Ülken İlhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ülken İlhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Tem 2013
KART 1903 '' AYRICALIĞI ! ''
Endüstriyel futbol geyiklerine falan girip yazıyı okuyacak arkadaşlara bildiklerini tekrar satmaya çalışmayacağım. Beşiktaş yönetimi geçtiğimiz aylarda ''Kart 1903'' adı altında bir proje başlattı. Bu projeye göre Beşiktaş taraftarı artık taraftarlığını resmiyete dökecek, bir yandan kulübe para kazandırırken bir yandan da kart sahibi kartın anlaşmalı olduğu mağazalar, restoranlar vb. yerlerde avantajlara sahip olacaktı. Ayrıca maçlarda öncelikli bilet alma hakkı taraftarı kart almaya zorlayan en önemli sebeplerden birisi. Her şey görünürde iyi, hoş görünüyor ama işin aslı pek öyle değil. Siyah, beyaz ve yavru karttan oluşan üç kart çeşidi var. Beyaz kart 60, siyah kart 250, yavru kart 50 TL. Kart satışından elde edilecek gelirlerde beyaz kart için ilk 40.000 karttan elde edilecek gelirin sadece %35'i Beşiktaş'a kalıyor. 60.000 karttan sonra bu oran Beşiktaş'ın lehine dönerek %65 oluyor. Siyah kart için ise ilk 2000 karta kadar Beşiktaş'a kalan oran yine %35. Oran %65'e 5000 kart satıldıktan sonra dönüyor. Yavru kart için de siyah kartla aynı şartlar geçerli. Sorulması gereken sorulardan birincisi şu: Mevcut tüzüğe göre 1200 TL giriş ücreti ve 120 lira yıllık aidat ödeyen Beşiktaş kongre üyesi öncelikli bilet alma hakkı gibi hiçbir ayrıcalığa sahip değilken ''Kart 1903'' projesi ne kadar adildir? İkincisi; yukarıda söz ettiğim oranların Beşiktaş menfaatine olmadığı açıkken Beşiktaş'a yararlı olmak isteyen bir taraftar bu kartı ne amaçla almalıdır? Üçüncüsü; kartlar neden diğer yıl tekrar ilk bedellerine yenileniyorlar? Örneğin; Fenerbahçe'nin 35, 100 ve 350 TL'lik üç tür taraftar kartı var ve bunlar her yıl 35, 50 ve 150 TL'ye yenileniyorlar. Kongre üyesi olmayan ortalama bir taraftar bile sene içinde gideceği maçlara, alacağı forma ve ürünlere zor para yetiştirirken bunu insanlardan nasıl istiyorsunuz? Üstelik Kart 1903'ü olmayana gelecek süreçte bilet satılmayacağını açıklıyorsunuz gözümüzün içine bakarak. O zaman taraftar kartı olan birisi Beşiktaşlı ama durumu elvermeyip alamayan birisi Beşiktaşlı değil öyle mi? Kusura bakmayın ama insanların idame ettirmesi gereken bir hayatı var. Umarım bu yanlıştan en yakın zamanda dönülür.
7 May 2013
ŞEREF BEY ANILARI-1
Henüz bu yıl yaşanan bir anımı paylaşayım kısaca...
Mabedimizde Fenerbahçe maçındayız dostlarımızla. Kapalı üst tribünün hafif sağında parçalıyoruz kendimizi Beşiktaş'ım sen çok yaşa canım feda olsun sana... İki tane de Almanya'dan kartal parçası kuzenlerim gelmişler ki maça.. Dakika 90 oldu. Tam ümitler tükendi derken Olcay'ın golü geldi. Hadi biz alışkınız ama; çocuklar dünyanın öbür ucuna boyunları bükük gitmesin istedim içimden, Olcay Niang'ın ara pasına hareketlenirken. Golden sonra hooop ben 6 sıra aşağıdayım tabi. Hissettim ki omzum çıkmış. Daha önce de çıkmıştı; bir kere çıkınca alışkanlık haline geliyormuş. Neyse ''feda'' olsun dedik ve diğer kolumuzla yumruk havada sevinmeye devam ettik tabi. Sonra mı? Stadın ambulansıyla aynen Acıbadem Fulya'dayız... Taktıklar benim kolu yerine. Şimdi eskisinden daha iyi.
Mabedimizin de, Beşiktaş'ımızın da eskisinden daha iyi olması umuduyla...
Güle güle Şeref Bey...
Etiketler:
Beşiktaş,
Fenerbahçe,
Niang,
Olcay Şahan,
Şeref Bey,
Ülken İlhan
19 Şub 2013
Acun Ilıcalı ve Türk Bayrağı Polemiği
Geçtiğimiz günlerde Acun Ilıcalı'nın düzenlediği Yetenek
Sizsiniz adlı yarışma ve eğlence programında kamuoyunda tepkilere yol açan bir
olay yaşandı. Yarışmacılardan bir tanesi sahneye Beşiktaş formasıyla çıkmıştı ve
televizyondan izleyenler formanın göğüs reklamıyla birlikte, forma üzerinde
bulunan Türk bayrağının da sansürlendiğini gördüler. Bunun üzerine Acun Ilıcalı
ve Star TV sosyal medyada Beşiktaşlılar başta olmak üzere birçok kesimden tepki
aldılar. Sonrasında Acun Ilıcalı'nın sahibi olduğu şirket Acun Medya isimli
twitter hesabından şu açıklamaları yaptı:
''Yetenek
Sizsiniz Türkiye'de yarışmacıların üzerlerinde ya da ellerinde bayrağımızı
kullanarak oylama sırasında seyirciler üzerinde avantaj sağlamasına izin
verilmemektedir. Ekip arkadaşlarımız gereğinden fazla hassasiyet göstererek
takım formasındaki ay yıldızı bu çerçevede değerlendirmiştir. Yaşanan bu
durum teknik ekipteki bir arkadaşımızın hatasıdır.''
Milliyetçi
refleksleri güçlü kesimlerce yoğun eleştirilerin odağındaki Acun Ilıcalı ise
bugün milli takım formalarıyla verdiği pozları sosyal medyadaki kendi hesabı
üzerinden yayımlayarak: Kimse benden daha milliyetçi olamaz edasıyla ''en
hassas olduğum yerden bana saldırmak isteyenler komik duruma düşerler''
dedi.
Karşılıklı
olarak yapılan ben senden daha milliyetçiyim, bayrağımı senden daha çok seviyorum
şeklindeki sığ tartışmalar benim ilgimi çekmiyor. İlgimi çeken kısım Acun Medya şirketinin açıklaması. Yarışmacılara avantaj sağladığı düşünülerek Türk bayrağı
sansürleniyorsa, Beşiktaş taraftarlarının vereceği destekten dolayı haksız
rekabet oluşabileceği neden düşünülmemiş ve bunu engellemek için en başta bu yarışmacının Beşiktaş forması giymesine neden izin verilmiş? Mantık hatası asıl burada aranmalıdır ve eleştiri, hakaret ve
küfürle değil bu çerçeveden yürümelidir.
Teneke kola kutusundan futbol topuna
Doğduğumdan beri aynı mahallede oturuyorum ve gittiğim ilköğretim okulu mahallemiz içerisinde. Durum böyle olunca yolda eski arkadaşlarla karşılaşmak muhtemel ve rutin bir hale geliyor. Sonra dalıyorsun düşüncelere; ettiğin kavgalar, yaptığın futbol maçları birer birer geçiyor akıldan.
On erkek çocuğun dokuzu futbola düşkündür. Ben de onlardandım. Birinci sınıfın ders aralarında teneke kutular üstüne basarak, onun bir futbol topu olduğunu hayal ederek başladık bu oyunu oynamaya. Sonrası malum; burunları soyulan, çabucak eskiyen ayakkabılar, anneden yenilen fırçalar...
Teknik, taktik sıfır. Bir teneke kutu peşinde koşan bir sınıf dolusu erkek öğrenci. Tıpkı 1800'lerde Büyük Britanya'da modernleşme aşamasına giren ve daha önce de Avrupa ve hatta Avrupa'nın çok uzaklarında bile asırlar boyunca oynanan ayaktopu oyunu gibi: Kuralsız bir rekabet.
Yaş büyüyüp de okula top götürme özgürlüğünü elde edince başlasın sınıflar arası 15'er kişiden oynanan maçlar. Kames toplar o zamanın en iyisi. 7 kat olanı mı istersin 9 kat olanı mı, onu parana göre sen seçiyorsun. Top kiminse oynayacak oyuncuları da o belirliyordu, sınıfın en sözü geçen adamının yalakasıysan işler değişiyordu tabii ki. Forvetteki yerin o çocukla birlikte garantiydi o halde.
Güzel zamanlardı...
Okuyan, okumayan, beni hatırlayan tüm ilkokul arkadaşlarıma selamlar olsun...
On erkek çocuğun dokuzu futbola düşkündür. Ben de onlardandım. Birinci sınıfın ders aralarında teneke kutular üstüne basarak, onun bir futbol topu olduğunu hayal ederek başladık bu oyunu oynamaya. Sonrası malum; burunları soyulan, çabucak eskiyen ayakkabılar, anneden yenilen fırçalar...
Teknik, taktik sıfır. Bir teneke kutu peşinde koşan bir sınıf dolusu erkek öğrenci. Tıpkı 1800'lerde Büyük Britanya'da modernleşme aşamasına giren ve daha önce de Avrupa ve hatta Avrupa'nın çok uzaklarında bile asırlar boyunca oynanan ayaktopu oyunu gibi: Kuralsız bir rekabet.
Yaş büyüyüp de okula top götürme özgürlüğünü elde edince başlasın sınıflar arası 15'er kişiden oynanan maçlar. Kames toplar o zamanın en iyisi. 7 kat olanı mı istersin 9 kat olanı mı, onu parana göre sen seçiyorsun. Top kiminse oynayacak oyuncuları da o belirliyordu, sınıfın en sözü geçen adamının yalakasıysan işler değişiyordu tabii ki. Forvetteki yerin o çocukla birlikte garantiydi o halde.
Güzel zamanlardı...
Okuyan, okumayan, beni hatırlayan tüm ilkokul arkadaşlarıma selamlar olsun...
7 Şub 2013
Olcay Şahan
Benim gibi birçok savunanı da var, görmeye bile tahammülü olmayanı da. Beşiktaş'ın sol kanat oyuncusu Olcay Şahan. Beşiktaş'a gelir gelmez mevkisinden farklı bir numara olan 10 numara verildi kendisine. Zaman zaman 10 numaranın ağırlığını taşıyamadığı söylendi. Lig başından bu yana Beşiktaş'ta en çok süre alan oyunculardan birisi. Sene başında kendisine yıllık 1.000.000 Euro ödeneceği açıklanınca, eleştiri makineleri Feda yılında bu adama niye bu kadar veriliyor diye söylenmeye başlamıştı. Hazırlık maçlarında gösterdiği performansla bu yıl Beşiktaş'a çok şey verebileceği konuşulmaya başlandı.
Gelelim Olcay hakkındaki somut verilere: 25 yaşındaki futbolcu 2006 - 2008 yılları arasında Borussia Mönchengladbach formasıyla 75 maça çıkıp 16 gol kaydetmiş. 2008 - 2011 yılları arasında 2. Bundesliga MSV Duisburg'un formasını giyen Şahan, 87 maçta 23 maçta golün altına imzasını atmış. 2011 - 2012 sezonunda 1. FC Kaiserslautern formasıyla ise 27 maça çıkıp 1 gol atmış. Bu sene başından beri Beşiktaş'ın sol kanadında izlediğimiz Olcay 20 maçta 7 gol 3 asist yaparak Beşiktaş'ın 20. hafta sonuna kadar attığı 43 golün 10'unda pay sahibi olmuş. Bunun yanında aldığı fauller sonucunda gerçekleşen duran top organizasyonlarından çıkan goller de çoğu kişi tarafından unutuluyor. En basitinden Olcay'ın son dakikada kaçırdığı gol yüzünden yemediği küfür kalmadığı Trabzonspor maçında Beşiktaş'a bir puanı getiren Fernandes'in frikik golü öncesindeki faul pozisyonu ve geçen hafta Karabükspor maçında Beşiktaş'ın 1. golü öncesinde yapılan faul. Bu iki pozisyon şu an aklıma gelenler. Ancak futbolda maalesef her zaman yapamadıklarınla konuşuluyorsun. Futbola boşuna nankör meslek denmiyor. Onur Kıvrak Türkiye'nin en beğenilen, peşinde koşulan kalecisiyken; bu özellikler bir anda unutuluyor ve Olcay'ın o golü nasıl atamadığı konuşuluyor, Onur'un nasıl kurtardığı değil. Bahsettiğimiz bu pozisyonun benzerini geçen hafta Real Madrid - Barcelona Kral kupası maçında Mesut Özil yakaladı; fakat yüksekten gelen topu kontrol edemedi ve pozisyon başlamadan bitti. Olcay bu maçtaki kritik pozisyon dışında Eskişehirspor maçında iki, Bursaspor maçında bir net pozisyondan yararlanamadı ve bir anda Beşiktaş'ın en kötü futbolcusu ilan edildi. Zor golleri atıp kolay golleri atamıyordu Olcay bir 'sol kanat' oyuncusu olarak. O zaman bir buçuk yıl boyunca zor,kolay birçok pozisyonu atamayı kritik maçlarda takımın şampiyonluk yarışına havlu atmasına sebep olan Almeida'yı asmalıydık. Asmayalım da besleyelim bakın bu seneki sonuç ortada.
Oyunu çok iyi takip eden bir özelliği var Olcay Şahan'ın. Rakip ceza sahası çevresinde top adeta onu çekiyor. Topu ayağına aldığında gereksiz çalımlara girmeden basit oynamayı tercih ediyor ve duvar paslarıyla içeri kat etmeye çalışıyor. Beşiktaş taraftarının uzun yıllardır göremediği ceza sahası önündeki varyasyonlar Oğuzhan, Fernandes, Almeida ve Olcay dörtlüsüyle bu yıl gerçekleşmeye başladı. Bu isimlere zaman zaman Holosko'yu da ekleyebiliriz.
Gelelim Olcay hakkındaki somut verilere: 25 yaşındaki futbolcu 2006 - 2008 yılları arasında Borussia Mönchengladbach formasıyla 75 maça çıkıp 16 gol kaydetmiş. 2008 - 2011 yılları arasında 2. Bundesliga MSV Duisburg'un formasını giyen Şahan, 87 maçta 23 maçta golün altına imzasını atmış. 2011 - 2012 sezonunda 1. FC Kaiserslautern formasıyla ise 27 maça çıkıp 1 gol atmış. Bu sene başından beri Beşiktaş'ın sol kanadında izlediğimiz Olcay 20 maçta 7 gol 3 asist yaparak Beşiktaş'ın 20. hafta sonuna kadar attığı 43 golün 10'unda pay sahibi olmuş. Bunun yanında aldığı fauller sonucunda gerçekleşen duran top organizasyonlarından çıkan goller de çoğu kişi tarafından unutuluyor. En basitinden Olcay'ın son dakikada kaçırdığı gol yüzünden yemediği küfür kalmadığı Trabzonspor maçında Beşiktaş'a bir puanı getiren Fernandes'in frikik golü öncesindeki faul pozisyonu ve geçen hafta Karabükspor maçında Beşiktaş'ın 1. golü öncesinde yapılan faul. Bu iki pozisyon şu an aklıma gelenler. Ancak futbolda maalesef her zaman yapamadıklarınla konuşuluyorsun. Futbola boşuna nankör meslek denmiyor. Onur Kıvrak Türkiye'nin en beğenilen, peşinde koşulan kalecisiyken; bu özellikler bir anda unutuluyor ve Olcay'ın o golü nasıl atamadığı konuşuluyor, Onur'un nasıl kurtardığı değil. Bahsettiğimiz bu pozisyonun benzerini geçen hafta Real Madrid - Barcelona Kral kupası maçında Mesut Özil yakaladı; fakat yüksekten gelen topu kontrol edemedi ve pozisyon başlamadan bitti. Olcay bu maçtaki kritik pozisyon dışında Eskişehirspor maçında iki, Bursaspor maçında bir net pozisyondan yararlanamadı ve bir anda Beşiktaş'ın en kötü futbolcusu ilan edildi. Zor golleri atıp kolay golleri atamıyordu Olcay bir 'sol kanat' oyuncusu olarak. O zaman bir buçuk yıl boyunca zor,kolay birçok pozisyonu atamayı kritik maçlarda takımın şampiyonluk yarışına havlu atmasına sebep olan Almeida'yı asmalıydık. Asmayalım da besleyelim bakın bu seneki sonuç ortada.
Maç izlediğim değişik ortamlarda, internette yapılan yorumlarda Olcay için bal yapmayan arı yorumları yapılıyor. Hiçbir şey koymuyor da bu akıl dışı yorum insanı çileden çıkarıyor. Baldan kastınız ne kardeşim? Süzme bal yapsın bir de ekmeğinizin üstüne sürsün diyorsanız Bayern Münih'ten Ribery verelim size? Sahada koşan mücadele eden oyuncu isteyenler öyle bir oyuncu görünce de bal yapmayan arı diye yaftalıyorlar adamı. Bal yapmamayı bırakın petek düşmanlarını, kovan düşmanlarını gördü bu takım. Serdar Özkan bunlardan birisiydi. Türkiye'deki futbol izleyicisinin değişmeyen klişe laflarından bu bal yapmayan arı yaftalaması. Simao Sabrosa neydi o zaman? Yüksek emekli maaşı alan bir bal üreticisi mi?
Etiketler:
Bayern Münih,
Beşiktaş,
Borussia Mönchengladbach,
Bursaspor,
Eskişehirspor,
Franck Ribery,
MSV Duisburg,
Olcay Şahan,
serdar özkan,
Simao Sabrosa,
Trabzonspor,
Ülken İlhan
27 Oca 2013
Derbi Sabahları
Derbi öncesindeki gece tuttuğu takımın teknik direktörü olmaya aday milyonlarca insan vardır. Maç 0-0 devam edip kilitlenmişken, yastığında kafasını çevirdikçe atağın yönünü diğer kanada müthiş bir uzun pasla çeviren orta saha oyuncularını da unutmamak lazım, onlar da azımsanmayacak kadar fazladır. Maç milyonlarca insan tarafından yüzlerce kez kafada oynanır. İddialara girilir, totemler sabahtan başlar.
Derbi sabahları insanın içinde en kuvvetli alarmın uyandırma gücünden daha kuvvetli bir heyecan olur. Saatler bir an önce 19:00'a gelmeli midir? Yoksa bizlere mutluluk veren şey daha çok bu heyecana ortak olma duygusu mudur? Galatasaray- Beşiktaş maçı var bu akşam. Biraz önce anlattıklarımı benim gibi milyonlarca Beşiktaş ve Galatasaray taraftarı eksiksiz yaşadı, adımın Ülken olduğu kadar eminim bundan. Fakat en çok merak ettiğim konu şu: Örneğin bir Tottenham - Arsenal maçı öncesi bu duyguları yaşayan insan sayısı bizler kadar fazla ya da kayda değer mi? Ya da bir Espanyol - Barcelona maçı öncesinde ne gibi gerilimler heyecanlar yaşanıyor acaba?
Derbi haftasının başından başlayarak vücutta baş gösteren, derbi sabahı zirve yapan heyecan duygusu ne kadar hoşuma gidiyorsa artık; eskiden her hafta derbi olsa keşke derdim. Fakat geçen sene süper final zırvasıyla bir baktım ki yere göğe sığdıramadığımız bu heyecan yerini bıkkınlık ve sıradanlık duygusuna bırakmış. Her şey tadında güzel. Sevgilisiyle her an her dakika dip dibe durup sonra da buluşma heyecanından söz edebilecek olan var mıdır?
Beşiktaş bugün kazanır ya da kaybederse bu ilk veya son olmayacak. Çeşitli değerler, anlamlar atfettiğimiz takımlarımız daha yüzlerce kez karşılaşacaklar. Bugün akşam olacağı gibi birçok kahvehane, meyhane ve barlar futbol tutkunlarıyla dolup taşacak. Yeri geldiğinde futbolcuların ayak tırnaklarına kadar küfür edilip, aynı oyuncuya bir dakika sonra kurban olunacak.
Oralete inanan insan varken Beşiktaş'a inanmanın neresi garip? Herkesin inandığı bir şey vardır bu hayatta benimki de sensin...
Forman ıslansın yeter, gerisi tıraş Beşiktaş...
9 Ara 2012
İbrahim Toraman Nerede Oynamalı?
Bir futbolcunun yürekten oynaması, canını dişine takıp türlü fedakarlıklarla camiası adına elinden geleni yapması; o futbolcunun saha içerisinde takımı adına her zaman olumlu işler yaptığını, maksimum faydayla oynadığını göstermez.
Beşiktaş'taki 8.yılını yaşayan İbrahim Toraman'da bu konuda konuşulması gereken isimlerden. Yıllardır yerli-yabancı birçok hocayla çalışarak her zaman vazgeçilmez olmayı başardı. İbrahim Üzülmez'le yaşadığı ikinci kavgadan sonra birinci kaptan İbrahim Üzülmez'in kulüple ilişiği kesildi, ama o Beşiktaş'ta kaldı. Kimi kesimler onu 'torpilli' olmakla suçladı; fakat ne hikmetse onu Beşiktaş'ta tutan bu torpil iş milli formayı almaya gelince pek işe yaramıyordu. Kendisinden çok daha başarısız ve kötü oyuncuların bile milli takıma alındığı dönemlerde milli takıma seçilemedi. Yani Beşiktaş'ta yaşadığı durumun tam tersini yaşadı milli takımda, hangi hoca gelirse gelsin ilk onun ismini yazdı kadroya alınmayacaklar listesine.
İbrahim Toraman bana göre de Beşiktaş takımının stoper mevkiinde yeterli görünmüyor, ama bu yeni bir durum değil. Yıllardır bu tarz eleştiriler Beşiktaş taraftarı tarafından dillendiriliyor. Dün oynanan Eskişehirspor maçında da bu savları destekleyecek sahnelere tanık olduk. Son haftalardaki yaygın kanı şu: Toraman savunmanın önünde rakip hücumcuları yıldırma görevinde, stoperde olduğundan daha başarılı bir performans sergiliyor. Ben de bu görüşe katılan kanattayım. Savunmada yapamadığı bir hamlenin, yediği bir çalımın, set çekemediği bir verkaçın telafisi imkansıza yakın; ama savunma önünde güçlü fiziğiyle, orta sahadaki gençleri rahatlatan kaptanlık misyonuyla, bitmek bilmeyen enerjisiyle takımına çok daha faydalı görünüyor.
8 yıldır bu forma için başta savunma olmak üzere, sağ bek, ön libero mevkiilerinde elinden gelen her şeyi yapan kaptan İbrahim Toraman'a bir Beşiktaşlı olarak teşekkürü borç bilirim. Uzun yıllar daha bizimle birlikte olman dileğiyle kaptan. İbrahim Üzülmez'i çok seviyor olmam seni hiç bir zaman 'öteki' yapmadı kalbimde. Yaşanan olaylardan sonra Fenerbahçe'ye 2 sezon önce İnönü'de 4-2 mağlup olduğumuz maçta attığın golün ardından döktüğün gözyaşları bizler için çok değerli. Nerede oynarsan oyna çok önemi yok bu taraftar sahada yüreğini koyan rakip takımı da alkışlamış, alkışlayan bir taraftar.
Beşiktaş'taki 8.yılını yaşayan İbrahim Toraman'da bu konuda konuşulması gereken isimlerden. Yıllardır yerli-yabancı birçok hocayla çalışarak her zaman vazgeçilmez olmayı başardı. İbrahim Üzülmez'le yaşadığı ikinci kavgadan sonra birinci kaptan İbrahim Üzülmez'in kulüple ilişiği kesildi, ama o Beşiktaş'ta kaldı. Kimi kesimler onu 'torpilli' olmakla suçladı; fakat ne hikmetse onu Beşiktaş'ta tutan bu torpil iş milli formayı almaya gelince pek işe yaramıyordu. Kendisinden çok daha başarısız ve kötü oyuncuların bile milli takıma alındığı dönemlerde milli takıma seçilemedi. Yani Beşiktaş'ta yaşadığı durumun tam tersini yaşadı milli takımda, hangi hoca gelirse gelsin ilk onun ismini yazdı kadroya alınmayacaklar listesine.
7 Ara 2012
Çocukluk aşkı olarak kalmasın! Evlenelim!
Futbol her yanıyla başlı başına bir romantizmdi benim için. Sanıldığı gibi Tsubasa izleyerek aşık olmadık benim gibi birçoğumuz futbola. Tsubasa denk geldi, iyi de oldu. 7 yaşındayken evimin koridorunda küçük, sünger topumla tek başıma oynadığım çift kale maçlarla başladı bu serüven. Koridorda 22 as oyuncu, teknik heyet ve yedek oyuncular vardı bana göre ve binlerce kişinin duvarlardaki tribünden bana baktığını ve desteklediğini hissederdim, heyecanın verdiği bir sızı kaplardı sol yanımı. Kağıtlara özenerek yazdığım fikstürler ve puan tablosu vardı her gün oynadığım maçlarla güncellenen. Beşiktaş her zaman kazanmazdı oynanan maçlarda mesela; torpil yoktu bizde, neyse o. Realizm hakimdi bizim koridordaki maçlarda, Galatasaray düzenli olarak penaltı kazanır ve sahanın salona bakan dilimindeki kaleye doğru ağlarla buluşurdu hep bu penaltılar. Yine Galatasaray'ın kazandığı UEFA kupasına giden süreçte maçlar, onlarca kez benim sünger topumla ya da ondan önce görevini başarıyla devam ettiren her renkten çorabımla oynanmıştı, ev bilmem kaç kez bayram yerine dönmüştü...
Sürekli Beşiktaş'la koşturmaktan bıkıp arada Kocaelispor ve Gençlerbirliği'ni temsil ederek üst sıraları zorlardım, Tabi İlhan Cavcav ve Sefa Sirmen etkenlerini göz önünde bulundururdum bu durumlarda. İstediğin kadar romantik ol gerçekçi sınırları aşamazsın. Hadi Ankara'lıydım ama neden Kocaelispor? İşte onu bilmiyorum ama severdim, çok sempati duyardım onlara. Hem de bana en çok göz yaşı döktüren takım olmasına rağmen. 2001-2002 sezonu kupa finali, daha Kaan Dobra'nın Dobrovski olduğu zamanlar. Hani şu Mehmet Ali Erbil'in salakça adamın isminden nemalandığı yıllar. Kocaelispor Beşiktaş'ı 4-0 yenerek hezimete uğratıyor, ben tabi hüngür hüngür koyvermişim. O gün bu gündür Liverpool'dan 8 yediğimizde bile o üzüntüyü yakalayamadım. Üzülmem lazım, efkar yapmam lazım bu bir ihtiyaç diyorum ama nafile; olmuyor galibabir şeyler eksik olunca ne kadar zorlarsak zorlayalım. Futboldan eskisi kadar lezzet alamıyoruz, bu bir gerçek.
Kocaelispor'un düştüğü durum ortada, can sıkılmayacak gibi değil. Göztepe'ye birileri sahip çıktı da ayağa kalkmak için uğraş veriyor. Ya Ankaragücü? Yıllarca taraftarının sebebini anlamlandıramadığımız bir şekilde bıkmadan usanmadan küfrettiği benim gibi milyonlarca Beşiktaş taraftarı futbol sevdalısı, şimdi dost meclislerinde onların durumunu anlatıyor, keşke birileri çıksa da Ankaragücü'ne sahip çıksa diyor, hem de her şeye rağmen.... Değer mi? Bence değer. Bu gidişle çocukluk aşkı olarak kalacak bizde sevdalarımız, oysa biz bir hayat kuracaktık hani?
Sürekli Beşiktaş'la koşturmaktan bıkıp arada Kocaelispor ve Gençlerbirliği'ni temsil ederek üst sıraları zorlardım, Tabi İlhan Cavcav ve Sefa Sirmen etkenlerini göz önünde bulundururdum bu durumlarda. İstediğin kadar romantik ol gerçekçi sınırları aşamazsın. Hadi Ankara'lıydım ama neden Kocaelispor? İşte onu bilmiyorum ama severdim, çok sempati duyardım onlara. Hem de bana en çok göz yaşı döktüren takım olmasına rağmen. 2001-2002 sezonu kupa finali, daha Kaan Dobra'nın Dobrovski olduğu zamanlar. Hani şu Mehmet Ali Erbil'in salakça adamın isminden nemalandığı yıllar. Kocaelispor Beşiktaş'ı 4-0 yenerek hezimete uğratıyor, ben tabi hüngür hüngür koyvermişim. O gün bu gündür Liverpool'dan 8 yediğimizde bile o üzüntüyü yakalayamadım. Üzülmem lazım, efkar yapmam lazım bu bir ihtiyaç diyorum ama nafile; olmuyor galibabir şeyler eksik olunca ne kadar zorlarsak zorlayalım. Futboldan eskisi kadar lezzet alamıyoruz, bu bir gerçek.
Kocaelispor'un düştüğü durum ortada, can sıkılmayacak gibi değil. Göztepe'ye birileri sahip çıktı da ayağa kalkmak için uğraş veriyor. Ya Ankaragücü? Yıllarca taraftarının sebebini anlamlandıramadığımız bir şekilde bıkmadan usanmadan küfrettiği benim gibi milyonlarca Beşiktaş taraftarı futbol sevdalısı, şimdi dost meclislerinde onların durumunu anlatıyor, keşke birileri çıksa da Ankaragücü'ne sahip çıksa diyor, hem de her şeye rağmen.... Değer mi? Bence değer. Bu gidişle çocukluk aşkı olarak kalacak bizde sevdalarımız, oysa biz bir hayat kuracaktık hani?
4 Ara 2012
Ozzie
Beşiktaş'ın genç yıldız adayı
Oğuzhan Özyakup'tan bahsedeceğim bu yazımda. 24-25 yaşlarına gelmiş futbolcuların
hala genç olarak nitelendirildiği ülkemde, henüz iki ay önce 20 yaşını
doldurmuş bu oyuncuya 'genç' deme hakkını kendimde buluyorum açıkçası. 10
yaşında Az Alkmaar'da başlayan öykü 2008 yılında Premier Lig'in köklü takımı
Arsenal'e ayak basarak devam etmiş. 2009-2010 sezonunda 18 yaş altı
Premier Akademi Lig'inde şampiyonluk yaşayan Ozzie, 19 Eylül 2011'de İngiltere
Lig Kupası maçında 13 dakika sahada kalarak ilk profesyonel maçına çıkmış. Şu
sıralarda Beşiktaş'ta ortaya koyduğu başarılı performans ve göze hoş
gelen futboluyla Türkiye futbol medyasının ilgi odağı. Takım arkadaşı Ersan
Gülüm, Oğuzhan'ın bir iki maçta iyi oynadıktan sonra şımaracak bir karakteri
olmadığını, kişisel gelişimini tamamlamış ve yeterli olgunluğa erişmiş bir
insan olduğunu vurguluyor. Bu yıl en dikkat çeken isimlerden birisi olan Manuel
Fernandes ise Oğuzhan'ın ilerde Avrupa'nın en iyi kulüplerinde oynayabileceğini
iddia ediyor.
Peki futbolseverler ve
futbolu bilenler için Oğuzhan'ı farklı kılan ne? Oğuzhan orta sahada en
azından birini daha iyi yapsa da; oyunun iki yönünü de oynayabilen, buna
çalışan bir futbol sergiliyor bizlere. Top ayağına çok yakışıyor, topa hakim
bir şekilde iyi süratleniyor. Topu ayağına aldığı anda tek hedefi rakip kaleye
gitmek.Beklenmedik anda muhteşem ara pasları verebiliyor. Top rakipteyken de
Beşiktaş yarı alanı ve Beşiktaş ceza sahası çevresinde pres yaparken
buluyorsunuz maç sırasında. Zekasını iyi kullanıyor ve basit oynayarak
katkısını maksimuma çıkarmaya çalışıyor. Bu zamana kadar tek eksiği fiziksel
güç gibi duruyor; ancak şu andaki haliyle bile ikili mücadelelerde uzun süre
ayakta kalmayı başarıyor. Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan'dan sonra hücum yönü
daha fazla olmakla beraber, oyunun iki yönünü oynayan bir futbolcuyu Türk
futbolu kazanmak üzere; ancak bu saydığım isimler ve Oğuzhan farklı stillerde
futbolcular. Oğuzhan'ın en önemli farkı hızlı olması.
Beşiktaş'a transfer haberini
okuduğumda kendisinin bir İbrahim Altınsay transferi olduğunu öğrendim ve bu, Ozzie için umutlanmam için geçerli bir sebepti. Sonra Oğuzhan'ın oynadığı
maçlardan derleme videolar bulup izledim ve o günden itibaren bu günleri
beklemeye başladım. Bir aksilik çıkmazsa eğer Beşiktaş'ın Fabregas stilinde
futbolcuya sahip olduğunu ve Fernandes'le birlikte harika işler çıkaracaklarını
hayal ettim birkaç ay boyunca kafamda oynadığım maçlarda. Gel gelelim
kafamda oynadığım maçlar gerçek oldu olmasına ama Ozzie bunun da üstüne çıktı.
Fernandes'in yokluğunda, zor bir deplasmanda, Beşiktaş'ın geriye de düştüğü bir
maçta oyun olarak vasat bir performans sergilese de sahneye çıktı ve Orduspor
maçından 3 puanı alarak kendisi ve takım arkadaşlarına inanılmaz bir öz
güven aşıladı. Şimdi cuma akşamı zor bir Eskişehirspor maçı var İnönü'de ve
Fernandes çok yüksek bir ihtimalle o maçta da yerini alamayacak. Akhisar
Belediyespor maçından önce BJK Tv'ye verdiğim röportajda maçın seyrinin
Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak değişeceğini söylemiştim. Maçın adının bir
önemi yok, şimdi sebeplerimin de artmasıyla beraber Oğuzhan'ın performansına
bağlı olarak Eskişehirspor maçının sonucunun belli olacağını düşünüyorum.
Umarım iyi performansını artırarak devam ettirir ve bizlere seyir zevki vermeye
devam eder.
22 Kas 2012
Kaç gösteriyor Michael?
1997-1998 ve 1998-1999 yıllarında Premier Lig'de gol krallıklarıyla başlayan başarılı bir kariyer öyküsü onunkisi. Şu sıralarda Premier Lig'in en eski takımı olan Stoke City formasını giyiyor, İngiltere ve Avrupa futbolunun son 15 yılında adından sıkça söz ettiren yıldız Michael Owen. Kimileri onu çok yaşlı zannediyor kariyerinin düşüş yaşamasıyla bağlantılı olarak; ancak kendisi henüz 32 yaşında ve formunu yakalayabilse bence daha atacak çok golü var. Ama o, şu sıralarda adından başka türlü söz ettirecek gibi duruyor açıkçası. Şimdi tekrar düşünün ve söyleyin, yeni bıyıklı imajıyla kaç gösteriyor Michael?
28 Eki 2012
' Adana Demir Zirveyi Kemir '
Adana Demirspor'un geldiği son noktaya baktığımızda geçen yazımda sorduğum sihirli değnek mi sorusuun cevabını yavaş yavaş almaya başladık. Aslında Karşıyaka maçı sonrası teknik direktör Mustafa Uğur 2 haftada sağladığı başarıyı sihirli değnekle sağlamadığını anlatmaya çalışmıştı; fakat 4 haftada alınan 12 puan sonrası bu konu hakkında yorum yapmak daha sağlıklı olacaktı. Geçen hafta Ptt 1.Lig'in en fazla bütçeye sahip takımlarından Manisaspor'u evinde deviren Adana Demirspor geçtiğimiz gün de ligin yukarıyı zorlayan ekiplerinden
Şanlıurfaspor'u tarafsız sahada seyircisiz oynanan maçta 3-2 mağlup etti. Haftaya kendi sahasında ligin çok mücadele eden fakat gücü bu kadarına yeten öksüz takımı Ankaragücü'nü ağırlayacak Adana Demirspor büyük bir sürpriz olmazsa 5'te 5 yapmaya çok yakın bana göre. Aynı zamanda gelecek hafta ligin zirvesinde Ç. Rizespor-Kayseri Erciyesspor karşılaşması var. Demirspor haftaya puanını 17'ye çıkarmayı başarırsa, 11.hafta deplasmanda oynayacağı Bucaspor maçı ligin ilk yarısının en kritik dönemeci olacaktır. Süper lig tecrübesi olan ve bu sene de Ptt 1. lig'de iddialı durumda bulunan Bucaspor'dan 1 puan da olsa alınması Adana Demirspor'un play-off grubuna girmekte ne kadar iddialı olduğunu kanıtlar bana göre. Bu durumda en kritik etkenlerin başında kadro iskeletinin sakatlık veya ceza gibi faktörler nedeniyle bozulmaması geliyor. Kayseri Erciyesspor'un golcüsü Emrah Bozkurt'la birlikte 5 golü buluna Gökhan Kaba, Junior, Erçağ, Hüseyin Cimşir ve takımın ataklarına yön veren ve Ş.Urfaspor galibiyetinin de mimarlarından Erman Özgür istikrarlı performanslarına devam ederse Adana Demirspor taraftarının yüzü gülmeye devam edecek gibi duruyor, umarım da öyle olur.
Şanlıurfaspor'u tarafsız sahada seyircisiz oynanan maçta 3-2 mağlup etti. Haftaya kendi sahasında ligin çok mücadele eden fakat gücü bu kadarına yeten öksüz takımı Ankaragücü'nü ağırlayacak Adana Demirspor büyük bir sürpriz olmazsa 5'te 5 yapmaya çok yakın bana göre. Aynı zamanda gelecek hafta ligin zirvesinde Ç. Rizespor-Kayseri Erciyesspor karşılaşması var. Demirspor haftaya puanını 17'ye çıkarmayı başarırsa, 11.hafta deplasmanda oynayacağı Bucaspor maçı ligin ilk yarısının en kritik dönemeci olacaktır. Süper lig tecrübesi olan ve bu sene de Ptt 1. lig'de iddialı durumda bulunan Bucaspor'dan 1 puan da olsa alınması Adana Demirspor'un play-off grubuna girmekte ne kadar iddialı olduğunu kanıtlar bana göre. Bu durumda en kritik etkenlerin başında kadro iskeletinin sakatlık veya ceza gibi faktörler nedeniyle bozulmaması geliyor. Kayseri Erciyesspor'un golcüsü Emrah Bozkurt'la birlikte 5 golü buluna Gökhan Kaba, Junior, Erçağ, Hüseyin Cimşir ve takımın ataklarına yön veren ve Ş.Urfaspor galibiyetinin de mimarlarından Erman Özgür istikrarlı performanslarına devam ederse Adana Demirspor taraftarının yüzü gülmeye devam edecek gibi duruyor, umarım da öyle olur.
Etiketler:
Adana Demirspor,
Ankaragücü,
Bucaspor,
Ç.Rizespor,
Erçağ Evirgen,
Erman Özgür,
Gökhan Kaba,
Jose Carlos Junior,
Karşıyaka,
Kayseri Erciyesspor,
Manisaspor,
Şanlıurfaspor,
Ülken İlhan
25 Eki 2012
Fuck the modern football !
Dün oynanan Ajax-Manchester City maçında Ajax taraftarları günümüzde futbolun geldiği noktayı açtıkları pankartla eleştirmişler. Ajax'ı dünya futbolunda en çok öne çıkaran olgu, kupaya odaklı başarılarından çok altyapısında oturttuğu sistem olsa gerek. Türkiye basınında da zaman zaman karşılaştığımız ''Beşiktaş'a Ajax Modeli '' gibi başlıklar bunun hakkında yeterli fikri veriyor bizlere. Gelinen dönemde Arap Şeyhleri'nin futboldaki bu denli etkinliği, geleneğini sağlam temeller üzerine oturtmuş Ajax taraftarını fazlasıyla kızdırmış görünüyor.
23 Eki 2012
Anadolu'nun Demir Kanatları
Raylar üzerinde sallanarak seyreden vagonların camına başınızı yasladığınızda İç Anadolu’nun bozkırını , Akdeniz’in alabildiğine yeşilini, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun dağlarını seyrederken demir ve buharla harmanlanmış bir romantizmin içinde bulursunuz kendinizi. Kendine özgü bir tutkudur demiryolları ve trenler. Bir de demir kanatlı demiryolcu futbol takımları vardır; işte orada mavi-lacivert romantizm başlar…
- Demirspor ve Demirsporluluk Kavramları Nasıl Ortaya Çıktı?
Kurtuluş Savaşı’nın ardından Kemalist devrimin hedefi ülkeyi kalkındırmaktı. Ülke kalkınmasının sağlanabilmesi için kuşkusuz demiryollarının yapımına ağırlık verilmeliydi. Demiryolları bundan sonraki süreçte ulaşım dışında bambaşka bir misyon edinecekti: Topluma hareket getirmek. Bu kalkınma hareketi içinde toplumun alt yapısını değiştirerek sportif alanda taşın altına elini koyma görevi yeni doğan Demirsporluların olmuştu. Yeni toplumu yaratmanın iki boyutu vardı: Birlik ve beraberliği sağlayarak rekabetçi olmayan bir dayanışma sergilemek ve savaş korkusunu üzerinde hisseden halkı zinde ve kuvvetli hale getirmek.
- Demirsporlar Anadolu’da Kurulmaya Başlıyor
1930’lu yılların başında Eskişehir Demirspor kırmızı-lacivert renklerle kuruldu ve Demirspor adını taşıyan ilk futbol kulübü oldu. 1932 yılında Ankara Demirspor'un kırmızı-yeşil renklerle kurulmasıyla Demirspor ağına bir takım daha eklenmiş oldu. Yasal çerçeve tamamlandıktan sonra renkler mavi-lacivert olarak belirlendi. İzmir Demirspor 1931’de ortaya çıkmıştı fakat 1936 yılında liglere girdi. 1939’da Kayseri’nin ilk spor kulübü Kayseri Demirspor’du. Adana Demirspor’un kuruluşuysa 1940 yılının sonlarına denk gelmişti. 1942’de Malatya Demirspor belirmişti futbol dünyasında; temeli 1929’lu Şimendifer Spor’a dayanan Samsun Demirspor 1945 yılında bu isimle faaliyetlerine başladı. 1950’li yıllarda memleket sınırlarında yaşanan değişim ve gelişme çalışmaları Demirsporlar ağına da sirayet etmişti ve takip eden yıllarda yeni kulüplerin doğmasına ortam hazırlamıştı. Örneğin Konya Demirspor 1953, Gaziantep Demirspor 1969, Nusaybin Demirspor ise 1983’te kurulmuştu.
- Demirsporların Başarı Dolu Dönemleri ve Günümüzde Gelinen Durum
1940-1960 yılları arası dönem, Demirsporların altın çağını yaşadıkları dönem olarak nitelenebilir. 1939-40 sezonunda Türkiye şampiyonu olan Eskişehir Demirspor; 1947’de yine Türkiye şampiyonu olan Ankara Demirspor, bu başarıları her ne kadar TFF nezdinde kabul görmese de tarihe adlarını yazdırmayı bilmişlerdir. Çukurova Ligi’nde 10 yıl boyunca şampiyon olarak, 1953-54’te de Türkiye şampiyonu olan Adana Demirspor’a da başarısından dolayı ayrı bir parantez açmak gerekir. Adana Demirspor aynı zamanda elde ettiği bu başarısıyla 1960 yılında İstanbul, Ankara, İzmir takımları dışında Milli Lig’e katılan ilk takım unvanını da kazanmayı başarmıştır.
Güreş, halter, tenis, su topu gibi spor alanlarında da kendisini başarıyla gösteren Demirspor camiaları kültürel hayatın alt yapısında da etkin rol oynuyorlar. Örneğin Ankara Demirspor aynı zamanda caz topluluğu ve musiki topluluğunu da bünyesinde barındırıyor.
1970’li yıllardan sonra Demirsporlara dair kelam etmek oldukça zorlaşıyor çünkü birçoğu amatör branşlarda kalırken, bazıları da kapanıyor. Günümüzde Nusaybin Demirspor’un da devreden çıkması ile Ankara Cebeci İnönü Stadı’nın yalnızlığında Ankara Demirspor ve yıllarca vefakar bir şekilde takımını destekleyen kalabalık bir taraftar kitlesine sahip Adana Demirspor takımları Demirsporlardan profesyonel olarak yaşayan iki takım.
Hızlı tren ağları ile demiryolları son yıllarda önemli oranda gelişim gösterirken aynı şeyi Demirsporlar için söylemek imkansız. Sanırım profesyonel kulüplerin yasal olarak kurumlardan aldıkları desteğin de kalkmasıyla madden dışa bağımlılıkları her geçen gün artan kulüplerin bundan sonraki akıbeti en çok demiryolu ve demiryolu futboluna öyle ya da böyle emek verenler için merak konusu olacak. Son olarak bu yazının oluşmasında yazdıklarından çokça faydalandığım Yavuz Yıldırım Demirsporların dünyasını şöyle anlatıyor: ‘’ Demirsporlar sadece başarı endeksli ve yarışmacı takımlar olsaydı, bir rakipten öteye gidemezlerdi. Onların yarattığı dünya, biraz da gerçek dünyanın dışında bir yerde, naif bir spor kültürüne dayanması ile farklıydı. ''[1]
1 Yavuz Yıldırım, Tren Bir Hayattır, Tanıl Bora(ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2012
1 Yavuz Yıldırım, Tren Bir Hayattır, Tanıl Bora(ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2012
21 Eki 2012
İnanç meselesi
belirdi artık Türkiye stadyumlarında. Herşeye rağmen kirli pazarlıkların, adaletsizliklerin olduğu bu yaşam alanında kimileri de cehennemden kombine almıştı belki de. Dün akşam Bursaspor - Fenerbahçe maçında, Türkiye'de yaşanan şike davası sürecine bir mesaj vardı Bursaspor tribünlerinde. Derdimiz kimseyi zan altında bırakmak değil. İnanç özgürlüğü var diyorsak eğer hala bu ülkede buyrun bakalım:
16 Eki 2012
Hedef 2016...
20 Kasım 2010 tarihinde oynanan ve 2-2 sonuçlanan Beşiktaş-Konyaspor maçından sonra basın açıklaması yapan Bernd Schuster şunları söylemişti: ''Rakiplerimiz hiç birşey yapmadan hep sizin yapacağınız hataları bekliyor. Türkiye'de oynanan futbol beni şaşırtıyor. 2010 senesi içindeyiz ama maalesef burada 1960'lı yılların futbolu oynanıyor."
Fazla söze gerek yok, hedef 2016...
14 Eki 2012
Adana Demirspor'da 'Sihirli Değnek' Sesleri

Taraftar ve yönetimin bir türlü uzlaşamadığı mavi-lacivertli camiada tek sorun bu da değil. Yıllar sonra 1.lige çıkarak taraftarını sevindiren Demirspor'da herkesin merak ettiği tek konu bu kaos ortamında takım ligde kalmayı başarabilecek mi? Kendi evinde oynadığı ilk maçta benim de beğenerek takip ettiğim taraftar gurubu Şimşekler; bana göre oldukça yersiz bir tepkide bulunurak sahada edilen mücadeleye tepkisiz kaldılar. Maç boyunca alışıldık desteklerini sahadaki futbolculardan esirgeyen taraftarların, bunun yerine daha mantıklı yöntemlerle yönetimi protesto etmeleri beklenirdi.
Sahadaki futbola gelince, alınan farklı galibiyetler kimseyi aldatmasın derim. Jose Carlos Junior, Gökhan Kaba ve Erçağ skorun yanında oyun anlamında da öne çıkan isimler oldular son haftalarda; ancak defansif anlamda ciddi şekilde çözülmesi gereken sıkıntıları olduğunu düşünüyorum Adana Demirspor'un. Hücumda son iki haftada yan toplardaki etkinlik ne kadar fazlaysa defansta da bir o kadar zaaf içindeler. Beşiktaş'ın Sakaryaspor' dan alıp Demirspor'a kiraladığı Berat Çetinkaya bekleneni veremiyor. Takım maç içinde savunma yapıp atak savuştururken amatör takım izlenimi veriyor. İki haftada yediği 3 golün nasıl geliştiğini izlemek bile insana yeterli fikri veriyor. Diyeceğim o ki; iki haftadır bulduğu fırsatları ve bilhassa derbide rakip kaleci ve savunmanın ikramlarını iyi değerlendiren Demirspor'un en iyi hedefi yine ligde kalmak olabilir sanırım. Önümüzdeki hafta Adana'da altı haftada 4 gol atıp 3 gol yiyen Manisaspor'u ağırlayacak olan mavi-lacivertliler, yarın akşamki Manisaspor-Gaziantepspor B.Ş.B maçı henüz oynanmadı ama rakibin henüz mağlubiyeti olmadığını hesaba katarak sahaya çıkmalı ve kontrollü bir futbolla önce yenilmemeyi düşünmeli bence istikrar açısından. Çünkü gerçekler bunu gösteriyor, yenilmeme alışkanlığını kazanıp ligde belli bir yer edinirse o zaman sihirli değnekten söz edebiliriz belki.
Etiketler:
Adana Demirspor,
Adanaspor,
Berat Çetinkaya,
Beşiktaş,
Erçağ Evirgen,
Gaziantep B.Ş.B,
Gökhan Kaba,
Jose Carlos Junior,
Karşıyaka,
Manisaspor,
Sakaryaspor,
TFF 1.Lig,
Ülken İlhan
8 Eki 2012
Savaşa Karşı Futbol, Üstünidman ve Sine-i Mektep
Work and Travel programı aracılığıyla ABD'ye gittiğim o yaz Siyasal'dan bir futbol sevdalısının blogger aradığını öğrendim Ülken vasıtasıyla.
O güne kadar hiç tanışıklığımız olmayan bir arkadaştı kendisi.
"Savaşa Karşı Futbol" isimli blogunu biliyordum sadece.
Ben bu arkadaşa "çalışırken kimi zaman boş vaktim oluyor, istiyorsan sana bir Ronaldo(dişlek olanından) yazısı yollayayım" dedim.
Ronaldo'yla ilgili uzun bir çocukluk anısını dökmüştüm kağıda; 1998 Dünya Kupası boyunca ağabeyimle girdiğim Fransa-Brezilya rekabetini içeren.
O Zidane hayranıydı bense Ronaldo. Bilmiyorum tabi o zamanlar Zidane'ın da Ronaldo hayranı olduğunu. Bilsem ağabeyimi de çok rahat "Ronaldocu" yapardım. Gerçi o tarihte Zidane böyle bir beyanatta bulunmamış da olabilir. Neyse işte...
Kendi paramı biriktirip alamamıştım dişleğin formasını. Maddi durumu benden daha iyi olan bir arkadaşımın Ronaldo formasını bir şekilde almıştım. Bir yaz boyunca o formayı sırtımdan hiç çıkarmadım desem yeridir. Neyle takas ettiğimi hatırlamıyorum. Muhtemelen ya mahalle arasında arkadaşlardan "üttüğüm" taso koleksiyonu ya da futbolcu kartlarıyladır. Bilemedim...
Ben tabi ki bunların hiçbirisinden o yazımda bahsetmek istemedim. Nedense bir garip geldi benim hayatımdan kesitleri bir futbol blogunda paylaşmak(hele de hiç tanımadığın bir insanın blogunda).
Ronaldo'nun devri geçmişti artık. Brezilya milli takımının 2010 Dünya Kupası kadrosuna da alınmamıştı. Hem de attığı onca güzel gole rağmen.
Çalışmaktan geriye kalan vakitlerde bol bol ESPN üzerinden Dünya Kupası izlemeye çalışıyorduk ev arkadaşlarımla. Türkiye'de insanlar için bir eziyet ve kara komedi halini alan "Ömer Üründül'ün 'bloklar arası bağlantı' ve Levent Özçelik'in 'Köyt' muhabbetlerinden uzakta.
Ben de yazdım Ronaldo'nun vedasını ve Dünya Kupası analizlerini içeren bir yazı ve yolladım Salih'e.
İşte o gün kuruldu Üstünidman. Resmi olarak değil tabi ki.
Sadece ilk adım olarak.
Daha sonra Salih geldi ve bir ekip oluşturuyoruz Siyasal'da Ali'yle birlikte dedi. Futbol blogu yazacağız.
Ülken, Hüseyin Ali, Sezgi, Funda, Alpay, Tarık, Salih ve ben toplandık. Blogun adını koyduk, okulumuzun ilk beden eğitimi hocası Ali Faik Üstünidman'ın soyadını kullanarak. Daha sonra Emre, Burak ve son olarak Kürşat katıldı aramıza.
Bugüne kadar blogun içeriğine, tasarımına vs. katkıda bulunan yazar arkadaşlarımızla birlikte şimdi de yeni bir serüvene daha çıkıyoruz.
Artık Üstünidman'daki içeriği yazılı olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin gayri resmi yayın organı olan 'Sine-i Mektep adlı gazetede on beş günde bir bulabileceksiniz.
Bizi okumaya devam edin futbol sevdalıları.
Etiketler:
1998 Dünya Kupası,
2010 Dünya Kupası,
ABD,
ESPN,
Hüseyin Ali Sözen,
Mülkiye,
Ronaldo,
Salih Kaya,
Savaşa Karşı Futbol,
Sinan Baran,
Sine-i Mektep,
Ülken İlhan,
Üstünidman,
Zinedine Zidane
5 Eki 2012
Üç korner bir penaltı mı?
Modern stadyumların, üstü kapalı arenaların, ithal, doğal ya da suni çimlerin futbola ev sahipliği yaptığı bir çağdayız artık. Futbol aşıkları bu durumdan ne derece memnun peki? Çocukluk dönemlerinde mahalleler arası yapılan maçların tadını veriyor mu, saat ücreti yüz liradan başlayan spor kompleksleri?
Bu yazımda biraz çocukluğuma dönerek; sonucunda dünyanın en önemli ödülü olarak soğuk bir kolanın kazanıldığı mahalle maçlarını, özellikle akranlarıma hatırlatmak istedim. Mahallelerdeki boş toprak arsalarda ya da asfalt ara sokaklarda plastik topların peşinde koşarak geçti birçoğumuzun çocukluğu. Üç kattan başlayan bu toplar dokuz kata kadar çıkardı. Topun sahibi kaleye geçmemek hakkına en baştan sahipti. Gönüllük esasına göre kimse kaleye geçmeyi kabul etmediği için genelde yaşı en küçük olanlar bu durumu zorunlu olarak kabul etmek durumunda kalırlardı. İki kale arasındaki mesafenin çok uzak olmadığı maçlarda kaleler iki taşın adımlanarak paralel şekilde konmasıyla oluşturulurdu. Baştan ''5' te devre 10' da biter'' gibi anlaşmalarla maçın süresine karar verilirdi. Yeri gelmişken yönetmen Varol Uzlu'nun 2008 yılında Trabzonspor' la ilgili çektiği kısa belgeselin adı da ''5'te Haftayım,10'da Biter'' adını taşıyor. Haftayım sözü devreyi ifade ederken; ingilizcedeki ''halftime'' sözüyle sıkça karıştırıldığı için bu sözü kullanmayı tercih ettiğini söylemiş Uzlu.
Gelelim maçların nasıl geçtiğine: Kurulan kalelerin üst kısmında direk olmadığı için kaleci zıpladığında top elinin bir karış daha üstünden giderse gol sayılmazdı. Yani düşünülenin aksine mahalle maçlarında uzun boylu kaleci bir dezavantaj oluşturuyordu zaman zaman. Penaltı kullanılacak nokta adım hesabı ile hesaplanır, penaltıyı kullanacak takımın attığı adımları beğenmeyen kaleci büyük adımlarla yürüyerek yeni bir nokta saptardı; ancak sonuç olarak bir orta yol bulunurdu. Penaltıyı kullanacak oyuncu topun başına geçtiğinde kalecinin iki isteğiyle karşılaşırdı: ''Pis burun vurmak yok haa, abanma sakın! '' Kaleden kaleye gol yok ve üç korner bir penaltı kuralları ise kendine özgü kurallardı. Korner bir anda futbolun en önemli olaylarından biri haline gelerek maçın belli kısımlarında amaç haline gelirdi. Kaleden kaleye degajla atlan gollerin sayılmaması ise kimsenin anlamlandıramayıp genel bir kural olarak kabul ettiği bir yapılagelişti. Mahalle maçlarının en emsalsiz kurallarından birisi de kaleci-oyuncu uygulamasıydı. Buna göre görece güçsüz olan takımın veya sayıca eksik olan takımın kalecisi, top kendi takım arkadaşlarındayken eline almamak kaydıyla oyuna katılabilirdi.
Eskiden her şey gerçekten daha masumdu. Hakemlerin yokluğuna rağmen, ufak tefek çıkan tatsızlıkların dışında hiçbir sorun yaşanmazdı mahalle maçlarında. Şimdi ise iki yan, iki çizgi , bir orta ve bir dördüncü hakem olmak üzere tam altı hakemin görev yaptığı maçlarda verilen kararlar bile beğenilmiyor, takımların memnuniyetsizlikleri giderilemiyor. Üç korner bir penaltı mı? Yok hocam kendini yere bırakırsan eğer,penaltı...
Yerden Sert!
Şovenizm fırsat bulduğu her alanda kendini
gösterir. Ayırt edilmesi gereken nokta, şovenizm Türkiye'ye özgü bir durum
değildir. Batı'da ortaya çıkan milliyetçilik akımı dünyanın bir çok bölgesinde
kendine taraftarlar bulmuştur ve bulmaya da devam etmektedir.Futbol ise
şovenizmin kendine sıkça yer bulduğu bir spor alanı sadece.
Borrusia Mönchengladbach - Fenerbahçe maçının son yarım saatlik kısmını izleme
şansı buldum bu gece. Bir yandan da sosyal medyada günün olan bitenlerini takip
ettim.Popüler başlıklardan birisinin Ercan Taner olduğunu görünce duraksadım ve
kendisi hakkında yazılanları görünce kendisini çok seven birisi olarak
gerçekten çok üzüldüm. Birçok twitter kullanıcısı Ercan Taner'in Fenerbahçe'nin gol sevinçlerini abartılı yaşadığından ve bu şekilde de rengini belli
ettiğinden yakınmış. Fanatizm, yıllardır işini en iyi şekilde yapmaya çalışan
bir futbol spikerini yerden yere vurmuş. Derdim Türk takımlarının Avrupa
takımlarıyla olan karşılaşmalarında Türk takımlarının desteklenmesi gerekliliğine
dayanan bir inanç üzerinden milliyetçilik dersi vermek değil tabiki de. Ben
Beşiktaş taraftarıyım ve Beşiktaş dışındaki takımların ne sonuç aldığı açıkçası
beni ilgilendirmez. Ancak hakkaniyet duygularım Ercan Taner hakkında
söylenen sözlerden sonra bir iki kelam etmem gerektiğini söyledi bana.Dönelim
2000 senesine: ''Hagi! Hagi! Hagi! '' , ''Kim attı? Kral attı! Hem de Leeds'te Elland Road'da...'' coşkulu
sözleri bizzat Ercan Taner'e aittir. 2002 yılında Beşiktaş'ın yüzüncü yıl
şampiyonluğunu ilan ettiği Galatasaray derbisine de, yıllarca unutulmayan
''Sergen attı şampiyonluk geldi'' sözüyle damga vurmuştur başarılı futbol
spikeri.
Ercan Taner’ e eğer gerçekten bir taraf
olduğu konusunda eleştiri getireceksek ancak Real Madrid Barcelona maçlarındaki
anlatımlarıyla eleştiri getirebiliriz diye düşünüyorum. Eleştiriye başlamadan
önce ve fanatizmin yarattığı körlükle insanları yerin dibine sokmadan önce en
azından kısa bir araştırma yapmak gerekir sanırım.Ercan Taner kendisine
babasından kalma tutkulu bir Beşiktaş taraftarıdır.Bu bilgi de ; Ercan Taner bugün
Fenerbahçe’nin gollerinde ağlamaklı ses tonuyla rengini belli etmiştir diyen Beşiktaşlı, Galatasaraylı vs.
taraftarlara Ercan ağabeyin deyimiyle ‘’yerden
sert’’ bir cevap olsun.
Etiketler:
Barcelona,
Beşiktaş,
Borussia Mönchengladbach,
Elland Road,
Ercan Taner,
Fenerbahçe,
Galatasaray,
George Hagi,
Hakan Şükür,
Leeds United,
Real Madrid,
Sergen Yalçın,
UEFA Avrupa Ligi,
Ülken İlhan
21 Eyl 2012
Seyircisiz Futbol Olmaz!
Futbol dünya çapında en çok ilgi gören, milyonları kendisine tutkuyla bağlayan ve diğer spor dalları içerisinde en büyük ekonomiye sahip olan bir alan. İzleyenler açısından gösteriden öte; taraf olma ve kazanma, önde gelme duygularının tatminini sağlayan bir dünya spor dünyası. İzleyenler spor müsabakalarını yerinde veya televizyon vasıtasıyla izleyebilmek için belirli ücretler öderler. Gösteriyi sunanlarsa bunun karşılığında, hayatlarını kazandıkları işlerini en iyi şekilde yapmaya gayret gösterirler. İktisadın temeli arz ve talep ilişkisi futbol endüstrisini de ayakta tutan en önemli faktördür.
Geçtiğimiz gün Beşiktaş'a 1 maç seyircisiz oynama cezası verildi. Kendini bilmez bir taraftarın sahadaki rakip takım direktörünün kafasını yarması sonucunda bu ceza gerçekleşti. Konu Beşiktaş, Leeds United, Lazio konusu değil; konu ilk elde endüstriyel futbolun çarkının arz-talep ilişkisiyle döndüğünü kabul etmemizle beraber bu sporun ancak seyirciyle zevkli olduğu gerçeğidir. Kulüplere verilen seyircisiz oynama cezalarının artık savunulacak geçerli ve mantıklı bir yanı kalmamıştır. Bir ya da bir kaç kişinin yaptığı bu hatalar sene başından binlerce TL vererek kombine bilet alan kişilerin haklarının yenmesine sebep olmakla beraber yaşanan kötü olaylara herhangi bir çözüm üretememektedir. Dinleyicisiz bir konser nasıl olmazsa, izleyicisiz bir tiyatro nasıl sahnelenemezse, seyircisiz bir futbol karşılaşmasının oynanması da o kadar manasız ve tatsız olacaktır.
Alternatif çözümler neler olabilir diye çok düşünüldü ve geçtiğimiz yıl kadın ve çocukların ücretsiz maç izleyebilmesi olanağı sağlandı; ancak özünde iyi niyetli bir proje olsa da yukarıda saydığım nedenlerden ötürü yetersiz bir çözüm olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Seyircisiz oynama cezasını tamamen kaldırıp daha farklı projeleri hayata geçirmenin tam da sırası bana göre. Örneğin; kulübün ceza aldığı maçta toplanan hasılatın bir bölümünü veya tamamını alıp hasılatı kimsesiz çocuklar derneğine veya Lösev gibi bir derneğe bağışlamak bu projelerden sadece bir tanesi. Bir diğeri, maçı seyircili fakat başka bir il, başka bir stadyumda oynatmak. Örneğin depremdeki yaralarını hala saramamış olan Van'da bir lig maçı oynatılarak şehir ve bölge ekonomisine ufak da olsa bir katkı yapılırken aynı zamanda oradaki güzel insanların yüzünde de bir parça gülümsemeye vesile olunmuş olur.
Bu projelerin sayısı bu konu üzerine kafa patlattıkça artacaktır önemli olan bir yerden başlayabilmek. Bu çalışmalar doğrultusunda hükümetten de destek istenirse Türkiye'nin dört bir yanına yeni stadyum ve spor tesisleri kazandırılır ve 2020 hedefi daha gerçekçi bir hal almış olur. Malum; suçu olmayan insanlara spor müsabakası izleme yasağı koyarak olimpiyatlara ev sahipliğine soyunmak, maddenin doğasına aykırı.
Geçtiğimiz gün Beşiktaş'a 1 maç seyircisiz oynama cezası verildi. Kendini bilmez bir taraftarın sahadaki rakip takım direktörünün kafasını yarması sonucunda bu ceza gerçekleşti. Konu Beşiktaş, Leeds United, Lazio konusu değil; konu ilk elde endüstriyel futbolun çarkının arz-talep ilişkisiyle döndüğünü kabul etmemizle beraber bu sporun ancak seyirciyle zevkli olduğu gerçeğidir. Kulüplere verilen seyircisiz oynama cezalarının artık savunulacak geçerli ve mantıklı bir yanı kalmamıştır. Bir ya da bir kaç kişinin yaptığı bu hatalar sene başından binlerce TL vererek kombine bilet alan kişilerin haklarının yenmesine sebep olmakla beraber yaşanan kötü olaylara herhangi bir çözüm üretememektedir. Dinleyicisiz bir konser nasıl olmazsa, izleyicisiz bir tiyatro nasıl sahnelenemezse, seyircisiz bir futbol karşılaşmasının oynanması da o kadar manasız ve tatsız olacaktır.
.jpg)
Bu projelerin sayısı bu konu üzerine kafa patlattıkça artacaktır önemli olan bir yerden başlayabilmek. Bu çalışmalar doğrultusunda hükümetten de destek istenirse Türkiye'nin dört bir yanına yeni stadyum ve spor tesisleri kazandırılır ve 2020 hedefi daha gerçekçi bir hal almış olur. Malum; suçu olmayan insanlara spor müsabakası izleme yasağı koyarak olimpiyatlara ev sahipliğine soyunmak, maddenin doğasına aykırı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)