belirdi artık Türkiye stadyumlarında. Herşeye rağmen kirli pazarlıkların, adaletsizliklerin olduğu bu yaşam alanında kimileri de cehennemden kombine almıştı belki de. Dün akşam Bursaspor - Fenerbahçe maçında, Türkiye'de yaşanan şike davası sürecine bir mesaj vardı Bursaspor tribünlerinde. Derdimiz kimseyi zan altında bırakmak değil. İnanç özgürlüğü var diyorsak eğer hala bu ülkede buyrun bakalım:
Futbolda Şike Davası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Futbolda Şike Davası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Eki 2012
İnanç meselesi
belirdi artık Türkiye stadyumlarında. Herşeye rağmen kirli pazarlıkların, adaletsizliklerin olduğu bu yaşam alanında kimileri de cehennemden kombine almıştı belki de. Dün akşam Bursaspor - Fenerbahçe maçında, Türkiye'de yaşanan şike davası sürecine bir mesaj vardı Bursaspor tribünlerinde. Derdimiz kimseyi zan altında bırakmak değil. İnanç özgürlüğü var diyorsak eğer hala bu ülkede buyrun bakalım:
14 Nis 2012
Mikail de mi Şike Davası'na 'müdahil' oluyor ?

Şike Davası boyunca federasyonun 'laf olsun torba dolsun' misali buyruk şeklinde gelişen faşizan uygulamalarına bugün Mikail müdahale etti.
Eskiden bu dört takımın birbiriyle olan mücadelelerini iple çekerdik. Şimdi ise altı hafta içinde ikişer kez birbirleriyle oynayacaklar; derbi sözcüğünün de içi boşalmış oldu bu senelik.
Allah'ın sopası yok. Tüm şeref tribününü şu şarkı eşliğinde yürümeye davet ediyorum.
22 Oca 2012
Kale düşerse, kent de düşer..!

Futbolun bugüne kadar eklemlenemediği sayılı sektörlerden birisi de sinema sektörüdür. Gerek Türkiye sinemasında, gerek dünya sinemasında futbolu beyaz perdeye çok iyi biçimde yansıtan filmler sayılıdır. Türkiye'de Kemal Sunal'ın başrolünü oynadığı "Gol Kralı" filmiyle, İlyas Salman'ın başrolünü oynadığı "Ya Ya Ya Şa Şa Şa" filmi 12 Eylül askeri darbesinden sonra apolitikleşmek zorunda kalan yönetmenlerin vakit geçirmek için çektiği iki filmdir. Bu iki yapıtın ortak özelliği futbolu ve futbolculuğu başarısız bir biçimde beyaz perdeye aktarmalarıydı.

Bu topraklarda çekilmiş benim izlediğim futbol temalı en iyi film Serdar Akar'ın "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" filmidir. Hem oyuncularının hem de senarist ve yönetmenin kaliteli olması ve futbolu seviyor olması bu filmin başarısındaki en önemli etkenlerdendi. "Hayat futbola fena halde benzer" sloganıyla da birçok futbolseverin kalbinde ve hafızasında yer eden filmin üzerinden 11 yıl geçtikten sonra, yönetmen koltuğuna oturan Volga Sorgu 2011 yılında "Kaledeki Yalnızlık" isimli filmini biz futbolseverler için çekti. Bugüne kadar oyuncu olarak tanınan Volga Sorgu ilk filminde 'amatör' bir kaleci olan Nurettin'in hayat hikayesini konu aldı. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminde "kaleci Suat" rolüne hayat veren "Erkan Can", bu sefer de amatör bir futbol kulübünün başkanı olarak beyaz perdede kendisine yer bulmuş. Kalecilerin dramını başarılı bir şekilde anlatan filmde "Ümit Karan" isminin ve "şike" kelimesinin beraber görüldüğü sahneler de bir hayli manidar olmuş. Filmin yapımcılığını da üstlenen "Mazlum Çimen", filmdeki müzikleri oğlu "Saki Çimen"le birlikte hazırlamış. Sinema eleştirmenlerinin başarısız bulabileceği bu film futbolseverlerin 90 dakika boyunca sıkılmadan izleyeceği güzel bir yapıt olmuş.
29 Ara 2011
Milattan Sonra
(Bu yazı Türk Futbolu için bir milat niteliğinde olan 3 Temmuz ve sonrasındaki süreçte bir Fenerbahçelinin halet-i ruhiyesini anlatmaktadır.)

Haksızlıktı bu yapılan, daha 1,5 ay evvelinde herkes görmüştü şampiyonluğu ne kadar hak ederek, son yılların en iyi futbolunu oynayarak ve bazen de şansı yanımıza alarak kazandığımızı. 'Şans' kelimesinde takılıp kalıyorum; acaba şans değil miydi olanlar, top sevmemiş miydi bizi gidip gelen maçlarda, yani saha dışında mı yaratmıştık biz kendi şansımızı en başında? Niye diye düşündüm; niyeydi o zaman o kadar heyecan, kim göze alabilirdi ki sayısı milyonları bulan insanları kandırabilme cüretini? Hem Aziz Yıldırım değil miydi Sivas maçı 4-3 olduktan sonra heyecandan maçın kalanını izleyemeyen ve maç sonu herkes stadı terk ettiğinde tek başına zafer purosunu yakan? Yoksa o puro da mı saha dışındaki başarılardan dolayı yakılıyordu ?
Sanırım yalnızca ben değildim bu şüpheleri taşıyan. 3 Temmuz günü başlayan süreçten sonra birçoğumuz dile getiremedi bu şüpheleri, cesaret edemedi söylemeye; çünkü bir ilahtır Aziz Yıldırım birçok Fenerbahçelinin gözünde. Birçok futbol kulübünün aksine bir kulüpten bahsedildiğinde akla gelen ilk ismin kulübün başkanı olması çok da sık rastlanır bir durum değildir ve herkesin tartıştığı bir isim olması dolayısıyla Fenerbahçe için bir 'ilah' kadar bir 'inat'tır Aziz Yıldırım. Sürecin sonunda desteğin hala bu boyutlarda olmasının en büyük nedeni de belki de bu inat duygusudur. Burada anlatmak istediğim yaşıyor olduğum duyguları dile getirmek olduğu için Aziz Yıldırım’ın gerçekten suçlu olup olmadığı ya da olayın başka mercilere dayanıp dayanmadığı konusunda bir avukat misali çözümleme yapmayacağım.
Bu gelişmelerin başlamasıyla söndü aslında içimdeki futbol ateşi, merak etmiyordum başlayacak olan ligi, oynayacağımız maçları, sonuçları. Sürecin yanında gelişen belirsizlik duygusuyla birlikte üzgünlük ve kızgınlık hissediyordum olanlara. Üzgündüm; çünkü gerçekten rayına oturduğuna inandığım takımım çok değil 3-4 tane yerinde transfer yaparak Avrupa’da da mutluluk verecek bir futbol oynamaya hazırken, gördüğüm şey transfer döneminde elden çıkan futbolcular ve raydan çıkan bir takımdı. Özellikle yaz aylarında bir antrenman sırasında bir oyuncuya (yanılmıyorsam Andre Santos'a) gelen transfer teklifiyle hemen teklifi dinlemeye koşan Aykut Kocaman’ın eminim o sırada hissettiği duygu çaresizlikti ve bunu düşünmek takımını gerçekten seven birisinin başına gelebilecek en üzücü şeylerden birisiydi benim için. Kızgındım; çünkü yıllardır tezahürat haline gelen 'şikeci Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe' söylemlerinin haklı çıkıyor ya da çıkabilme ihtimalinin doğuyor olmasından, savunduğumuz tüm değerlerin haksız çıkıyor olmasından dolayı.
İşte bu hislerle başladı benim için lig; ama zaman geçtikçe gelişen olaylar korumaya çalıştığım 'tarafsızlık' duygusunun önüne geçti. Ligdeki en ilgisiz maçlarda bile maç heyecanı ortadan kalktıktan sonra tüm stadın Fenerbahçe ve şike ile ilgili yaptığı tezahürat ve bir nevi aşağılanma; bende ve birçok Fenerbahçeli'de yazının başında belirttiğim Aziz Yıldırım efsanesini ortaya çıkaran hislerden birisi olan 'inat' duygusunu yeniden gün ışığına çıkardı ve süreç her seferinde aleyhimize gelişse de taraftarın Aziz Yıldırım’a olan desteği sırf bu duygudan ötürü değişmedi hatta belki de daha çok arttı.
Şimdi iddianame belli oldu ve daha somut şeyler konuşulmaya başlandı; herkes artık bir karar bekliyor. Benimle beraber birçok Fenerbahçeli kötü de olsa bir karar bekliyor artık; daha fazla kararsızlık yaşamama adına, yaşananlara 'inat' suçsuz çıkmak umuduyla. Benim düşüncem bu olaydan dolayı birileri suçlu bulunacaksa bunlar kişiler olacaktır; yani iyisiyle kötüsüyle karar sonrası Fenerbahçe benim için yine 'eski Fenerbahçe' olacaktır, ligi ve kategorisi ne olursa olsun.
24 Ara 2011
Oyunun Ruhu
Bir futbolsever için her yeni sezon, yeni bir heyecan demektir. Lig biter bitmez medya futbolseveri okşamaya başlar transfer haberleri manşetleri süsler, yeni oyun şablonlarından yeni dizilişlerden bahsedilir; ne kadar saçma da olsa hep heyecan yaratır bunlar.
Tek sayılı olan seneler nefrettir, o yaz uluslararası bir turnuva olmaması futbol dünyasını yokuşa sürer, gazeteleri Alman ya da İtalyan futbolcular değil de Fenerbahçe'nin talip olduğu Brezilyalılar süsler.
Bir temmuz sabahı uyandık ve her şey altüst oldu. Şike soruşturması, aranan evler, tutuklanan başkanlar, yöneticiler, futbolcular.. 'Noluyoruz lan?' dedi herkes. Türkiye'de şike futbolun içinde hep vardı; herkesin derdi 'bize de vurur mu ki?' sorusuydu.
O kaoslu günlerde futbol mazime dalıp uykusuz geçirdiğim bir gece şu aklıma geldi: 'Şike neydi?'
..
11 yaşındaydım. Mahallenin en formda topçusuydum. Top sektirme rekoru 238 ile bendeydi.(İsmet topu dizimden almasaydı devam edebilirdim; ama ne de olsa rakibimdi) Bir cumartesi günü erken kalkmış kapının önüne çıkmıştım, kimsecikler yoktu. Hasan'larda yeni top vardı; ama sabahın o saatinde amcasından küfür yemek olmazdı. Kömürlükten kendi topumu çıkardım; pembe plastik bir toptu, iki kere patlayıp sabunla kapatılmış, üzerindeki desenler yağmurda oynadıkça kaybolmuştu.
Fadime Teyze'nin bahçesinin dibine gittim; bahçe yeni tellerle çevrilmişti ve teller gergin değildi, tam Amsterdam Arena kalesiydi anlayacağınız. Şut vurmaya başladım, çocuklar uyanınca o gün yapacağımız maçlardan hayali pozisyonlar yaratıyordum; İsmet topu açıyor iki kişiyi çalımlayıp kalecinin sol köşesine bırakıyordum.
Arkadan biri seslendi 'Sali napiin la bu saatte burda?' Levent Abi'ydi bu, elinde kitaplar vardı belli ki dersane yolcusuydu. Levent Abi iyi topçuydu hoş topçuydu; ama top kontrolü, sektirmesi zayıftı. Çocuklar için bir yetişkinin futbol yeteneği oynanan maçı bölüp topu ilk aldığında yaptığı hareketlerdir; o konuda zayıf olan Levent Abi de bizim için 'tırt' bir topçuydu. Derken İrfan Abi çıktı meydana, o ise bizim mahallenin Zidane'ıydı. Her çocuk maçının bölünmesinden nefret eder; ama İrfan Abi topu aldığında karşımızda bir sihirbaz varmış gibi dikkat kesilir, tüyo almaya çalışırdık. (İlhan Mansız'ın Carlos'a 2002 Dünya Kupası'nda attığı çalımı İrfan Abi çocukluğumuz boyunca atmıştır bizlere.)
Levent Abi ayakkabılarını bağlayan İrfan Abi'ye 'Daha yarım saat var derse, bi maç yapalım' dedi. Hayatım boyunca kalecilikten zerre anlamamışımdır, bunu bilen ve yeni aldığı ayakkabıları da kirletmek istemeyen İrfan Abi 'ben kaleci olurum ikiniz yapın 3'te bitsin dedi.' Ben direkt konsantre olmaya başladım, bugün atacağım gol ya da goller gün içindeki maçlar için bana moral olacak ve çocuklar arasındaki 'yıldız topçu' imajımı güçlendirecekti. Ama benim aşamadığım bir tabum vardı; İrfan Abi'nin karşısında nutkum tutulur elim ayağım birbirine girer bir türlü kendimi gösteremezdim. Aklına beni 'tırt topçu' olarak yazan İrfan Abi de bu referansla Levent Abi'ye 'bu çocuktan bir gol yersen dersanede bi tostunu alırım' dedi, 'tamam' dedi Levent Abi.
Maç başladı sakindim basmıyordum, Levent Abi de -bizimle dalga geçmeye bayılır- topla kendi halinde saçmasapan hareketler yapıyordu. Bir an top boşta kalır gibi oldu hamle yapmaya kalkıştım, topu önce sağa sonra sola çeken Levent Abi benden sıyrılıp karşısına İrfan Abi'yi aldı; abanarak gol sonrası hayvanca bir kahkaha attı. İstifini bozmayan İrfan Abi topu eliyle oyuna soktu, bu kez top bendeydi; hızlıca hamle yapmak isteyen Levent Abi'yi geçmek için Nuran Yenge'lerin duvarı ile verkaç yaptım ve bir anda kendimi İrfan Abi'nin karşısında buldum. Zarif bir plaseyle topu sağ köşeye yollamak istedim; ama İrfan Abi o devasa bacaklarıyla golü engelledi. Tam kendime güvenim geliyordu ki Levent Abi sağımdan atıp solumdan geçti, fiziksel üstünlüğünü piçliğiyle birleştirip beni ekarte etti ve sert bir vuruşla topu tellere yolladı.
İrfan Abi 'hadi len geç kalıyoruz' diyerek topu uzunca bir vuruşla ileri yolladı, oyunun amelesi olarak atak şansı yakalamak amacıyla topu ilerden sürerek getirdim ve Levent Abi'yi karşıma aldım; topu ilk önce sağa sonra da sola çekerek bana ilk golde yaptığı numara ile geçtim ve bir anda hızlanıp kale önüne kadar ilerledim yalnız 'abansam mı' 'köşeye mi bıraksam' diye düşünürken saçmasapan bi vuruş gerçekleştirdim. Topa vurduğum anda kendime lanet etmiştim; ama İrfan Abi topu bacak arasından içeri aldı ve gülmeye başladı. Levent Abi küfürler savuruyordu, 'almıycam ulan tost most' nidaları arasında İrfan Abi'nin tekrar başlattığı topu alıp üçüncü golü yaptı. Maç bitti, İrfan Abi Levent Abi'yle dalga geçiyor, iyice bokunu çıkarıyordu; ikisi kenardan defterlerini aldı ve gözden kayboldular.
Tek başıma kaldım, duygularım çok karmaşıktı. Gol atmıştım; ama İrfan Abi'nin bilerek yediğini biliyordum. İçimden başka bir ses de 'ulan topu oraya kadar getirdin' diyordu ama nafile. Kendimi bildim bileli futbol oynuyordum, birinin benden bilerek gol yemesini hak edecek ne yapmıştım ki? Bu düpedüz aptallıktı. Zidane'a Figo'ya Rivaldo'ya ihanet ettiğimi düşündüm; bu oyunu onlar sevdirmişti bana ve attıkları golleri hep mücadele ederek bitirmişlerdi. Ben ise ... İşte bu, bu 'şike'ydi.
...

Korcan.. Kim bilir kaç sene bizim gibi sokakların tozunu yuttu bu oyun için;ama şimdi bilerek gol yediği iddiasıyla tutuklu. Bu oyunun ruhuna ihanet ettiğini düşündü mü ki acaba ? Zubizaretta ya da Schmeichel rüyalarına girdi mi hiç? Kim bilir..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)