"Bu turnuva yüzünden
saçlarım beyazladı. Ama mutluyum" demişti Real Madrid teknik
direktörü José Mourinho, Bayern Münih ile oynadıkları
Şampiyonlar Ligi Yarı Final ikinci maçı öncesinde. Mutlu
olmamasının imkanı yok zira, Porto ve Inter ile kazandığı
kupaya üçüncü bir takım ile bu kadar yaklaşması bile buna
yetecekken, bir gece önce Barcelona'nın elenmiş olması işin
ekstrası oldu. Fakat işler yolunda gitmedi, mutluluk yerini saha
kenarına çömelmiş üzgün bir adama bıraktı. Penaltılara
giden maçta, Ronaldo ve Kaka'dan sonra Sergio Ramos da penaltıyı
gole çeviremedi.
La Liga'nın kalite
itibariyle Premier Lig'i geride bıraktığı pek kaale alınacak bir
mesele değil bana kalırsa. Muhtemelen İspanya Milli Takımı'nın
başarıları, Barcelona ve R.Madrid'in yanında bu sene Bilbao,
Atletico Madrid gibi Avrupa ölçeğinde flaş yerlere gelen
takımların olması bu kanıyı iyice besledi. Üstüne üstlük
Manchester'in iki kulübü, Arsenal, Liverpool (yoktu) gibi Ada takımlarının
bu seneki yurtdışı performansı berbattı. Yine de ben, her iki
ligin kalite değerlendirmesinde ağırlığın takımların sezon
içi lig durumlarına verilmesi taraftarıyım. Dolayısıyla La
Liga'daki Real Madrid-Barcelona baskınlığı, açıkçası
yukarıdaki tezin şişirilmiş olduğunu kanıtlıyor.
Bu tartışmayı konumuza
şöyle bağlayalım: Geçtiğimiz sene R.Madrid'in eski teknik
direktörü Juande Ramos, Mourinho'nun takımının Barcelona
karşısındaki 5-0'lık hezimeti sonrası şöyle demişti:
"Barcelona'yı yenmelisiniz çünkü Schuster ve ben diğer
takımları zaten yeniyorduk." Bu beyana rağmen benim o
zamanlar görüşüm, dert şampiyonluk ise, işi Barcelona maçlarına
bırakmadan bitirmekti. Geçen sene başaramadılar fakat bu sene
oldu. Juande Ramos'un dediklerinin tersine "diğer takımlar"dan
alınan puanlar Real ve Barca arasındaki farkı 10'a kadar taşıdı.
Arada inişler ve çıkışlara rağmen, Barcelona'yı kendi
sahasında mağlup etmeleri de şampiyonluğu neredeyse garantiledi.
Dolayısıyla geçen sene yolları ayırmanın eşiğine geldikleri
Mourinho için başkan Florentino Perez, "hayatımda yaptığım
en iyi iş onu buraya getirmekmiş." demeye başladı.
Lig'de durum bu iken
Real, Şampiyonlar Ligi'nden iki sene üstüste yarı finalde elenmiş
oldu. Yarı finale nasıl geldiğine bakacak olursak, grup
aşamasında Ajax, D.Zagreb ve O.Lyon'un olduğu görece zayıf
takımların arasından Real 6'da 6 ile bir üst aşamaya geçti. Bir
sonraki turda CSKA Moskova'yı toplamda 5-2'lik skorla mağlup ederek
çeyrek finale çıkmaya hak kazandılar. Çeyrek finalde bu sezonun
şaşırtıcı takımı APOEL'i toplamda 8-2 ile eleyerek Bayern
Münih'in rakibi oldular. Son aşamaya gelene kadar, eflatun
beyazlıları kağıt üzerinde zorlayacak herhangi bir takımın
olmaması işi kolaylaştırdı görünen o ki. İlginç, bizim
takımlara her sene Dinamo Kiev'in çıkması gibi, Real'e yakın
dönemde bir ara 7 maç üstüste yenilmeyen O.Lyon yine grup
aşamasında rakipti. Fakat Lyon'un altın dönemini geride
bıraktığını kendi liginden de biliyorduk.
Yarı finalde kendi
liginde işleri pek iyi götüremeyen Bayern Münih ile
karşılaşmalarının ŞL için asıl turnusol olacağı açıktı
böylelikle. İlk maçta deplasmanda alınan 2-1'lik mağlubiyet, eve
avantajlı gitmek anlamına geldi. Fakat ikinci maçta bu kez Real
2-1 yenince, yarım saatlik bir uzatma sonunda, maç penaltılara
kaldı. Benim gibi kaleciliği seven bir insan için aslında hiç
sevmediğim iki takımın maçını izlemenin ödülü de açıkçası
bu penaltılar oldu. Dünyanın en iyi 2 kalecisinin performansı
benim gibileri yanıltmadı. 2'şer penaltıyı çıkaran
kalecilerden şanslı olan Neuer idi zira Sergio Ramos, geçen sene
Mourinho ile penaltı kullanma tartışması yaşamıştı kendisi,
Beckham ve Baggio'yu hatırlatır bir penaltı kaçırmayla Real'in
umutlarını söndürdü.
Mazur görün, bu kadar
hikaye kısımdan sonra birkaç sözle yazıyı bitireceğim. Önce
Mourinho'nun Real'in görünümünü değiştirdiğini teslim etmek
gerekir. Sezon ortasında takımın kaptanlarıyla kavga etmesi
basına yansısa da, aradaki buzlar bir şekilde eridi. Takım
hüviyeti geçen seneye nazaran kazanılmış gözüküyordu. Bu sene Altın Top'u alacağını düşündüğüm Ronaldo'nun insanüstü istatistikleri bir kenarda ama tekrarlıyorum,
iki yılda takımın iskeleti yerine oturdu. Los Galacticos'un
fiyasko haline geldiği dönemin ardından Khedira, Mesut, Di Maria
gibi oyuncular takıma adapte olmayı başarabildiler. Elbette sezon
başında bizim merakla beklediğimiz ama aslında oynayacaklarına
pek de şans vermediğimiz Nuri ve Hamit hayalkırıklığı yarattı.
Bir de Benzema vakası var. Başlarda Mourinho'nun Pedro Leon ve
Canales gibi istemediği futbolculardan olan Benzema takımın
çıkışında kesinlikle pay sahibi. Düşünsenize Mourinho o dönem
Hugo Almeida'yı Benzema'nın yerine istiyordu! Neyse ki bu defter de
kapandı. Gelecek sene Mourinho yine Real'in başında olmayı en
azından Lig şampiyonluğu ile garantiledi. (Alex Ferguson daha
emekli olmadığına göre Premier Lig'e dönmeyi düşüneceğini en
azından bir seneliğine daha sanmıyorum.)
Şampiyonlar Ligi'nin
Barcelona ile beraber en çok gol atan takımı, 9 golle de Çeyrek
Final ve üstüne çıkabilen diğer takımlardan daha az gol yiyen
Real Madrid, Şampiyonlar Ligi kupasını alma amacını Neuer'in
ellerinde bir sonraki seneye bıraktı. Gelecek sezon için en az
3-4 oyuncuyla yolların ayrılacağı aşikar. Yüksek maliyeti
dolayısıyla belki yalnızca Milan'ın almayı isteyeceği Kaka'yı
ŞL'de 3 gol 5 asistlik performansına rağmen göndermek
isteyebilirler. Hamit Altıntop yine "güzide"
gazetelerimizi her gün başka bir takımla süslemeye başladı.
Raul Albiol-Barcelona söylentileri de var ancak buna pek ihtimal
vermemek mantıklı. Xabi Alonso'nun oynadığı mevkiye Nuri monte
edilebilecek mi, onu hep beraber seneye göreceğiz.
Bir sonraki yazıda ŞL
finalisti Chelsea'nin sezonuna göz atacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder