Yıldırım Demirören etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yıldırım Demirören etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eki 2013

Hangi Takımı Tutsak Acaba?

 

 
    Yazının başlığını açayım biraz. Gidemediğimiz her turnuvada herkesin bir takımı olur. O takımı elenene kadar tutar maçlarını takip eder. Genelde en başarılı takım değil de daha sempatik, göze hoş top oynayan takımlar tutulur. Son 12 sene içerisinde sadece 2 büyük turnuvaya katıldığımız için (Konfederasyon Kupası hariç) bu duruma alıştık.
    Euro 96'dan itibaren milli takımlar bazındaki her turnuvaya katılma hedefimiz belirgin hale geldi. Fransa 98'i evden izledik. Euro 2000, Galatasaray'ın o seneki başarısının rüzgarı ve kemikleşen kadroyla beraber gelen çeyrek final. 2002 Japonya-Güney Kore başlı başına bir 'peri masalı'ydı. Futbolla ilgisi olan-olmayan belirli bir yaşın üzerindeki herkesin hatırlayacağı turnuva. Bunları arka arkaya sıralıyorum çünkü sonraki tablo hiç bu kadar parlak olmayacak.


    2002 Dünya Kupası'nın ülke üzerinde oluşturduğu hava biz dünyanın en iyi 3.takımıyız şeklinde oluşunca beklentiler Euro 2004'ün kazanılması üzerine oluştu. 1.torbadan eleme kurasına katılırken 2.torbadan İngiltere'nin gelmesi hoş olmadı. Grubu 20 puanla İngiltere 1. biz 19 puanla 2.sırada tamamlamıştık. Kurada tüm gazete manşetleri dahil herkesin aklında Letonya vardı. Hatta kurada Letonya geldikten sonra Fanatik'in ertesi günkü manşeti yanlış hatırlamıyorsam 'Çekti Valla' şeklindeydi. Futbolcular, teknik ekip, turnuvayı yerinden izleyecek gazeteler Portekiz hazırlıkları yaparken bir tane adam geldi 180 dakikada bir ülkenin milli takımını fetret devrine soktu: Maris Verpakovskis.
     Şenol Güneş'in gönderilmesiyle başlayan deprem Ersun Yanal'ın gelmesiyle dineceğine daha da arttı. Gelir gelmez Hakan Şükür'ü oynatmayacağım diye tribe girmesi gelir gelmez topun ağzına koydu hazretlerini. 4 Haziran 2005'te iç sahada Yunanistan maçı Ersun Yanal'ın milli takım başındaki son maçı oldu. Kurtarıcı belliydi: Fatih Terim. 2014 Brezilya elemelerindeki çağırılış biçimi 2006 için çağırılış biçimiyle çok benzerdir. Terim 3 maçta 7 puanla takımı baraj maçlarına taşıdı ancak takıma asıl taşıdığı şey ruhtu.
     Ukrayna'nın ardından 2.olduğumuz grup tarihin en zorlu eleme gruplarından biriydi. Lider Ukrayna ile 4.Yunanistan arasında sadece 4 puan vardı. Euro 2004 faciasından sonra Almanya'ya gideceğimizden emindik. Hatta gurbetçilerimizin orada bize sağlayacağı taraftar desteğini düşünüyorduk.
     Baraj kurasında gelen İsviçre çok tanımadığımız bir ekipti ancak dişimize göreydi. Deplasmandaki ilk maça Lubos Michel'in hatalı kararları damga vurmuş ve 2-0 kaybetmiştik. 2.maçta yıllar önceki Neuchatel Xamax-Galatasaray eşleşmesine atıfta bulunuluyordu.


    Alpay'ın seremonideki gazla 45.saniyede aldırdığı penaltı ve akabinde 4-2 kazanmamıza rağmen turu geçemememiz bir şeylerin fitilini ateşledi ve sahadaki kavga herkesin malumu. Sonuç olarak 2006'yı da evimizden izledik herkes sempati duyduğu bir takım seçti kendine. Euro 2008'de trajik bir durum yok güzel bir eleme grubu geçirdik, Türko'lar olarak son dakika canavarı olduk ve turnuvadaki tek iyi maçımızda, Almanya'ya yenilerek yarı final başarısıyla eve döndük.
    2010-2012 bu iki turnuvaya gidemeyişimizin sebepleri jenerasyon değişikliği olarak açıklanır. 2006 yılından itibaren o efsane milli takım-Galatasaray kadrosu yavaş yavaş futbolu bırakmaya başlayınca sıkıntı baş gösterdi. Gelelim 2014 Brezilya elemelerine. Milyonlarca euro dökerek getirdiğimiz ve Türkiye'yi son durak olarak tanımlayan Guus Hiddink geldiğinde bir şeyler değişecek imajı oluştu. Hiddink 2002'de Güney Kore, 2006'da Avustralya ve 2008'de Rusya ile başarılı uluslararası turnuvalar geçirmişti. Haliyle beklenti büyüktü. Yaşanan hayal kırıklığı beklentinin büyüklüğüyle doğru orantılı oldu. Fatih Terim daha yeni gönderilmişti, Şenol Güneş Trabzonspor'un başında iyi sezonlar geçiriyordu, Mustafa Denizli için koltuk çok da cazip gelmemişti. Şartların getirdiği adam Abdullah Avcı oldu. Göksel Gümüşdağ'ın tavsiyesi ve Başbakan'ın onayıyla Rizeli-Kasımpaşalı, Belediye'nin kadrolu elemanı Avcı milli takımın başına geçti. Camiası ve uzama-kısalma durumu olmayan bir takımla tıngır mıngır sezonlar geçiren bir adamın ateşten gömleği giymesi ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışıldı mı? Çok çok az. İddaada yazısız kurallardan biri hoca değiştiren takım yenilmez. İlk maçlarda insanların ağzına birer parmak bal çalındı. Avcı da kendini kanıtlamak için hazırlık üstüne hazırlık maçı ayarladı. Medyanın zaten kimin elinde olduğunu biliyoruz. Avcı şişirildikçe şişirildi ve balonu çok hızlı söndü. Yeni jenerasyon yaratma projesi 'hadi ne kadar gurbetçi varsa milli takıma alalım' a dönünce milli takım panayıra döndü.


    Aslında yukarıdaki fotoğraf hiç de istemediğim bir tabloydu. Kim ister ki? Sağ taraftaki koca kafa Türk futbolunun en kirli adamı. Birilerinin menfaatini kurtarmak için milyonlarca kişinin ahını aldı ve kul hakkını yedi. Hakkı yenen insanların elleri hem bu tarafta hem öteki tarafta bu adamın yakasında olacak. Gelelim Terim neden teklifi kabul etti sorusuna. Fatih Terim şu anki genel düşüncenin aksine hala milli takımı önemseyen ve benimseyen bir insan. 'Milli takım kaldırılsın' tezinin ciddi şekilde tartışıldığı bu ortamda Terim'in yaptığı çok garip gelebilir. Hoca iki takımı beraber yürütmek istedi ama olmadı Aysal yüzünden. Başına geldiği takım darmadağın olmuş en yakın iki rakibinden 2 si içeride olmak üzere oynadığı 3 maçtan sadece 1 puan alabilmiş vaziyetteydi. Önünde 4 maç vardı, kazanılması gereken 4 maç. 3'ünü kazanıldı, erken yenen golün dezavantajıyla ve buraya kadarmış psikolojisiyle Hollanda maçı kaybedildi. Play-offa'a kalınamamasının suçlusu Fatih Terim mi? Son suçlanacak kişi o. Futbolcular mı? Suçlular ama baş suçlu değiller. Asıl suçlular kim peki?


     Asıl suçlular yukarıdaki ikili. Demirören gelir gelmez Abdullah hocayla sorunlar var dedi. Ancak görevine devam etmesi yönünde karar aldı. Bu adamın iyi niyetli olduğunu düşünen varsa tartışmam, söverim.
    8 ay sonra futbolun asıl beşiğinde 32 takım futbol şöleni için hazır bulunacak. Biz nerede olacağız? Euro 2016'ya 24 takım katılacak deniyor o statüde turnuvaya gidiş kolaylaşacak ancak Platini'nin kıta dışı takım alma projesi var. Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya gibi ülkelere davet var yani her halükarda işimiz zor. Peki ne olacak bu takımın hali? İşte o sorunun muhatabı da Demirören. Şimdiden söyleyeyim. Benim Brezilya 2014'teki takımlarım Belçika ve Bosna Hersek olacak. Belçika fişek gibi bir jenerasyona sahip ve o jenerasyonun ilk büyük turnuvası olacak. Bosna Hersek de 3 turnuvadır kapıyı çalıp içeri giremiyordu. Onlar da kendi jenerasyonlarının hakkını vermeye başladı. Güzel bir turnuva 'izleriz' umarım.



2 Nis 2012

Çocukluğumun Beşiktaşı'nı geri verin bana!

-->
Karşılıksız bir aşktı bizimkisi. İlk yaş günü kutlamamın resimlerinde gördüm annemin yaptığı Beşiktaş pastasını. Sonra babamın omzunda, evin içinde karakartal yazan bayrakla ''Fenerbahçe lastik… lastik...''diye bağırarak Beşiktaş tribünlerine ilk adımımı attım. Bakmayın şimdi babam maçtan maçtan ‘siyah-beyaz’ın peşinde koşmama hayıflanır gibi görünür ama o içinde bir yerlerde büyük bir gurur duyar. Dışarıya karşı demokrat havaları estirir kendisi: Başka takım tutuyor olsan evde güzel bir rekabet ortamı olurdu şeklinde anlamlandıramadığım cümleler kurar; ama bilirim ki içten içe yüzyılın kanserini kendi elleriyle oğluna aşılamanın derin mutluluğunu yaşar.
Babamın götürdüğü ilk maçtı. Ankara 19 Mayıs Stadı’nın yenilenmemiş, üstü açık zamanları. Maraton tribünündeyiz, ben yine babamın omzunda tabi. Babam 4-5 yaşlarıma kadar maça götürmemiş beni çişi gelir sıkışırsa tutamaz falan ben orda götüremem demiş anneme. Götüremez tabi, ya o sırada Metin tavana asar da babam o golü göremezse bunun hesabını kim verecek değil mi ama? Neyse çocukluğuma dair hafızamda tutabildiğim ender olaylardan biridir; maç öncesi kartallar sahada ısınıyor büyüğünden tut küçüğüne bütün Ali'ler orada. Benden 3 yaş büyük kuzenlerim da yanımda bağırıyoruz avazımız çıktığı kadar ''Metin abiiiiii!.. ''90'lı yıllarda genç kızların sevgilisi Metin Tekin saçlarını sallayarak yaklaşıyor tribünlere sever adım, el sallayıp öpücük atıyor bize. Hala tebessüm ederim hatırladıkça ve kızarım aklıma, 11 yıl sonra yabancı bir futbolcunun imza törenine giden ayaklarımı uyarmadığı için. Ama İstiklal'de AVM açılışına Beşiktaş forması giyip gitmeyecek kadar değerlerimi hala kaybetmediğim için de ara sıra kendimi teselli ederim.


Ben çocukken maça gideceğim sabah 7'de annemin geceden yıkadığı ilk formamın yanına koşardım, eski model doğalgaz sobamızın önüne. O zaman endüstriyel futbol ve onun uşakları sevdamızı bu kadar o kanlı dişleri arasına almamıştı. Tamam Beko bir dünya markasıydı belki ama öyle yakışıyordu ki Beşiktaşımın formasına mazur görülebiliyordu. Yıl 2012'ye gelindiğinde 109 yıllık çınarın basketbol takımı Beşiktaş arması olmadan Milangaz yazısıyla sahaya çıkınca metafizik öğelerle bağlantı kurmayı çok istedim, haber vermelerini diledim bana: ''Şeref Bey iyi, Baba Hakkı'nın keyfi yerinde, yine formunda; şakalaşıyor, gülüşüyor. Olanlardan kimsenin haberi yok, Baba Hakkı geçen kabirde yine hakemle olay çıkardı, Beşiktaş'ın haklarını yedirmem kimseye diye söve söve mevkisine geri döndü'' cümlelerini duymayı çok istedim. Değerler tek tek kayboluyordu, baksanıza Dolmabahçe bile hırsından denize atlamak ister olmuş, dayanamıyor garibim bu manevi tahribata. Basın da ''kültür mantarı'' Dolmabahçe'nin ağzından: 'Çok tepiniyorlar rahatsız oluyorum' demiş. Yalanlama beklemez bile Şeref'in çocukları; bilirler çünkü kadim dostları Dolmabahçe vefasızlık yapmaz onlara. Çok şey söylemek geliyor içimden ama dua et ki adın Ertuğrul. Bir daha ki yazımda bu konuya da geleceğim...
Ben çocukken Optik Başkan diye bir adam varmış. Öğretmen olup Beşiktaşının hasretine dayanamayınca çıkmış geri dönmüş semtine. Semtte tek başına Beşiktaşlıların arasında kalmış Fenerbahçe formalı bir kardeşimizi tek bir lafıyla gençlerin elinden alıp, cebinde parası olmadığını görünce çorba parası koyup da gönderen bir siyah-beyaz sevdalısıymış Mehmet Işıklar. Sonra büyüdü, bu ''güzel adamı'' tanıma şansı bulamadan onu da Vedat Okyarlar’ın tribüne yolladık artık istirahat vakti gelmişti ne de olsa. Gözlerimizi bir açtık ki o çok inandığımız tribünlerde de hiçbir şey eskisi gibi olmamaya başlamış. ''Beşiktaş'tan menfaat bekleyen, anasının... beklesin!'' diyen Optik gibi düşünenler uzaklaştırılmışlar birer birer. Rant almış yürümüş Türkiye'nin farklı yerlerinde. Tribünde omuz omuza verdiğin insanlar aynı bilet sırasında seni ite kaka bilet alıp aldığı bileti 2-3 katına ertesi gün stadyum önünde satar olmuşlar, tabi bunu yaparken üstlerinden Şeref'in formasını çıkarmayı unutmuşlar.
Ben çocukken yıllarca Gümüşsuyu’ndan görünen Boğaz manzarasının hayalini yaşadım, Beşiktaş İnönü Stadyumu yazısını canlı görmeyi düşledim. Bir baktım ki yollarını aşındırır oldum; sonra bir gün ne göreyim bizim lügatımızda Şeref Bey Stadı, Fi Yapı İnönü Stadı olmuş. “Aman!” dedim Şeref Dede duymasın buna kalbi yetmez. Bilmem kaç yıl anlaşma yapılmışmış büyük bir sponsor geliri elde edecekmiş Beşiktaş. Dünya kulübü olmanın yolu sponsorların artırılmasından geçermiş... Bataklık Beşiktaş'ı iyice içine çekerken zaten bir Beşiktaşlının hayatında nadir görülen beyaz, yüzünü iyiden iyiye unutturmuş. Yine de düşmemiş dillerden siyahın zindan olsun beyaz aydınlık herkese nasip olmaz Beşiktaşlılık besteleri. Beleştepe'de uğruna harcanan ömürler göz önündeyken taraftarını stada çağırmak yerine decoder alınması için çağrıda bulunmuş sayın Y.D. Tanıyanlar için şaşırtıcı bir durum olamamış tabi ki. Tanıdığı halde etek altında rant kovalamacası yapanlar da kirli oyunları içinde boğulacağı günün yakın olduğunu hissetmişler yavaştan.
Ben çocukken hiç hayal etmediğim bir olay yaşadım: ''Fi Yapı İnönü Stadı'' önünde. Şubat ayı başında kadın ve çocukların desteğinde oynanan Mersin İdman Yurdu maçında Beleştepe'de takımıma destek oluyorum. Fenerbahçemiz varmış bizim, sayın başkandan öğrendik nasıl geçmiş habersiz o güzel yıllarımız yazık. Çok şükür ki Süleyman Seba hala hayatta, yanımızda bu sözü duyduktan sonra. Velhasıl devre arasında protokol tribünü önüne inip padişahımızı protesto ettik. Vay ki vay halimize istenmeyen olaylar yaşandı, saray muhafızları üzerimize saldırdı.
Olsun... Mecnun olmak çölde yürümek değil midir ki zaten renkdaşlarım? Biz değil miyiz gelecekse tüm acılar biz hazırız senden gelsin diyen?
Karanlık kuruldu geceye, bir ümit var yine içimde... Ruhlar yorgun yollar habersiz, söz tükenmiş beste habersiz... Deplasmandayız olmaz sensiz... Bırakmam Beşiktaş'ım seni...
Çocukluğumun Beşiktaş'ını geri verin bana!..
''Benim hala umudum var...''

Karanlık kuruldu geceye...