11 Haz 2012

Üvey evlat


Fransa'nın simgesi horoz muydu?
Fransa'nın simgesi horoz muydu? -Saklı'dan.

Haneke'nin Saklı/Caché filminde Fransız entelektüelin evine, tehdit olarak algılanan video kasetleri gelir. Abiyle beraber biz de iz süreriz, "kim bu yahu" tadında. Neyse, spoileri fazla abartmadan, Madjid isimli birisidir onu çağıran, geçmişinden. İsminden de anlaşılacağı gibi, Cezayir kökenli. Fransa'da bir Cezayirli ne yaşar, nasıl harcanır, nasıl yabancılaştırılır tek bir sahneyle gösterilir, kanımız donar, Haneke böyle anlatır.

Fransa'da Kuzey Afrikalı, özellikle Cezayir kökenli olmanın oyunun kurallarına dahil olarak yumuşatılabileceğini, o "hastalığın panzehiri" olarak dayatılıp, entegrasyon kelimesine yedirilebildiğini futbolda görmemiz fazlasıyla mümkün. Çok klasik, 1998 Dünya Kupası'nda Zafer Anıtı'na yansıtılan "ulusal kahraman" Zidane fotoğrafı. Avrupa Şampiyonası'nın 2012 modelinde Kuzey Afrikalı sayabildiğim 4 futbolcu var, Rami, Nasri, Ben Arfa, Benzema...Son birkaç turnuvadaki hayal kırıklıklarını bu sene telafi edebileceklerse, kahraman olma şerefine de muhtemelen bu oyunculardan biri nail olacak. Böylelikle Truffaut'nun "400 darbe"sinde Antoin'ın denize koştuğu final gibi, umutsuz andan ütopik bir dünyaya doğru başka Cezayirli çocuklar koşmaya başlayacak. Futbol olmazsa, müzik olur. Bir başka Madjid, Cezayir sempatizanı, sevdiğimiz adam Manu Chao'nun yanında nasıl döktürüyor, epeydir dinliyor ve izliyoruz.

Manş'ın öte tarafında ise bu kaygılardan uzak, boğucu, bulutlu, şarka sunduğu vaatlere futbolu pek eklemeyen İngiltere var. İngiliz muhipleri cemiyeti olarak bu ülkenin ulusal düzeyde futbolunu sevemedik bir tek. Ne bileyim sinemadan gidiyoruz, şu Ada sineması o kendine has havayı öyle bir konseptte sunuyor ki, her seferinde "takım da öyle olsa ya" diye hayıflanıyoruz. Mike Leigh istiyoruz, Guy Ritchie temaşası istiyoruz, büyük oyunculu -lakin vasat- Hollywood transfer borsasının en aktifi halinde ısıtılıp ısıtılıp sunuluyor önümüze takım. Finali 400 darbeden esin duran Naked gibi, bu kez topallayarak koşuyoruz caddede. Öyle bitiriyoruz.

"Büyük Britanya'yız biz" ayağına da ancak Olimpiyatlar'a, basketbola farklı tarife uyguluyorlar, Premier Lig'in gelmiş geçmiş en iyi sol kanadı Giggs Galler'deydi, şimdi Bale Galler'de, Fransa'dan bahsederken söylediklerimizin aksine "bu sol kanatta niye Downing var?", sinirleniyoruz.

Fena halde birbirine benzeyen futbol ve hayat. İkisinde de pek tatmin gözükmeyen seyirciler, oyuncular. Bu akşam 19.00'da Fransa-İngiltere. Birinde Hadrian duvarları, diğerinde yırtan Galyalılar. Herkes Roma'ya boyun eğecek sonunda, eğmezse orası dünya sayılmayacak. Okyanusa koşabilenlere selam olsun.

Run Johnny, run!


1 yorum:

Celal Abbas dedi ki...

Gigs ve Bale örneği çok güzel olmuş. Gigs için aynı şeyleri hissederdim.