Belki Türkçe'ye çevrilişlerinin benzerliğidir fakat kale denilen kavram, en az satrançtaki değeri kadar futbolda da değerlidir. Eğer ikisi de takım oyunu ve uyumunu içermek ile başarılı olabiliyorsa, yeri geliyor şaha kol kanat gerebilecek tek hareketi kale yapabiliyorsa, bu benzetmeyi yapmak mümkündür. Bir tanesi yatay veya dikey hareket etmekle, diğerinin koruyucusu ise ellerini yalnızca ceza sahasında kullanabilmekle sınırlandırılmıştır. Fakat futboldakinin farkı, kalenin ve koruyucusunun tek oluşlarıdır.
Bu tek oluş meselesini genellikle "kaledeki yalnızlık" olarak tarif etmek popülerdir. Bizim blogda Sinan kardeşimizin tanıtmış olduğu üzere bu yalnızlık hakkında film dahi çekildiğini öğrendik. Kabul edilmeyecek bir değerlendirme değil elbette, kaleci bana göre de o sahanın en yalnızıdır, eldivenlerini saymazsak...Futbolcu kategorisinde görülmez, genellikle en çok eleştirilmeye müsait olan da odur. Zaten baştan dezavantajı vardır, 1 kişilik pozisyona en az 3 tane talip arasından devşirilir. Yeterince sabırlıysa ve/veya yeterince yetenekli görülmediyse 10 sene oturur yedek kulübesinde, çıtı çıkmaz. Ola ki formayı kaptı, günü gelir bir gecede silinir, kimse sorgulamaz.
Benim için kalecilik, bu şartlar altında zor gözükse de, çocukluğumdan beri futbol sevgimin başat aktörü olmuştur diyebilirim. Sonuçta profesyonel anlamda o strese tabi olmayacağım başından belliydi. O yüzden daha kolay oldu kaleciliği sevmem demek ki. İlk hatırladığım sahne ilkokulda Ahmet isimli komşum ve aynı zamanda sınıf arkadaşımın yaşıtlarına göre yapılı, kalede de yetenekli olduğunu fark etmemdir. Kaleciliği onun sayesinde sevdim dolayısıyla. Beni mahallemizdeki parkın çimlerinde eğitmeye vakit harcamıştır, sağolsun. Sonra kendisi kaleyse sınırlı kalmayı tercih etmedi, farklı mevkilere geçti, o ayrı. Aynı zamanlarda bir gazetenin verdiği ve üzerinde David Seaman'ın fotoğrafının olduğu "Kaleciler" kitapçığını edinmiştim, onu kaç kez okumuşumdur bir ben bilirim. Kardeşim daha dokuz yaşında Junior Messi tavırlarında otuz yaşında adamların belini bükerdi, bense o sıralar o abiler şans verir de kaleye bir ara beni alırlar umuduyla kale yapmak üzere tuğla aramaya giderdim koşarak.
Ortaokula geçince, sınıftan birkaç arkadaşımın oynadığı bir amatör takıma kardeşim ve mahalleden en yakın arkadaşlarımla yazıldım. Bir tek benim mevkim belli değildi. Başarı hikayeleri gibi, bir sabah antremana kaleci gelmeyince hoca beni denedi. Üç kaleciye sahip olduğumuzdan olsa gerek, üçüncü kaleciliğe böylelikle terfi ettim. Fakat benimki, o hikayeler gibi devam etmedi tahmin ettiğiniz üzere, Liselere Giriş Sınavı daha önemli görüldü demek ki birileri tarafından. Wakabayashi'nin babasına pek benzemiyordu benimki. Ben de kaleciliğe küstüm, lise hazırlıktaki sınıf takımımızda bile üçüncü kalecilik reva görülünce bir daha barışacağımı hiç sanmıyordum. En azından futbol icra ederken, ama kesinlikle izlerken değil. (Kendi hikayemi bu kadar uzatmış olmamdan dolayı affınıza sığınıyorum, zannediyorum duygusallaştım zihnime o günlere ilişkin birkaç görüntü düştüğünde.)
Mahalle arasında birinin kaleciliğe uygun görünmesi için yeteneksizliği veya yalnızca uzun boylu olması kritik iken, profesyonelleştikçe gördüğü baskı böyle naif kalmıyor. Bunu yaşayamadım, dışarıdan öğrendim, gözlemledim. Beşiktaş'ın unutulmaz 2-0'lık Chelsea galibiyetinde herkes gollerin ikisini de atan Sergen'i konuşurken, kaleci Oscar Cordoba'nın asistini veya degajlara nasıl vurduğunu önemseyen birkaç kişiden biriydim herhalde. Günü geldi, Cordoba'nın ender hatırladığım hatalı degajlarından biriyle şampiyonluğu kaçırdığımız ve kendisinin hainliği ilan edildi. İçimiz ikincisine yandı. Bu sene bütün takım tıkır tıkır oynuyormuşçasına Cenk Gönen neredeyse her yediği golde suçlandı, içimiz yine yandı. Zamanında Mattias Asper'e şans tanınmadı, üzüldük. Bir ara Fevzi'nin ayağı kaydı, biz de kovulmuş sayıldık.
Böyle karmakarışık yazı anlatabilmiş midir bilemem, Rüştü Reçber'in dövülmesini de bir kenara yazarak, büyük maçlarda oynamama isteksizliğine ve genelde "maç öncesi ısınırken sakatlanmasına" neden pek kızamadığımızı yıllar içerisinde anladık. IFFHS verilerine göre 2001-2011 yılları arasında dünyanın en iyi kalecilerinde, Türkiye'den yalnızca Rüştü'nün yer alması (23.sırada) başkalarına göre değerli midir, bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, ola ki bu Süper Final'de şampiyonluk son maçlara kalırsa, Fenerbahçe-Beşiktaş maçında Rüştü ya oynamaz, ya da yediği goller sonrası Fenerbahçeli ve hain olarak emekli olur futboldan. Yalnız kaleci, satrançta şahı savunmak üzere tek kalan kale kadar stratejik davranmak zorundadır artık.
2 yorum:
Tuttuklarından çok yedikleriyle gündeme gelmiştir kaleciler(oscar cordoba); tek istisna başarılı takımların kalesini koruyanlardır(oliver kahn). Ancak bir hücum oyuncusunun attıklarından çok kaçırdıklarıyla gündeme gelmesi çok nadirdir(daniel guiza); takım istediği kadar başarısız olsun golcü ne kadar gol atarsa o kadar değerlenir(burak yılmaz).
Şöylesi de mümkün, bütün takım süper bir tek kaleci kötü kabul edilenler- o olmasa sanki gol yemeyecekler (Valdes), bir iki ayda ülkeye adapte olmadığı için gönderilme kıvamına gelebilenler (De Gea)...
Bir de milenyumda kıyamet kopacağını düşünüp eldiveni asan (Roa) :)
Yorum Gönder