6 Ara 2013

Brezilya 2014 kura çekiminden notlar


Brezilya 2014 Dünya Kupası'nın kura çekimi Brezilya'nın Bahia kentinde gerçekleşti. Sekiz grupta yer alan takımlar belli oldu. Turnuvayı 1974'ten beri olduğu gibi TRT yayınlayacak. 12 Haziran-13 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek olan turnuvanın kura çekim töreni genel olarak Brezilya'nın kendine özgü sanatçıları, şarkıları ve görsel şovlarıyla gerçekleşti.

Kura çekimine Brezilya futbolunun en önemli isimlerinden birisi olan Pele'nin çekilişe katılıp katılmayacağı konusu ise Brezilya'da gündemi bir hayli meşgul etmişti. Mevcut federasyonla olan gerilimine rağmen bir dakikalığına da olsa Pele çekilişe katıldı. Brezilya Başbakanı Dilma Rousseff de kura çekiminde yerini alan isimlerden oldu. Bir önceki Dünya Kupasına ev sahipliği yapan Güney Afrika Cumhuriyeti'nin en büyük siyasi figürü olan Nelson Mandela da unutulmadı. Vicente Del Bosque 2010'da kazandığı kupayı İspanya adına iade etti. Kura çekiminde Brezilya'yı temsilen Carlos Alberto Torres, Bebeto, Ronaldo, Marta, Zagaldo ve Amarilda yer alırken; çekilişi Alcides Ghiggia (Uruguay/ 1950), Geoff Hurst (İngiltere/ 1966), Mario Kempes (Arjantin/ 1978), Lothar Matthaus (Almanya/ 1990), Cafu (Brezilya/ 1994, 2002), Zinedine Zidane (Fransa/ 1998), Fabio Cannavaro (İtalya/ 2006) ve Fernando Hierro (Son Şampiyon İspanya'yı temsilen) gerçekleştirdi.

Açılış maçı Brezilya ve Hırvatistan arasında oynanacak. En sert eşleşmelerden birisi B Grubunda son finalistlerin (Hollanda-İspanya) eşleşmesi oldu. C Grubunda favori Kolombiya haricinde hemen her takım aynı güçte gibi. En zor grup ise Uruguay, İngiltere ve İtalya'nın yer aldığı D Grubu oldu. Fransa E Grubunda kendine yer bularak çekebileceği en kolay kurayı çekti. F Grubu ise Nijerya, İran ve Bosna Hersek'e umut dağıtan bir grup oldu. G Grubu turnuvanın en zevkli gruplarından birisi olmaya aday; Boateng kardeşleri tekrardan karşı karşıya izleme şansına sahibiz. H Grubu ise Cezayir'e kupa tarihinde ilk kez gruptan çıkma fırsatını sunuyor gibi.

Gruplar:

A Grubu
Brezilya
Kamerun
Meksika
Hırvatistan

B Grubu
İspanya
Şili
Avusturalya
Hollanda

C Grubu
Kolombiya
Fildişi Sahili
Japonya
Yunanistan

D Grubu
Uruguay
İtalya
Kosta Rika
İngiltere

E Grubu
İsviçre
Ekvador
Honduras
Fransa

F Grubu
Arjantin
Nijerya
İran
Bosna Hersek

G Grubu
Almanya
Gana
ABD
Portekiz

H Grubu
Belçika
Cezayir
Güney Kore
Rusya

2 Ara 2013

Barış Manço ve Van Basten-Gullit-Rijkaard üçlüsü


1986-87 sezonu sona erdiğinde Serie A'da Maradona önderliğindeki Napoli şampiyonluğunu ilan ederken kuzeyin kırmızı-siyahlıları ligi beşinci sırada tamamlıyor ve başarısız bir sezonu geride bırakıyorlardı. 1987-88 sezonuna daha ciddi bir transfer politikasıyla giren AC Milan Hollandalı iki yıldız için Ajax ve PSV'nin kapısını çaldı. Marco Van Basten ve Ruud Gullit'i kadrosuna katan Milan Maradonalı Napoli'nin üç puan önünde sezonu şampiyon olarak tamamlamayı başardı. Bir sonraki sezon hedef Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmaktı. Bunun için kadroya bir Hollandalı'nın daha dahil olması gerekecekti. Bu isim de Frank Rijkaard oluyordu. Bir önceki sezon oynadığı başarılı futbola, aldığı Avrupa Kupası'nın yanına bir de Altın Top ekleyerek üç yıllık Altın Top ambargosunu başlatan isim Gullit oluyordu. 1988-89 sezonunda da Şampiyon Kulüpler Kupası'nı müzesine götüren Milan'dan üç isim Altın Top ödülü için yarıştı. Aynı uyruğa sahip üç isim daha önce iki kez (1972 ve 1981) bu ödül için yarışmıştı. Ancak ilk defa aynı takımdan aynı uyruğa bağlı üç isim bu ödül için yarıştı ve kazanan da Van Basten oldu. Bir sonraki sene de AC Milan'ın üç ismi Altın Top için yarıştı; ancak bu sefer seriyi bozan Franco Baresi oldu. Ödül ise yine Van Basten'e gitti.

AC Milan'ın Avrupa futbolunu kasıp kavurduğu bu yıllarda öne çıkan üç Hollandalı'yı programında konuk etmeyi başaran isim ise çok şaşırtıcıydı: Barış Manço. 7'den 77'ye programı kapsamında yolu Milano'ya düşen Barış Manço Milan'ın kamp yaptığı Milanello köyünü bulmuş ve Avrupa futbolunun en önemli takımının adından en çok söz ettiren üç Hollandalısı'nı bir araya getirmişti. Her zamanki şakacı tavırlarıyla öncelikle AC Milan'ın açılımını seyirciye aktaran Barış Manço, kulüple ilgili bazı bilgiler verdikten sonra seyirciyi röportajla baş başa bırakıyordu.

20 Kas 2013

FLN, Cezayir Kurtuluş Savaşı ve 2014 Brezilya

Dört yıllık özlem sona eriyor ve 2014 Dünya Kupası için artık son yedi aylık sürenin içerisindeyiz. Bu yedi aylık süreçte elimden geldiğince az bilinen ya da ilgi alanıma giren ülke profillerinden bahsedeceğim.

İlk hikayemiz Afrika'nın Brezilya'ya giden tek kuzey temsilcisi olan Cezayir'den. Cezayir'in 20. yüzyıla damgasını vuran en önemli olayı Fransa karşısındaki kurtuluş savaşı oldu. Savaş, 1954 ve 1962 yılları arasında sürdü. Cezayir halkının bağımsızlık mücadelesinde en çok öne çıkan örgüt Ulusual Kurtuluş Cephesi (FLN)'dir. 130 yıllık sömürge yönetiminin bir sonucu olarak doğan sekiz yıllık isyan ve direniş sırasında silahlı mücadele yöntemine başvurulup başvurulmayacağı çok kez tartışılmış ancak en sonunda silahlı mücadele yanlısı gruplar tartışmanın galibi olmuştur. Cezayir'in başkenti Cezayir şehri Kasbah (Arap Cezayir halkının yaşadığı bölge) ve Avrupa Şehri (Geneli Fransız olan Avrupalı Cezayir halkının yaşadığı bölge) olmak üzere ikiye ayrılmış ve Kasbah'ta direniş sırasında Fransız askerinin şiddetli sıkıyönetim uygulamaları gerçekleşmiştir. Diğer taraftan da FLN gerillaları seri polis cinayetlerine başlamış ve sıkıyönetime giden yolda ateşi körüklemiştir. Ülke toprakları işgal altında olan FLN gerillalarının verdiği tepki fazlasıyla doğaldır.

Seri polis cinayetlerinin ardından Paris yönetimi Cezayirli Arapları Kasbah şehrine hapseder ve güvenlik önlemleri günden güne sertleşir. Bu süreçte karşılıklı olarak Arapların veya Avrupalıların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bomba saldırıları gerçekleşir. Avrupalı Cezayirliler de sivil hayatta yakınlarını kaybetmeye başlar. Olaylarla baş edemeyeceğine karar veren Fransız yönetimi daha önce dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen direnişleri bastırmakla görevlendirilen Paraşütçü birlikleri adı verilen askeri birliği bölgeye çağırır. Örgüt yapısını çözümleyip, işkence yoluyla, yakaladığı örgüt üyelerini konuşturmayı başaran albay Marcel Bigeard FLN'e büyük darbe vurur. 1957 yılına gelindiğinde Paraşütçüler FLN'i neredeyse ortadan kaldırmıştır. Üç yıl sonra kadınların önderliğinde direniş yeniden başlar ve asker Avrupa Şehri tarafına geçen Araplara ateş açar. Aralık 1960 tarihinde gösteriler sona erer. Halkın tek bir isteği vardır o da bağımsızlıktır. Cezayir, 2 Temmuz 1962'de yapılan referandumla bağımsızlığını kazanır.

Cezayir Ouagadougou'da 3-2 yenildiği Burkina Faso'yu dün akşam Blida'da oynanan maçta 1-0 mağlup ederek Afrika grubundan Brezilya vizesi alan son takım oldu. Daha önce Dünya Kupası'na katılmış olan ezeli rakipleri Fas, Mısır ve Tunus'un yer almadığı kupada Kuzey Afrika'yı (Afrikalı Arap ve Berberleri) temsil edecek tek ekip Cezayir oldu. Dördüncü kez kupaya katılacak olan Cezayir milli takımının hocası Türkiyeli futbolseverlerin de yakından tanıdığı bir isim olan Vahid Halilodziç. Cezayir milli takımının Brezilya'da en çok öne çıkması beklenen oyucuları ise Karim Ziani, Madjid Boughera, Anthar Yahia, Rafik Saifi, Ryad Boudebouz, Ishak Belfodil, Rafik Djebbour, Sofiane Feghouli gibi isimler olacak. 2002 Dünya Kupası'ndaki Senegal-Fransa eşleşmesi gibi bir grup eşleşmesi olması halindeyse Cezayir'in grupta oynayacağı maçlar daha ilgi çekici hale gelecektir.

Ekleme: Cezayir 2014 Brezilya Dünya Kupası'na gitmeye hak kazandıktan sonra sevinç gösterilerinde on iki Cezayirli hayatını kaybederken iki yüz kadar insan da yaralandı.

11 Kas 2013

Meksika 86, Videoton ve Peter Disztl...

Tarihinde iki kez Dünya Kupası finalisti olmayı başaran Macarların son kupa macerası 1986 yılında gerçekleşti. Meksika 86'da kadronun en önemli isimlerden birisi de kaleci Peter Disztl'dı.

1984-85 sezonunda Videoton'la efsane maçlar çıkaran Disztl önce Old Trafford, sonraysa Santiago Bernabeu'da dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Videoton'un 1984 eylülünde başlayan UEFA macerası 85 mayısına kadar sürdü. Sırasıyla Dukla Prag, PSG ve Partizan'ı eleyen Videoton çeyrek finalde Manchester United ile eşleşti. Disztl'ın kalesinde sadece bir gol yiyerek tamamladığı mücadelede sahadan galip ayrılan taraf İngilizlerdi. Macaristan'daki rövanş maçında Disztl kalesini gole kapayınca 90 dakikayı 1-0 önde kapatan Videoton maçı uzatmaya götürmeyi başardı. Penaltı atışları sonucunda yarı finalist belli olacaktı... Durum 4-4'ken United için topun başındaki isim Arthur Albiston'dı...
Yarı finalde Yugoslavya temsilcisi Zeljeznicar'ı elemeyi başaran Videoton'un finaldeki rakibi dünya devi Real Madrid olacaktı. İlk maçı Macaristan'da 3-0 kazanan Real Madrid kupaya çok yakındı. Santiago Bernabeu'daki maça damgasını vuran isimse Disztl oldu. Maçı 1-0 kaybeden Real Madrid kupanın yeni sahibi oluyordu olmasına ama maçın henüz başında Valdano'nun penaltısını kurtaran kaleci bir kez daha efsaneleşmeyi başarıyordu.

Not: Disztl ile ilgili internet üzerinden yaptığım ufak araştırmada:
-Türkiye internet haberciliğinin renkli sitesi ajansspor'a göre Disztl "Berber görünce kaçanlar" başlığı altında incelenmesi gereken bir profil olduğunu öğrendim.
"Buna eyvallah dedikten sonra..."
-"Puskas'lı dönemde sayısız başarıya ortak oldu" yazısıyla karşılaştım.* Sanırım ajansspor editörleri tarihe geçmiş bütün Macar futbolcular Puskas'la beraber top koşturmuştur, yazalım gitsin, kimse anlamaz nasıl olsa mantığıyla çalışıyor.

*Puskas futbolu bıraktığında Disztl henüz yedi (7) yaşındaydı.

Kaynaklar:
http://en.wikipedia.org/wiki/Hungary_national_football_team#FIFA_World_Cup_2
http://en.wikipedia.org/wiki/P%C3%A9ter_Disztl
http://www.ajansspor.com/habergaleri/1/105/1955_peter_disztl.html
http://www.oldschoolpanini.com/2011/07/mexico-86-peter-disztl.html
http://www.uefa.com/uefaeuropaleague/season=1984/matches/all/index.html
http://www.youtube.com/watch?v=vqD_g72beqo

2 Kas 2013

DURAKSAMA

Elindekinin kıymetini en çok bir taraftar olduğunda anlarsın. Olanla yetinmeyi, yokluğu, maziye saygı ve sevgiyi futbolda öğrenirsin. Bu sene kötüyüz ama gençleştirme var beş seneye bomba gibiyiz dersin, üçlük olur beşlik olursun zaten kötüydük giden yine üç puan dersin. Alt liglerde sürünürsün, dedenin gençlik zamanındaki başarılarla övünürsün, o maziyle sahadaki geri zekalıları motive etmeye çalışırsın. Hayatında canlı görmediğin, canlı izlemediğin efsane kadrodan bir topçu ölür kırk yıllık komşundan fazla üzülürsün.

Seni nereye sürüklediğini bilmeden gidersin, nefes aldığın sürece etrafındaki her şeyin yok olabileceğine ihtimal verebilirsin. Annen baban, kardeşlerin, sevdiklerin; hepsi bir gün ölebilir ve seni yalnız bırakabilir. Ama bir armanın seni yalnız bırakmayacağını bilmek ve bununla kendini iyi hissetmek son derece gerzek ama mükemmel bir duygudur.

..

Bizim peder rahatsızdı, hastaydı. Açıkça yazıp canımı sıkmak istemiyorum. Ordu maçını kahvede izleyecektim, girmeden abimle konuştuk kötü şeyler söylemişti. İçeri girdim, sandalyeye oturdum. Üst kattaydım, sigara içiliyordu görüntüsü kötü bir plazma televizyon vardı. Oturduğumda İstiklal marşı okunuyordu. 

Telefon konuşmasını düşünüyordum, ne yapmam gerektiğini o an ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Kötüydüm, kalp atışlarım hızlıydı. O an orda olmamın hiçbir izahı yoktu, yürümek istiyordum yürümek üst üste sigara yakmak istiyordum. Ama yerimden kalkacak dermanı bulamadım kendimde, yerdeki çekirdek kabuklarına bakıyordum. Peder çekirdekten hiç haz etmezdi, o aklıma geldi kötü oldum bir an. Kafamı kaldırdım 'maç parası verdin mi' dedim arkadaşa, evet anlamında başını salladı. Ekrana baktım karşılıklı top kayıplarıyla iğrenç bir kör dövüşü oynanıyordu. Bir iki dakika maçı izlemeye koyuldum, Alanzinho birkaç pozisyonu kötü vuruşlarla harcadı. Volkan Şen fena oynamıyordu, iyi gidiyordu topla. Bir oyuncu sakatlandı oyun durdu, ben de durdum. 'Baba lan bu' dedim, 'naparım ben' dedim. Gözlerim doldu, 'noldu lan' dedi arkadaş; 'aynı anda yakmayın lan şu sigaraları' dedim. Hayatıma dair en iyi ve en kötü senaryolar hızlı hızlı geçiyordu aklımdan, okul iş evlilik aile her şey. Ama her şey geçiyordu aklımdan. Çıksam mı maçtan diye düşündüm, çocuk peşimden gelirdi mevzuyu az çok anladığını düşündüm. 
 
Sürekli küfrediliyordu futbolculara, sağdan soldan arkadan önden her şeye küfrediliyordu. Napıyorum ulan ben burda dedim, bu gerzeklerin içinde ne işim var benim dedim. Babamla ilgili birsürü şey geldi aklıma, iyi kötü birsürü şey. Babamın yağlı yemek yeyip üstüne uzun tekel2000 yaktığı zamanlar geldi aklıma, sonra herkesin içinde vurduğu bir tokat geldi aklıma. En mutlu olduğum anlar onu en mutlu ettiğim anlardı, o anları hatırladım. Gülümsedim, gülümsedim ama hala nefes almakta zorlanıyordum. Ulan dedim böyle olacağı belliydi zaten, pat diye ameliyata aldılar böyle olacağı belliydi. Buna kendimi hazırlamalıydım, ne kadar zayıfım diye düşündüm. Sonra ne alakası var senin hiçbir şeyden haberin yoktu aniden otobüse atlayıp geldin ve hep burdaydın babanın yanındaydın neyin hazırlığı bu dedim. 

Kafamı kaldırdım, defanstan top çıkarıyorduk uzun bir top atıldı Volkan Şen kontrol edemedi küfürleşmeler homurdanmalar oldu. Devre bitmişti. Dışarı çıktık hava almaya ve hiç sigara içmediğimi fark ettim. Bir sigara yaktım, ne yapsam diye düşündüm. Tek başınayken gidip oturduğum birkaç bank vardı, oralara mı gitsem dedim. Adrian'dan bahsediyordu bir amca, Adrian dedim Adrian girerse alırız dedim. Birkaç dakika sohbet ettik o adamla. Beraber içeri girdik, arkadaşımın işi çıkmış gitmişti oturduğunda mesajını gördüm. Biraz daha bakayım sonra kalkarım dedim zaten tektim. 

Gülerek ısınan futbolcuları gördüm, yedeklerdi ve gülüyorlardı, çok aptal gözüküyorlardı. Ankaradayız dedim, tıpta da arkadaşlarım var nasılsa sorar soruştururuz en iyi yolu buluruz dedim. Maç başlamıştı insanların yüzünde gram heyecan yoktu. Normal şartlar altında Trabzonsporlular maç başlayınca ellerini ovuşturup gülümserler, tıpkı malını bulmuş bir müptezel gibi. 

Hastalıkla ilgili internetten okuduklarımla abimin söylediklerini yan yana koymaya çalışıyordum. Babamın haberi yoktu sadece ikimiz biliyorduk, abim sadece bana söylediğine göre ikimizin bilmesi gerekiyormuş demekki diye düşündüm. Bir an önce babamı görmek istedim, görüp belli etmemek hiçbir şey yokmuş gibi davranmak istedim. Olağandan iyi olağandan çok daha iyi davranmak gerekliydi, ama huylandırmamak lazımdı. Zaten pazartesi günü o da öğrenecekti. Okulu uzattığımı duyduğunda ne kadar üzüleceğini düşündüm, o mahvetti bir an beni. Kalbime diş ağrısı gibi bir ağrı vurdu ulan ne yapacaktım ben? İrkildim.

Adrian girdi oyuna. Maça bakmaya başladım. Sağ çizgiye yakın bir yerden frikik kullanıyorduk, Adrian'a top atıldı topu ustaca kontrol edip Halil Altıntop'a servis etti. Gol oldu. Gol dedim. Neden burdayım ulan ben sorusunun cevabını artık biliyordum. Gidecek başka bir yer yoktu. Sığınabilecek başka bir yer yoktu.

19 Eki 2013

Metro Duraklarına Futbolcu İsmi Vermek- Futbolun Metro Haritası

   Londra'da Futbol Federasyonu ve Londra Metrosunun 150. yılında ortak bir projeye imza atılmış. Sınırlı sayıda çıkarılan bir metro haritasında durakların isimleri futbol efsanelerinin isimleriyle değiştirilmiş.
 
   Harita gerçekte 14 hat üzerine serilmiş 368 durağı göstermekte. Haritanın yeni halinde ise ilginç bilgiler gözlenmekte. Leytonstone durağının ismi burada doğan bir efsanenin adını almış; David Beckham. Yine Arsenal durağına, Arsenal'in genç yıldızı Jack Wilshere'ın adı verilmiş. Upton Park ise 1966'da Dünya Kupasını kazanan takımın kaptanı ve West Ham efsanesi olan Booby Moore'a adanmış.

  
   Bunun dışında Kelly Smith ve Faye White gibi efsane kadın oyuncular ile İkinci Dünya Savaşı öncesi ligin önemli oyuncuları Eddie Hapgoord ve Dixie Dean gibi isimlere de harita da yer verilmiş.

   Hatlar; gol kralları, Dünya Kupası efsaneleri, stoperler, hakemler/yöneticiler, FA Cup kahramanları, menajerler, kaleciler, orta sahalar, kadın oyuncular gibi çok çeşitli kategorilerde düzenlenmiş durumda.

   İngiltere'de futbol hayatınının önemli parçalarından biri olan yeraltı ulaşımında yapılan bu şık değişikliğin bir örneğine sahip olmak istiyorsanız http://shop.tfl.gov.uk/ adresinden "online" sipariş verebilirsiniz.

Kaynak olarak http://www.arsenal.com/news/news-archive/fa150-football-tube-map kullanılmıştır.

17 Eki 2013

Hangi Takımı Tutsak Acaba?

 

 
    Yazının başlığını açayım biraz. Gidemediğimiz her turnuvada herkesin bir takımı olur. O takımı elenene kadar tutar maçlarını takip eder. Genelde en başarılı takım değil de daha sempatik, göze hoş top oynayan takımlar tutulur. Son 12 sene içerisinde sadece 2 büyük turnuvaya katıldığımız için (Konfederasyon Kupası hariç) bu duruma alıştık.
    Euro 96'dan itibaren milli takımlar bazındaki her turnuvaya katılma hedefimiz belirgin hale geldi. Fransa 98'i evden izledik. Euro 2000, Galatasaray'ın o seneki başarısının rüzgarı ve kemikleşen kadroyla beraber gelen çeyrek final. 2002 Japonya-Güney Kore başlı başına bir 'peri masalı'ydı. Futbolla ilgisi olan-olmayan belirli bir yaşın üzerindeki herkesin hatırlayacağı turnuva. Bunları arka arkaya sıralıyorum çünkü sonraki tablo hiç bu kadar parlak olmayacak.


    2002 Dünya Kupası'nın ülke üzerinde oluşturduğu hava biz dünyanın en iyi 3.takımıyız şeklinde oluşunca beklentiler Euro 2004'ün kazanılması üzerine oluştu. 1.torbadan eleme kurasına katılırken 2.torbadan İngiltere'nin gelmesi hoş olmadı. Grubu 20 puanla İngiltere 1. biz 19 puanla 2.sırada tamamlamıştık. Kurada tüm gazete manşetleri dahil herkesin aklında Letonya vardı. Hatta kurada Letonya geldikten sonra Fanatik'in ertesi günkü manşeti yanlış hatırlamıyorsam 'Çekti Valla' şeklindeydi. Futbolcular, teknik ekip, turnuvayı yerinden izleyecek gazeteler Portekiz hazırlıkları yaparken bir tane adam geldi 180 dakikada bir ülkenin milli takımını fetret devrine soktu: Maris Verpakovskis.
     Şenol Güneş'in gönderilmesiyle başlayan deprem Ersun Yanal'ın gelmesiyle dineceğine daha da arttı. Gelir gelmez Hakan Şükür'ü oynatmayacağım diye tribe girmesi gelir gelmez topun ağzına koydu hazretlerini. 4 Haziran 2005'te iç sahada Yunanistan maçı Ersun Yanal'ın milli takım başındaki son maçı oldu. Kurtarıcı belliydi: Fatih Terim. 2014 Brezilya elemelerindeki çağırılış biçimi 2006 için çağırılış biçimiyle çok benzerdir. Terim 3 maçta 7 puanla takımı baraj maçlarına taşıdı ancak takıma asıl taşıdığı şey ruhtu.
     Ukrayna'nın ardından 2.olduğumuz grup tarihin en zorlu eleme gruplarından biriydi. Lider Ukrayna ile 4.Yunanistan arasında sadece 4 puan vardı. Euro 2004 faciasından sonra Almanya'ya gideceğimizden emindik. Hatta gurbetçilerimizin orada bize sağlayacağı taraftar desteğini düşünüyorduk.
     Baraj kurasında gelen İsviçre çok tanımadığımız bir ekipti ancak dişimize göreydi. Deplasmandaki ilk maça Lubos Michel'in hatalı kararları damga vurmuş ve 2-0 kaybetmiştik. 2.maçta yıllar önceki Neuchatel Xamax-Galatasaray eşleşmesine atıfta bulunuluyordu.


    Alpay'ın seremonideki gazla 45.saniyede aldırdığı penaltı ve akabinde 4-2 kazanmamıza rağmen turu geçemememiz bir şeylerin fitilini ateşledi ve sahadaki kavga herkesin malumu. Sonuç olarak 2006'yı da evimizden izledik herkes sempati duyduğu bir takım seçti kendine. Euro 2008'de trajik bir durum yok güzel bir eleme grubu geçirdik, Türko'lar olarak son dakika canavarı olduk ve turnuvadaki tek iyi maçımızda, Almanya'ya yenilerek yarı final başarısıyla eve döndük.
    2010-2012 bu iki turnuvaya gidemeyişimizin sebepleri jenerasyon değişikliği olarak açıklanır. 2006 yılından itibaren o efsane milli takım-Galatasaray kadrosu yavaş yavaş futbolu bırakmaya başlayınca sıkıntı baş gösterdi. Gelelim 2014 Brezilya elemelerine. Milyonlarca euro dökerek getirdiğimiz ve Türkiye'yi son durak olarak tanımlayan Guus Hiddink geldiğinde bir şeyler değişecek imajı oluştu. Hiddink 2002'de Güney Kore, 2006'da Avustralya ve 2008'de Rusya ile başarılı uluslararası turnuvalar geçirmişti. Haliyle beklenti büyüktü. Yaşanan hayal kırıklığı beklentinin büyüklüğüyle doğru orantılı oldu. Fatih Terim daha yeni gönderilmişti, Şenol Güneş Trabzonspor'un başında iyi sezonlar geçiriyordu, Mustafa Denizli için koltuk çok da cazip gelmemişti. Şartların getirdiği adam Abdullah Avcı oldu. Göksel Gümüşdağ'ın tavsiyesi ve Başbakan'ın onayıyla Rizeli-Kasımpaşalı, Belediye'nin kadrolu elemanı Avcı milli takımın başına geçti. Camiası ve uzama-kısalma durumu olmayan bir takımla tıngır mıngır sezonlar geçiren bir adamın ateşten gömleği giymesi ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışıldı mı? Çok çok az. İddaada yazısız kurallardan biri hoca değiştiren takım yenilmez. İlk maçlarda insanların ağzına birer parmak bal çalındı. Avcı da kendini kanıtlamak için hazırlık üstüne hazırlık maçı ayarladı. Medyanın zaten kimin elinde olduğunu biliyoruz. Avcı şişirildikçe şişirildi ve balonu çok hızlı söndü. Yeni jenerasyon yaratma projesi 'hadi ne kadar gurbetçi varsa milli takıma alalım' a dönünce milli takım panayıra döndü.


    Aslında yukarıdaki fotoğraf hiç de istemediğim bir tabloydu. Kim ister ki? Sağ taraftaki koca kafa Türk futbolunun en kirli adamı. Birilerinin menfaatini kurtarmak için milyonlarca kişinin ahını aldı ve kul hakkını yedi. Hakkı yenen insanların elleri hem bu tarafta hem öteki tarafta bu adamın yakasında olacak. Gelelim Terim neden teklifi kabul etti sorusuna. Fatih Terim şu anki genel düşüncenin aksine hala milli takımı önemseyen ve benimseyen bir insan. 'Milli takım kaldırılsın' tezinin ciddi şekilde tartışıldığı bu ortamda Terim'in yaptığı çok garip gelebilir. Hoca iki takımı beraber yürütmek istedi ama olmadı Aysal yüzünden. Başına geldiği takım darmadağın olmuş en yakın iki rakibinden 2 si içeride olmak üzere oynadığı 3 maçtan sadece 1 puan alabilmiş vaziyetteydi. Önünde 4 maç vardı, kazanılması gereken 4 maç. 3'ünü kazanıldı, erken yenen golün dezavantajıyla ve buraya kadarmış psikolojisiyle Hollanda maçı kaybedildi. Play-offa'a kalınamamasının suçlusu Fatih Terim mi? Son suçlanacak kişi o. Futbolcular mı? Suçlular ama baş suçlu değiller. Asıl suçlular kim peki?


     Asıl suçlular yukarıdaki ikili. Demirören gelir gelmez Abdullah hocayla sorunlar var dedi. Ancak görevine devam etmesi yönünde karar aldı. Bu adamın iyi niyetli olduğunu düşünen varsa tartışmam, söverim.
    8 ay sonra futbolun asıl beşiğinde 32 takım futbol şöleni için hazır bulunacak. Biz nerede olacağız? Euro 2016'ya 24 takım katılacak deniyor o statüde turnuvaya gidiş kolaylaşacak ancak Platini'nin kıta dışı takım alma projesi var. Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya gibi ülkelere davet var yani her halükarda işimiz zor. Peki ne olacak bu takımın hali? İşte o sorunun muhatabı da Demirören. Şimdiden söyleyeyim. Benim Brezilya 2014'teki takımlarım Belçika ve Bosna Hersek olacak. Belçika fişek gibi bir jenerasyona sahip ve o jenerasyonun ilk büyük turnuvası olacak. Bosna Hersek de 3 turnuvadır kapıyı çalıp içeri giremiyordu. Onlar da kendi jenerasyonlarının hakkını vermeye başladı. Güzel bir turnuva 'izleriz' umarım.



13 Eki 2013

Kurumsallığın Kaldıramadığı Adanalı


    Sene 74. Sahadaki hırsı, her şeyi kontrol etme isteği ve yeteneğiyle dikkat çeken genç Adana Demirli Fatih o zaman için ülke içerisinde rekor sayılabilecek bir ücretle Galatasaray'a transfer olur. Galatasaray'da oynadığı 11 sezon boyunca şampiyonluk yaşayamaması onun saha içi efsaneliğine az da olsa gölge düşürür. O 11 yıllık dönem içerisinde hem takımının hem milli takımının kaptanlığını yapar. Dedim ya her şeyi kontrol etme isteği diye; Galatasaray 84-86 sezonları arası Fatih Terim'in ürettiği Fatih markalı formalarla çıktı sahaya.


    Sahaya helikopterle indiği, sunuculuğunu Beşiktaş'ın sözü geçen isimlerinden Cenk Koray'ın yaptığı ve sıkı bir Fenerbahçeli olan İbrahim Tatlıses'in konser verdiği bir jübileyle saha içi kariyerini noktaladı. 96 yılına kadar olan kısmı atlıyorum ki bir yazımda 93 yılında Akdeniz Oyunları şampiyonu olan takımın hocası olduğundan bahsetmiştim.
    1996 yazında tarihimizde ilk defa A milli takımlar bazında büyük bir turnuvada oynadık. Her ne kadar puan alamasak da elemelerin kura çekimine 5.torbadan katılıp gruptan çıkarak turnuvaya katılmak büyük bir başarıydı. O yazın bitiminde Terim Galatasaray ile anlaştı. Yıllardır kurtulamadığımız bazı çok bilir yazarlar köşelerinden Fatih Terim'i 11 yıl şampiyon olamayan takımın kaptanı olarak uğursuzlukla suçladı. Ki o sezon başında Fenerbahçe'ye karşı alınan 4-0'lık mağlubiyetten sonra Terim'in istifa ettiği ancak Süren'in kabul etmediği de söylenir. Afyon'dan, Zonguldak'tan, Sinop'tan, Ankara'dan, Diyarbakır'dan gelen birkaç Türk + birkaç sezondur beraber oynayan iskelet + Hagi-Popescu ve diğer Romenlerle oluşturulan bir kadro kuran Terim ilk sezonunu şampiyonlukla kapattığında herkesten çok kendine kanıtlamıştı ki uğursuz değildi. 4 sene boyunca oturttuğu omurga, başarısız transferleri tamamen unutturmuştu. Sık sık girdiği polemikler, saha içindeki duruşu ve aslında köylü olması bu yazının kaynağı olan 'Derin Galatasaray'ı rahatsız ediyordu. Başarı; sorunların altına süpürülebileceği en geniş halıdır. 4 yıl boyunca kazanılan 4 şampiyonluk, yurt içindeki diğer kupalar ve nihayetinde gelen UEFA kupası bütün olumsuzluk ve uyumsuzlukları halının altına süpürmüş gibiydi.


    Yazının bu kısmı biraz daha duygusal olacak çünkü içimi dökmem gerekiyor. 2010-2011 sezonu dediğim anda bütün Galatasaray taraftarı yüzünü buruşturur. Saçma sapan formalar, sahadaki kalitesiz ve ruhsuz takım, saha içi kavgalar, saha dışı kavgalar, sürekli alınan mağlubiyetler, 3 defa hoca değişimi, 14.lüğün görülmesi ve koskoca 106 yıllık 17 şampiyonluğu bulunan 'sporun beşiği' Galatasaray ligi 8.bitirmesi. Mağlubiyet sayısı galibiyet sayısından çoktu. Ali Sami Yen Stadı'na veda edilmişti. Adnan Sezgin ve Adnan Polat'tan taraftar bıkmıştı. Satırlarca daha yazabilirim çünkü o kadar vahim bir durumdan bizi çıkaran adamı 19 gün önce takımdan kapı dışarı ettiler. 2.dönemi çok parlak olmasa da o enkazı kaldırabilecek adam Fatih Terim'di. Her ne kadar Ünal Aysal'ın antrenör adayı Gerets olsa da hatta Bülent Tulun anlaştı dense de Galatasaray'ın ara bulucusu Ali Dürüst yönetimi Fatih Terim'in gelmesi konusunda ikna etti.
    2011-2012 ve 2012-2013 sezonunda alınan şampiyonluklar, 2012-2013 sezonunda gelen şampiyonlar ligi çeyrek finalinden sonra tablo toz pembe görünüyordu. Ancak yıllardır yanlış söylenilegelen 'Galatasaray'da transfer bitmez' klişesi aslında 'Galatasaray'da kriz bitmez'dir. Hoca bas bas sol bek ve stoper alın diye bağırırken Drogba ve Sneijder getirildi 12-13 sezonun devre arasında. Şikayet etmedi aksine o oyunculara göre oyun planını değiştirdi. Hakemlerin ve medyanın sürekli üzerine oynaması ve gazlamasıyla Mersin maçında bir şeyler koptu, hoca ceza aldı ve söylenene göre Aysal Terim'i gönderme kararı aldı. Sorulması gereken soru: Ne zaman çalışmak istedi ki o zaman aldı bu kararı? 'Elit Galatasaraylılar' ve 'Derin Galatasaray'. Bu iki söylemden de nefret ediyorum. Galatasaray'ın her zaman elitliğinden ve aristokratlığından söz edilir. Elitlik eğer takımı hatta ülkeyi tek başına muasır medeniyetler seviyesine çıkaran adamı kapı dışarı etmekse olmaz olsun öyle elitlik. Aysal belirli bir proje ürünü olarak kulübün başına geldi. 'Liseliler'in adamı olarak gelen Aysal yaptığı transfer hamleleri ve sermaye artırımıyla -ben dahil- çoğu Galatasaraylı'nın gözünü boyadı. Evet yaptığı göz boyamasıydı. Allah aşkına eski 'elemanı'nın itibarını sarsmak için ROK'u kullanan bir adamın hangi hareketinin samimiyetinden söz edebiliriz?
    Fatih Terim'in gönderilme sebebi Galatasaray bench'inde bu 'elitlerin' bir Avrupalı görme isteğidir. Sürekli ayakta durmayan, takım elbisesinin ütüsü bozulmasın diye otururken istifini bozmayan biri gelmeliydi. Neden? Çünkü Galatasaray frankofondur. Çünkü Galatasaray Avrupai bir takımdır. Çünkü Fatih Terim Adana'dan çıkan tırnaklarıyla bir yere gelen ancak takımı sahadayken en az onlar kadar kan-ter içinde kalan, oyuncularının kirasını, araba taksidini ödeyen 'eleman'dır. Eleman dediğin böyle olmaz. Şirket örneği veriliyor hep. Ünal Aysal'ın attığı sms'e Terim cevap vermemiş. Ünal Aysal şirket patronu olsa Terim de eleman olsa kovulma durumu haklıymış. 1-Futbol camiaları şirket değil asla olamaz. 2-Fatih Terim Türk futbolunun gidişatını belirleyen adam olarak bırakın Aysal'ı Türk futbolundan bile üstündür benim nazarımda. 3-Hangi şirket 2 sezon boyunca yapması gerekeni harfiyen yapmış ve yeni seneye de fena olmayan bir şekilde giren şirketin en önemli 'elemanı'nı patrona cevap vermediği için kovar? Aslında gönderilme mevzusundaki samimiyetsizliği anlamanın birçok yolu var. Bunlardan biri GS TV denen garabetin hocanın daha gönderilişi duyurulmadan 'Fatih Terim Yıldırım Demirören'le 3+1 yıllık gizli sözleşme yapmış' diye son dakika girmesi. Eyvallah Bahri Havadır'ın kalitesini hepimiz biliriz de kulüp kanalının daha görevinin başında olan hocası hakkında böyle yanlış bir duyumu son dakika diye girmesi nedir? Kulüp resmi twitter hesabının Fatih Terim'e uyguladığı sansür nedir? Kulübün Rize maçından önce Terim pankartlarını toplatması nedir? Siz kimi kimden koruyorsunuz kimi kimden sakınıyorsunuz? Madem bu kadar korkuyordunuz Fatih Terim'den neden kendiniz gitmediniz?
    24 Eylül 2013 akşamı bir adama yapılan haksızlık milyonlarca insanı hayattan soğuttu. Milyonlarca insan hayattan, spordan, tek tutkusu olan futboldan tat alamaz oldu. Benim de bulunduğum bu güruh siz bu kulüpten defolduğunuzda hatta öldüğünüzde gidip mezarınıza tükürecek. Hiçbirinizin gözümde zerre-i miskal değeri yok. Çakma kurumsallığınız batsın. İnsanların 'baba' dediği, hayatlarındaki çoğu mutluluğun mimarı olan adamı göndermek için aylarca arkasından kuyu kazdınız, fırsat kolladınız. Fatih Terim her zaman bu kulübün kapısından girer. Belki bundan sonraki girişi kulüp başkanı olarak olur bilinmez. Ama sizin Galatasaray tarihinde onun binde biri kadar değeriniz olmayacak. Alın kurumsallığınızı başınıza çalın. Bir de böyle dediğimizde 'ama Fatih Terim de ''Aslolan Galatasaray'dır'' demişti bir adama bağlı kalıyorsunuz :((' diyenler var. 'Aslolan Galatasaray' düsturuyla hareket edip Galatasaray tarihinin en başarılı adamını tek kalemde silip yeni gelen hocaya methiyeler düzmek de ayrı maharet. Onları da Allah'a havale ediyorum. 1-2 transferle başkanlı komikli capsler paylaşacak olan, takım mağlup olduğunda 70.dakikada stadı terk eden, instagramda formalı fotoğraflar paylaşıp yenilince söven gruplar oluştu Galatasaray'da. Aysal ve arkasındakilerin istediği şekildeki taraftar formatı da bu. Ama unutmasınlar gitmelerini bekleyen vefalı grup bu yeni nesil tiki Galatasaraylılar'dan çok daha fazla. Son söz olarak inşallah Terim'in milli takımı Brezilya biletini alır. Tekrardan milli takımın takip edilmesini sağlamak bile Abdullah Avcı'dan sonra büyük başarı. Ve elbette Terim'in yönettiği takımın oynadığı maçlarda tarafımız her zaman belli.

http://inciswf.com/fatihterimtaraftar.swf

Çok özledik be hocam.

12 Eki 2013

O kadar çirkindi ki sanki tek şansı futbolcu olmaktı. İyi de bir futbolcuydu, kendi yaş grubunda stoperlerin korkulu rüyasıydı 'simsiyah ulan yoksa yabancı mı bu? kaçak mı getirmişler?' homurdanmaları sürerken o hep meşin yuvarlağı çizgiden geçirdi. Hiç parası yoktu menajerlere yollamak için bir video bile yaptıramadı kendine, o zamanlar facebook popüler değildi; tabi hal böyle olunca iş bilgilerini TFF'de futbolcu biçiminde ayarlayamadı. Ünlü futbolcu olsa mekanda kavga çıkarır olay olurdu, belki gözden düşmüş bir popçuyla aşk yaşardı. Yok lan belki de şansı yaver giderdi modacı bir sevgilisi hatta eşi olabilirdi, olmayacak şey mi? Ama o siyah bedenine rengarenk şeyler giyip lise bahçesine gidiyordu, kızlar görsün istiyordu sorsun istiyordu 'kim bu ateş gibi oğlan?' diye; bu sorulara 'o çocuk A genç'te yıldız, evet o bir yıldız' diye cevap verilsin istiyordu. Ama hep kendisini kavgaların içinde buldu, kendisini ilgilendirmeyen ama bünyeye zevk veren kavgaların içinde. Sigaraya başlamıştı artık 10 saniyede 100km hıza ulaşamıyordu son model arabalar gibi, ama hala yıldızdı. Okul turnuvalarında, halısaha turnuvalarında faul bile yapılmazdı ona, birsürü kulüp takip ediyordu onu ama kendisine hiç söylenmezdi bu. Milyarlar teklif edilirdi kulübe ama hep daha fazlası için reddedilirdi, zaman akıp gidiyordu 100km hıza ulaşamıyordu artık. Yanında sürekli dönen esrardan bir nefes aldı ve bu sürekli hale gelmeye başladı. İlk başlarda iki biraya kafa olurdu, sonra üç dört derken 'bir yıldız gibi içmeye' başladı. Her şeyi bir yıldız gibi içiyordu.

......

Kamil Koç'la Sungurlu'da mola vermiştik. Yanımda oturan çocuk Canik Belediye'de 10 sene top oynamıştı. Sigara uzattım içmiyorum dedi, kendisine iyi bakmış vücudu iyi durumdaydı sağ iç oynarmış eskiden. Bir çay söyledi kendine, ben çay birbuçuk lira diye içmiyordum. Okulla beraber yürümedi bıraktım dedi. Adamımın ismini söyledim, 'of simsiyah bir şeydi hatırladım, ben topla öylesini görmedim şimdi nerde transfer yaptı mı?' diye sordu. 'Bir yıldız gibi içiyor' dedim, sadece gülümsedi. Yukarda yazdığım şeyleri bir saniyede aklından geçirmiş gibiydi.

11 Eki 2013

Eve Dönüş

23 Aralık 2012 pazar günü saatler biri gösterdiğinde Ankaragücü'nün on aylık iç saha esareti de başlıyordu. Takımı üç farklı gerideyken sahaya giren taraftar skordan ve rakipten ziyade son üç yıldır kulüpte yaşananların getirdiği birikmişlikle hareket ediyordu. Hafta içi federasyon cezaları açıkladığında hemen herkes en az beş maçlık seyircisiz oynama cezası alınacağının bilincindeydi. Hiçbir deplasmanda takımını yalnız bırakmayan Ankaragücü taraftarı artık bu maçlara daha sıkı sarılacaktı. Bu da kaçınılmaz olarak deplasman tribünlerinde bilet sıkıntısı yaşanacak kadar yoğun akınlara yol açacaktı. Kartal ve Tavşanlı deplasmanlarında beş maçlık seyircisiz oynama cezasına beş maç daha dahil olacak; üstüne bir de sezonun son iç saha maçı olan Denizli maçında -ki bu maç da seyircisizdi- cezanın üzerine iki maç daha eklenecekti. Ankaragücü taraftarının deplasman pratiği ve rakip takım yönetiminin dışlayıcı ve ayrıştırıcı tutumu yüz kadar Ankaragücü taraftarını Rize tribününe sokmaya yetip de artacaktı. "RİZE'de DENİZ diye bir kız var TARAF okuyor" parolasıyla twitter'dan organize olan taraftar Rize Şehir Stadının Deniz Tarafı Kale Arkası bölümünde buluşacaktı. 23 Aralıkta başlayan süreç esnasında Ankaragücü PTT 1. Lig'in son sırasında yer alıyor ve genel kurula gidiliyordu. Ankaragücü Spor Toto 2. Lig'e düştü, kulüp başkanlığına Mehmet Yiğiner getirildi, seneler sonra çıkarılan kombine kart yaklaşık 14,000 adet satıldı ki hala satılmaya devam ediyor, futbolcuların ve diğer emekçilerin paraları ödendi, elektrik, su, doğal gaz faturaları yatırıldı, tesisler bakımdan geçirildi, taraftar mağazası açıldı (çok sayıda ürün çeşidiyle), transfer yasağı bir yıllığına erteletildi, Mustafa Kaplan'ın yerine Hayati Soydaş getirildi, Bugsaş'tan (dolayısıyla sahibinden) ilk rövanş alındı... Altı haftası geride kalan Kırmızı Grupta Ankaragücü şu anda 13 puanla ikinci sırada yer alıyor. Önümüzdeki iki hafta şu an dördüncü ve üçüncü sırada yer alan iki takımla (Altınordu ve Kızılcahamam) Ankara'da maçımız var. Taraftar geleceğe umutla bakıyor. Toplamda 12 puanlık iki maç oynayacağız. Takıma ve hocaya inancımız tam olmasa da taraftarın gücüyle kazanma ihtimalimiz çok yüksek. Bunların hepsi bir kenara dokuz buçuk ay sonra (ki bu sürede bir insan evladı dünyaya geliyor) Ankaragücü taraftarı stadına kavuşacak. 19 Mayıs'ın provası hafta içi Ostim Stadında Bugsaş'a karşı yapıldı. Eyüp ve Körfez deplasmanlarında da deplasman tribünleri kapasitenin çok fazlasıyla dolup taştı. Sabır kalmadı artık... Eve dönüş vakti gelsin.

7 Eki 2013

Kara Elmaslar (Diamantes Negros)


İspanyol yönetmen Miguel Alcantud'un üçüncü uzun metraj filmi olan 'Diamantes Negros' Avrupa liglerinde top koşturan Afrikalı futbolcuların nasıl birer modern-zaman kölesi haline dönüştüğünü eleştirel bir bakış açısıyla ortaya koyuyor. Film, ilk kez gösterime girdiği Malaga Film Festivali'nden bir adet ödül almayı da başardı. İspanya ve Portekiz ortak yapımı olan filmin İspanya için gösterim tarihi 27 Kasım 2013 olarak belirlenmiş. Ancak filmi Türkiye'de ne zaman izleme şansı bulabiliriz bilinmemekte.
Hikaye Malili iki futbolcunun (Setigui Diallo ve Hamidou Samaké) Avrupa'ya getirilmesi etrafında dönüyor. Afrika'dan Avrupa'ya getirilen futbolcular Atlantikötesi köle ticareti ile kıyaslanıyor. İki genç adam menajerler ve gözlemciler vasıtasıyla Avrupa'da kendilerini büyük bir zenginliğin beklediği yalanıyla kandırılıyorlar. Hayallerin kabusa dönüşmesi ise çok fazla zaman almıyor. Ailelerinden ve arkadaşlarından koparılan bu iki genç adam o ana karşılaşmadıkları ağır bir yükün altında buluyorlar kendilerini: Rekabet! Filmde, FIFA tarafından yasaklanan bir uygulamadan da bahsediliyor. 18 yaşını doldurmamış ve AB pasaportuna sahip olmayan hiçbir futbolcu Avrupa kulüplerinin altyapı kadrolarında yer alamıyor. Bu yasağı delmek için Avrupa'nın kalburüstü kulüplerinin başvurduğu bazı yöntemler de filme konu ediliyor: Sahte öğrenim hayatları, sahte iş sözleşmeleri, sahte pasaportlar vs. yollarla Afrikalı futbolcular 'ithal' ediliyor.
Film Türkiye'de vizyona girer mi bilinmez ama alternatif kaynaklar vasıtasıyla da olsa mutlaka izlenmesi gereken bir film olduğu kanısındayım. Filmin fragmanı ve konusu insanı hayatından bir buçuk iki saatini bu çalışmaya ayırmak için teşvik ediyor. Şimdiden iyi seyirler.

30 Eyl 2013

EPL'de 500'ler kulübünün son üyesi: Gareth Barry

Gareth Barry 16 yaşındayken Brighton & Hove Albion'dan Villa Park'a adım attığında yıl 1997'ydi. 1997-98 sezonunun sonuna doğru ilk kez Aston Villa formasıyla sahaya çıktığında üçlü savunmanın en solunda Gareth Southgate ve Ugo Ehiogu gibi iki tecrübeli isimle yan yana oynadı. O sezon sadece üç maçta forma şansı bulsa da bir sonraki sezon neredeyse sezonun tamamında bordo-mavi formayı terletti. Milli takıma çağrıldığında henüz 19 yaşındaydı ve İngiltere'nin EURO 2000 kadrosunda yer alan en genç futbolcu olmayı başardı.

Türkiyeli futbol severlerin birçoğu onun adını ilk olarak Alpay Özalan'ın Aston Villa'ya transfer olmasıyla duymuştur. Çocukken yurt dışına futbol oynamaya giden futbolcularımızı yalnız bırakmamak adına FIFA serilerinde onların olduğu takımları şampiyon yapmakla çok uğraştım. Hatta taraftarlık boyutunu gerçek dünyaya da uyarlayarak Aston Villa'nın bordo-mavi formasını da aldım. Tabi ki arkasında Alpay yazmasını çok isterdim ancak o zamanki maddi şartlar buna uygun değildi. Zaten forma da orijinal değildi.

Gareth Barry ilk başta stoper olarak başladığı İngiltere Premier Ligi'nde daha sonra sol bek, sol açık, sol orta saha mevkilerine derman olarak denendi. Ancak en sonunda "ön libero" olarak futbol sahalarında kendine yer buldu. Aston Villa'da yıllarca kaptanlık yaptı. 2000 yılında Chelsea'ye 1-0 kaybedilen FA Cup finalinde oynadı. Aston Villa ile kazandığı tek kupa 2001 yılında Inter-Toto Kupası oldu. 2008 yazında Liverpool'a transferi Birmingham'da gündemi bir hayli oyaladı. En nihayetinde transfer gerçekleşmedi ve menajer Martin O'Neill Barry'nin kolundan pazubandı aldı. Gerçi 2009 ocağında yeni kaptan Martin Laursen uzun süreli sakatlanınca pazubant tekrardan Barry'nin koluna takıldı.

2009 yılının sonunda Liverpool'dan talep edilen 18 M Sterlin'den 6 M Sterlin daha azına Manchester City'ye transfer oldu. Aston Villa taraftarı on iki yıl boyunca 441 kez formalarını terleten kaptanlarına tepkiliydi. Parayı seçtiği için kendisini çok eleştirdiler. Barry 2011 yılında City ile FA Cup'ı kaldırdı. 2011-12 sezonunda 44 yıl sonra gelen EPL şampiyonluğunda sezonun neredeyse tamamında(34 maçta) mavi formayı sırtında taşıdı.

2 Eylül 2013 tarihinde -transferin son gününde- City'den Everton'a kiralandı. İlk maçında Chelsea karşısında alınan 1-0'lık zaferde büyük pay sahibi oldu. Samuel Eto'o karşısında gösterdiği performansla maçın adamı seçildi. Henüz 32 yaşındaki Barry EPL'de oynadığı 499 maçta 47 gole imza attı. 53 kez giydiği milli formayla da 3 kez gol sevinci yaşadı. Bugün oynanan Everton-Newcastle United maçında 500. kez EPL'de forma giyme başarısı göstermiş oldu. Hak ettiği değeri göremeyen nadir oyunculardan birisidir Gareth Barry. Aston Villa'da kalsa belki daha az hatırlanacaktı ama Villa taraftarı için daha büyük bir efsane olacaktı.

27 Eyl 2013

Dünya Kupalarında Afrika futbol tarihi

Afrika futbolu Türkiye'de çok rağbet görmeyen ama ülke futbolunun çok beslendiği bir alan. Türkiye'de Afrika futbolu denince akla ucuz maliyetlerle transfer edilen siyah insanlar gelir. Bunun yanında bu insanlara takılan türlü lakaplar ve ten renklerinden ötürü yapılan ve kimisi ırkçı olan benzetmeler de akıllarda yer etmiştir. 1998-99 sezonunda Trabzonspor forması giyen siyahi İngiliz futbolcu Kevin Campbell'a dönemin Trabzonspor başkanı Mehmet Ali Yılmaz'ın "yamyam" ve "rengi bozuk" ifadeleri Afrika kökenli futbolculara yapılan ırkçılığa örnektir. Türkiye'de Afrikalı futbolcu algısını ileri zamanlardaki yazılarda derinlemesine inceleyeceğim. Ancak bu yazıda asıl konumuz Afrika futbolunun Dünya Kupaları tarihinde bıraktığı izler.

Afrika futbolunu Dünya Kupalarında ilk olarak 1934 İtalya'da Mısır temsil etmiştir. İlk turda Macaristan'a 4-2 yenilerek elenen Mısır turnuvaya erken veda ederken Abdülrahman Fevzi Mısır adına atılan iki golün de sahibi olmayı başarmıştır. Daha sonra 1966 İngiltere'ye kadar Afrika futbolu Dünya Kupası'nda adından söz ettirememiştir. 1966'da ise 16 Afrika federasyonu turnuvayı boykot etmiştir. 1964 yılında FIFA tarafından alınan bir karara göre Afrika şampiyonu Asya veya Okyanusya şampiyonlarından biriyle play-off oynayarak turnuvaya katılmaya hak kazanabilecekti. 1970 Meksika'da Afrika'yı yine bir Kuzey Afrika ülkesi temsil etti. Fas oynadığı üç maç sonunda Bulgaristan ile 1-1 berabere kalarak kıta adına ilk puanı almayı başarsa da turnuvadan elendi. 1974 Batı Almanya'da ise turnuva tarihinin en kötü takımlarından birisi Afrika adına mücadele etti. Grupta oynadığı üç maçı da kaybeden ve turnuva tarihinin en farklı üç mağlubiyetinden birini alan Zaire(bugünkü adıyla Demokratik Kongo Cumhuriyeti) Yugoslavya karşısında 9-0'lık hezimetle sahadan ayrıldı. 1978 Arjantin'de kıtayı üçüncü kez bir Kuzey Afrika ülkesi temsil etti. Tunus gruptan çıkmayı başaramasa da Meksika karşısında aldığı 3-1'lik galibiyetle Afrika adına ilk zafere imzasını atan ülke olmayı başardı. Aynı zamanda Tunus'un teknik direktörü Abdelmajid Chetali turnuvaya katılan ilk Afrikalı hoca unvanını da kazandı.

1982 İspanya'da Dünya Kupası ilk kez 24 takımın mücadele ettiği bir turnuva haline geldi ve Afrika ülkelerinin kontenjanı ikiye çıktı. Cezayir aldığı iki galibiyete rağmen averajla gruptan çıkamadı. Diğer taraftan ise Kamerun aldığı üç beraberlikle averajla gruptan çıkamadı ve bir üst sırada yer alan İtalya üç beraberlikle çıkmayı başardığı gruptan sonra bütün rakiplerini mağlup ederek kupanın sahibi olmayı başardı. 1986 Meksika'da Cezayir sadece bir puan toplayarak elendi. Fas ise gruptan çıkmayı başaran ilk Afrika ülkesi oldu. Ancak ikinci turda Batı Almanya karşısında 1-0 mağlup olarak elendi. 1990 İtalya'da Mısır iki beraberlik, bir mağlubiyetle gruptan çıkmayı başaramadı. Kıtanın diğer temsilcisi Kamerun ise uzun süre hafızalarda yer edecek bir performans gösterdi ve çeyrek finale kadar yükselmeyi başaran ilk Afrika takımı oldu. Kadroların teslim edileceği son anlarda Kamerun Devlet Başkanı Paul Biya 38 yaşındaki forvet oyuncusu Roger Milla'ya özel bir ricada bulundu ve Milla Kamerun'un Dünya Kupası kadrosuna dahil edildi. Milla turnuvada attığı dört gol ve ilginç gol sevinçleriyle adından çokça söz ettirdi. Kamerun The Indomitable Lions(Boyun eğmeyen aslanlar) lakabını bu turnuvada kazandı. Kamerun grubun ilk maçında son şampiyon Arjantin'i 1-0'la geçerken Romanya'yı da 2-1 yenmeyi başardı. Sovyetler Birliği karşısında alınan 4-0'lık mağlubiyet Kamerun'un gruptan çıkmasına engel olamadı. İkinci turda Kolombiya'yı 2-1 mağlup eden aslanlar çeyrek finalde İngiltere karşısında uzatmalarda 3-2 mağlup oldu ve turnuvaya veda etti. 1994 ABD'de Afrika'yı ilk kez üç takım temsil etti. Kamerun ve Fas ilk turda elenirken Nijerya ikinci tura yükselmeyi başardı.

1998 yılına gelindiğinde Dünya Kupası artık 32 takımla oynanacaktı. Fransa'da düzenlenen kupaya Afrika adına beş takım katıldı. Kamerun, Tunus, Fas ve Güney Afrika Cumhuriyeti ilk turda turnuvaya veda etti. Nijerya ise üst üste ikinci kez ikinci tura yükselme başarısı gösterse de elenmekten kurtulamadı. 2002 Güney Kore&Japonya'da Kamerun, Nijerya, Tunus ve Güney Afrika Cumhuriyeti gruptan çıkma başarısı gösteremedi. Ancak turnuvaya ilk ve -bugüne kadar- son kez katılan Bruno Metsu'nun öğrencileri çeyrek finale yükselen ikinci Afrika takımı olmayı başardılar. Eski bir Fransa sömürgesi olan Senegal (tıpkı Kamerun gibi) son şampiyon Fransa'yı Papa Bouba-Diop'un golüyle 1-0 mağlup ederek turnuvaya başladı. Danimarka ve Uruguay ile berabere kalarak beş puan toplayan Senegal gruptan çıkmayı başardı. İkinci turda İsveç'i mağlup eden Senegal Türkiyeli futbol severlerin de hafızalarına kazınan bir maçta İlhan Mansız'ın attığı altın gol ile turnuvaya veda etti. 2006 Almanya'da ise Angola, Fildişi Sahili, Togo ve Tunus gruptan çıkmayı başaramadı. Nijerya ise üçüncü kez turnuvaya ikinci turda veda etti.

2010 Dünya Kupası Afrika futbolu adına en önemli dönüm noktalarından birisi oldu. Dünya Kupası ilk kez bir Afrika ülkesinde düzenlenecekti. Adaylar ise Fas, Libya/Tunus, Mısır ve Güney Afrika'ydı. Yapılan oylama sonucunda ev sahipliği hakkı Güney Afrika'ya gitti. Güney Afrikalıların yerel çalgısı vuvuzela turnuvada en çok iz bırakan simgelerden birisi oldu. Özellikle Afrika dışından gelen seyirciler vuvuzeladan çıkan sesten ötürü rahatsızlıklarını sık sık dile getirdiler. Hatta bir ara yasaklanması bile gündeme geldi. Bunun yanında Shakira'nın Güney Afrikalı bir grup olan Freshlyground ile birlikte seslendirdiği Waka Waka şarkısı da turnuvanın unutulmaz simgelerinden birisi oldu. Tabi ki şarkının sözlerinde geçen This time for Africa sloganı da hafızalarda yerini aldı. Güney Afrika Cumhuriyeti ev sahibi kontenjanından yararlanarak turnuvaya katıldığı için turnuvada ilk kez altı adet Afrika takımı yer aldı. Cezayir, Kamerun, Fildişi Sahili, Nijerya ve Güney Afrika kıta insanın beklentilerini karşılayamayarak gruptan çıkamadı. Çeyrek finale kadar yükselen Gana ise Uruguay'a penaltılarda kaybederek yarı finale yükselen ilk Afrika takımı olma şansını kaybetti.
2014 Brezilya'ya Afrika'dan katılacak olan beş takım Ekim ayının ikinci haftası ve Kasım ayının ortasında yapılacak olan play-off maçlarından sonra belli olacak. Eşleşmeler:
Fildişi Sahili-Senegal
Burkina Faso*-Cezayir
Etiyopya*-Nijerya
Tunus-Kamerun
Gana-Mısır
*Burkina Faso ve Etiyopya rakiplerini elemeyi başarırlarsa turnuvaya ilk kez katılacaklar.

6 Eyl 2013

Sıkıntı Var

'Bu sene de bir şey olmaz bu takımdan'
'Forvet transferi gecikirse Avrupa'dan erken eleniriz.'

Ben uğraşmak zorunda mıyım lan bunlarla? Birileri ağlamak zorunda mı ağız dolusu küfürle? Niye küfrediyoruz ki, neye sinirleniyoruz? Niye biz maç bitince normal hayata dönemiyoruz, hüzünlerin sevinçlerin kızgınlıkların ortasında kalıyoruz. Fenerli manitayı cimbomlu arkadaşı kırıyoruz, sonra kulübün menfaatlerini de gözeterek gönüllerini alıyoruz. O orda oynamaz bu burda oynamaz, şunu satalım bunu alalım. Nereye sığınalım? Üzüntümüzde teselliyi, sevincimizde mükafatımızı bu futbol topunun etrafında dönen en kaypak iş grubu olan futbolculara bağlamışız. Bize kim yükledi ulan bu tutkuyu, bu heyecanı.

Kimsenin sevmediği insanları seviyoruz:



Sevilmeyende sevilecek şeyi buluyoruz:



Sükuneti yaşamadık doğduk doğalı



Bunca sağlıksız insanın gözüne girmek zor tabi. Ahmet Çakar'ın dediği gibi 'sıkıntı var'. Bu bünyeler şanlı galibiyetlere de ağır mağlubiyetlere de alışkındır, hataları kaldırır ama yanlışa tahammülü yoktur. Biz Jaja'yı İstanbul'a sadece içmeye gittiği için sevdik, transfer görüşmesine değil içmeye gitti. Adam olun canımızı yeyin. Üzerinize sarı birşeyler giymeyin ve sahada o yuvarlak şeyin peşinden koşun. Basit lan çok basit.

5 Eyl 2013

Savaşın Çocukları

 
Evet ölüm belki de bir aşiretin adı, belki de çok daha fazlası Iraklılar için. İşte bu yüzden futbol sadece futbol değil. Ali Adnan da sadece bir futbolcu değil. Hele ki birkaç maç iyi oynadıktan sonra yüzbinlerce 'euro'luk kontratlara imza atan, tek dertleri alacakları araba olan Türk futbolcularla kıyaslayınca.

"Savaşın çocukları için çenedeki birkaç dikiş fazla acı verici değildir." diyordu Levent Özçelik abimiz 10 Temmuz 2013 Irak Uruguay u20 maçı sırasında Ali'nin çenesine dikiş atılırken. Doğruydu, Ali ne acıları atlatmıştı yanıbaşımızda.


O şimdi dünyanın en güzel 11'ini yapmakla meşgul. Kimi koysa hep bir fazla, kimi çıkarsa hep bir eksik. Biz mi? Biz yanıbaşımızda yaratılacak yeni acılara ortak olma peşindeyiz...




Bağdatlı Ali Adnan'ın ilk 11'i

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24636501.asp

1 Eyl 2013

70'ler, 80'lerin ruhuyla... Bastır Ankaragücü!

Ankaragücü 104 yaşında! 31 Ağustos 1910 tarihinde kurulan kulübümüz dün 104 yaşına girdi, taraftar da Sakarya Caddesi'ni sarı-laciverte boyadı, ateşe verdi...

Taraftarı biraz sonraya bırakıp önce futbol konuşalım. Üç hafta önce Süper Lig ve 1. Lig'in başlamasıyla hemen her camia futbola tekrardan kavuştu. Şimdi sırada Ankaragücü'nün ligi 2. Lig Kırmızı Grup var...
Uzun zaman sonra büyük umutlarla girilen bir sezon... On binden fazla satılan kombine kart ve yeşeren umutlar... Ayrıca -üç eksik haricinde- büyük ölçüde koruduğumuz kadromuz ve futbolcuların, emekçilerin alacaklarının kalmaması şampiyonluk için önümüzde pek de fazla bir engel olmaması. Son olarak, hazırlık maçlarında alınan başarılı sonuçlar ve takımın oynadığı futbol da sezona başlarken en önemli artılarımızdan.

Genel olarak 2. Lig seviyesindeki takımlarla oynadığımız hazırlık karşılaşmalarında yenilgi yüzü görmedik. Profesyonel liglerde üçüncü sezonuna girecek olan altyapı kadromuz artık şampiyonluk yaşayabileceği bir kümede yer alıyor. İki senedir parasızlıklar, yokluklar içinde boğuşan futbolcu kardeşlerimiz için artık vakit doldu. Taraftar, maddi kaygıları ortadan kalkan futbolculardan üçüncü klasman seviyesinde büyük beklenti içerisinde. Konuştuğum futbolcu arkadaşlar da bu durumun farkında ve onlar da bizimle hemfikir. Anadolu Selçuklu ile oynadığımız hazırlık maçında tesislerdeki otları meşale ile yakmayı başaran taraftarın coşkusu ve ardından gelen yangın var yangın var biz yanıyoruz Ankaragücü aşkıyla tutuşuyoruz sloganı önümüzdeki sezonu şimdiden özetler nitelikteydi. Taraftar öyle ya da böyle bu sezon şehri yakmaya kararlı.

İçerideki ilk dört maçımızda ne yazık ki taraftarımızdan yoksun olacağız. 6. ve 8. hafta oynayacağımız Bugsaş ve Kızılcahamam deplasmanları Ankara'da futbol özlemimizi bir nebze de olsa dindirecek. 2. hafta oynayacağımız Eyüp deplasmanı ile 4. hafta oynayacağımız Körfez deplasmanı ise nispeten yakın deplasmanlar. Taraftarın her zaman ki gibi İstanbul ve Kocaeli'ni istila edeceğinden kimsenin şüphesi yok. Ankaragücü'nün 104. yaşını kutladığımız 31 Ağustos Cumartesi günü Sakarya Caddesi'ndeki coşku, yeni sezon öncesi taraftarın da ne kadar istekli olduğunun bir işaretiydi.

2013 ocağında kulübün yönetimini devralan yeni ekip taraftara, camiaya umut aşılamayı başardı. Transfer yasağının kaldırılması, borçların ödenmesi ve sorumlulardan hesap sorulması gibi temel sorunlar halihazırda devam etse de bu sorunlar bir süreliğine kulübün ayağa kalkmasına engel olamayacak gibi duruyor. Şu andan itibaren taraftarın kısa vadedeki en önemli beklentisi, on maçlık cezanın sonunda 19 Mayıs Stadyumu'na kavuşulduğunda takımın puan tablosunun tepesinde yer alması.
70'ler, 80'lerin ruhuyla... Bastır Ankaragücü!

3 Ağu 2013

Ankaragücü Dirilişi

Ne çok zaman oldu "yeni sezon yeni umutlar" demeyeli... Öncelikle bu sezondan oldukça umutlu olduğumu belirterek meramımı anlatayım.
Ankaragücü geçtiğimiz sezon PTT 1. Lig'den düşerken gelecek açısından pek umut verici gelişmeler yaşanmıyordu. Bir yandan Başkan Yiğiner başka bir Ankaragücü planları yaparken(Esnafspor), bir yandan Gökçekler gelecek sezon PTT 1. Lig'de mücadele edecek Ankaraspor'u Ankaragücüspor gibi bir şeyler yapabilme telaşesindelerdi. Ancak planların hiçbirisi tutmadı ya da söylem bazında kaldı. Hatta kimi söylemler de asılsız çıktı. 103 yıllık kulüp kapanmanın eşiğinden döndü. Yakın maziyi unutarak bugünü değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Yiğiner'in henüz sağlayamadığı güven kafalardaki soru işaretlerini hala giderebilmiş değil. Taraftarın içerisinde de kulübü inatla ve ısrarla Gökçeklere peşkeş çekmeye devam eden, sesleri eskiye oranla az da olsa çıkan bir kitle hala mevcut ne yazık ki. Kaldırılamayan transfer yasağı, ödenemeyen borçlar kulübü ekonomik anlamda yıpratmaya devam ediyor. Taksi, otobüs, dolmuş duraklarından toplanan paralar ise ne kadar etkili kullanılıyor bilinmemekte. Son olarak MKE Ankaragücü tarihinde ilk kez Spor Toto 2. Lig seviyesinde bir kümede mücadele edecek. Sorumlular ise hala sorumsuz ve Ankara'yı yönetmeye devam ediyor.
Bütün bu olumsuz tabloyu bir kenara koyarsak Twitter'dan hashtag kasarak #DİRİLİŞ adlı bir temayı işlemeye çalışan bir yönetim mevcut. Diriliş fikri güzel fikir ama yönetimin yönlendirdiği hashtag kötü fikir. Bu da ister istemez Ankaragücü'nün sıradan bir takım gibi yönetildiği izlenimi edinmeme yol açıyor. Sosyal medyadaki hareketliliklerin tabandan gelmesi taraftarıyım.
Futbolcuların -geç de olsa- ödenen paraları, 19 Mayıs Stadyumu'nda oynamaya devam etmemiz, bütün tribünler için makul fiyatlarda kombine bilet çıkartılması, #DİRİLİŞ temalı tişörtler ise güzel ve olması gereken gelişmeler. Mevcut kadrodan da Enes, Bilal Gülden ve Timur eksilmiş olsa da eldeki oyuncu kadrosuyla Spor Toto 2. Lig Kırmızı Grup'ta iyi işler çıkartacağımıza benim inancım tam. İlk başta 200 liradan satılacağı açıklanan kapalı tribün kombinesinin 150 liraya çekilmesi de her iki kapalı tribünde de taraftar grupları olduğu gerçeğiyle bağdaşan bir adım oldu. Yiğiner ve ekibine benim inancım henüz tam değil. Bir yılını doldurmayan bir yönetime şimdiden bu kadar inanmak da anlamsız geliyor. Bırakalım önce kendilerini ispatlasınlar derim. Taraftarın bu sezon ki en azından play-off oynama beklentisini karşılayabilsinler -ki benim beklentim bir üst lige yükselmek yönünde-. Kulübü bu hallere getiren Gökçek yönetiminden gerekli hesapları sorsunlar ve transfer yasağını kaldırsınlar. Ondan sonra tekrardan duruma bakar ve dirilip dirilmediğimize karar veririz.
Fikstür çekildi, 9. haftaya kadar seyircisiz oynama yasağımız mevcut. Hangi maçlara kadın ve çocuklar alınacak, hangi maçlara alınmayacak tam olarak bilmiyorum. Geçen seneden kalan dört maçlık cezanın ilk iki haftasında kadın ve çocukların statta yerini alması gerekiyor. Ankara'daki seyircili ilk maçımız altıncı hafta Ostim'de oynanacak olan Bugsaşspor maçı. Yani, Ankara'da taraftara açık ilk maçımız Gökçeklerin yavru takımı ile. Tekrardan sokak çocuklarının kullanımına açılan saatli kale arkası tribünü ise şimdiden bu sezonun en önemli kazanımlarından birisi oldu. Sezon açılışı, yeni taraftar mağazası ve lisanslı ürün(özellikle de yeni sezon forması) satışı taraftarın şu günlerde en çok beklenti içerisinde olduğu konular. Transfer yasağının kaldırılmasının bana göre her zaman acelesi var. Fakat eldeki kadroyu tutmak mı transfer yasağının kaldırılması mı dersek tabi ki eldeki kadronun korunması derim. Umarım, Ankaragücü taraftarıyla, yönetimiyle, futbolcusuyla, teknik ekibiyle ve tüm çalışanlarıyla #DİRİLİŞ sezonunun hakkını verir.
BASTIR ANKARAGÜCÜ!

28 Tem 2013

Futbol Amerika'da...

Amerika'dan futbol denilince aklıma ilk olarak 94 Dünya Kupası ve Rüştü Reçber'in Barcelona'ya transfer olduktan sonra ABD'de Juventus'a karşı oynadığı maç geliyor. Daha sonra ise Reyna, Donovan, Altidore gibi ABD'li futbolcular ve Beckham, Henry ve Pele gibi ABD'ye transfer olan dünya yıldızları geliyor aklıma. Aaa... Bir de 70'lerin sonunda Pele ile birlikte New York Cosmos'ta forma giyen Yasin Özdenak abimizi de unutmamak lazım. Son olarak 94 Dünya Kupası'nda Kolombiya'nın yaşadığı trajedi ve Andrés Escobar da ABD'den unutulmaz futbol hikayeleri arasında kendine yer buluyor.
Şampiyonlar Ligi'nin minimalize edilmiş olan bir versiyonu bu gece ABD'de başladı: International Champions Cup. AC Milan, Chelsea, Everton, Internazionale, Juventus, LA Galaxy, Real Madrid ve Valencia'nın katılımıyla gerçekleşen turnuvanın ilk maçında AC Milan, Valencia'yı 2-1 mağlup ederek yarı finale yükseldi. Ancak, turnuvada elenen takımlar da yollarına devam ediyor. "Kazananlar vs. Kazananlar" ve "Kaybedenler vs. Kaybedenler" şeklinde bir formata sahip olan turnuva önümüzdeki sezon Avrupa Kupalarında yer alacak takımlarından beşine ev sahipliği yapıyor. 27 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında oynanacak olan turnuvanın en önemli eksiği bu sezon Bundesliga'ya 9 Ağustos'ta start verileceği için Bayern Münih ve Borussia Dortmund'un turnuvada yer alamaması. Everton, Valencia ve Inter yerine Avrupa'nın en formda iki takımı ve Barcelona'yı izleyebilsek güzel olurdu. Olasılıksız temennileri bir kenara bırakarak biraz da turnuvanın yapılacağı şehirlerden bahsedelim. ABD sınırları içerisindeki altı adet şehir(Indianapolis, Los Angeles, Miami, New York City, Phoenix ve San Francisco) ve İspanya'dan da Valencia şehri turnuvaya ev sahipliği yapıyor. Turnuvanın final maçı 74,918 seyirci kapasiteli Sun Life Stadium(Miami)'da oynanacak. Maçların oynanacağı stadyumlar genel olarak Amerikan Futbolu ve Beyzbol sporları için tasarlanmış stadyumlar. Turnuvayı Türkiye'de yayımlayan bir kanal da bildiğim kadarı ile yok. Turnuvanın en büyük sponsoru ise dünyaca ünlü bira üreticisi Guiness. Turnuvanın bilet fiyatları ise ABD standartlarına göre pahalı sayılmaz. En ucuz maç bileti $40.
Turnuva, yazının başında saydığım anıların yanında şimdiden yerini aldı. Önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligi'nde en azından çeyrek final göreceğine inandığım dört takımı(AC Milan, Chelsea, Juventus ve Real Madrid) çoğunluğu ABD'de düzenlenen bir turnuvada izlemek ayrı bir keyif olacak.

17 Tem 2013

KART 1903 '' AYRICALIĞI ! ''

Endüstriyel futbol geyiklerine falan girip yazıyı okuyacak arkadaşlara bildiklerini tekrar satmaya çalışmayacağım. Beşiktaş yönetimi geçtiğimiz aylarda ''Kart 1903'' adı altında bir proje başlattı. Bu projeye göre Beşiktaş taraftarı artık taraftarlığını resmiyete dökecek, bir yandan kulübe para kazandırırken bir yandan da kart sahibi kartın anlaşmalı olduğu mağazalar, restoranlar vb. yerlerde avantajlara sahip olacaktı. Ayrıca maçlarda öncelikli bilet alma hakkı taraftarı kart almaya zorlayan en önemli sebeplerden birisi. Her şey görünürde iyi, hoş görünüyor ama işin aslı pek öyle değil. Siyah, beyaz ve yavru karttan oluşan üç kart çeşidi var. Beyaz kart 60, siyah kart 250, yavru kart  50 TL. Kart satışından elde edilecek gelirlerde beyaz kart için  ilk 40.000 karttan elde edilecek gelirin sadece %35'i Beşiktaş'a kalıyor. 60.000 karttan sonra bu oran Beşiktaş'ın lehine dönerek %65 oluyor. Siyah kart için ise ilk 2000 karta kadar Beşiktaş'a kalan oran yine %35. Oran %65'e 5000 kart satıldıktan sonra dönüyor. Yavru kart için de siyah kartla aynı şartlar geçerli. Sorulması gereken sorulardan birincisi şu: Mevcut tüzüğe göre 1200 TL giriş ücreti ve 120 lira yıllık aidat ödeyen Beşiktaş kongre üyesi öncelikli bilet alma hakkı gibi hiçbir ayrıcalığa sahip değilken ''Kart 1903'' projesi ne kadar adildir? İkincisi; yukarıda söz ettiğim oranların Beşiktaş menfaatine olmadığı açıkken Beşiktaş'a yararlı olmak isteyen bir taraftar bu kartı ne amaçla almalıdır? Üçüncüsü; kartlar neden diğer yıl tekrar ilk bedellerine yenileniyorlar? Örneğin; Fenerbahçe'nin 35, 100 ve 350 TL'lik üç tür taraftar kartı var ve bunlar her yıl 35, 50 ve 150 TL'ye yenileniyorlar. Kongre üyesi olmayan ortalama bir taraftar bile sene içinde gideceği maçlara, alacağı forma ve ürünlere zor para yetiştirirken bunu insanlardan nasıl istiyorsunuz? Üstelik Kart 1903'ü olmayana gelecek süreçte bilet satılmayacağını açıklıyorsunuz gözümüzün içine bakarak. O zaman taraftar kartı olan birisi Beşiktaşlı ama durumu elvermeyip alamayan birisi Beşiktaşlı değil öyle mi? Kusura bakmayın ama insanların idame ettirmesi gereken bir hayatı var. Umarım bu yanlıştan en yakın zamanda dönülür.

12 Tem 2013

Ankara'nın Dönüşümü



Ankara’da yaşayanlar bilir; Sıhhıye Köprüsü Ankara için hem sosyolojik hem ekonomik bir ayrım taşır. Her ne kadar son yıllarda bu ayrım grileşse de, köprüden Ulus tarafına uzanan bölge “getto” ya da halk arasındaki adıyla “varoş” olarak adlandırılır. Genellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinden gelen insanlar yaşar bu bölgelerde. İç Anadolu’dan gelenlerin çoğu ya işçidir ya küçük esnaf, Kürt kökenliler ise genelde pazarcılık yapar; neredeyse tamamı lümpen proleterdir. Gecekondularda otururlar. Doğru-dürüst okulları ve eğitmenleri yoktur, çoğu 8 yıllık zorunlu eğitimi bile bitiremez zaten. Yaz tatilleri yoktur; deniz, plaj, kum bilmezler pek, en fazla köylerine giderler. Çirkindirler, esrar kullanır ve satarlar. Bulamazlarsa “bali” çekerler. Enseleri uzundur, konuşmasını pek beceremezler. Sosyal hayatları olmaz, arada bir kaçak girerler Gençlik Parkına. Asidirler, biat etmesini pek bilmezler.
 









Ankaragücü kimliği
Kimlikler çağında ise bu lümpen proleterlerin bilincinde olduğu tek bir ortak kimliği vardır; Ankaragücü. Ankaragücü, sosyal hayatı olmayan, tatile gidemeyen, eğitimsiz, kendilerine birer Samsa metaforuymuş gibi bakılan, dışlanmışların aidiyet noktası, Ankara’nın varoşlarında yaşayan, geleceği olmayan insanların tutunum ideolojisidir. Bu özdeşliğin ne zaman, hangi sosyolojik ve ekonomik kurulduğunu söyleyebilecek yaşamışlığım ya da bilgi birikimim yok. Ancak Çankaya elitizmine karşı, çirkin Ankara’nın, Ankaragücü’nü sahiplendiği ve bu sahipliğin Ankaragücü’nün başarılı olduğu 70’lerin sonu, 80’lerin başında aidiyete dönüştüğü çıkarımını yapmak mümkün. 90’ların sonundan itibaren de yaratılmaya çalışılan medeni ve eğitimli Gençlerbirliği taraftarı profilini ise, bu “zararlı” özdeşliğin karşısına çıkarılmaya çalışılan başarısız bir projeden ibaret olarak görebiliriz.
Sporu nezihleştirme
“Gentrification”, (Türkçe isimleriyle; kentsel sızma, seçkinleştirme ya da nezihleştirme) David Harvey tarafından; kentin çökmüş semtlerindeki evlerin, özellikle orta gelirli profesyonellerce alınıp yenilenmesi; böylece mülklerin değeri artarken düşük gelirli ailelerin yerlerinden edilmesi olarak tanımlanmıştır. Özelikle İstanbul- Cihangir bu yeni modelin Türkiye’deki ilk uygulama alanı olarak görülebilir. Ankara’da ise bu nezihleştirme projesinin uygulama alanı olarak görülen yerleri, doğal olarak Ankaragücü taraftarının yoğun olarak yaşadığı, Aktaş, Yenidoğan, Hıdırlıktepe başta olmak üzere Altındağ, Doğantepe, Mamak, kısaca gecekondulaşmış bütün merkezlerdir. Buradaki insanlar, Bağlum, Karapürçek, Pursaklar gibi çevrelere TOKİ’nin yaptığı derme-çatma binalara borçlandırarak yerleştirilmekte, hem merkez nezihleştirilirken, hem de yakın gelecekte bir rant kapısı aralanmaktadır. Sosyal devlet, hak, hukuk anlayışlarından yoksun garibanlar ise gecekondulardan kurtulduğuna sevinmektedir.
Altındağ-Aktaş

Aslında bu noktaya kadar yapılanlar klasik bir “gentrification” örneği. Ancak bu noktada ilginç bir bağlantı var. Ankara nezihleştirilirken, yaratılmaya çalışılan gençliğe bir nezih takım lazımdı. Ankaraspor’un olamayacağı çabuk anlaşıldı. Sıra Ankaragücü’ne geldiğinde ise taraftarı çıktı karşılarına.  Değiştirilmeye, dönüştürülmeye çalışılanın ta kendisiydi o taraftar. Dönüştüremeyeceklerini anladıklarında ise onu mutlak pislikle özdeşleştirip üstünü çizdiler. Şimdi bu varoşlarla beraber Ankaragücü’nü de ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Gri Ankara’yı yapay renkleriyle boyadıkları gibi, yapay bir sarı-lacivert yaratmaya çalışıyorlar.

EMRE POTUK