28 Nis 2012
Elenenler-2: Real Madrid
26 Nis 2012
Elenenler-1: Barcelona
23 Nis 2012
Formayı çıkarın çıplak oynayın!
Seba'nın yeğeni olmak
22 Nis 2012
Where Playoff Happens- Volume 2: Trabzon'un Irkçılıkla İmtihanı
20 Nis 2012
Ligin Kaderi Bu Hafta Belli Oluyor
Dünyada liglerin ve kupaların sona yaklaşmasıyla birlikte heyecan kat sayısı giderek artıyor ve biz futbol severler özellikle son dönemlerde adeta futbola doyuyoruz. Oynanan Süper Final karşılaşmaları ve Şampiyonlar Ligi mücadeleleri senenin başından bu yana belki de ilk kez şike olaylarını değilde futbolu konuşmamıza olanak sağlıyor ve açıkçası bir Fenerbahçeli olarak bunu özlediğimi belirtmek isterim.(Irkçılık tartışması ve hakem suçlamalarına rağmen yine de eskiye nazaran daha çok futbol konuşabiliyoruz) Ve bu hafta sonu oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray, Barcelona-Real Madrid ve Arsenal-Chelsea karşılaşmaları ile biz izleyiciler futbol doyumu açısından zirve noktasına ulaşacağız büyük ihtimalle.
Bu 3 maç içinde beni ve yazdığım yazıyı ilgilendiren maçı değerlendirme altında alacak olursak, Fenerbahçeli olarak bence ligin kaderi ve gidişatı bu hafta belli olacak. Öncelikle bu kanıya varmamın nedeninin en baştan izah edeyim; eğer Fenerbahçe bu maçtan galip ayrılamazsa Galatasaray şampiyonluk ipini göğüsleyecek, aksi takdirde de deplasmanda Galatasaray'ı yenmenin verdiği moral ve ivme ile Fenerbahçe geriden gelip şampiyonluk yarışından avantajı eline geçiren taraf olacak. İki takım da Pazar günü sahaya bunun bilincinde başlayacak ve 90 dakika boyunca kıyasıya bir mücadeleye tutuşacaklar.
Fenerbahçe'nin geçen hafta Trabzonspor maçında 90 dakika boyunca üst düzey baskı ve pres uygulaması bu maç öncesinde takıma olan güvenimi en çok arttıran nedendir. Hatırlanacağı üzere en son 2-2 biten mücadelede ilk 25 dakika müthiş bir baskı ile Galatasarayı şaşırtan Fenerbahçe'nin gücü ancak o dakikaya kadar dayanabilmiş, geçen 65 dakika Galatasaray'ın baskısı ve sürekli rakip kalede gol araması ile sonuçlanmıştı. Fakat geçen hafta izlediğim Fenerbahçe çok daha diri bir görüntü verdi ve bu maçta bu baskının daha uzun süreli olacağına yönelik güven duygusu aşılattı. Tabi kurulan bu baskının en önemli unsuru Emre'nin bu maçta oynamayacak olması bunu elbette etkileyecektir, fakat ne denli etkileyecek işte o kısmı soru işaretleri ile dolu. Sarf ettiği olay sözler(açık açık fucking nigger(negro bile değil) demiştir inkar etse de ve benim için Fenerbahçe'deki kariyeri bitmiştir) ile bir kez daha gündemi değiştiren Emre'yi bu zamana kadar hep desteklememe rağmen sonunda Fenerbahçe'ye yarardan çok zarar verdiğine sonunda ben de ikna oldum. Trabzon maçında yaptığı top kayıpları da ayrıca bir soru işaretiydi, taktiksel anlamda da oynayacak olsa bile Emre ile başlanması taraftarı değildim zaten.
Biz futbol severler genel olarak teknik direktörlerin işlerine karışmayı severiz ve özellikle FM oyunu ile büyüyen bir nesil olarak zaman zaman hocalardan daha iyi bir teknik donanıma sahip oluruz ve takım hakkında ahkam kesmeyi ve kararları yargılamayı kendimize adet ediniriz. Bu nedenle ben de bu maç öncesinde naçizane kendi taktik dizilimimi ve neden bu oyuncuları seçtiğimi izah etmek isterim, ne de olsa FM dünyasında Fenerbahçe'de kazanılmamış kupa bırakmamış deneyimli bir hocayım. Bir kere Galatasaray'ı ortadan geçemezsiniz; en ileride Elmander, orta sahada Melo-Selçuk, geride Ulfalujsi-Semih; bu isimler bu yılın en iyi 11'i düzenlense muhtemelen formayı kapacak isimler ve Galatasaray'ın mevkileri en garanti isimleri olarak göze çarpıyor. İlk maçta denenen uzun top taktiği bir yere kadar işe yaradı çünkü Sow hava toplarından ziyade yerden birebir oyunlarda etkili olan forvet. Ortadan aşılamayacağına göre geriye bir tek kanatlar kalıyor ve herkesin konuştuğu, solda Caner mi Stoch mu oynamalı sorusuna gönlümden Stoch geçse de Caner diyorum çünkü Stoch benim için yabancı kontenjanına takılıyor. Bu derbide, ancak Galatasaray'ın en zayıf noktası olan sol kanadından yapılan akınlarla etkili olunabilir bana göre ve bu maçta benim sürpriz tercihim, Gökhan Gönül'ün önünde Dia ile başlayarak Hakan Balta-Riera kanadını tamamen etkisiz hale getirerek en kolay sonuca ulaşabilir Fenerbahçe. Sol bekte ligin en iyi hücumcusu Eboue'nin akınları bu sayede Caner ile daha kolay durdurulabilir ve topu mümkün olduğunca sağ kanattan oyuna sokma çabasına girecek Fenerbahçe, bir çok kez yaptığının aksine maç içinde bol bol Sow ile topu buluşturarak sonuca ulaşabilir. Gökhan Gönül'ün son maçlarda kıpırdanmaya başlaması ve Dia'nın, Stoch'un aksine daha çok kanat oyuncusu gibi oynayıp, kanat deliciliğinde başarılı olması ve Sow'u en iyi tanıyan isim olması bu tercihimi mantıklı kılan nedenler olarak göze çarpmakta.
Alex yine ne yapıp edip kendi etkinliğini bir şekilde yaratabilir, yine orta sahada zayıf karnımız olsa da mecburen forma Selçuk Şahin'in olmalıdır, her ne kadar bence Gökay daha iyi bir tercih olsa da Aykut Kocaman'ın bu seneki en büyük yanlışı olarak bu oyuncuyu bir türlü kazanma yoluna gitmemesi ve bu sebeple maç tecrübesinin olmaması ibreyi yine Selçuk'a çeviriyor. Diğer orta saha oyuncuları Topuz ve Cristian ise hiç olmadıkları kadar sert oynamaları ve mücadeleyi bir an olsun bırakmamaları halinde orta sahadaki ezici Galatasaray üstünlüğünü dengeleyecek isimler. Savunmada Yobo'nun yanına istemesem de Bekir'i tercih ederim, Serdar Kesimal'ın bu maçı kaldıramayacak kadar yumuşak bir oyuncu olması nedeniyle. Son olarak 11'i yapacak olursam; Volkan- Gökhan, Yobo, Bekir, Ziegler- M.Topuz, Cristian, Dia, Caner,- Alex, Sow bu maç için sahaya süreceğim isimlerdir.
Bahsettiğim 11 benim şahsi kanaatim ve muhtemelen Aykut Kocaman yine kendi bildiği klasik 11'ini ortaya koyacak, tek yapmamasını dilediğim daha önceki iki maç yaptığı gibi Alex'ten forvet yaratıp Sow'u kanat oynatma fikrine kapılmaması. Yazının ana düşüncesinde de dediğim gibi bu hafta ligin kader haftası ve hoca da bunun bilincinde ve bana göre defansif anlayışı bir kenara bırakıp sahaya kazanmak için çıkacaktır. Bir Fenerbahçeli olarak dileğim sene başından beri çok az izlediğimiz son Galatasaray maçının ilk 25 dakikasını tüm maça yaymış bir Fenerbahçe görmek ve deplasmanda GS karşısından zaferle dönmek, bir futbol sever olarak da dileğim hafta sonu oynanacak diğer Barcelona-Real Madrid ve Arsenal-Chelsea derbileri kalitesinde ve mücadelesinde bir maç izlemek gerçi son dilediğim imkansıza yakın bir şey o yüzden ben sadece Fenerbahçe'nin kazanmasını diliyorum.
18 Nis 2012
Kalecilik üzerine
Belki Türkçe'ye çevrilişlerinin benzerliğidir fakat kale denilen kavram, en az satrançtaki değeri kadar futbolda da değerlidir. Eğer ikisi de takım oyunu ve uyumunu içermek ile başarılı olabiliyorsa, yeri geliyor şaha kol kanat gerebilecek tek hareketi kale yapabiliyorsa, bu benzetmeyi yapmak mümkündür. Bir tanesi yatay veya dikey hareket etmekle, diğerinin koruyucusu ise ellerini yalnızca ceza sahasında kullanabilmekle sınırlandırılmıştır. Fakat futboldakinin farkı, kalenin ve koruyucusunun tek oluşlarıdır.
Bu tek oluş meselesini genellikle "kaledeki yalnızlık" olarak tarif etmek popülerdir. Bizim blogda Sinan kardeşimizin tanıtmış olduğu üzere bu yalnızlık hakkında film dahi çekildiğini öğrendik. Kabul edilmeyecek bir değerlendirme değil elbette, kaleci bana göre de o sahanın en yalnızıdır, eldivenlerini saymazsak...Futbolcu kategorisinde görülmez, genellikle en çok eleştirilmeye müsait olan da odur. Zaten baştan dezavantajı vardır, 1 kişilik pozisyona en az 3 tane talip arasından devşirilir. Yeterince sabırlıysa ve/veya yeterince yetenekli görülmediyse 10 sene oturur yedek kulübesinde, çıtı çıkmaz. Ola ki formayı kaptı, günü gelir bir gecede silinir, kimse sorgulamaz.
Benim için kalecilik, bu şartlar altında zor gözükse de, çocukluğumdan beri futbol sevgimin başat aktörü olmuştur diyebilirim. Sonuçta profesyonel anlamda o strese tabi olmayacağım başından belliydi. O yüzden daha kolay oldu kaleciliği sevmem demek ki. İlk hatırladığım sahne ilkokulda Ahmet isimli komşum ve aynı zamanda sınıf arkadaşımın yaşıtlarına göre yapılı, kalede de yetenekli olduğunu fark etmemdir. Kaleciliği onun sayesinde sevdim dolayısıyla. Beni mahallemizdeki parkın çimlerinde eğitmeye vakit harcamıştır, sağolsun. Sonra kendisi kaleyse sınırlı kalmayı tercih etmedi, farklı mevkilere geçti, o ayrı. Aynı zamanlarda bir gazetenin verdiği ve üzerinde David Seaman'ın fotoğrafının olduğu "Kaleciler" kitapçığını edinmiştim, onu kaç kez okumuşumdur bir ben bilirim. Kardeşim daha dokuz yaşında Junior Messi tavırlarında otuz yaşında adamların belini bükerdi, bense o sıralar o abiler şans verir de kaleye bir ara beni alırlar umuduyla kale yapmak üzere tuğla aramaya giderdim koşarak.
Ortaokula geçince, sınıftan birkaç arkadaşımın oynadığı bir amatör takıma kardeşim ve mahalleden en yakın arkadaşlarımla yazıldım. Bir tek benim mevkim belli değildi. Başarı hikayeleri gibi, bir sabah antremana kaleci gelmeyince hoca beni denedi. Üç kaleciye sahip olduğumuzdan olsa gerek, üçüncü kaleciliğe böylelikle terfi ettim. Fakat benimki, o hikayeler gibi devam etmedi tahmin ettiğiniz üzere, Liselere Giriş Sınavı daha önemli görüldü demek ki birileri tarafından. Wakabayashi'nin babasına pek benzemiyordu benimki. Ben de kaleciliğe küstüm, lise hazırlıktaki sınıf takımımızda bile üçüncü kalecilik reva görülünce bir daha barışacağımı hiç sanmıyordum. En azından futbol icra ederken, ama kesinlikle izlerken değil. (Kendi hikayemi bu kadar uzatmış olmamdan dolayı affınıza sığınıyorum, zannediyorum duygusallaştım zihnime o günlere ilişkin birkaç görüntü düştüğünde.)
Mahalle arasında birinin kaleciliğe uygun görünmesi için yeteneksizliği veya yalnızca uzun boylu olması kritik iken, profesyonelleştikçe gördüğü baskı böyle naif kalmıyor. Bunu yaşayamadım, dışarıdan öğrendim, gözlemledim. Beşiktaş'ın unutulmaz 2-0'lık Chelsea galibiyetinde herkes gollerin ikisini de atan Sergen'i konuşurken, kaleci Oscar Cordoba'nın asistini veya degajlara nasıl vurduğunu önemseyen birkaç kişiden biriydim herhalde. Günü geldi, Cordoba'nın ender hatırladığım hatalı degajlarından biriyle şampiyonluğu kaçırdığımız ve kendisinin hainliği ilan edildi. İçimiz ikincisine yandı. Bu sene bütün takım tıkır tıkır oynuyormuşçasına Cenk Gönen neredeyse her yediği golde suçlandı, içimiz yine yandı. Zamanında Mattias Asper'e şans tanınmadı, üzüldük. Bir ara Fevzi'nin ayağı kaydı, biz de kovulmuş sayıldık.
Böyle karmakarışık yazı anlatabilmiş midir bilemem, Rüştü Reçber'in dövülmesini de bir kenara yazarak, büyük maçlarda oynamama isteksizliğine ve genelde "maç öncesi ısınırken sakatlanmasına" neden pek kızamadığımızı yıllar içerisinde anladık. IFFHS verilerine göre 2001-2011 yılları arasında dünyanın en iyi kalecilerinde, Türkiye'den yalnızca Rüştü'nün yer alması (23.sırada) başkalarına göre değerli midir, bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, ola ki bu Süper Final'de şampiyonluk son maçlara kalırsa, Fenerbahçe-Beşiktaş maçında Rüştü ya oynamaz, ya da yediği goller sonrası Fenerbahçeli ve hain olarak emekli olur futboldan. Yalnız kaleci, satrançta şahı savunmak üzere tek kalan kale kadar stratejik davranmak zorundadır artık.
Zoraki Muhalif: Antalyaspor
Oradaydım: Panathinakos-Olympiakos
Erasmus sebebiyle Atina'da bulunmamın futbol açısından en hayırlı sonucu, çok merak ettiğim Panathinaikos-Olympiakos maçını staddan canlı gözlerle izlemek olacaktı. Maçın oynanacağı tarihi maç günü hatırlasam da stada koşturup rahatça bilet bulabilmem Türkiye'deki duruma göre beni oldukça şaşırttı; fakat özellikle yaşanan ekonomik kriz ve Panathinaikos'un kötü durumu, derbi de olsa maça ilginin çok yüksek olmadığının göstergesiydi (stadın 66 bin kişilik olması ve taraftarların eski 16 bin kişilik stadlarını daha çok benimsemiş olmaları bir diğer etken).
Maça 2 saat kala gittiğim olimpiyat stadında karşılaştığım manzara korkunçtu. Daha maç başlamamasına ve maçta Olympiakos seyircisinin yer almayacak olmasına rağmen bir çok Panathinaikos taraftarı maç öncesinden polisle çatışmaya başlamıştı bile. Birazcık biber gazı yemiş ve atılan bir kaç meşaleden ufak farklarla kurtulmuş halde bulunduğum tribüne(aile tribünü olarak adlandırılan bölüme) girdim. Vardığım ilk düşünce; büyük stad her zaman daha iyi stad demek değildir; eski 16 bin kişilik, sahanın içindeymişçesine tribüne sahip olan Panathinaikos'un sahasında maça çıkmak tüm dünya üzerindeki takımlarda bir gerginlik yaratacak atmosferi içinde barındırsa da şimdiki 66 bin kişilik klasik sahadan uzak olimpiyat stadı rakip takım futbolcularda olimpiyat oyunları misali amatör ruhta bir seyirci karşısında oynama etkisi yaratıyor. Bu noktada değinmek istediğim, beni etkileyen asıl noktaya gelmek istiyorum; Panathinaikos'un dünyaca meşhur taraftar grubu 'Gate 13'. Karşı kale arkasının alt tribününde müthiş bir atmosfer oluşturan, yaptıkları tribün şovları ve tezahüratları ile Panathinaikos'un bu maçta en büyük kozu kesinlikle Gate 13 idi ve onlar maç boyunca bu görevlerini eksiksiz yerine getirdiler, biraz sonra değineceğim olay da dahil olmak üzere.
İki takım da sahaya çıkıp mücadele başladığında dünya derbisi izlemenin verdiği heyecanla unuttuğum bir gerçeği hatırlamış oldum; sıkıcı ve gerçekten kalitesiz Yunan ligi futbolu. Maç, nerdeyse tamamen orta sahada karşılıklı top kayıpları ile oynandı ve atak bile sayılmayacak fakat bu maç için en heyecan verici pozisyon sonucu Olympiakos golü buldu ve maç bu şekilde 1-0 bitti. O sırada maçtan çok Gate 13'ün şovlarını veya meydana gelen olayları izlemek gerçekten daha heyecan vericiydi. Ekonomik krizden sonra kadrosunu iyice daraltan ve sıradan takım haline bürünen Panathinaikos karşısında bariz kalite üstünlüğü bulunan Olympiakos o gün sahaya aradaki 4 puanı korumak için çıktı fakat maç sonunda daha fazlasını, şampiyonluğu alarak staddan ayrıldı. Maç için bizleri ilgilendiren bir diğer önemli nokta da sahada tanıdık bir simanın olmasıydı; devre arasında Galatasaray'dan Olympiakos'a kiralanan Kazım Kazım maça ilk 11'de çıktı ve oyundan çıktığı 60'lı dakikalara kadar kendisinden görmeye alıştığımız klasik, kafası(sarı saçlı) futbolda olmayan, dağınık bir görüntü çizdi.
Sahada oynanan futbol ancak bunları yazabilecek kadardı, fakat maçın daha sonra gündemden düşmemesinin, haberlere konu olmasının nedeni devre arasında ve maçın 80. dakikasında çıkan olaylar ve sonucunda maçın tatil olmasıydı. Stada girerken çıkan olaylarda yaşadığım, Olympiakos seyircisi yokken neden bu kadar çok olay çıkıyor sorusunun yanıtını da bu olaylar sırasında görmüş oldum. Aslında dünya genelinde yaşanan olaylara bakan insanlar, olayın 1 puan önde olmasına rağmen art arda alınan PAOK VE AEK yenilgileri ile zirvenin 4 puan gerisine düşmenin verdiği kızgınlık olarak görüyorlar. Bu yaklaşım futbol mantığı ile bakılırsa muhtemel bir yaklaşım fakat stadyumda ve o insanların arasında olan birisi olarak bu olayların futbol ile hiçbir alakası olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer bahsi geçen olaylar Panathinaikos'un aldığı kötü futbola bağlı olsaydı, çıkan olaylardan ya da verilen tepkilerden bir nebze de olsa Panathinaikoslu futbolcular da etkilenirdi fakat taraftar tüm maç boyunca sevgi gösterisinden başka bir tepki göstermedi oyunculara, şayet böyle olsa durum 0-0 iken ve devre arasında oyuncular soyunma odasındayken olaylar neden başladı ki?
Buraya geldim geleli ilk kez şahit olduğum bir nedendi olay; polise karşı olan nefret! 2008 yılında polis tarafından öldürülen 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos'tan sonra başlayan halk-polis nefreti özellikle ekonomik kriz döneminde yaşanan ayaklanmalar ve gösterilerle etkisini giderek arttırıyor ve nerdeyse tüm halk polislerden nefret ediyor. Tüm halk kısmını rahatlıkla söylüyorum çünkü bu olayları izleyen veya yazıyı okuyan futbol severler olayları başlatanların holigan Gate 13 taraftar grubu olduğunu düşünebilir fakat olayları başlatan ve polisle çatışan insanlar bizdeki kapalı tribün bölgesinde oturan ve verdikleri bilete 40 Euro(en pahalı) ödeyen insanlardı. Sorunun nedeni polislerdi diyorum; çünkü ilk yarı boyunca saha kenarında özel güvenlik güçleri bulunmaktaydı ve devre arasında durumu kontrol etmek isteyen polisler saha kenarında göründükleri anda tüm stadyum maç boyunca yapmadığı atmosferde baskı ve küfüre başladılar ve sonunda kapalı tribünden bir grup polislerin bulunduğu bölgeye molotof kokteyli attı. Ve işte kıyametin ilk perdesi de bu zaman açıldı, bütün polisler bir anda o tribüne doğru yönelmeye ve insanları tartaklamaya başladılar; o sırada bulunduğum tribünden bir adam vücut dili ve yaptıkları hareketlerle onları bırakın buraya gelin gibisinden şeyler diyor ve bolca da küfür ediyordu, tüm tribünlerin özeti buydu aslında. Yaşanan bu büyük olaylar sırasında sadece sözlü protestoda bulunan ve maçın iptal edilmesi ya da hükmen mağlup olunmaması için büyük çaba gösteren Gate 13 taraftar grubunun takıma olan sadakatleri en çok yaşanan bu olaylarda ortaya çıkmıştı.
Yaklaşık 50 dakika gecikmeden sonra başlayan ikinci yarı ile itibaren polis tüm taraftarlarla sahanın arasında iki katlı duvar örerek adeta gözdağı vermek istedi fakat beslenen nefret o kadar büyüktü ki karşılaşmanın 81. dakikasında sahaya tekrar ses bombaları ve molotof kokteylleri atılmaya başladı. Zaten oynanan sıkıcı futbol ile bunalmış olan ben ve arkadaşlarım yaşanan olayların bizim tribüne de sıçrayabileceğini ve maçın bittiğinin belli olduğunu anladıktan sonra stadyumdan hızlı adımlarla ayrıldık. Benim için izlemiş olduğum ilk dünya derbisi futboldan çok olaylarla anılan bir deneyim oldu ve halkın polise, sisteme karşı olan tepkisini ilk kez bu kadar açık bir şekilde anlamama yardım etti. Bir futbolsever olarak tekrar futbol konuşmak gerekirse; maç sonu acil toplanan federasyonun kararıyla 3-0 hükmen mağlup ve 2 puanı silinme cezası alan Panathinaikos, şampiyonluğu matematiksel olarak aynı şehrin (Olympiacoslular kendilerini atinalı değil Pire'li olarak belirtirler ve aksi durumdan büyük bir kızgınlık duyarlar) diğer büyük takımı Olympiacos'a kaptırdı ve bu sonuçla Pire temsilcisi son 16 yılda 14. şampiyonluklarını ilan etmiş oldu. Son yıllarda farkın bu kadar açılmış olmasının bir getirisi olarak gün geçtikçe taraftar ve genç nüfusun ilgisini kaybeden Panathinaikoslu taraftarların genel tepkisi ise bizim ülkemizi aratmayacak cinsten : 'Bizim de başkanımız mafya olsa o kadar şampiyonluğu biz de elde ederdik.'
Not: Videoda iki takımın sahaya çıktığı andaki görüntülerini, her maç çalan eğlenceli Panathinaikos müziğini, meşale şovu yapan Gate 13 tribünlerini izleyebilirsiniz. İzlenen videodan sonraki görüntüleri takip ederseniz de 81. dakikada başlayan olaylarıda görebilirsiniz, futbol ne olursa olsun güzel bir oyun olduğu için bu maçın en güzel anlarını koymayı seçtim ben sadece.
17 Nis 2012
Pozisyon kırmızı...Allah belanı versin!
16 Nis 2012
Bahanemiz vardı...
Şimdi eğri oturup doğru konuşmalı. Bir Beşiktaşlı olarak yürekten galibiyet istesem de bunun bu seneki formda Galatasaray'a karşı, ne yazık ki, olabileceğine pek de ihtimal veremedim.
Olsun yine de inanıyordum; hani İnönü'de o muhteşem taraftarımız önünde herşey bambaşka olabilirdi. Kadroları daha önce, yağmur muhalefeti sebebiyle iptal olan maç öncesi öğrenmiştik. O zaman da anlayamamıştık ilk 11 çıkan Holosko'yu, maç esnasında da anlayamadık. Holosko bir kez daha gösterdi ki bu takım bu tarz oyunculara kalmamalı. Tabi ki yerine giren Simao'nun da ondan pek bir farkı olduğunu ve olabileceğini düşünmüyorum.
Maç başladı, Galatasaray sahaya çok iyi yayılıyordu. İyi oynuyor gibi görünsek de etkili olmamız biraz geç oldu. İlk yarı bitmeden 3 net pozisyon bulup cömertçe harcayarak maçın durmunu az çok ortaya çıkarmaya başladık aslında. Galatasaray da ilk yarı bitmeden golünü atarak bu ikramımızı geri çevirmedi, çeviremezdi de... Gol pozisyonundaki ofsayta ise yazının sonunda değinmek istiyorum.
İkinci yarı yine çabaladık uğraştık ama olmadı, Galatasaray ikinci golü atıp rahatladı ve aslında o dakikada bitirmişti maçı.
Şimdi gelelim asıl mevzuya, bana göre asıl mevzuya desem daha doğru olacak;
1)Hüseyin Göçek,
2)Beşiktaş taraftarı.
Sevgili Hüseyin Göçek hakem olarak iyi niyetli olabilir ama ben Quaresma'ya kırmızı kart göstermeyen, ofsaytı çalmayan, Eboue'ye ve Engin'e maç sonuna kadar kart göstermeyen (itirazlarından ve sürekli konuşmalarından dolayı), taca çıkmayan topu taç olarak veren, maça hiçbir şekilde hakim olamayan birine nasıl güveneyim? Yani yine bir önceki GS-BJK maçında çok kötü yönetim gösteren bir hakem nasıl olur da aynı maça ikinci kez verilir? Bu kadar futbolcunun, bu kadar teknik adamın ve çalışanın emeğini o kadar taraftarın çilesini hiçe sayan, gasp eden bir hakemin vicdanı var mıdır merak ediyorum? Sorum aptalca oldu fark ediyorum. Emek hırsızlığına her zaman herkes için hep karşı olduk ve olacağız. Ama zor geliyor yahu haksızlığa katlanmak, çünkü bahanemiz vardı bizim...
Son olarak bahsetmek istediğim, cefakar Beşiktaş taraftarıdır. Şimdi insanlar içten içe düşünüyor ve söylüyor böyle taraftar mı olur diye. Ama inanın sabrımız taştı artık, sanıyor musunuz ki orada bağıran kendini yırtan, sahaya inmeye çalışan taraftarlar bunu sadece bir yenilgi uğruna yapıyor?? İnanın bana alakası bile yok! O çırpınışlar başta Hüseyin Göçek ve yandaşlarına, bir türlü top oynamak istemeyen ve tahriğin her türlüsünü yapan bazı GS'li futbolculara, hiçbir şekilde futbolunu oynamayan Beşiktaşlı sevgili yıldızlarımıza ve sürekli özlenen şampiyonluğun yine "kursağımızda kalması"na olan tepkimizdendir. Bunlar içimden geldi yazdım, hatam olduysa affola ama son sözü yine cefakar taraftarıma bırakıyorum;
Bahanemiz Vardı BEŞİKTAŞLIYDIK !
Her bebeğe doğumdan sonra rengarenk giysiler giydirirlerdi... Bize ise Siyah-Beyaz..
Ama bahanemiz vardı.. BEŞİKTAŞLIYDIK.
Annemiz , Babamız ilk onların adını söylememizi beklerken.. Biz Siyahhh diye haykırdık.
Ama bahanemiz vardı... BEŞİKTAŞLIYDIK.
Okuldaki resimlerimiz hep renksiz olmuştu.. Öğretmenlerimiz bize kızmıştı…
Ama bahanemiz vardı… BEŞİKTAŞLIYDIK..
Defterin kenarına köşesinde BEŞİKTAŞ yazardı… Azar işitirdik..
Ama bahanemiz vardı.. BEŞİKTAŞLIYDIK..
Üniforma üzerine forma giymek yasaktı.. Aşk işte ne yaparsın.. Biz giyerdik formamızı..
Ama bahanemiz vardı.. BEŞİKTAŞLIYDIK..
Devamsızlığımız çoktu.. Belki maça gitmiştik.. belki bir taraftar toplantısına..
Şehirimiz neresi olursa olsun ..
Bahanemiz vardı BEŞİKTAŞLIYDIK !
Maçtan bir sonraki gün.. Arkadaşlarımızla konuşamıyor , tahtaya kalkamıyorduk.. Sesimiz kısılmıştı…
Ama bahanemiz vardı BEŞİKTAŞLIYDIK !
Sevgilimizle buluşmamızı iptal etmiştik..Belkide bu ayrılma sebebi olmuştu bizim için
Dedik ya bir kere biz BEŞİKTAŞLIYDIK !
Hastaneye düşmüştük belki hastaydık.. Bağırmak yasaktı hastanede ama ziyaretimize gelen arkadaşlarımız tezahuratlarla gelmişti hastaneye.. Affedin bizi..
Ama bahanemiz vardı BEŞİKTAŞLIYDIK !
Paramız yoktu belki.. Ama bir taraftar grubundaydık.. Bizi bekliyordu Beşiktaş orada..
Olsun varsın paramızı feda ettik… Bekli de bir gün yemek yemedik.. Açtık..
Ama bahanemiz vardı BEŞİKTAŞLIYDIK !
Ölmüştük söz verdiğimiz gibi Beşiktaş uğruna.. Belki mezarlıkta bağırmak günahtı,ayıptı.. Ama kardeşlerimiz tezahuratlarla gömmüştü bizi kara toprağa..
Affet bizi imam amca.. Bahanemiz var..
BİZ BEŞİKTAŞLIYIZ …..
DOĞARKEN DE..
YAŞARKEN DE..
ÖLÜRKEN DE...
BİZ BEŞİKTAŞLIYDIK..
BİZ BEŞİKTAŞLIYIZ !!!!
Where Playoff Happens- Volume 1
15 Nis 2012
Transferin bir numaralı yıldızı: Burak Yılmaz
14 Nis 2012
Mikail de mi Şike Davası'na 'müdahil' oluyor ?
13 Nis 2012
Bir Profesyonelin Amatör Şampiyonluğu: Ayancık Spor
Ayancık Spor soyunma odasında şampiyonluk sevinci