24 Eyl 2014

Namlunun ucunda bir susturucu: Maris Verpakovskis



Akif evden çıktı ve topu yere fırlattı, elindeki ekmeği ağzına sıkıştırıp ayakkabısına eğildi. Evden çıkmadan ayakkabı bağlamayı bir türlü huy edinememişti. Bir ara yapıştırmalı ayakkabı almış fakat onun da yapıştırması iki aya sökülmüş gitmişti, bağcığa tek düğüm atıp gerisini ayakkabının içine soktu. Şöyle bir irkildi güneş daha ısısını göstermemişti ulan şu çizgi filmi geri ata geri ata sonunda gece yayınlayacaklar diye geçirdi içinden. Sokakta kimse yoktu kuş sesleri dışında bir de yan sokakta motoru ısınsın diye çalıştırılan bir aracın sesi geliyordu. Topa hafif hafif dokunup topla yürümeye başladı. Önünde pek bir seçeneği yoktu. Elindeki ekmek içi zeytinden ısırıklar alarak duvarla tek pas yapmaya başladı, arada durup çekirdekleri tükürüyordu. O sabah şiir yazsa belki de şair olurdu, ama o duvarla tek pas yaptı. Topa iç dış vurabiliyor bire birde adam eksiltebiliyordu, yani şiir yazması için hiçbir sebep yoktu.  


2000'li yılların başı 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2002 Dünya Kupası ile üst üste iki kez büyük turnuva görebildiğimiz yegane dönemdi. Dünya Kupası’ndaki üçüncülüğün üzerine 2004 Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu bir hayli rahat gözüküyordu Türkiye’ye. Henüz gol bulamadığımız İngiltere’ye karşı gol atacağımıza kesin gözüyle bakılıyordu, nitekim öyle olmadı İngiltere’ye gol bulamadık ve iki maçtan 1 puan çıkarabildik. İngiltere de grubu süpürünce ikinci olarak baraj maçı oynamaya hak kazanan Türkiye şanslı bir kura çekerek Letonya ile eşleşti. Gazetelerin ‘çek bi Letonya’ manşetlerini anımsarsınız. Nitekim bu eşleşme sanıldığı gibi olmadı ve Türkiye bu kazadan ağır yaralı çıktı.



Maris Verpakovskis ile bizi Fransa 98’den eden Belçikalı Luis Airton Oliviera’yı benzetenler vardır elbet fakat 2004’teki durum farklıydı. Bence 2004’teki milli takım, tarihin en olgun en iyi milli takımıydı ve üst üste üçüncü turnuvayı görecekti. Ama olmadı. Maris izin vermedi. Şimdi bu adamı konuşalım.

Verpakovskis’i birçok kişi en son Dinamo Kiev’deyken hatırlar ve İspanya’ya gittiğini bilir, yıllardır adını duymadığımız için sonrası parlak değil hepimizin malumu. Verpakovskis’in kariyerini irdeleyip yazıyı boğmak istemiyorum pek de bir şey yok zaten. Yazının konusu Verpakovskis’in kariyeri ile değil onun oyun tarzı ile alakalı olacak.

‘Futbol alemi’ diye bir yer var, gerçek dünyanın ötesinde bir yer olsa gerek. Tribüncülerin ‘bu alemde’ dedikleri yer var ya işte orası. Gerçek dünyada iyi ve kötü vardır, futbol dünyasında ise ‘kazanan’ ve ‘kaybeden’… Bazı futbolcular vardır sadece kazanmak için oynarlar, bu futbolcular futbol denen dinin iki mezhebi olan tsubasa ve huyuga mezheplerinden ikincisine mensupturlar. Huyuga mezhebine sahip olan futbolcular çokça beddua alırlar, bazıları bu bedduaları tolere edebilecek yeteneklere sahiptir ve futbol dünyasında ayakları üzerinde durmayı becerebilir. Bazıları ise boynundaki atkıyla babasının yanında gözyaşı döken 7 yaşındaki bir ufaklığın gözyaşları içerisinde boğulur, sonra da futbol dünyasında kaybolup gider.



Memur arı nasıl bal yapıyorsa öyle gol atıyordu Maris; zoraki ittire ittire sokuyordu meşin yuvarlağı içeri. Aslında golcü demeye bin şahit lazımdı. Sırf Şenol Güneş Owen’dan daha iyi dediği için bile Verpakovskis’in ne kadar yeteneksiz bir futbolcu olduğu anlaşılabilirdi. Verpakovskis’in gol yollarındaki etkisi kendisine tanrı tarafından hediye edilen golcülük yetenekleri ile değil fiziksel avantajları ve çabaları ile gerçekleşiyordu. Çevik bir oyuncuydu, hızlıydı bir stoperi deli edebilecek bütün özellikler adeta onda toplanmıştı. Ama golcü değildi kendisine gol attıran özellikler vücudunun tüm gücüyle stabilize olmasını gerektiriyordu ki bunun futbol yaşamı süresince devam etmesi mümkün değildi. Zira gol sadece vücutla değil aynı zamanda ruhla seni topun düşeceği yere götüren güçle gerçekleşen bir eylemdi.

O tam bir UEFA Avrupa Ligi topçusuydu, 2.Dünya Savaşı’nın yaralarını hala saramamış bir Doğu Avrupa takımının en önemli gol silahı olarak zor hava ve zemin şartlarında umudu olmalıydı.

                              

Maris tarzı futbolcular futbol literatürüne trol olarak yazılmalarına rağmen hep birilerinin kahramanı oldular. Torpili olmadan seçmelere girip 10 dakikada her şeyini vermeye çalışan bir çocuk gibiydi Maris. Belki bir tabanca değildi ama ucundaki susturucuydu. O ateş ettiğinde her şey daha sessiz ve daha can alıcı oluyordu. O Maris bize rakip oldu ve canımızı yaktı, eminim birçok  futbolsever kendisinden küfürle nefretle söz eder. Ama eminim o Maris birçok Letonyalı’nın, birçok Letonyalı çocuğun kahramanıydı umuduydu; tıpkı herkesin nefret ettiği Huyuga’nın kendi kardeşlerinin gözünde bir kahraman olması gibi. Çünkü Maris gibiler Huyuga gibiler hem umudun hem de umutsuzluğun adıdır.

12 Eyl 2014

Boca Juniors'tan Dersimspor'a

Ziraat Türkiye Kupası’nın ilk eleme etablarından olan profesyonel liglerde takımı olmayan illerden 32 takımın katıldığı ön eleme turunda Dersimspor, Muş ekibi Hasköy Yıldızspor’u   8-1 ile geçti.  Bu maça damga vuran maçın skoru değil de maçta hat-trick yapan Dersimspor’un Boca Juniors altyapılı oyuncusu Lucas Sebastian Rodriguez oldu.


1994 doğumlu Arjantinli oyuncu Dersimspor’dan önce 44Malatyaspor’da oynuyordu. Liglerimize asıl  geliş sebebi ise Eskişehirspor’du. Ertuğrul Sağlam tarafından Arjantin’den getirilen oyuncu Eskişehirspor ile idmanlara çıktı ama teknik heyet tarafından beğenilmeyince kadro dışı kaldı. Geçen yılın Kasım ayında 44Malatyaspor’a giden futbolcu attığı gollerle bir anda amatör liglerin ilgi odağı oldu.



Bu sezonun başında ise diğer Bölgesel Amatör Lig takımı Dersimspor’a transfer oldu.  2009-2010 yıllarında Boca Juniors ve Arjantin U20 Milli Takımı'nın yıldızıyken şu anda BAL’ın en gözde oyuncusu konumuna geldi.





Dersimspor’un renklerinin Arjantin’le aynı olmasının kendisinde bir hava yarattığı söyleyen Rodriguez, takımda çok güzel bir ortam olduğunu söylemiş. Ülkemize gelmeden Arjantin’de kendini gösterdiğini, Eskişehirspor ve 44Malatyaspor’dan sonra Dersimspor’a geldiği için mutlu olduğunu söylüyor. Kendisini burada da gösterip Dersimspor’un 3. Lige çıkması için tüm gücünü ortaya koyacağını ve ülkemizde daha büyük takımlarda oynamak istediğini söyleyen Lucas Sebastian Rodriguez için Dersimspor macerası ve sonrası neler getirecek göreceğiz.