasını alma amacını Neuer'in ellerinde bir sonraki seneye bıraktı. Gelecek sezon için en az 3-4 oyuncuyla yolların ayrılacağı aşikar. Yüksek maliyeti dolayısıyla belki yalnızca Milan'ın almayı isteyeceği Kaka'yı ŞL'de 3 gol 5 asistlik performansına rağmen göndermek isteyebilirler. Hamit Altıntop yine "güzide" gazetelerimizi her gün başka bir takımla süslemeye başladı. Raul Albiol-Barcelona söylentileri de var ancak buna pek ihtimal vermemek mantıklı. Xabi Alonso'nun oynadığı mevkiye Nuri monte edilebilecek mi, onu hep beraber seneye göreceğiz. 

Bir sonraki yazıda ŞL finalisti Chelsea'nin sezonuna göz atacağız.