Andrea Pirlo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Andrea Pirlo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Eyl 2012

Şampiyonlar Ligi'nde İlk Haftanın Notları

A Grubu
Dinamo Zagreb-Porto(0-2) maçında tribünler boş kaldı. Şampiyonlar Ligi'nde alışık olmadığımız bir görüntüydü.

Paris Saint Germain-Dinamo Kiev(4-1) maçında parayle saadet geldi. Disiplin paraya boyun eğdi.

B Grubu
Montpellier-Arsenal(1-2) maçında Belhanda'nın Panenka Penaltısı girişimi az daha İtalyan eldiven Vito Mannone'nin kucağında kalıyordu. Montpellier taraftarı mağlubiyete rağmen yaşadıkları Şampiyonlar Ligi tecrübesinin keyfini çıkardı. Zaten futbol da böyle bir şey olmalı.

Olympiakos-Schalke(1-2) maçında goller vardı. Bir de Klaas-Jan Huntelaar(böyle uzun uzun yazınca daha afili oluyor)'ın direkten dönen penaltısı.


C Grubu
Milan-Anderlecht(0-0) maçında Silvio Proto Milan ataklarını cesurca savuşturdu. Milano'da büyüyen kriz tribünlerin boşalmasına yol açtı. Boşalan tribünlerden yükselen tepkiler de giderek artıyor. Berlusconi-Allegri-Galliani üçlemesi sıkıntıda...

Malaga-Zenit(3-0) maçında Luciano Spalletti'nin bıyıkları maça bir süre gölge düşürse de genç yetenek Isco'nun golleri futbol severleri kendine getirdi.

D Grubu
Real Madrid-Manchester City(3-2) İspanyol basının deyimiyle "dünyanın en pahalı maçı" oldu. Joe Hart'ın büyük hatası Cristiano Ronaldo'yu yine bir şekilde maçın kahramanı yaptı.


Borussia Dortmund-Ajax(1-0) maçında Dortmund kalecisi Weidenfeller'in uzun süreli orta saha seyahati Ajax hanesine gol olarak dönmedi. Hummels'in ağır aksak penaltısının telafisi Lewandowski'ye düştü.

E Grubu
Chelsea-Juventus(2-2) maçında genç yıldız adayı Oscar Chelsea formasıyla Londra'da gollerle tanıştı. Hazard yine asist yaptı. Buffon ve Pirlo hala yaşlanmamış. Pirlo'nun birazcık sakalları uzamış o kadar.

Shakhtar Donetsk-Nordsjaelland(2-0) maçında sessiz harflerin üstünlüğü göze çarparken bahis dünyasının "Kuzey Yıldızı" Nordsjaelland Şampiyonlar Ligi'nde ben de varım dedi ama yetmedi.

F Grubu
Bayern Münih-Valencia(2-1) maçında Valencia 2001'in rövanşını almak istedi ancak olmadı. Artık gözler Mestella'ya çevrildi.

Lille-BATE Borisov(1-3) maçında Lille bir kez daha Şampiyonlar Ligi takımı olmadığını kanıtladı.

G Grubu
Barcelona-Spartak Moskova(3-2) maçında Lionel Messi ve Tello işbirliği Alves ve Valdes işbirliğini mağlup etti.

Celtic-Benfica(0-0) maçı bu hafta gol sesi çıkmayan tek maç oldu. Rangers'ın yokluğu Celtic'i bir hayli etkilemiş.

H Grubu
Manchester United-Galatasaray(1-0) maçında ortak kanı Wolfgang Stark'ın bir adet bilim kurgu efsanesi olduğu yönündeydi. Alman "Kicker"  gazetesi haklıymış...

Braga-Cluj(0-2) maçında görüldüğü üzere Estadio Municipal de Braga hala "dört dağ içinde".

29 Haz 2012

Korkunun ecele...


                  İtiraf ediyorum; gerçekten korkuyorum. Aslında bu yazıyı daha önce-İspanya maçı sonrası- yazmam gerekiyordu ama bekledim. Boğaların rakibini merak ediyordum ve tahminen gelecek Almanya ya karşı şöyle okkalı methiyelerle İspanya’yı şampiyon ilan edecektim...
               
                  İtalya maçını izleyince zaten sıkıcı olduğunu herkesin gördüğü İspanya-Portekiz maçı gözümde daha da küçüldü. Pirlo’ya duyduğum hayranlık 10 kat daha arttı (eminim Milan’ın da öyledir) ancak bu hayranlık sadece futboluna değil aynı zamanda inanılmaz futbolcu karakterinedir. Barzaglinin ne kadar harika bir oyuncu olduğunu gördüm. Ayrıca Pirlo ile beraber son turnuvayı oynadıklarının farkında olan Buffon’un gözlerindeki istekle karşılaştım. İtalya’nın tüm takım olarak(Süper Mario dahil) kenetlendiğine ve mücadele ettiğine şahit oldum. Zaten maç öncesi Almanya’ya karşı içimden İtalya’yı destekliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu...Mükkemel futbol...
               
                  Şimdi gelgelelim matadorlara. Bu arada “matador” nedir hiç düşündünüz mü? Matador, katil, öldürücü demektir. Ben bunun İspanya Milli Takımı’na çok yakıştığını düşünüyorum. Öldürücü bir İspanya;  inanılmaz bir paslaşma ağı, top kaptırmadan geçen süresiz dakikalar, defansı dehşete düşüren ara paslar, üstün teknik özellikler... İspanya komple mükemmel gibi duruyor. Ama bu sayılanlar ve turnuva boyunca izlediğimiz İspanya’nın İtalya karşısında kupayı kaldıran taraf olabilmesi için oyununa eklemesi gereken şeyler olduğu kanaatindeyim. Futbol sadece pas veya sadece oyun zekasından ibaret değil ki İspanya’nın karşısında en az kendileri kadar zeki olabilen ve bunu oyununa yansıtabilen İtalyan futbolcular var.                
               
                   Gerçekten mücadele edebilmeyi öğrenmeli ve İspanya olarak İtalya’ya bu konuda cevap verebilmeliyiz.Gerçekten korkuyorum çünkü Pirlo ve Buffon’un son turnuvası, çünkü İtalya deyim yerindeyse; tek yürek oldu,çünkü Süper Mario prenses için hiç olmadığı kadar hırslı ve çünkü İtalya her zaman İtalya...
               


                    Not: İspanya tişörtümü giyip maçı Valencia’da herhangi bir meydandan takip etmeyi umuyorum.Dilerim ki final sonrası görüşmemizde, fotoğraflar galibiyeti anlatır... Viva España!!!

Cesare'nin hakkı Cesare'ye

EURO 2012'de otuzuncu maç geride kalırken; turnuvayı takip edenlerin takdirlerini toplayan en popüler isimler Andrea Pirlo, Mario Balotelli ve Gianluigi Buffon oldu. Ancak unutulan bir nokta var ki bunu hatırlatmak boynumun borcudur...

Cesare Prandelli takımının başına geçtiği günden beri maç kaybetmeyen bir teknik adam. Ancak turnuva boyunca medyada ne Joachim Löw ne Del Bosque ne de Slaven Bilic kadar adından söz ettirebilmiş bir isim değil. Belki de diğer suratlar daha tanıdık olduğu için böyle oldu gidişat. Cristiano Ronaldo'nun sadece iki maçta eli yüzü düzgün bir top oynayıp adından bu kadar söz ettirdiği bir ortamda Prandelli'ye olan yaklaşımı normal karşılayamıyorum.

C grubunun ilk maçında İspanya'ya karşı 3-5-2 gibi çağ dışı  addedilen bir sistemle De Rossi'yi liberoda; Giaccherini'yi ilk on birde oynatarak mücadele veren İtalyan teknik adam çoğumuzu şaşırtmıştı. İkinci maçta Hırvatistan karşısında yine aynı taktikle sahaya çıktı ve iki maçtan da sahadan 1-1'lik beraberliklerle ayrıldı İtalya. Grubun son maçında İrlanda karşısına mutlak favori olarak çıkan İtalya 4-4-2 sistemini uygulamaya başlamıştı. İrlanda karşısında alınan 2-0'lık galibiyet ve girilen çok sayıda pozisyon beni de final için açıkçası çok umutlandırmıştı. Çeyrek finalde İngiltere karşısına yine aynı sistemle sahaya çıkan İtalya gol pozisyonu rekoru kırmıştı; ancak bir türlü gelmeyen gol yüzünden İtalya'nın tur ümitleri başka bahara kalacaktı. Yarı final maçında Almanya karşısında Maggio ve Abate'den yoksun çıkan İtalya'da sağ bek krizi yaşanıyordu. En mantıklı gözüken 3-5-2'ye dönmekti. Kadrolar açıklanınca bir şok daha bizi bekliyordu. Balzaretti sağ bekte başlayacak, sakatlığı geçen Chiellini ise sol bekte... İşleyen taktiği bozmamakta direten Prandelli sol ayaklı sağ beki ve stoper menşeili sol bekiyle -zaman zaman sol bek de oynayabilen bir stoper- turnuvanın düne kadar en iyi futbolunu oynayan takımı karşısına çıktı ve kazandı. Elindeki -eskiye oranla güçsüz sayılan- kadroya üst düzey bir futbol oynatan Prandelli final maçı öncesi turnuvanın en iyi teknik adamı ödülünü fazlasıyla hak etti. Finalde iyi oynayan(İtalya) kazansın...

25 Haz 2012

Kiev'de Bir Sürrealist: Mario Balotelli

"Kendimizi yazılı, sözlü yahut da her türlü başka şekilde ifade ettiğimiz saf psişik bir kendiliğindenlik; düşüncenin aklın her türlü denetiminden uzak, ve tüm estetik ve ahlaki kaygıların dışında derhal ifadesi, düşüncenin gerçek manada işleyişidir."
André Breton

Mario Balotelli André Breton'un sürrealizm tanımının kıyısından, köşesinden değil tam olarak içinden, kökeninden gelen bir futbolcu örneği. Sahadaki varlık sebebini sorgulamadan sürekli ve ısrarla kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda futbol oynayan bir insan. Her forvet kadar bencil; ancak daha fazlası değil. Futbol oynamayı sevip sevmediğini anlayabilmek çok güç. Belki sevmiyordur da hayatta yaptığı en iyi iş bu olduğu için futbol oynuyordur, bilemem...

Antonio Cassano ile aynı takımda forvet hattını paylaşmak Mario Balotelli'yi biraz olsun sakin kılıyor. İngiltere'yle oynanan çeyrek final maçında kaçan bir pozisyonun ardından Cassano'nun Balotelli'yi teselli etmesi çok manidar oldu. 10'lu yılların en sorunlu futbolcularından birisi 00'lı yılların en sorunlu futbolcularından birini görünce -nesil farkını da göz önünde bulundurarak- daha sakin tavırlar içerisine girebildi. Ancak bütün bunlar Mario Balotelli'nin İngiltere maçı boyunca kaçırdığı sayısız fırsatı anlamlandırmıyor. Tek teselli penaltılara giden maçta ilk penaltıyı Balotelli'nin gole çevirmesi oldu.

Gianluigi Buffon turnuva başından beri -son ülkeler arası turnuvası olduğunun farkında- muazzam bir futbol sergiliyor. İngiltere maçının ilk dakikalarında Glen Johnson'ın altı pastan yaptığı vuruşu sol eliyle ustalıkla çıkararak İngiltere'ye avantajı vermedi. Penaltı atışlarında da Ashley Cole'ün penaltısını kurtararak takımına yarı finali getirdi. De Rossi ise Totti'den devraldığı bayrağı aynı dengesizlikle taşıyor. 35 metreden inanılmaz bir şut çıkardığı sol ayağıyla altı pastan topu dağlara taşlara vurmayı başardı.

Maçın ve turnuvanın en öne çıkan oyuncusu Andrea Pirlo ise 33 yaşını doldurmasına rağmen futbol dersi vermeye devam ediyor. Riccardo Montolivo'nun kaçan penaltısı sonrası takımını ateşlemeyi Panenka Penaltısı atarak başaran Pirlo; bu kupayı ne kadar çok istediğini bizlere gösterdi. EURO 2000'de Francesco Totti'nin 24 yaşındayken Hollanda'ya karşı yarı finalde attığı Panenka Penaltısından tam on iki yıl sonra Pirlo bir çeyrek final maçında İngiltere'ye bu penaltıyı atarak takımını yarı finale taşıdı. Lider özelliklerinin bir çoğuna sahip olan Pirlo seri penaltı atışlarında rakibin gardı nasıl düşürülür bunu da cümle aleme göstermiş oldu.

Sıradaki rakip Almanya... Forza Azzurri..!

15 Haz 2012

Kupaların Efendisi: Mezhep Kardeşliği

Halihazırda Dünya Kupasını en çok kazanan Avrupa ülkesi olan İtalya'ya Kupaların Efendisi desek yerinde olur. Ancak İtalya'nın Dünya Kupalarındaki başarılarının Avrupa Şampiyonalarına yansımadığı da bir gerçek. Ev sahibi olduğu EURO 1968'i kazanan İtalya bu kupayı ilk ve son kez kaldırmış olacaktı. Papalığın merkezi Vatikan'ı topraklarında barındıran İtalya kuşkusuz Katolikler arasında önde gelen bir ulusa sahipler. Diğer taraftaysa Balkanlar'daki mezhep ve din çatışmalarının baş aktörlerinden olan Hırvatistan da Katolik mezhebine mensup bir ulusa sahipler.

C Grubunun ilk maçında İspanya karşısında pozisyonlar vermesine rağmen İtalya oynadığı futbolla umut veren bir görüntü sergilemişti. Ancak hala oyun olarak bir şeylerin yeterli olmadığı da apaçık ortadaydı. Buffon, Di Natale ve tabi ki Pirlo ilk maçın öne çıkan isimlerindendi. İtalya'nın temel probleminin nerede olduğu ise tam bir muammaydı. Cesare Prandelli takımını İspanya karşısında güzel bir dizilimle çıkarmıştı. Prandelli kadroyu Hırvatistan maçında da bozmadı. Maçın ilk yarısında Pirlo'nun serbest vuruştan attığı gole kadar sahanın tek hakimi olan İtalya akıllara ister istemez aynı soruyu getirdi: Yine mi skorun üzerine yatacaklar? Beklenen cevap hiç gecikmeden ikinci yarı başlar başlamaz İtalya'nın ileride baskıyı bırakmasıyla geldi. Belki İtalyanlara özgü bir şey değil geriye çekilme huyu. Ancak ne yazık ki İtalyanlarla özdeşleşmiş klişe tabirlerin başında geliyor. Catenaccio gibi felsefik bir sistemin günümüzdeki kullanım şeklinin Helenio Herrera'nın kemiklerini sızlatmadığını düşünmek ise safdillikten başka bir şey olmaz. O yüzden her savunmaya çekilen takıma da Catenaccio yapıyor dememek evladır. Ancak şu da atlanmamalı ki katı savunma yapmakla özdeşleşen Catenaccio kavramı ister istemez bir kalıp haline de gelmiş durumdadır.

Maçın ikinci yarısında Mandzukic'le golü bulan Hırvatlar galibiyetin kendilerini bir üst tura taşıyacak olması gerçeğini göz önünde bulundurup maçı İtalya'dan daha çok isteyen taraf konumundaydılar. İtalyanlar ise nasıl olsa son maçta ne yazık ki grubun averaj takımı haline gelen İrlanda'yı yeneriz düşüncesiyle rahat hareket ettiler. 1-1'lik sonuç İtalyanların işine fazlasıyla yaradı gibi. Hırvatlar içinse asıl tehlike grubun son maçında İspanya karşısında alınacak olası bir mağlubiyette gruptan çıkamama ihtimali. Kupanın son şampiyonu olan İspanya'nın son maçta göstereceği performans gruptaki dizilimi belirleyecek. İtalya cephesinde ise olası bir öz güven patlaması durumunda 2010 Güney Afrika'nın bir tekrarı da yaşanabilir. Turnuvalarda nasıl futbol ortaya konulması gerektiğini çok iyi bilen İtalyanlar muhtemelen gruptan çıkacaktır. Hem de diğer maçın sonucunu beklemeden.

Ayrı bir parantez de Hırvat taraftarlara açmak lazım. Hırvatlar çok büyük kafileler halinde Polonya'daki stadyumları adeta esir almaya gelmişler gibi. Şu ana kadar ki en iyi deplasman performansını sergileyen Hırvatistan tribünlerinde kimi zaman Türkiye tribünlerinden duymaya alışık olduğumuz besteler duyuyoruz. Almanya tribünlerinde yıllardır duyduğumuz benzer bestelere alışkındım ancak kulüp bazında başarılı olamayan Hırvat takımlarının tribünlerini bugüne kadar takip edememiştim. Gerçekten hayran bıraktılar kendilerine. İtalyan tribünleri ise her zamanki gibi sayıca az olmalarına rağmen Hırvat tribünlerinden aşağı kalır değildi. Ülke takımı destekleme fikri hiçbir zaman kulüp takımı destekleme fikrinin önüne geçemeyecektir. Sadece aşırı milliyetçilikle yoğurulmuş azınlık bölgelerinde kurulan FIFA'ya bağlı olmayan ulusal takımları destekleme fikri futbol severlere cazip gelebilir. Bunların haricinde İtalyan ve Hırvat taraftarları eğer ki iç içe görebiliyorsak stadyumlarda fanatizm ulusal takımlara çok da fazla sirayet etmemiş diyebiliriz.

Kupaların Efendisinin maçın ikinci yarıdaki isteksiz oyunu Hırvatların bir puanı almasını kolaylaştırdı. Hatta ikinci yarıda galibiyeti bulabilecek pozisyonları da defalarca cömertçe harcadılar. Katolik Kilisesi haricinde kimseyi tatmin etmeyen bir skorla biten maç İtalya'nın tur ümitlerini artırırken, Hırvatistan'ın kileri de zora soktu.

Damalılar'dan korkun

Turnuvadaki ilk yazımı yazmak İtalya-Hırvatistan maçı ile ikinci grup maçları sonunda nasip oldu. Turnuva öncesi blogger arkadaşlarla takım paylaşırken umutla talip olduğum Hırvatistan beklentilerimin kıyısında köşesinde bir performans gösterdi. Euro 2012'nin ölüm gruplarından birinde yer alan Hırvatistan ikinci maçlar sonunda 4 puanla İspanya'nın gerisinde ikinci sırada bulunuyor.  






Öncelikle maçlardan önce yapılan 10'dan geri sayım 'Var Mısın Yok Musun' yarışmasını hatırlatması nedeniyle benim açımdan bir hayli rahatsız edici. Turnuva genel olarak güzel gidiyor, maçlar keyifli. İlk maçlar sonunda Rusya otoritelerden tam not alırken, ikinci maçlar için bu akşamki İspanya'nın yıldız olması muhtemel. Turnuvanın en zayıf takımı görünümündeki İrlanda ise taraftar şovları ile turnuvaya büyük bir lezzet katmakta. (Ayrıca spikerin İrlanda için belirttiği fiyat olarak en değersiz takım nitelendirmesi bir hayli yersizdi.)






Hırvatistan çok derli toplu bir takım. Stoperleri sırıtmıyor, sol bekleri Strinic tecrübesizlikten bazen saçmalayabiliyor ama genel olarak bekler de iyi; orta sahaları tartışmasız iyi, forvetleri de çöpçü.  Mandzukic-Jelavic ikilisi önlem alınacak kadar ekstra özelliklere sahip değil; ama defansı çok yorarak çok yıpratarak çokça hataya zorluyorlar. Modric çok büyük oyuncu, tam bir maestro. Şöyle söyleyeyim iyi bir Modric'in bu takıma bu turnuvada kazandıramayacağı maç yok. Hırvatistan'ın bana göre bir bench problemi var; Eduardo'yu pek beğenmeme rağmen aldığı dakikalarda fark yaratamadığını gördüm. Ah Olic vah Olic diyorum !






İtalya-Hırvatistan maçının ilk yarısının ilk bölümü rölantide geçti. İlk yarının ortalarına doğru Pirlo çok rahat top yapmaya başladı ve bu sürede Modric ortalarda gözükmeyince top İtalya'da kaldı. Bu süre içerisinde Pirlo'nun servis ettiği topları Cassano forvet hattında verimli kullandı; Balotelli Space Jam'deki yetenekleri alınmış basketbolcular gibi davranmasaydı bu zaman zarfında İtalya'nın gol bulması işten bile değildi. Art arda gelen toplarda Pletikosa'nın başarısına Pirlo'nun frikiği gölge düşürdü ve ilk yarı bu sonuçla bitti.






İkinci yarıya Hırvatistan baskı ile başladı. Sağlı sollu bindirmelerde özellikle Srna'nın ortaları yürek hoplattı. Forvetlerinin niteliği nedeniyle pek de yerden oynamayı tercih etmeyen Hırvatistan soldan kesilen bir ortada Mandzukic'in iyi kontrolü ve abartılı vuruşu ile golü buldu. Gol öncesi bir kaç pozisyona girerek kendine gelen Modric'in bu aşamadan sonra takımı da toplaması golün gelişinde büyük bir etkendi.


Neyse fazla uzatmayalım. Futbolu bilen, ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen, hele de futbol şansı yanındaysa iyice korkulası bir kimliğe bürünen Hırvatistan'ın İspanya karşısında kolay lokma olmayacağını ve turu geçeceğini düşünüyorum. Hırvatistan bu turnuvanın Fenerbahçe'si gibi duruyor. Bir Trabzonsporlu olarak son cümleyi yazmak garip geldi. 

10 Haz 2012

+habla español?, -Sì, assolutamente *


 Boğalar ile gök mavilerin son 6 mücadelesinde en azından 90 dakikalar içerisinde İspanya galibiyet yüzü görememişti, bunların 3'ünde sahadan boynu bükük ayrılmış 3'ünde de beraberlikle yetinmişlerdi. Bunun İspanya üzerinde sorun yaratmayacağını herkes tahmin ediyordu ancak; İspanya-İtalya maçı başlamadan önce herkesin aklında aynı soru vardı: David Villa’nın yokluğunda İspanya forveti kim olacak ve artık galibiyet gelecek mi?

 Bunun yanıtı Del Bosque tarafından İtalya maçının açıklanan on birinde verilmişti. İspanya milli takımı maça forvetsiz başladı. 4 savunma ve 6 orta saha oyuncusu sahada 4-3-3 şeklinde diziliş gerçekleştiriyordu. Herkes İspanya’nın pas yüzdesini biliyordu ancak golü kim atacaktı? Bu soru da maç içerisinde ne kadar haklı bir soru olduğunu gösterdi. Çünkü İspanya orta sahayı eline alıyor defanstan başlayarak pas trafiğiyle kaleye kadar çok güzel geliyordu ama gol vuruşu çıkmıyordu. Fabregas’ın bir iki pozisyonunu dışarıda tutarsak İspanya ilk yarı boyunca sadece çok iyi pas yapmıştı o kadar. Çok pasın da gol demek olmadığını örneklerle görmüştük ki ilk 45 dakika da bize bunu teyit ettirdi.
İlk yarı sonu devre arasında benim de aklıma Del Bosque kaş yapayım derken göz çıkarıyor sanki gibi düşünceler geliyordu, forvetsiz İspanya acaba korkuyor muydu? Ancak Del Bosque bir şeyler biliyordur diye geçirdim hep içimden. Sonuçta Beşiktaş(ki gelmeden önce Real Madrid'e en parlak zamanlarını yaşatmış Galacticos'u yönetebilmeyi başarmıştı) olarak değerini bilemedik fakat O'nun  teknik zekasına diyecek yoktu ama yine de  ilk yarı boyunca Torres’in ölüsü iş yapar diye sayıkladım durdum! Fabregas bu düşünceme bir dur diyecekti. Ancak Fabregas'ın golüne gelmeden önce İtalya’nın hiç beklemediğim oyun anlayışına değinmek istiyorum. İtalya milli takımının defansta olması hiçkimse için sürpriz değildi ancak inanın bu kadar güzel kontra atak yapabileceğini hiç düşünmemiştim özellikle veteran Pirlo’nun akıl dolu paslarıyla başlattığı ataklar gerçekten mükemmeldi zaten asisti de yaparak adeta kendisi ile sözleşme yenilemeyen Milan'a İtalya ligi Serie A şampiyonluğu sonrası bir kez daha mesaj veriyordu.(tabi kendisine "yaşlısın" diyenlere de).

Bir de Balotelli vardı sahada, İspanya’ya olan gönül bağıma rağmen yaptığı her harekette kırmızı görebilir diye korku ile izledim onu, Prandelli de korkmuş olacak ki sarı kartı da varken oyundan alıp Udineseli Di Natale’yi oyuna sürdü.

Di Natale’nin golünden sonra paslarına devam eden İspanya en azından pas disiplininden kopmuyordu, bunun ödülülünü de David Silva’nın asisti sonrası Fabregas’ın golüyle aldı.

Torres oyuna girdikten sonra da forvetle oynamanın farkı ortaya çıktı girdiği pozisyonlar akıllıca davranışları Buffon'u geçmeye yetmese de İspanya'nın forvetle bir başka güzel olabileceğini gösterdi. Skoru değiştiremedi belki ama diğer maçlar için sinyali verdi diye düşünüyorum.

Maç 1-1 bitti İspanya yine kazanamadı, seri 7 maça çıktı; ancak Del Bosque veya Prandelli üzüldü mü? Sanmam. Kesinlikle sevinen iki adam tanıyorum : Giovanni Trapattoni ve (adı bir dönem Beşiktaş'la da anılan) Slaven Bilic...

(** +İspanyolca Biliyor musun? -Evet, Kesinlikle.)