28 Ara 2011

Kuzey Kore'nin kısa adamları-1966


Kısa süre önce Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti lideri Kim Jong-il'in ölümü ile beraber, KDHC dünya medyasının gündemine bir kez daha giriverdi. Genellikle nükleer silah denemeleri iddialarıyla ve dünyaya karşı nasıl bir tehdit oldukları bilgisiyle sunulan ülke, şimdi yüz binler olmuş oluk oluk gözyaşı ile liderlerini kaybetmenin üzüntüsü ile ekranlara geliyordu. Elbette bu görüntüler, dünya izleyicisine medya tarafından şaşılacak ve dalga geçilecek bir formatta aktarılıyor; çok değil birkaç ay önce medyamızın Recep Tayyip Erdoğan'ın annesinin ölümüne adeta "Türkiye kan ağlıyor" minvalinde gösterdiği ilginç hürmet, bu topraklarda unutulmuşa benziyordu.
KDHC ve politik eleştirisi, bu blogun kapsamı dışında bir yerde kalıyor. Komünizm ile mi yönetilmektedir, babadan oğula hanedanlık tarzında bir liderlik anlayışı ne anlama gelmektedir ve bunun sebepleri nelerdir vs. bunları burada tartışmayacağım. Zaten tahayyül edilenin çarpıtılması ile ilgili sorun Kore'nin kuzeyine özgü değildir; başka sorunlar yokmuş gibi, bunu ısıta ısıta sunup, dünyanın başka yerlerinde demokrasinin sorunsuz işliyor olduğu kesinlikle iddia edilemez. Bu yazıda böylesi tartışmalardan sıyrılıp, KDHC'nin İngiltere'de düzenlenen 1966 Dünya Kupası'nda neler yaptığından biraz bahsetmek istiyorum.
Kore Savaşı'nın yerle bir ettiği ülkeyi düşünün, gerçi benim aklıma Kore Gazisi olmasıyla övünen Türkiyeli dedeler geliyor, savaştan çıkmış, yaralarını sarmayı hızlıca başarmıştı. Daha sonra futbol takımına da takılacak olan "Chollima"(Kore mitolojisinde bir kanatlı at imiş) ruhu, yıldırım hızında ülkeyi baştan başa yeniden inşa etmeye simge olmuş; Kuzey Korelilerin amentüsü haline gelerek sporun, sanatın da hızlı bir biçimde etkilerini gösterdiği bir dönem açılmıştı.
İşte böyle özetlenebilecek bir dönemin sonunda, 1966 Dünya Kupaları'na giden yolda, Afrika'dan ve Asya'dan bir ülkenin turnuvaya katılma ihtimali düşünülürken, kendisini bu iki kıtanın temsilcisi olabilme isteğine bürümüş Kuzey Kore, Avustralya ile şimdinin deyimiyle "play-off" mücadelesi vererek turnuva bileti almak isteyecekti. Tarafsız bir ülkede, Kamboçya'da iki maç üzerinden verilen mücadelede Avustralyalı futbolcuların 20'li farklarla yendikleri iki hazırlık maçının etkisiyle üzerilerine çöken rehavet kendilerine pahalıya patlıyor, "chollima"nın ilhamı altında Kuzey Kore toplamda 9-2'lik skor ile İngiltere'ye gitme heyecanını gerçeğe dönüştürmenin imkanını elde ediyordu.
2010'da Güney Afrika'da düzenlenen Dünya Kupası'nda vuvuzeladan arta kalan merakı dünya seyircisine Kuzey Kore'nin sağlaması gibi 1966'da da kapalı kutu deyiminin belki de her unsuruyla vücuda gelmiş hali olan bir ülkenin, elenip evine cholliması ile gidecek olması düşünülüyordu. Gelgelelim yine de, Middlesbrough'ta bir petro kimya fabrikasının bahçesinde turnuva hazırlıklarını geçiren Kuzey Koreli futbolcular halkın ilgisini çekiyor, sirke yeni bir numara gelmişçesine çoluk çocuk, torun torba onları izlemeye gelenler ile idman alanı kalabalık bir hal alıyordu.
Halkın bu yoğun ilgisi ile beraber, Kuzey Kore'nin turnuvaya kabul edilmemesi, İngiltere'nin ülkeyi tanıyormuşçasına davranmak istememesi dolayısıyla tartışılıyor; fakat İngiltere "futbolseverini kırmamak", FIFA'yı ürkütmemek için çeşitli kısıtlamaları turnuvaya ekleyerek Kuzey Kore'yi misafir etmek zorunda kalıyordu. Kısıtlamalar arasında, ülke marşlarının her maçta çalınmayacağı açıklanıyordu (Yalnızca açılış maçında ve kapanış maçında çalınacak, zaten K.Kore bu ikisine de dahil olmaz mantığıyla). Bir diğer tutum, bayrakların stadyumlara alınmaması ile ilgili düzenlemeleri içerse de, bu kabul görmüyor. K.Kore'nin çekilen kurada Sovyetler Birliği, İtalya ve Şili ile aynı gruba çıkması sırasında Koreli futbolcular kendi marşlarını kendileri besteliyor; liderlerinin "Çocuklar Avrupa ve Güney Amerika takımları çok güçlü gözüküyor, fakat sizden bir veya iki maç yenmenizi istiyorum" sözlerini akıllarından çıkarmıyorlardı. Marşın sözleri, dünyanın herhangi bir ülkesinde herhangi bir lig düzeyinde oynayan herhangi bir takımı için bestelense şaşılmayacak motifleri taşıyordu:
"Omuzlarımızda ülkemizin gururunu taşıyan / Şanlı Chollima futbol takımıyız/ En güçlü takım dahil herkesi yenebiliriz / Göstereceğiz diğerlerine kim olduğumuzu / Bu doğru / Savaş ve kazan / Ulusal bayrağımız gökyüzünde kutlamalarla dalgalansın!"
İlk maçta tanıdık bir ülkeyle, Sovyetler Birliği ile karşılaşılıyor; iki komünist ülke arasında oynanacak bir maçın nasıl geçebileceği tahminlerini yanıltan bir maç taraftarları bekliyordu. Kısa ve hızlı adamlara karşı uzun boylu ve fizikli Sovyetler Birliği, maçta bu üstünlüğünü onlarca pozisyonda yaptığı fauller ile taçlandırıyor; zaman zaman iki takımın futbolcuları birbirine giriyor ve mücadele sonunda ne olup bittiğini anlamayan Kuzey Kore sahadan 3-0'lık mağlubiyetle ayrılıyordu. Fakat Ayresome Park tribünleri bu maçta kısa adamları belki de Sovyetler Birliği'ne politik olarak duyulan nefretin katkısıyla daha sempatik ve desteklenilesi buluyordu.
İkinci maçta adeta evinde oynarcasına yoğun taraftar desteğiyle Şili'nin karşısına çıkıyor; belki de böyle büyük turnuvalarda iyi dereceler elde eden veya göze hoş gelen takımların ilk maçlarında yenilmesi alışkanlığının başlatıcısı konumuna yükseliyorlardı. Penaltıdan olmak üzere Şili'nin 26. dakikada öne geçmesine rağmen, K.Kore'yi destekleyen ateşli İngiliz tribünleri maçın bitimine beş dakika kalana kadar Kore'nin turnuvadan elenmemesini en azından bir maç fazladan sağlayacak golü atmasını istiyordu. Takımın yıldızı, Pak Sun Jin maçın son dakikalarında ceza sahasına girer girmez harika bir şutla takımının turnuvadaki ilk golünü atarak bu isteğe cevap veriyor; Kuzey Kore İngiltere manşetlerini Fotomaç gazetesi edasında "Jın's Tonic for Happy Korea" haberiyle süslüyordu.
Sıra son maça, tarihlerinde iki Dünya Kupası olan ve İngiltere'ye o her zamanki snobluğunda ve şıklığında inen İtalya'ya geliyordu. Üst üste ataklar ile maçın başından itibaren rakibi zorlayan İtalya, kısa boylu ama çevik kaleci Ri Chang Myong'u geçmeyi bir türlü başaramıyordu. Haliyle morali git gide bozulan İtalya karşısında Kuzey Kore'den bir mucize daha bekleniyor; Kore'nin cılız ve isabetsiz şutları bunun gerçekleşmeyeceği düşüncesini uyandırmaya başlıyordu. Ama sakatlık denilen illet, tabiri caizse Pak Sun Jin'in ayağına dalan İtalya kaptanını 34. dakikada vuruyor, İtalya'nın oyuncu değiştirme hakkı dolu olduğundan takım maçı 10 kişi tamamlamak zorunda kalıyordu. Kuzey Kore, sakatlıktan yedi dakika sonra İtalya'yı Pak Do İk'in güzel vuruşuyla ve Ri Chang'in harika kurtarışlarıyla 1-0 yenmeyi başarıyordu. İtalya, isminde Kore olan iki ülkeden bir diğerine, 2002 Dünya Kupası'nda yenilmesinden 36 yıl önce ilk yenilgisini Kuzey tarafı vasıtasıyla tadıyordu. Türkiye'de lügata giren "içimizdeki İrlandalılar" sözü gibi, artık İtalya'da her facia "bir diğer Kore" olarak anılacaktı.
Artık, Çeyrek Final için bir diğer işçi sınıfı şehrine, Beatles'in Liverpool'una seyahat edilmişti. İtalyanlar için ayrılan, tek kişilik odalara sahip Katolik Kilisesi Misafirevi, yatakhanelere alışmış ateist Kuzey Korelilere tahsis ediliyordu. Çeyrek Final'de, gruplardaki üç maçını da kazanmış; Brezilya'yı turnuva dışına itmiş Eusebio'lu Portekiz ile oynayacaklardı. Maç Eusebio'nun istavrozuyla başlıyor, 1 dakika içerisinde Pak Sun Jin'in golü geliyordu. Kore'nin ikinci golünden sonra İngiliz taraftarlar "Yavaş, yavaş!" diye bağırmaya başlamışlardı. Derken üçüncü gol, stadyumda mahşeri bir hava yaratıyor; beklenmeyen bir sonucun kesin habercisi gibi gözüken gol bir mucizeyi daha müjdeliyordu. Fakat işler öyle devam etmedi; Mozambik doğumlu Eusebio, Portekiz'in hanesine 4 gol yazdırıyor, bitirişi bir başka Portekizli kafa golüyle yapıyordu. Kuzey Kore, şimdilerin Barcelona gibi en iyi hücum yapan takımlarının bile son dakikalarda skoru koruma isteğini vb. taşımamasının cezasını, göze hoş gelerek oynamaya devam etmesine rağmen çekiyordu. Yıkılan Kuzey Korelilere İngiliz taraftarlar, "kaldırın başınızı, hak ettiniz" dercesine tezahüratlara devam ediyordu.
Kuzey Kore için bir Dünya Kupası, biraz ayrıntılı anlatmak pahasına böyle sonlanıyordu. Pak Sun Jin'in bu macerayı anlatan BBC belgeselinde turnuvanın ne anlama geldiğini anlatmak için sarf ettiği sözler şöyleydi: "Biz futbolun yalnızca galibiyet olmadığını, diplomatik ilişkiler kurmak ve barışı getirebilmek için kullanılabileceğini gördük." Şimdi bütün bu uzun, kronolojik, dar kaynaklardan elde edilip sizi sıkma ihtimali olan yazının yalnızca goller ve dakikalarından oluşup oluşmadığına; futbolun politika, değerler, sömürgecilik, propaganda ve inanç ile ilişkisinin olup olmadığına siz karar verin. Belki iki önerme de olumludur.

*Kuzey Kore'nin lideri için dökülen gözyaşlarının bir benzerini, çekilen videodan yaklaşık 8 yıl sonra ölen eski lider adına şuradan görebilirsiniz (08:23 ve sonrası):


**2002 yapımı The Game of Their Lives belgeseli bu yazıda yararlanılan esas kaynaktır. Özgen Uludağ kardeşime sevgilerimle.

Hiç yorum yok: