30 Nis 2014

Atletico Madrid'in Rüya Sezonu

       Arda Turan, Diego Costa, David Villa, Gabi, Godin, Felipe Luiz ... ve belki de en önemlisi Diego Simeone ile birlikte Avrupa artık yeni bir büyük kulübe sahip; Atletico Madrid.

      Avrupa Kupalarında ve İspanya'da güçlü ama istikrarsız takımlar kim diye baksak bunların en başına şüphesiz ki Atletico Madrid'i yazarız.  2010 ve 2012 yılında Avrupa Ligi’ni ve UEFA Süper Kupası'nı kazanan ama bir türlü Şampiyonlar Ligi'nde başarı elde edemeyen, 2010 yılında süper güç Barcelona'yı yenen tek takım olmasına rağmen Valencia, Malaga gibi ekiplerin arkasında kalan büyük maç oynamasını bilen ama gerek maç kazanma gerekse kadro oluşturma konusunda istikrardan uzak bir Madrid ekibi vardı.

     2012 yılından beri tüm bunları bir kenara bırakmış, gerek büyük maçları gerek küçük maçları karakterli bir şekilde oynayan, çok koşan, çok mücadele eden gerek ilk 11 oyuncuları  gerek yedek oyuncularıyla birlikte her anlamda tam bir takım olduğunu belli eden taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan bir Atletico Madrid izliyoruz. Bu değişimin hikâyesi ise 1994 yılına dayanıyor desek herhâlde yanlış olmaz. Bu isim 94 yılında Madrid ekibine katılan o zamanlar oynadığı futbolla şimdi ise oynattığı futbolla Atletico Madrid tarihine ismini altın harflerle yazdırmış durumda; Diego Simeone. 2012 yılında istikrarsız ve kötü futbol oynatan Gregorio Manzano'nun yönetiminde ki ekip Barcelona ve Real Madrid'e 5-0 ve 4-1 gibi ağır skorlarla yenilmiş ve en son Kral Kupasında Albacete'ye iki maçta da yenilip elendikten sonra kulüp yönetimi Manzano’yu göndermeye karar vermişti. Onun yerine düşünülen isimler ise uzun yıllar Liverpool'u çalıştıran Rafael Benitez, kulübün efsanesi ve İspanya ile Avrupa şampiyonluğu yaşamış Dede lakaplı Luis Aragones vardı. Bir diğer aday ise beki de en az şans tanınan isim; henüz elle tutulur başarısı olmayan Diego Simeone idi. Madrid yönetimi beklenmedik bir şekilde Simeone'yi takımın başına getirdi ve belki de farkında olmadan bir devin tekrar doğuşununda  başlangıcını yapmış oldu.

Fernando Torres Diego Simeone'nin kaptanlığını yaptı.

     Futbolculuk döneminde o zamanın liberolarından farklı olarak oyunu iki yöne de çok iyi oynayan, hırslı, mücadeleci, asla pes etmeyen, tekmeye çekinmeden kafa uzatan Simeone, bu karakterinin aynısını adeta elinde bir doğaüstü güç varmışçasına takımına aşıladı. İlk senesinde takımı kaldığı yerden çok güzel devam ettirip Avrupa Ligi’ni ve UEFA Süper Kupası'nı kazandıran teknik adam ikinci sezonunda yavaş yavaş kendi karakterini yansıtarak Kral Kupası Finalinde ezeli rakiplerini deplasmanda adeta sahadan silerek  yıllar sonra Bernabeu'da hem galip gelen hem de Kral Kupa’sına uzanan taraf oldular. Bu yıllardır galip gelemeyerek üzdükleri ve fakat taraftarlarına verilebilecek en güzel hediyelerden biriydi şüphesiz ki. Hatta Simeone bu anı hayatımda yaşadığım en güzel andı diyerek tarif etmesi, başarının Madrid'in kırmızı-mavi yakası için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yetiyor sanırım. Geçtiğimiz sezonun sonlarında gördüğümüz mücadeleci futbolun üstüne bu sene biraz daha koyan deplasmanlarda kazanmasını öğrenen iç sahada taraftarının mükemmel desteğiyle rakiplerini 90 dakika baskı ile adeta boğan, tam anlamıyla takım oyunu nasıl olur bize gösteren bir Madrid izliyoruz.
Atletico Madrid  İspanya Kral Kupası'yla


     Peki Simeone nasıl yaptı bunu?

     Takıma ilk geldiğinde Atletico'nun ne düzgün bir 11'i ne de mücadele edecek güçte topçular vardı. İlk ve en önemli işlerinden birisi sağ bek sıkıntısı çeken takıma aslen sağ açık olan Juan Fran'ı adapte etmek oldu. Sol beki ise Felipe Luis'e teslim ederken önüne Arda'yı koyarak çok iyi uyumlu bir ikili elde eden başarılı teknik adam bununla yetinmeyip koşmayan defansa gelmediği için sık sık eleştirilen Arda'ya komple bir açık oyuncusu nasıl olduğunu da öğretti. Şimdi ise Arda'yı hem gol atıp asist yaparken hem de defansına yardım ederken görebiliyoruz. Orta sahanın ortasında sıkıntı yaşayan takımda Tiago'nun yanına daha önce ki oyuncularından Gabi'yi alan ekibin kalesini Chelsea'den 3. sezondur kiralık olarak takımda yer alan Curtois korurken, sağ kanat ise Simeone'nin Milan’ın ısrarla istemesine rağmen satılmamasını istediği Raul Garcia ve İspanyan'nın yeni yıldızlarından Koke'ye verdi. Madrid ekibi  forvet seçiminde ise tam anlamıyla dünyaya ders veren bir tutum gösteriyor. 2006'dan beri sırasıyla Fernando Torres, Agüero, Falcao, Diego Costa gibi hem genç hem de üst düzey yetenekli forvetleri kadrosuna katmasını bilen ekip, sahip olduğu gözlemci ekibi sayesinde bulup yetiştirdiği futbolcularla Avrupa'nın forvet fabrikası konumuna geldi.

Fernando Torres ve Sergio Agüero


     Bu sezon kimsenin beklemediği, her an yarıştan kopacak diye düşünülen Atletico Madrid, puan tablosunda geri düştüğü zaman bile bir an olsun yarışta geriye düşmeyip kendi maçlarına odaklanıp 1.sıraya oturmasını bildi ve oradan da kalkmaya da niyeti yok gibi. Ligde son 3 maça girerken en yakın takipçisi Real Madrid'in 3, Barcelona'nın 5 puan önünde olan ekip son maçını da Barcelona yapacak. O maça kadar puan kaybetmeyeceklerini düşündüğüm Atletico Madrid'in bu sezon aralarında 6 maç oynadıkları ve Barcelona'ya daha hiç yenilmediklerini de düşünerek son maçta en kötü berabere kalıp Katalunya'da kupaya uzanarak geçen sezon Bernabeu'da yaptıklarını bu sene de Nou Camp'da yaparak taraftarına tadılması güç bir mutluluk ve İspanya Ligi şampiyonluğunu vereceklerini düşünüyorum. Bugün oynanacak Şampiyonlar Ligi Yarı Finali’nde ise Chelsea’nin karşısında  turu geçmesini istediğim taraf Madrid ekibi. Atletico Madrid, finale çıkması durumunda Lizbon’da finalde dün 4-0 gibi net bir skorlar Almanya’da Bayern Münih’i eleyen Real Madrid’in rakibi olacak ve bir Madrid derbisi yaşanacak. Bu sezona bakarsak  şanslar eşit olacaktır ama bütün gönüllerin bu performanslarıya kırmızı-mavi-beyaz tarafta olacağı kesin gibi. Sonuç ne olursa olsun ister La Liga şampiyonluklarını kaybetsin ister bu gece Şampiyonlar Ligi’nden elensinler  şimdiden büyük takımların kıskandığı ,küçük takımların başarılarına imrendiği bir takım oldu. Simeone'nin ekibi başarılarının devamını getirmesi, futbolun sadece para, süper yetenekler, dev stadyumlar değil takım oyunu  ve futbol ruhu olduğunu göstermeye devam etmesi herkesin temennisi olacak.