29 Mar 2013

BOYOZ, GEVREK, İZMİR MİLLİYETÇİLİĞİ ve DERBİ ÜZERİNE NOTLAR


' Yalı caddesinde(Karşıyaka) bir tane yalı bulunmayan, Güzelyalı’daki tüm yalıların yıkılıp çirkin apartmanların yapıldığı şehirdir İzmir. Herhangi bir kent kültürü yoktur, alt metinsiz bir şehirdir. Bir kenti var eden asıl unsur, o kentin bileşenleridir. Ama İzmir’de tek renk seküler, avam bir ulusalcılıktır. Ne de olsa tüm renklerini nasıl denize döktüğüyle övünür durur. Mahallelerinde Rumca konuşan kimsenin kalmaması zerre üzmez kimseyi, ‘boyoz’ sefarad Yahudicesinde ‘yağlı hamur’ demektir ama ortada ne sefarad kalmıştır ne de o canım dil. O yok olan yalılarda Levantenler yaşarmış, ta ki biz ‘Türklüğümüzü’ fark edene kadar. 1923’ten sonra yaratılmaya başlanan ulus tır gibi geçmiştir üzerinden ve gerçekten bir ulus yaratılmıştır; İktidarın ‘aryan’ ,’Beyaz Türk’ ırkı…


Karşıyaka ilçesi, İzmir gerçekten ‘GAVUR’ İzmirken Türk yerleşimcilerin yaşadığı bir bölgedir aslında. 35 buçuğun espirisi de tam olarak buradan gelir. Kendilerini bu denli başkalaştırma çabalarının asıl sebebi ‘Müslüman Türk’ algılarıyla 1900’lerden beri körfezin diğer yakasına bulaşmama isteklerindendir. Buca, Bornova Levantenlerin; Konak ve çevresi Rumların yaşadığı bölgelerdir. Kurtuluş Savaşı sonrası topraklarından sürülen aslında ‘çoğunluk olan azınlıklar’ın yerine bu yerlere önceleri Yunanistan ve Balkanlardan gelen Türkler yerleştirilmiştir. ‘6-7 Eylül Olayları’ sonrası kalan bir avuç ‘gerçek İzmirli’ de bir şekilde koparılmıştır anayurtlarından. Halen devam eden göç dalgasıyla da şu an İzmir dediğimiz motif ortaya çıkmıştır.



1912’de daha sonra İzmir’i Türkleştirmekte aktif rol alan ‘kurtuluş savaşı kahramanı’ Zühtü Bey tarafından kurulmuştur Karşıyaka Spor Kulübü .Yeşil rengini İslam’dan, kırmızı rengini de Türklük’ten almıştır. Futbol tarihleri boyunca tek övünç kaynakları  armalarındaki Türk bayrağı ve Atatürk ziyaretidir.

Körfezin diğer yakası nispeten daha çoğulcu ve renklidir Karşıyaka’ya göre. Göç kültürünü az da olsa taşımıştır bu topraklara. Aradan geçen körfez gerçek anlamda Berlin Duvarı gibidir. Sadece gezdiğinizde anlayabileceğiniz iki değişik yerleşke oluşmuştur. Tabi göç dalgasından Karşıyaka da nasibini almıştır ama asli kurucu unsur göç ile gelen kitleyi asimile etmeyi başarabilmiştir.




1925 yılında Altay’ın içerisinden muhalif bir grup İzmir’in güney cephesinin, göç bölgesinin rengini sarı ve kırmızı diye belirleyip adını Göztepe Gençlik ve Spor Kulübü koymuştur. KSK’ nin aksine varlığı ve popüleritesi Türk ve İslam mitlerine değil başarıya dayalıdır. 1960’ların başından 70’lerin sonuna kadar başarılarla bezeli bir tarih anlatımıdır Göztepe. Bu tarihler içinde 2 Türkiye Kupası, 1 Cumhurbaşkanlığı Kupası almış. Fuar Şehirleri Kupası’nda(UEFA) yarı final oynayarak Avrupa’da bu ülke adına ilk başarıya imza atmıştır.

Rekabetin başladığı tarih de 1979-80 sezonundaki amansız şampiyonluk yarışıdır. 80000 kişiye oynanan maçla taçlanmış o rekabetin fitili yakılmış ve bu günlere taşınmıştır. Bu sırada Göztepe’nin amatöre kadar düşüşüyle askıya düşen rekabet ortamı son iki senedir tekrar başlamıştır.



Detaylı incelediğimizde iki takımın taraftar portresini çıkartırken yazıdaki tahlillerin ne denli sirayet ettiğini görebilirsiniz. KSK taraftarı tek bir topluluktan oluşur ‘Çarşı’ adını verdikleri tek bir grup vardır ve başka bir oluşumun olma olasılığı dahi yoktur. Söylenen besteden açılan pankarta kadar her şeyi bu grup belirler, kentlerini yaratırken oluşturdukları tek tip algı tribünlerine de bu şekilde yansımıştır. Kürt’sen de Türklüğünle övünen onurlu bir ayyıldızlı armanın taraftarısındır, asimile olmuşsundur ataların gibi. Sen kültürünü taşıyamayıp o kültürü almışsındır kuzey cephesinde.

Güney, kent kültürü gibi tribünsel olarak da renklidir. Sayılan sevilen ağabeyler vardır illa ki ama bir çok yapı vardır tribünde. ’Mardinliyiz Göztepeliyiz’ pankartını açarken de, Che’li atkıyı boynuna takarken de çekinmez. Çünkü ‘çoğulcu ve birleştirici’ bir yapıdır güney, aynılaştırıcı değil.

Belki de Göztepe-Karşıyaka rekabetinin hiç anlatılmayan giz yüzü budur.
Daha kaç derbi görürüz bilmiyorum umarım sayısı çok fazla olur. Kim kazanır kim kaybeder onu da bilmiyorum ama asıl kaybeden yurtlarından edilen azınlıklar, kültürlerini kaybetmiş göçmenler oldu.  FUTBOL MU? O ZATEN HAYATIN AYNASI DEĞİL Mİ? '
                                                                            Murat Kırmızıoğlu

Üstünidman Blog'a bizi kırmayıp konuk yazar olarak katkıda bulunan Murat Kırmızıoğlu'ya teşekkürler.



5 Mar 2013

3 Aylık Panorama

    Öncelikle saygı duruşu. Toprağın bol olsun.



     Uzun zamandır blogu boşladığımın farkındayım. Bu konuda bana tahammül eden Salih abi ve Sinan abiye teşekkürlerimi borç bilirim. Araya sınav dönemi, tatil, sahadaki formsuzluk derken uzun bi süre girdi diyerek girizgahımızı yapalım.

      Galatasaray olarak son 3 ayı son yılların en yoğun 3 ayı olarak geçirdik desek yanlış olmaz heralde. Aralık başında Braga deplasmanında gelen galibiyet, çek bi Schalke kurası, sermaye artırımı meselesi, Fatih Terim'in yönetime ince ayarı ve transferler. Kronolojik sırayla gidelim. Braga deplasmanındaki galibiyet Galatasaray'ın bu sezonki panoramasıydı. Çöpe atılan ve topa hakim olunmayan bir ilk yarı, ardından iki kanat oyuncusunu birden oyuna sürerek dönülen kaos sistemi. Burak'ın nefis sonuca etkisiyle deplasmanda aldığımız 7 puanla gruptan çıktık. Her şey iyi güzel görünüyordu. Kurada çek bi Schalke dedik hatta GS TV sunucusu Tuna Bayık ekranda Schalke duası yaptı ve Schalke geldi. Schalke kurasını gören Lütfi Arıboğan:


   
     Neredeyse hepimiz Lütfi Bey'in ifadesini takındık. Çünkü Barcelona, Bayern, Dortmund gibi ekiplerden kaçtık. Schalke'nin 20 şubattaki maça kadar başına gelenleri ayrı incelesek bilim-kurgu ve dram karışımı bi film çıkar ortaya. Takımın kilit 5-6 isminin sakatlanması, hoca değişikliği, Huntelaar'ın kalıcı körlüğüne sebep olabilecek rahatsızlığı vb. Bunları gördükçe iştahımız kabardı.

     O kısmı bi kenara bırakıp sermaye artırımı meselesine girelim çünkü uzun zamandır bu konu hakkında bir-iki kelam edesim var. Ünal Aysal'ın talimatıyla Galatasaray AŞ sermaye artırımı kararı aldı. Bu sermaye artırımıyla kulübün kasasına 275 milyon lira girdi ki bunun 125 milyon lirası küçük yatırımcıdan sağlandı. Kulübe sıcak para akışını sağlamak açısından gayet yerinde bir karardı. Hukuken hiçbir yanlışlık da yoktu üstelik. Ancak Fenerbahçe'nin yaşadığı krizler ve aşamadığı paranoyaları yüzünden özellikle medyayı gazlamasıyla Galatasaray'ın adı spekülatöre çıktı. Bu yüzden başkan gereğinden fazla biçimde medyada ve televizyonlarda görülmeye başladı. Herkese tek tek açıklama yapmak durumunda kaldı. Direk kulüp ismi zikrederek konuşuyorum diğer kulüplerin bu konuda pek bi sızlanması olmadı çünkü. Aziz Yıldırım kendi koltuğunu koruma adına bu sıralar birkaç farklı operasyona girişti. Bunlardan ilki 12 numara adlı twitter hesabı sahibini locasına alarak -ki bazı kaynaklara göre en başından yönetim tarafından oraya konmuştu- GFB ile yaşadığı sıkıntıyı üst noktaya taşımasıydı. GFB ve 12 numara arasında bi çatışma başladı. Yönetim destekli 12 numarada fırsat bulduğu her anda rakip takımlara özellikle de Galatasaray'a vurmaya başladı. Zamanında trollediğimiz bu oluşum bazı Fenerbahçeliler tarafından çok fazla ciddiye alındı ve locaya girecek kadar söz sahibi oldu. Sermaye artırımı meselesinde de en fazla ses çıkaran bu oluşum oldu. Ağladılar, sızladılar, kişileri yönlendirdiler. Sonuç: Galatasaray yüzde 900 oranında ikinci sermaye artırımı kararı aldı ancak SPK bu sefer izin vermedi. Neden? Ünal Aysal'a göre mavi gözlü bi Fenerbahçeli yönetici SPK'yı baskıya aldı ve bu kararın çıkmasını sağladı. Sermaye artırımının şu ana kadar illegal olduğu hiçbir kurum-kuruluş ve kişi tarafından ispatlanamadı. Hatta İhlas Holding'in yıllardır bu yöntemle ayakta durup şu anda Galatasaray'a yapılan bu engelleme yüzünden kendisi de sermaye artırımından faydalanamadığı için iflas etmek üzere olduğu söyleniyor. Alın size sosyal medyanın gücü.

     Kendi iç meselelerimize dönersek geçen sezon takım tamamen Fatih Terim'in eline verildi gibi görünse de ne iş yaptığı belirsiz Bülent Tulun başkan danışmanı olarak Florya'daydı. Fatih Terim'İn ayyuka çıkan ilk rahatsızlığı bu oldu ve Bülent Tulun Aslantepe'ye taşıdı ofisini. Yönetimdeki bazı iş bilirler Fatih Terim'in canını sıksa da asıl canını sıkan konu Fenerbahçe'yi şampiyonluk yarışı içerisinde tutmak için uydurulan Süper Final. Allah razı olsun şu anda keşke olmasaydı demiyoruz Kadıköy'de Yıldırım Demirören'i iterek şampiyonluk kaldırma şansımız oldu. Hoca konuşacağım sezon sonu dedi ama hala konuşmadı. Belki de eskisi kadar keskin olmadığı için. Maç sonu karşı takımın hocasının sözlerini 'Hele bi Yugoslav'dan' diyerek eleştiren bi teknik adamlıktan hakem hatalarına rağmen parlamayan, oyuncu yorumcularıyla geçiştiren hocalığa dönüştü. Bu sezon da yine yönetim içindeki insanların futbol meselelerine ve hocanın işine fazla karışmasıyla hoca iyice huzursuzlandı ve ikinci devrenin ilk maçında Kasımpaşa mağlubiyeti ardından yazılı bir açıklama yaparak dümdüz 'durumdan rahatsızım canımı sıkmayın' dedi. Ben dahil çoğumuz istifa cümlesi bekliyorduk ne yalan söyleyeyim. Hocanın açıklaması ardından görev tanımları daha da netleştirildi. Özellikle Sedat Doğan'a sen hukuktan sorumlusun futbola karışma dendi. Hocanın üzerinde sadece Ali Dürüst ve Ünal Aysal var.

     Gelelim transferlere. İlk yarıda oynanan futbol ve ligde kaybedilen puanlar herkesin canını sıktı. Takım ilk yarıları çöpe atıyor, hocanın ikinci yarı hamleleriyle günü kurtarmaya çalışıyordu. Devre arası sabırla beklendi. Günler geçiyor beklenen transfer haberleri gelmiyordu. Bir gün ortaya Sneijder adı sürüldü. Herkeste bi hadi len tavrı oluştu. Burada Sneijder'i anlatmaya gerek yok. Şu ana kadar Türkiye sınırlarında yapılmış en iyi transferdir. Yatılan Sneijder nöbetlerinin ardından oluşan olumsuzluk, tekrar ümitlenme, Sneijder'in İnter ile olan sıkıntıları falan derken transferden 2 gün önce ümitler iyice azaldı. Derken noldu ne bitti demeye kalmadan Lütfi Arıboğan ve Sneijder'in fotoğrafı düştü twitter'a. Ortalık yıkıldı haliyle ve beklentiler Sneijder'in ikinci Hagi olmasıydı. Kendisinin ilk basın toplantısında da buna gönderme yapması bizi iyice havaya soktu. Ardından 2-3 gün içerisinde Drogba transferi bitirildi. Geçen sezondan beri gündemde olmayan Drogba çıktı geldi. Afalladık. Bu kadar basit. Hepimizde gelsin Schalke de iki tokat atıp gönderelim algısı oluştu. Lig maçları rölantide geçti oraya başka yazıda gireceğim.

     20 şubat akşamı kimsenin Schalke'yi yeneceğimizden şüphesi yoktu. Herkeste Schalke eksik takım biz yaldır yaldır transfer yaptık yeriz havası vardı. Benim içime Schalke'den kötü haberler geldikçe sıkıntı düştü. Derken maçın ilk yarısında anladık ki Schalke net inanmış. Her yerde bizden fazlalardı her topa bastılar. İnanılmaz pas yaptılar ve boğdular. İlk yarının son hücumunda Dany ile Melo anlaşamayınca hızlı hücumdan gol yedik. İkinci yarı Sneijder çıktı Amrabat girdi. O da fayda etmedi pozisyonlar bulduk ama atamadık. Maç 1-1 bitti. Ocak sonunda oluşan hava bi anda söndü ve sorgulamalar başladı. Tabii ki sahada oynanan futbol kimseyi memnun etmedi ama bu durum formasını satacak takımına ihanet edecek hareketler bulunmadıkça maç boyu futbolcuya, hocaya sövme hakkını kimseye vermiyor. Bu lafım Schalke maçı boyu hocaya, Burak'a, Hamit'e söven veled-i zinayaydı. Şimdi önümüzde önce Gençlerbirliği ardından Schalke maçları var. Schalke'nin kolay lokma olmadığını anladık. Tur Schalke'nin elinde ve takım top oynamıyor. Hayırlısı olsun.

4 Mar 2013

Hangimiz sevmedik "Müslüm Baba"yı?

Baba 3 Mart 2013 Pazar sabahı hayata gözlerini yumdu. Henüz 59 yaşındaydı. Ancak, 59 yıllık ömrüne 78 albüm(bazı kaynaklarda 200'den fazladır ancak birçoğu korsandır), 38 sinema filmi ve sayısız konser sığdırmıştır.
Babanın müzik piyasasına girdiği günden beri tek sadık dinleyici topluluğu varoşlardır. Son on yıllık süreçte daha geniş kitlelere hitap etse de müzik tarzını değiştirse de varoşlar Babayı hiçbir zaman terk etmemiştir(çok ufak bir kitle hariç).
Türkiye tribünlerinin de -özellikle deplasman taraftarlarının- birçoğu varoşlardan gelmedir. Deplasman yapan hemen her taraftar da bilir ki Müslüm Baba deplasman otobüslerinin vazgeçilmezidir. Özellikle gece seyahatlerinde biralar açıldıktan, sigaralar yandıktan sonra inceden bir arabesk parça çalmaya başlar. Çalmaya başlayan parça da kuvvetle muhtemel ya Azer Bülbül'dür ya da Müslüm Baba...
Azer Bülbül ülke genelinde daha dar bir kitleye hitap ettiği için Müslüm Babanın ölümü daha çok ses getirmiştir. Müzikalite konusunda tabi ki Müslüm Gürses'in üstünlüğü sabittir. Ancak deplasman otobüsü arabesk ayırt etmez...
Baba yaşarken de vefatının ardından da Türkiye tribünlerinde hak ettiği saygıyı görmüştür, görmeye de devam edecektir. Deplasman otobüsünün yanında Baba statlarda taraftar vasıtasıyla da kendine yer bulmuştur. Tribünde takılan atkıda, açılan pankartta, söylenen bestede Müslüm Babanın şarkıları ve kendisi  vardı. Bugünkü cenazeye de Türkiye'nin farklı yerlerinden taraftarlar katılım gösterdi. Varoşlar ve Türkiye tribünleri öksüz kaldı.

Ankaragücü taraftarlarının Müslüm Baba için yaptırdığı atkı.

Karşıyaka taraftarlarından 'Deli gibi sevmek ruhumuzda var' pankartı.

Adana Demirspor 'Ankara Tayfası'nın yaptırdığı pankart.

Bursa taraftarının Baba öldüğü gün Sivas maçında açtığı pankart.

Baba, taraftarı olduğu Galatasaray tribünlerinde.

Beşiktaş taraftarının Babanın ölümünün ardından Fenerbahçe maçında açtığı pankart.

Samsun taraftarının Konya maçında açtığı pankart.

Gençlerbirliği-İBB maçında skorbord.

Kartal deplasmanı öncesi tersten boyadığımız 'Meselem' pankartı.