23 Eki 2012

Hastalıklı Zihinler, Futbol ve Kadın

Hope Amelia Solo 30 Temmuz 1981 tarihinde Washington’da dünyaya geldi. Futbola gönül verdi ve kariyer basamaklarını hızlıca tırmandı. 2007’den itibaren ABD Kadın Milli Futbol Takımının birinci kalecisi olarak oynamaya başladı ve son iki olimpiyat oyununda altın madalya olmak üzere birçok başarı kazandı. Dünyanın en iyi kadın kalecisi olarak gösterilen Solo’nun yeteneği yeşil sahalardaki erkek meslektaşlarının çoğundan daha fazla durumda. Ancak Solo ülkemizde bu yeteneğiyle değil olimpiyatlar öncesi yaptığı açıklamalarıyla tanınıyor: “Olimpiyatlarda sevişen sporcu.” Sorunumuz da tam bu noktada başlıyor.

Binlerce yıldır ataerkil bir toplum düzeninde yaşıyoruz. (Anahanlığın Tunç Devrinde etkisini kaybetmeye başladığı düşünülmektedir. İronik olarak, Tunç Devri aynı zamanda özel mülkiyet anlayışının ilkel biçimlerinin ortaya çıktığı dönemdir.) Yaşadığımız düzen hem fiziksel hem düşünsel olarak kadının ikinci planda kaldığı bir düzen. Bunun nedenlerinin ya da sonuçlarının tamamı üzerinde durmak ise boyumu aşar. Ben bu algının yarattığı iki spesifik örnek üzerinden açıklamalar yapmaya çalışacağım; birincisi yukarıda bahsettiğim Hope Amelia Solo algısı, ikincisi ise Ümit Özat - Simge Fıstıkoğlu arasında yaşananlar.
Hope Amelia Solo meselesini yukarıda anlatmıştım. Ancak anlattıklarım biraz eksik gibi. Solo’ya bizim bakış açımızdan bahsettim, ama bu ifade bizim dışımızda kalanların onu başarılı bir kadın sporcu olarak gördüğü anlamına gelmiyor. Aksine, istisnai azınlığın dışında ataerkil topluma yakışır şekilde Solo tam bir “seks objesi” olarak görülüyor. Sosyal paylaşım sitelerinde yazılanlar bunun en bariz ispatı niteliğinde.

Ümit Özat – Simge Fıstıkoğlu arasında yaşananlar ise kısaca Ümit Özat’ın kadınlar futboldan anlamaz diyerek cinsiyetçi bir yaklaşımla Simge Fıstıkoğlu’yla tartışmaya girmesi ve stüdyoyu terk etmesi olayıdır. İşin aslına bakarsanız Ümit’in zihniyeti de sadece bu coğrafyada olmayan, dünyanın birçok yerinde var olan bir düşünce yapısı. Peki gerçek sorun ne?

İki olayda da var olan zihniyet aslında ataerkil düşünce yapısının bir ürünü, yani dünyanın herhangi bir yerinde var olabilecek bir düşünce yapısı. Bu düşünce yapısı zaten başlı başına bütün sistemin bir hastalığı. Lakin bizim başka bir hastalığımız daha var. Öncelikli olarak tedavi etmemiz gereken: Verdiğimiz tepkiler en hafif tabiriyle insanlık dışı. Yani bu coğrafya “insan gibi” tepki vermekte zorlanan insanlarla dolu. Anlattığım olaylar da binlerce örnekten sadece iki tanesi.
Baskın Oran toplumsal dönüşümler yaşandıktan sonra önceki dönemlere ait bazı davranışların sürdürüldüğünü söylerdi. Modern toplum içerisinde de feodal toplum düzeninden ya da önceki toplum düzenlerinden herhangi birinin davranış kalıplarını görmek mümkün. Dinin mi, yukarıdan devrimin mi ya da başka bir şeyin mi etkisi bilinmez ama bizim toplumumuzda da bu eski kalıplar fazlasıyla görülmekte. Bu noktada akla Jeremy Rifkin’in "bireyin yaratılışı" sürecinde öne sürdüğü etmenler geliyor. Rifkin “modern insan”ın oluşumunda çatal-bıçak kullanılmaya başlanmasının önemine dikkat çekmiş, çatal ve bıçağın insanı hayvandan ayırdığını ve onunla arasına mesafe koyduğunu belirtmiştir. Rifkin'in belirttiği gelişim süreci dünya üzerinde pek tamamlanamamış anlaşılan...

Hiç yorum yok: