24 May 2012

EURO 2012 öncesi futbol hariç birkaç şey...

O malum  dört yıldan birisi Avrupalı futbol severler için yine geldi çattı. Hem de Türkiye A Milli Futbol Takımının Avrupa Şampiyonası'na katılım hakkını play-off'ta Hırvatistan'a kaptırdığı bir ortamda. Konumuz bu değil olmayacak da. Zaten yeterince konuşulup gerekli değişikliklerin teknik alanda da yapıldığı bir ortamda tekrardan bu konuyu konuşmak gereksiz...

Gelelim asıl mevzuya. Türkiye'nin de ev sahipliği için aday olduğu ancak turnuvanın ev sahipliğini Polonya-Ukrayna iş birliğinin kazandığı EURO 2012'nin siyasal, toplumsal, ekonomik ve nostaljik açılardan analizi bu yazının konusunu oluşturacak. Öncelikle Türkiye'nin ev sahipliğini neden kazanamadığı hususu üzerinde kısaca durmak istiyorum. EURO 2008 adaylığında beraber başvurduğumuz komşu Yunanistan ile EURO 2012 adaylığı öncesi ayrı düşmemize ne gerek vardı? AKP ile değişen Türkiye'nin dış politika vizyonu bu hususta neden işlemedi? Bu iki soruyu yanıtsız bırakalım derim ben. Sadece biraz hayıflanmak istedim o kadar...
Batının eski düşmanlıkları devam ettirmeyerek Avrupa Birliği'ne aldığı doğu bloku ülkelerinden birisi olan Polonya ile Sovyetler Birliği dağılınca peydahlanan Ukrayna biraz da siyasi nedenlerden ötürü EURO 2012'ye ev sahipliği yapacak.

Turnuva öncesi yaşanan çeşitli talihsiz olayların maçlara gölge düşürmesini futbol severler eminim istemezler. Ancak bahsi geçen konular çok önemli. İlk olarak Ukrayna'da sokak hayvanlarının fırında yakıldığı haberi çok üzücü ve sinir bozucuydu(benim için hala da öyle). Bu konu hakkında da Ukrayna'ya veya UEFA'ya ciddi bir yaptırım uygulanmadığı için katiller cezasız kaldı diye düşünüyorum. Sokak hayvanlarının yok edilmesinin sebebi ise şampiyonayı izlemeye gelecek insanların rahatsız olabileceği ihtimaliydi. Turnuvanız batsın dediğinizi duyar gibi oluyorum. En nihayetinde futbol turnuvası olduğu için de kayıtsız kalamıyorum. Diğer konu ise tamamen siyasi. Ukrayna'nın eski Başbakanı Yulya Timoşenko cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığı için Avrupa Birliği Komisyonu turnuvayı boykot kararı aldı. 
İki tane çok büyük krizin eşliğinde gidilen EURO 2012 öncesi can sıkıcı konuları bir kenara bırakırsak biraz da mali olarak incelemek gerekir şampiyonayı. 


Uluslararası çaptaki turnuvalarda ortada dönen paranın haddi hesabı yoktur. Bu durum her şampiyonada daha da büyüyerek devam etmekte. EURO 2012 de sponsor konusunda ufak bir incelenmeye tabi tutulmayı hak etmiyor değil. Şampiyonanın resmi sponsorları hemen hemen bilindik markalar, firmalar, şirketler vs. Futbol oyununun temel direği tabi ki toptur. Adidas'ın tasarladığı Tango 12 adlı top yaklaşık üç hafta boyunca bir o kalede bir bu kalede olacak inşallah. Bunun yanında Coca-Cola da her zamanki gibi sponsorluk konusunda başı çeken bir diğer marka. Onlar da gerek verdikleri hediyelerle(açacak, anahtarlı, tişört) gerek yaptıkları reklamlarıyla turnuva öncesinde ve sırasında futbol severleri havaya sokacaklar. Turnuvanın ulaşım işlerini ise Hyundai-Kia iş birliği almış durumda. McDonalds ise Fantasy Football adlı menajerlik oyununun sponsorluğunu üstlenmiş. Oyunun galiplerine de turnuvanın resmi sponsorları Adidas'tan Tango 12 ve milli takım formaları; Canon'dan fotoğraf makineleri; EA Sports'tan UEFA EURO 2012 oyununu; SHARP'tan televizyonu McDonalds dağıtacak. Continental firması da araba lastiği alana Tango 12'yi hediye olarak vermeyi kendisine iş edinmiş. Ayrıca Orange isimli GSM operatörü de Apple Store'da EURO 2012 uygulamasının sahibi konumunda. Castrol ve Carlsberg de şampiyonanın diğer resmi sponsorları. Paranın hüküm sürdüğü düzende paranın mutlak galip çıkacağı bir turnuva daha görüldüğü üzere bizleri bekliyor.

Son olarak biraz da nostalji deyip Panini'nin EURO 2012 Çıkartma Albümünden bahsedelim. Öncelikle internet kullanımının bu kadar yaygın olduğu bir çağda bile piyasa sürüldüğünü hatırlatmakta fayda görüyorum. Sonra da çocukken EURO 96, World Cup 98, EURO 2000 ve World Cup 2002 Çıkartma Albümlerini almış birisi olarak hala o günleri özlemle andığımı belirtmek isterim. Harçlığımın hepsi çıkartmalara gitmiş olsa dahi... 
Şampiyonanın yayıncısı TRT'nin Okay Karacan sürpriziyle karşımıza çıkacağını temenni ediyorum. Futbol konuşacağımız günler de yakındır, herkese iyi seyirler dilerim.

17 May 2012

2002'nin madalyasız kahramanı: Şenol Güneş

Şu sıralar Trabzon'da "En çok sevilen insan kim?" anketi yapılsa kuşkusuz Şenol Hoca bütün adayları birer birer eleyip açık ara birinciliği elde eder. 2010/2011 yılında şike tartışmaları arasında averajla kaybedilen bir şampiyonluk, aniden hak kazanılan UEFA Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılım hakkı ve grupta gösterilen başarılı performans....

Yukarıdaki konular ışığında az çok Şenol Hoca'dan ve kariyerinden bahsedeceğim; ancak bir Ankaragücü taraftarı olarak bu yazıyı yazdığımın unutulmasını istemem. Gerek çevremdeki Trabzonspor taraftarlarının naif insanlar oluşu, gerekse Ankaragücü taraftarlarına olan sıcakkanlı davranışları beni de Trabzonsporlulara karşı ön yargısız kıldı.

Biraz gerilere giderek bugünü çok daha rahat analiz edebileceğimi düşünerek öncelikle Şenol Güneş'in başarılı kalecilik yıllarından bahsetmem gerekir. Kaleci Şenol'un on beş yıl boyunca kalesini koruduğu Trabzonspor takımı Türkiye Süper Lig'i tarihindeki altı şampiyonluğunun hepsini bu dönemde kazandı. Türkiye A Milli Futbol Takımının da 31 kez formasını giyme başarısı gösterdi. Bunların yanında futbolculuğu döneminde üç adet Türkiye Kupası, altı adet Cumhurbaşkanlığı Kupası ve üç adet de Başbakanlık Kupası kazandı. 1974/1975 sezonunda ilk kez Süper Lig'de mücadele eden Trabzonspor bir sonraki sezon lig şampiyonluğunu elde ettiğinde bunda Şenol'un payı çok büyüktü. 1987 yılında futbolu bıraktıktan sonra 1988 yılında Trabzonspor'da teknik sorumlu olarak çalışmaya başladı ve başarısız bir sezonun ardından Trabzon'dan ayrıldı. Boluspor ve İstanbulspor maceralarının ardından Trabzon'a tekrardan dönen Şenol Hoca 1993 yılından 1997'ye kadar Trabzonspor'un başında görev yaptı. 1996 yılında son maçta Avni Aker'de Fenerbahçe'ye karşı kaybedilen şampiyonlukta elindeki "yetersiz" kadroyu yeterli hale getirmeye çalıştı ve kısmen de başarılı oldu. İntihar eden taraftar ve yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen Fenerbahçe nefreti kaçan şampiyonluğun etkilerini gözler önüne seriyordu. Antalyaspor ve Sakaryaspor'u çalıştırdıktan sonra Şenol Güneş için kulüp kariyerine ara verip ülke kariyerini başlatmak farz olmuştu.

2000 yılında Mustafa Denizli'den sorumluluğu devralan Şenol Hoca Türkiye'nin 48 yıldır beklenen Dünya Kupası macerasını başlatmak için hak kazandı. Sonrası malum...
Dünya Kupası üçüncülüğünde futbolcu tercihleri, taktiksel dizilimi, takım elbisesi de dahil olmak üzere her şeyi sorgulanan hoca efendiliğini bozmadan işini yapmaya devam etti. Hatta Türkiye Avrupalı takımlarla oynamadığı için üçüncü oldu şeklinde aklın mantığın almadığı yorumlar yapılır oldu. Başarıda hiçbir payı yok dendi... Bu eleştirilere en iyi cevabı yine Şenol Hoca verdi. Dünya üçüncülüğü sonrası dağıtılan madalyaların 25 tane olması gerekirken 23 tane olması Şenol Güneş'in canını sıkmış ve boynu bükük kalan malzemeciye Şenol Güneş kendi madalyasını vermişti. Hoca bu durumu: "Bana diyorlar ya sen o başarıda yoktun. Evet şu an bunu ispatlayamam çünkü bana verilen madalyayı ben o dönem milli takımın malzemecisine verdim." şeklinde özetliyor.
2003 yazında FIFA Konfederasyon Kupası üçüncülüğü geldiği sıralarda Türkiye halkı Şenol Güneş'i acımasızca eleştirmeye devam ediyordu. Milli takımı FIFA Dünya sıralamasında 7. sıraya oturtan tek isim olması ya da UEFA tarafından 2002 yılının en iyi teknik adamı seçilmesi nedense çok önem arz etmiyordu tarafsız(!) ana akım medyada. Belki de Trabzonspor'da değil de Galatasaray'da meşhur olsaydı tıpkı Mustafa Denizli'den önceki selefi Fatih Terim gibi işte o zaman bu başarılar dünyada eşi benzeri olmayan başarılar olarak ses getirirdi.
Neyse ben konuya döneyim tekrardan. 2004 yılında milli takımdan ayrılan hoca 2005'te üçüncü kez Trabzonspor'un teknik sorumlusu olarak görev almaya başladı ve başarısız geçen bir sezonun ardından hocanın yolu teknik antrenörlük kariyerinin zirvesini yaşadığı Güney Kore'ye düştü. Üç sezon FC Seoul takımını çalıştırdıktan sonra tekrardan Türkiye'ye dönen Şenol Güneş'in rotası bir kez daha Trabzon'u gösteriyordu.

2009 yılında dördüncü kez yönetmeye başladığı Trabzonspor'da Türkiye Kupası şampiyonluğu, Süper Lig ikinciliği, UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ilk kez gruplara kalma başarısı gibi çok önemli işler yapan Şenol Güneş futbolda şike operasyonunda da takdire şayan bir sağduyuyla Trabzonspor camiasını elinden geldiğince sakin tutmaya çalıştı. Tabi ki Sadri Şener'e rağmen...
Son zamanlarda hocanın takımı bir kez daha bırakacağı söyleniyor. Hatta kendisi de mücadele edecek gücünün kalmadığını söyledi. Süper Lig'de 2011/2012 sezonun teknik adamı bana göre her türlü zorluğa rağmen takımının başında duran Ulubatlı Kaptan Hakan Kutlu'dur. Ancak Şenol Hoca da bu sıkıntılı günlerde yapmış olduğu sağduyulu ve onurlu açıklamalarıyla Trabzonspor camiasını biraz olsun dizginleyebildiği için yılın iki numaralı teknik adamı olmayı fazlasıyla hak ediyor!
Şampiyonluğun mimarı Fatih Terim mi? Neyse...
Son olarak bana bu yazıyı yazmamda yoğun baskılar yapan çok sevgili Trabzonsporlu kardeşim Sefa Saral'ı buradan saygıyla selamlıyorum. Bir başka Üstünidman yazısında görüşmek üzere.