Futbolsever değilim ben, futbolun kendisiyim. Matematik bilmiyordum ben, oturdum çalıştım dört ayda matematik öğrenip üniversite sınavını kazandım. Ama kırk yıl çalışsam Gökhan Gönül gibi kademeye giremem. Tipsizin tekiydim saçlarımı kestirip lens taktım, ama hiçbir zaman İbrahim Üzülmez'in yarısı kadar bile karizmatik olamam. Ailemi mutlu ettim, okudum azimle bir yerlere gelmeye çalıştım; ama hiçbir zaman gol atıp golden sonra VIP tribününe bakarak el öpme işareti yapamam.
Efsaneye göre Antik Yunan'da tanrılar Olimpos'un üzerine çıkıp gladyatör dövüşlerini izler, kendi aralarında da yorum yaparmış. Bu yönüyle futbolun insanı tanrı seviyesine çıkardığı söylenir. O tanrılar gladyatör olmak ister miydi bilmiyorum ama ben it gibi futbolcu olmak istedim. İşte o yüzden bizim sahip olamadıklarımıza, asla sahip olamayacaklarımıza sahip olan futbolcular adam gibi oynayacak. Ben Trabzonspor forması giyseydim, ben bu formayı giydiğim için birileri giyemiyor diye düşünürdüm. Ve buna üzülürdüm. Formama bakardım, tribüne bakardım ve üzülürdüm.
Maçtan sonra tribüne fırlattığınız formayı düşünün. Hayat boyu karınca incitmemiş adamlar bile iki kişiyi altına alıp hücum ediyor o formayı yakalamak için. Ve yakaladığında da gözü gibi bakıyor ona. Siz de gözünüz gibi bakın. O formalar sizin değil, onu asla giyemeyecek olan binlerce yüreğindir.
İşte bu yüzden Trabzonspor formasını üzerine geçiren her oyuncu hata yaptığında yuhalarım bağırırım, küfür de ederim. Çünkü Henrique bu takımın ismini bilmiyorken ben defterime kadrosunu yazıyordum. Üzerindeki armada benim gönlüm, sırtındaki formada benim ruhum var.
2001-2002 sezonu öncesi üst üste üç kez şampiyon olan Manchester United, 2001-2002 sezonunda şampiyonluğu Arsenal'a kaptırmıştı. Bu da Manchester United için 2002-2003 sezonunun unvan mücadelesi şeklinde geçeceğinin bir göstergesiydi. Kadrosundan Dwight Yorke'u kaybeden United, Rio Ferdinand ve İspanyol kaleci Ricardo transferleriyle sezonu açtı. Halihazırda güçlü bir kadroya sahip olan Kırmızı Şeytanlar için stoper ve yedek kaleci transferi yeterli oldu. Ruud Van Nistelrooy, Juan Sebastian Veron, David Beckham, Diego Forlan, Ryan Giggs, Paul Scholes, Ole Gunnar Solskjaer gibi isimlerden kurulu hücum hattına takviye gerekmiyordu. Dört kupada birden mücadele verecek olan United sezona çok kötü bir başlangıç yaptı. Hazırlık maçlarında sadece Ajax'a kaybetmiş olmasına rağmen lige iyi bir giriş yapamadı. İlk altı haftada sadece sekiz puan toplayıp kendine onuncu sırada yer bulabildi. Ancak Şampiyonlar Ligi'nde ilk gruptan çıkmayı garantileyen takımın lige odaklanması da zor olmadı. Noel dönemini de kötü geçirmesine rağmen, United 1 Ocak 2003'e üçüncü sırada girdi ve aynı gün Arsenal'in arkasında ikinci sıraya yerleşti. Şampiyonlar Ligi'nde de ikinci gruptan da erkenden lider olarak çıkma başarısını gösterdi. Sezon başında Şampiyonlar Ligi ön eleme turunda Macar temsilcisi Zalaegerszeg takımına deplasmanda 1-0 kaybettiği maç ve ilk grupta liderliği garantiledikten sonra deplasmanda Maccabi Haifa'ya 3-0 yenildiği maç(Türkiye spor kamuoyunun yakından tanıdığı senaryo) sezonun en kötü iki maçı olarak yerini çoktan almıştı. Yeni transferlerden kaleci Ricardo ise 3-0 kaybedilen Maccabi maçında kaleyi koruyan isimdi. Ligde şans bulduğu tek maçta önce penaltı yaptırıp sonra da penaltıyı kurtarmıştı. Zaten Ricardo'nun United macerası da bu anlardan ibaret oldu. Fabian Barthez ise rutin sezonlarından birini yaşamıştı. Roy Carroll ise takımının kalesini toplam 16 maçta korumuştu.Takımın bekleri Gary Neville, John O'Shea ve Mikael Silvestre içinse asist dolu bir sezon geçiyordu. Leeds'ten 30 milyon Avro'ya transfer edilen Rio Ferdinand ise o sezon takımının 46 maçta formasını giyme başarısını gösterdi. Laurent Blanc tecrübesiyle savunmayı toparlarken sezon başında sakatlıkla uğraşan Wes Brown da takımı adına savunmada iyi bir performans sergiledi. David Beckham, Ryan Giggs ikilisinin asist ve golleriyle sürüklediği kanatlar sezon boyu tıkır tıkır işlemişti. Paul Scholes'un üst düzey performanslarından birini sergilediği sezonda ligde 14 toplamda 20 gole ulaşması ilginç ayrıntılardandı. Juan Veron, Phil Neville, Roy Keane ve Nicky Butt'lı orta saha takımı ayakta tutmaya yetiyordu. Ole Gunnar Solksjaer, Diego Forlan ve Ruud Van Nistelrooy'dan oluşan hücum hattında Hollandalı sezonu Thierry Henry'nin bir gol önünde 25 golle kral olarak tamamladı. Nistelrooy'a "Flying Dutchman" lakabını kazandıran Fulham maçı da bu sezondaydı.
Ocak ayı sonrası kızışan şampiyonluk yarışında United Highbury'de rakibine boyun eğmedi ve 2-2 biten maçın ardından bir hafta önce kazandığı liderliğini korudu. Geriye kalan dört haftada bütün maçlarını kazanan Kırmızı Şeytanlar sezonu şampiyon olarak tamamladı. Goodison Park'ta oynanan Everton maçının ardından kupayı kaldıran United'lı futbolcuların ve Sir Alex Ferguson'un dilinde tek bir slogan vardı: "We've got our trophy back!" Şampiyonlar Ligi macerasında ise United çeyrek finalde Real Madrid'e boyun eğdi. İlk maçta Santiago Bernabeu'dan -Figo ve Raul işbirliği şeklinde geçen maçtan- 3-1'lik skorla mağlup ayrıldı. İkinci maçta ise United'ın hayallerini bir efsane, Ronaldo yıktı. Ronaldo'nun hat-trick yaptığı maçı United 4-3 kazandı. Futbol tarihinin efsanevi maçları arasında yer alan bu mücadelede Real kalesini kendi oyuncuları yakıyordu. Iker Casillas'ın çilesi kaleyi yeni yeni korumaya başladığı o dönemlerde başlamıştı. Sezonun ilginç ayrıntılarından birisi de Newcastle ile oynanan her iki maçın sekizer golle tamamlanması oldu. Old Trafford'da 5-3 kazanan Kırmızı Şeytanlar rövanşı da 6-2'lik skorla kazanmışlardı. League Cup ve FA Cup'ta başarısız sonuçlar alarak elenen United'ın elinde sadece Premier League şampiyonluğu vardı, fakat tekrardan kazanılan bu kupa her şeye bedeldi.
Metin Küçük, nam-ı diğer Pele Metin. Babasından ona miras kalmış Pele lakabı. Terme'den çıkmış en büyük futbolcu olarak gösterilir. 'Metin' der herkes, 'Metin kendini bitirdi' der. Lakabı Pele'dir ama lanse edilen Metin biraz George Best'e yakındır. Çok yetenekli olan, ama yeteneklerini harcayan bir Metin imajı çizilir. Metin Küçük otuz beş yaşında, 'Adress Cafe' adında bir internet cafe işletiyor. Evli ve bir kız çocuğu sahibi. Bundan üç dört sene önce bir halısaha maçında ayağı kırılmış, yanlış teşhis yanlış tedavi derken kırığı düzgün kaynamamış ve bu olaydan sonra detone olan bir tenor misali çimlere 'Pele' gibi basamamaya başlamış. Hala halısaha turnuvalarında kurulan veteran takımlarda ilk başa yazılır. Yaş ilerlemiş, kırık çıkık formdan düşürmüş ama hala halısahada top Metin Abi'nin ayağına geldiğinde herkes 'bir dakika' der. Topa öyle dokunur, oyunu öyle bir okur ki sahanın 5-10 metresinde adeta bir özerk bölge oluşturur, onundur orası. Gittim yanına 'Metin Abi futbol hayatınla ilgili bir röportaj yapalım' dedim, 'sağolasın ama futbol düşünmüyorum, konuşmuyorum kardeşim' dedi ve sustu. Sonra yaklaşık 45 dakika bir şeyler anlattı bana. Sonra yine sustu ve bir daha konuşturamadım. 'Yaz' dedi 'yazabildiğini yaz'.
...
-Oturanlardan soldan ikinci Metin Küçük
' Yolspor'da başladım futbola. Termespor'a gelişim 19 yaşıma denk gelir. Dört sene oynadım Termespor'da, sonra Sivasspor'a geçtim. Ben Termespor'da oynarken 3.Lig'deydi takım, benim gittiğim sene de düştü. Sonra da 'Metin gitti o yüzden takım düştü' denildi. Termespor'da oynarken birçok yerden teklif geldi. Hepsi sudan gerekçelerle, astronomik rakamlarla yokuşa sürüldü. Gitmek istedim, ama yollamak isteyen yoktu. 'Metin olsun' diyen yoktu. Terme'de bu işlerin içinde olan insanlar hep bu işte direkten dönmüş kişilerdir, direkten dönmüş adam senin 'gol' olmanı istemez, istemediler de. Sivasspor 2.ligdeydi. Bana talip olma durumları yoktu, ortada fol yoktu yumurta yoktu. Bonservisimi aldım, her şeyden vazgeçtim telefonumu satıp Sivas'a gittim denenmek için. Başardım takımda kaldım. Herkes 'Metin alemlerden alemlere akıyor' derken benim cebimde beş kuruş param yoktu. Kulübün bana vereceği paraya ailem taş koydu, yarın öbür gün üç kuruş para aldım bu sefer ailem el koydu. Tesislerde yatıp kalkıyordum. O 'alemci' dedikleri Metin takım arkadaşlarıyla beraber katıldığı kokteyllere bir çift eşofmanı ile gidiyordu. Futbol hayatım boyunca ne alkol ne de sigara kullandım. Ağzımda bir sigara görenler beni berduş yaptı, Avrupa'da ve Türkiye'de oyuncular arada sırada sigara içip yakalanmıyor mu? Tabii ki olur. Ama sen düştüğün zaman törpüleniyor bunlar. Futbol kahpe oyun. İyiysen her şey iyi, kötüysen her şey kötü. Sivasspor'da 11 oyuncu hocaya baş kaldırmış. Beni de bu listeye almışlar. 21 yaşında takımda 'papaz' muamelesi gördüm. Başkan 'süresiz kadrodışısın' dedi, ne diyeceksin? Birkaç kulübe gittim. Eskiden takım arkadaşım olan hocalar bana 'burada sana 2.lig havası yaşatmam' deyip idmanda huni toplatmaya kalktı. Ne diyeceksin? Kaybetmişsin sonuçta. Terme'ye geldim, benim tecrübemden yararlanacak benim her şeyimden faydalanacak hoca, ki eski takım arkadaşımdır, 'seni seneye düşünüyorum' dedi. Ordan burdan getirilen topçuya 1000 lira para verilirken dedim ki bana 500 lira verin şu gençlere dağıtayım. Vermediler. Çarşamba'dan getirilen topçu iki sene banko oynatılıp pişirilip başka takımlara yollanırken Terme'nin çocuklarına hep aptal muamelesi yapıldı. Bunlar yürüsün ama Termeli yürümesin. Kendine yönetici diyen adamlar birasını sigarasını içerken ben ve benim gibi her Termeli genç, yağmurda çamurda beş parasız hizmet etti Termespor'a. Takım düştü 'Metin düşürdü' oldu, Metin düştüğünde ise saygısızca sevgisizce davrandılar.
-Oturanlardan sağdan üçüncü Metin Küçük -Termespor 3.lig'de 2000 yılı Sürmenespor deplasmanı
Futbolu okuyan adamla, gören adam farklıdır. Ben gördüm. Oynamak istedim, hocalık yapmak istedim. Terme'ye hizmet etmek istedim. Ama fırsat vermediler. Düşmüşsün ya kaybetmişsin ya ne işleri olacak senle? Termespor'u geçtim beni halısahada top oynamaya bile davet etmediler.
Üç beş ay zaman geçirmek için açtım bu internet cafeyi. İnternetin 'i'sini bilgisayarın 'b'sini bilmezdim. Tutacağı varmış tuttu. Bu sefer 'Metin el atından gençlere sigara içki veriyor' dediler, ne diyeceksin? Kendimi bu internet cafeye kapattım ben. Sokağa çıkmak dahi gelmiyor içimden. Burayı kapatır evime giderim. Futbol benim yaram kardeşim. Şimdi sen diyorsun ki 'konuş', kime konuşayım? Beni hiç maç izlerken gördün mü? Birileriyle futbol konuşurken gördün mü? Bazen diyorum 'ulan napıyorum ben bu internet cafede, kim bu insanlar?' Kafayı yiyecek gibi oluyorum.
25 yaşında bıraktım ben futbolu. Çok kötü zamanlar geçirdim nelere sahip olabileceğimi, nerelerde olabileceğimi kestirmek dahi yaraladı kahretti beni. Kafama silah bile dayadım, dedim ki 'niye yaşıyorum?'. Kaç kişi aradı kaç kişi sordu, karısını yanına alıp yanıma gelenler oldu, 'oyna Metin' dediler. 'Bıraktım' dedim. Sonra 'futbol oynarken yaptı' dedikleri her şeyi yaptım. Unutmak için. Sadece unutmak için içtim. Sana en son şunu söyleyeyim bana sadece 22 yaşını ver kardeşim; sonra ne istiyorsan yaz altına, imza atayım..'
Metin Küçük bir yarım kalmışlık öyküsü. Hayatta herkesin 'keşke'leri var; ama futbolun 'keşke'si çok hüzünlüymüş onu gördüm. TRT Spor'da yayınlanan 'PİŞMANIM' programındaki 'keşke'lere benzemiyor bu. Metin Abi'nin sesi titreyerek anlattığı 'keşke'lerini hep bir çocuk haykırışı kesiyordu 'Metin Abi Masa 6'yı açar mısın?' diye. Bu duygu hiçbir şeye benzemez, yaşamayan da bilemez tahmin edemez. Ben çok uğraştım ama kendisinin yerine koyamadım kendimi, kimse de koyamaz. Terme futbolu sıradan bir golsüz maçın öyküsü. Metin Küçük de bu golsüz maçın ofsayt pozisyonu. Tek istediği şey golsüz maçın ofsayt pozisyonu olarak özet görüntülerinde yer almakmış. Ama yapmamış Terme insanı. Koymamış Metin Abi'yi.
Bir takımı tutmak, ona sevdalanmak, onunla yatıp onunla kalkmak, iki haftada bir mabedinde onunla buluşmak, uğruna kilometrelerce yol tepip onu yalnız bırakmamak vs. bunların hepsi kendi hesabıma taraftarlık olgusunun can damarları. Tuttuğun takımın hangi ligde olduğu ya da hangi rakiplerle maç yaptığı ise ikinci planda kalan unsurlar. Bunların yanında geriye dönüp baktığında herkes şanlı bir mazi görmek ister. Kiminin onlarca kupası vardır, kiminin üç-beş tane kupası vardır, kimininse hiçbir şeyi yoktur. Ama hiçbir şeyi olmayan takımların bile şanlı bir mazisi vardır(Kimi müessese ve belediye takımları hariç). Mazi denilen şey de alınıp satılan bir şey değil doğası gereği. Ancak bugünlerde Ankara'da mazi alım satım işlemleri başlamış durumda. Hem de bir kısım taraftarın desteğiyle.
1910 yılında İmalat-ı Harbiye adıyla kurulan kulübümüz MKE Ankaragücü yaklaşık iki yıldır iflas eşiğinde dolanıyor. Aslında fiili olarak iflas eden kulüp resmi olarak iflas bayrağını tam anlamıyla çekmedi. Altyapıdan yetişen futbolcularla PTT 1. Lig'de yaşam mücadelesi veriyoruz. Ancak akbabalar fırsatını bulduğu anda elimizde kalan son jenerasyona da çökme derdinde. Üstüne üstlük başka akbabalar da, kulüpten bu saatten sonra bir yol olmaz biz size yenisini kuralım, derdinde. Her ne kadar bunu şu sıralar pek dillendirmeseler de nihai planlarının MKE Ankaragücü kulübünü kapatıp yerine Ankaraspor A.Ş.'yi koymak olduğu aşikar. Tabi ki Ankaraspor A.Ş.'nin adı içinde Ankaragücü ismini barındıran bir şekilde değiştirilecek. Bu Ankaragücü A.Ş. olur, Ankaragücüspor A.Ş. olur, Ankaragücü Futbol ve Gençlik Spor Kulübü olur; olur da olur... Peki MKE Ankaragücü'nün yerine açılacak yeni kulübün mazisi ne olur?
Bir yanda 1910 yılında kurulmuş, mazisi hepimizin ortak mazisi olan bir kulüp, bir yanda ise 1978 yılında kurulmuş ve ne şartlar altında ayakta kaldığı meçhul, taraftarı, camiası, mazisi olmayan bir kulüp. Evet, her takımın mazisi var ama bu takımın yok! Tıpkı kurulduğu zamanda mekanla bütünleşemeyen diğer müessese ve belediye takımları gibi. Ankaraspor A.Ş., Şekerspor, Türk Telekom gibi takımlar Ankara'nın futbolda kanayan yaraları. Ne olduğu belirsiz camialara sahip takımlar. Ankaragücü ismini yaşatacağız derken o ismi bu seviyelere çekmeye ne gerek var? İçi boşaltılmış bir taraftarlık olgusuyla A.Ş. projesine destek vermenin kime ne faydası var? TFF'nin resmi web adresinde geçmiş yıllarda oynanan maçlarda kendi kendini yenen bir Ankaragücü ismi görmenin kime ne yararı var? Mazisi olmayan bir Ankaragücü, müessese veya belediye takımına dönmüş, dönüştürülmüş bir Ankaragücü'nün bana bir faydası yok, fazlasıyla zararı var!
Ankaragücü A.Ş.'yi isteyen taraftarlara son bir hatırlatma: Kulüp kapanır da A.Ş. projesiyle yola devam edilirse o tuttuğunuz takımın mazisinde iki adet Türkiye Kupası ve üç tane de ikincilk olmayacak. Atletico Madrid, Rangers, Leeds United vs. Avrupa Kupası maçları da olmayacak. İntertoto kupasında Slovakya takımıyla oynadığı iki maç olacak. Ha bir de 1980 Darbesi, 92-93, Cemal Aydın vs. muhabbetlere katlanmak zorunda kalmayacaksınız. Seçim sizin.
28 Eylül 2012 tarihinde sürdüğü arabanın kontrolünü yitirerek kaza yapan Boris Vukcevic yaklaşık sekiz hafta komada kaldıktan sonra günden güne iyileşmeye devam ediyor.
Vukcevic başta Hoffenheim camiası olmak üzere Bundesliga'da kendisine destek olan bütün kulüplere ve taraftarlara ailesi aracılığıyla teşekkürlerini iletti.
Amerika'nın 2 numaralı kupası olan ve düzenlemeleriyle dünyanın en karışık organizasyonlarından birisine sahip olan Copa Sudamericana'da yılın 11'i kupanın resmi sitesi tarafından açıklanmış. Kupayı 12 Aralık tarihinde Arjantin ekibi Tigre 0-0'ın rövanşında 2-0 ile geçen Brezilya'nın köklü kulüplerinden Sao Paulo almıştı. Özellikle Porto, Benfica gibi kulüplerin etkin tarama ekibine sahip olduğu coğrafyada, Avrupa'nın başaltı takımlarının kaynaklarından biri de bu kupa. Birkaç yıl içerisinde aşağıdaki isimlerden bazılarını Avrupa'da "nerden bulmuşlar bunu ya" nidalarıyla izleyebiliriz.
Not: Fotoğrafı Kolombiya ekibi Los Millonarios D.C'nin resmi Facebook sayfasından aldım. Millonarios bu yıl kupada yarı finalde Tigre'ye elendi(Los Millonarios D.C)
Bir futbolcunun yürekten oynaması, canını dişine takıp türlü fedakarlıklarla camiası adına elinden geleni yapması; o futbolcunun saha içerisinde takımı adına her zaman olumlu işler yaptığını, maksimum faydayla oynadığını göstermez.
Beşiktaş'taki 8.yılını yaşayan İbrahim Toraman'da bu konuda konuşulması gereken isimlerden. Yıllardır yerli-yabancı birçok hocayla çalışarak her zaman vazgeçilmez olmayı başardı. İbrahim Üzülmez'le yaşadığı ikinci kavgadan sonra birinci kaptan İbrahim Üzülmez'in kulüple ilişiği kesildi, ama o Beşiktaş'ta kaldı. Kimi kesimler onu 'torpilli' olmakla suçladı; fakat ne hikmetse onu Beşiktaş'ta tutan bu torpil iş milli formayı almaya gelince pek işe yaramıyordu. Kendisinden çok daha başarısız ve kötü oyuncuların bile milli takıma alındığı dönemlerde milli takıma seçilemedi. Yani Beşiktaş'ta yaşadığı durumun tam tersini yaşadı milli takımda, hangi hoca gelirse gelsin ilk onun ismini yazdı kadroya alınmayacaklar listesine.
İbrahim Toraman bana göre de Beşiktaş takımının stoper mevkiinde yeterli görünmüyor, ama bu yeni bir durum değil. Yıllardır bu tarz eleştiriler Beşiktaş taraftarı tarafından dillendiriliyor. Dün oynanan Eskişehirspor maçında da bu savları destekleyecek sahnelere tanık olduk. Son haftalardaki yaygın kanı şu: Toraman savunmanın önünde rakip hücumcuları yıldırma görevinde, stoperde olduğundan daha başarılı bir performans sergiliyor. Ben de bu görüşe katılan kanattayım. Savunmada yapamadığı bir hamlenin, yediği bir çalımın, set çekemediği bir verkaçın telafisi imkansıza yakın; ama savunma önünde güçlü fiziğiyle, orta sahadaki gençleri rahatlatan kaptanlık misyonuyla, bitmek bilmeyen enerjisiyle takımına çok daha faydalı görünüyor.
8 yıldır bu forma için başta savunma olmak üzere, sağ bek, ön libero mevkiilerinde elinden gelen her şeyi yapan kaptan İbrahim Toraman'a bir Beşiktaşlı olarak teşekkürü borç bilirim. Uzun yıllar daha bizimle birlikte olman dileğiyle kaptan. İbrahim Üzülmez'i çok seviyor olmam seni hiç bir zaman 'öteki' yapmadı kalbimde. Yaşanan olaylardan sonra Fenerbahçe'ye 2 sezon önce İnönü'de 4-2 mağlup olduğumuz maçta attığın golün ardından döktüğün gözyaşları bizler için çok değerli. Nerede oynarsan oyna çok önemi yok bu taraftar sahada yüreğini koyan rakip takımı da alkışlamış, alkışlayan bir taraftar.
Futbol her yanıyla başlı başına bir romantizmdi benim için. Sanıldığı gibi Tsubasa izleyerek aşık olmadık benim gibi birçoğumuz futbola. Tsubasa denk geldi, iyi de oldu. 7 yaşındayken evimin koridorunda küçük, sünger topumla tek başıma oynadığım çift kale maçlarla başladı bu serüven. Koridorda 22 as oyuncu, teknik heyet ve yedek oyuncular vardı bana göre ve binlerce kişinin duvarlardaki tribünden bana baktığını ve desteklediğini hissederdim, heyecanın verdiği bir sızı kaplardı sol yanımı. Kağıtlara özenerek yazdığım fikstürler ve puan tablosu vardı her gün oynadığım maçlarla güncellenen. Beşiktaş her zaman kazanmazdı oynanan maçlarda mesela; torpil yoktu bizde, neyse o. Realizm hakimdi bizim koridordaki maçlarda, Galatasaray düzenli olarak penaltı kazanır ve sahanın salona bakan dilimindeki kaleye doğru ağlarla buluşurdu hep bu penaltılar. Yine Galatasaray'ın kazandığı UEFA kupasına giden süreçte maçlar, onlarca kez benim sünger topumla ya da ondan önce görevini başarıyla devam ettiren her renkten çorabımla oynanmıştı, ev bilmem kaç kez bayram yerine dönmüştü...
Sürekli Beşiktaş'la koşturmaktan bıkıp arada Kocaelispor ve Gençlerbirliği'ni temsil ederek üst sıraları zorlardım, Tabi İlhan Cavcav ve Sefa Sirmen etkenlerini göz önünde bulundururdum bu durumlarda. İstediğin kadar romantik ol gerçekçi sınırları aşamazsın. Hadi Ankara'lıydım ama neden Kocaelispor? İşte onu bilmiyorum ama severdim, çok sempati duyardım onlara. Hem de bana en çok göz yaşı döktüren takım olmasına rağmen. 2001-2002 sezonu kupa finali, daha Kaan Dobra'nın Dobrovski olduğu zamanlar. Hani şu Mehmet Ali Erbil'in salakça adamın isminden nemalandığı yıllar. Kocaelispor Beşiktaş'ı 4-0 yenerek hezimete uğratıyor, ben tabi hüngür hüngür koyvermişim. O gün bu gündür Liverpool'dan 8 yediğimizde bile o üzüntüyü yakalayamadım. Üzülmem lazım, efkar yapmam lazım bu bir ihtiyaç diyorum ama nafile; olmuyor galibabir şeyler eksik olunca ne kadar zorlarsak zorlayalım. Futboldan eskisi kadar lezzet alamıyoruz, bu bir gerçek.
Kocaelispor'un düştüğü durum ortada, can sıkılmayacak gibi değil. Göztepe'ye birileri sahip çıktı da ayağa kalkmak için uğraş veriyor. Ya Ankaragücü? Yıllarca taraftarının sebebini anlamlandıramadığımız bir şekilde bıkmadan usanmadan küfrettiği benim gibi milyonlarca Beşiktaş taraftarı futbol sevdalısı, şimdi dost meclislerinde onların durumunu anlatıyor, keşke birileri çıksa da Ankaragücü'ne sahip çıksa diyor, hem de her şeye rağmen.... Değer mi? Bence değer. Bu gidişle çocukluk aşkı olarak kalacak bizde sevdalarımız, oysa biz bir hayat kuracaktık hani?
Beşiktaş'ın genç yıldız adayı
Oğuzhan Özyakup'tan bahsedeceğim bu yazımda. 24-25 yaşlarına gelmiş futbolcuların
hala genç olarak nitelendirildiği ülkemde, henüz iki ay önce 20 yaşını
doldurmuş bu oyuncuya 'genç' deme hakkını kendimde buluyorum açıkçası. 10
yaşında Az Alkmaar'da başlayan öykü 2008 yılında Premier Lig'in köklü takımı
Arsenal'e ayak basarak devam etmiş. 2009-2010 sezonunda 18 yaş altı
Premier Akademi Lig'inde şampiyonluk yaşayan Ozzie, 19 Eylül 2011'de İngiltere
Lig Kupası maçında 13 dakika sahada kalarak ilk profesyonel maçına çıkmış. Şu
sıralarda Beşiktaş'ta ortaya koyduğu başarılı performans ve göze hoş
gelen futboluyla Türkiye futbol medyasının ilgi odağı. Takım arkadaşı Ersan
Gülüm, Oğuzhan'ın bir iki maçta iyi oynadıktan sonra şımaracak bir karakteri
olmadığını, kişisel gelişimini tamamlamış ve yeterli olgunluğa erişmiş bir
insan olduğunu vurguluyor. Bu yıl en dikkat çeken isimlerden birisi olan Manuel
Fernandes ise Oğuzhan'ın ilerde Avrupa'nın en iyi kulüplerinde oynayabileceğini
iddia ediyor.
Peki futbolseverler ve
futbolu bilenler için Oğuzhan'ı farklı kılan ne? Oğuzhan orta sahada en
azından birini daha iyi yapsa da; oyunun iki yönünü de oynayabilen, buna
çalışan bir futbol sergiliyor bizlere. Top ayağına çok yakışıyor, topa hakim
bir şekilde iyi süratleniyor. Topu ayağına aldığı anda tek hedefi rakip kaleye
gitmek.Beklenmedik anda muhteşem ara pasları verebiliyor. Top rakipteyken de
Beşiktaş yarı alanı ve Beşiktaş ceza sahası çevresinde pres yaparken
buluyorsunuz maç sırasında. Zekasını iyi kullanıyor ve basit oynayarak
katkısını maksimuma çıkarmaya çalışıyor. Bu zamana kadar tek eksiği fiziksel
güç gibi duruyor; ancak şu andaki haliyle bile ikili mücadelelerde uzun süre
ayakta kalmayı başarıyor. Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan'dan sonra hücum yönü
daha fazla olmakla beraber, oyunun iki yönünü oynayan bir futbolcuyu Türk
futbolu kazanmak üzere; ancak bu saydığım isimler ve Oğuzhan farklı stillerde
futbolcular. Oğuzhan'ın en önemli farkı hızlı olması.
Beşiktaş'a transfer haberini
okuduğumda kendisinin bir İbrahim Altınsay transferi olduğunu öğrendim ve bu, Ozzie için umutlanmam için geçerli bir sebepti. Sonra Oğuzhan'ın oynadığı
maçlardan derleme videolar bulup izledim ve o günden itibaren bu günleri
beklemeye başladım. Bir aksilik çıkmazsa eğer Beşiktaş'ın Fabregas stilinde
futbolcuya sahip olduğunu ve Fernandes'le birlikte harika işler çıkaracaklarını
hayal ettim birkaç ay boyunca kafamda oynadığım maçlarda. Gel gelelim
kafamda oynadığım maçlar gerçek oldu olmasına ama Ozzie bunun da üstüne çıktı.
Fernandes'in yokluğunda, zor bir deplasmanda, Beşiktaş'ın geriye de düştüğü bir
maçta oyun olarak vasat bir performans sergilese de sahneye çıktı ve Orduspor
maçından 3 puanı alarak kendisi ve takım arkadaşlarına inanılmaz bir öz
güven aşıladı. Şimdi cuma akşamı zor bir Eskişehirspor maçı var İnönü'de ve
Fernandes çok yüksek bir ihtimalle o maçta da yerini alamayacak. Akhisar
Belediyespor maçından önce BJK Tv'ye verdiğim röportajda maçın seyrinin
Oğuzhan'ın performansına bağlı olarak değişeceğini söylemiştim. Maçın adının bir
önemi yok, şimdi sebeplerimin de artmasıyla beraber Oğuzhan'ın performansına
bağlı olarak Eskişehirspor maçının sonucunun belli olacağını düşünüyorum.
Umarım iyi performansını artırarak devam ettirir ve bizlere seyir zevki vermeye
devam eder.
Gaziantepspor karşısında alınan beraberliği hakeme bağlamak yanlış olur, hakemler hata yapar, önemli olan bunların kasıtlı ve/veya sürekli olmamasıdır. Galatasaray haftalardır kötü oynuyor. Elazığ maçında Melo'nun penaltı kurtarmasıyla arka planda kalan sorunlar bugün iyice açığa çıktı. Kağıt üzerinde çok iyi görünen kadronun 14 maçta 26 puan toplaması transfer yanlışları, form düşüklükleri ve oyuncuların ligdeki düşük konsantrasyonları ile birleşince açıklanabilir.
Muslera çok iyi bir kaleci olduğuna kimsenin bir itirazı olmaz sanırım. Ancak ne kadar profesyonel olursa olsun İstanbul'da tek başına yalnız yaşayan bir Uruguay'lının tüm lig maçlarına (ki bazen bu adam günlerce uçak yolculuğu yapıp maçlardan bir gün önce İstanbul'a geliyor) mental olarak hazır olmasını bekleyemezsiniz. Bunun için ekstra motivasyon sağlayacak psikolojik destek ekipleriniz olmalı.( 1996-2000 arasında bu işin en iyilerinden Prof. Dr. Acar Baltaş'ın Galatasaray Spor Kulübünde çalışması aklıma gelen ilk örneklerden). Aynı konsantrasyon sorunları Eboue için de geçerli. Üstüne Eboue'nin ikamesinin, bırak Eboue'yi zorlamayı , Türkiye'de herhangi bir takımda oynayacak kalitede olup olmadığı tartışmalı. Sol bek desen kanayan yaran. (Liverpool'un Liverpool olduğu zamanlar sol kanat oynayabilmiş, yetenekli bir adamı Manchester karşısında iki bindirme yapabildi diye modern sol bek ilan etmeye gerek yok.) Stoperde de muadil tercihini yanlış yapmış, oraya çekidüzen veren ve yaşı 34 olan Ujfalusi yerine, Semih'e muadil olabilecek Dany'yi almış, Ujfalusi sakatlanınca ise oynadığın Cris kumarını kaybetmişsin. Melo konusunda ekonomik sebepler seni bekletmiş olabilir, ancak sen üst düzey bir alternatifinin olmadığı bir mevkide 3 ay tatil yapacak kadar amatör bir oyuncuyu alarak ikinci büyük kumarını kaybetmiş oluyorsun. Selçuk ve Hamit konusunda da psikolojik destek eksikliğin var. Amrabat'ın ise transfer edilmeden önce ne kadar izlendiğini merak ediyorum. Herhangi bir defans oyuncusunun bir iki maçını izleyerek durdurabileceği bütün hareketleri ezbere olan ve oyun zekası bu kadar düşük bir adama, her ne olursa olsun, bir inat uğruna 8 milyon euro bonservis vermenin mantığı nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Forvetlerin ise şimdilik seni taşıyor, ancak kaçırmaya başladıkça bitmiş, uzatmaları oynayan taraftar grubun bugün Hamit'e yaptığını o gün onlara yapacak.
Galatasaray'ın sorunlarından bahsettik. Aslında bu sorunlar kapatılamayacak ya da kısa vade için çözülemeyecek sorunlar değil. Ujfalusi iyileşir, bir sol bek alırsın, bir kıvılcım takımı lige döndürür, Melo devre arası toparlar, Amrabat kendini geliştirir. Kimsenin mükemmel olmadığı yerde hatalarını azaltan sen şampiyon olur, sonrası için yola farklı bakarsın. Ama senin daha büyük bir sorunun var: Galatasaray taraftarı seyirciye dönüşmüş durumda. Bunda yeni stadın etkisi büyük elbette. Ancak futbolcuların maç seçmesi gibi taraftarında maç seçmesi gibi saçma bir durum ortaya çıkmış durumda. Hepimiz biliyoruz ki o kendisiyle çok övünen taraftar grubu şimdiden 16 Aralık 2012 tarihindeki Fenerbahçe maçı için hazırlıklara başladı ve bu süreçte geçen maçlar onların çok umrunda değil. Bu bilmeden kendini öne çıkarma çabası mı yoksa bir rüzgara kapılıp gitme mi bilemiyorum. Ancak Galatasaray'a zarar verdiği ortada. Bazılarının şapkayı öne koyup düşünme zamanı geldi..