19 Eki 2013

Metro Duraklarına Futbolcu İsmi Vermek- Futbolun Metro Haritası

   Londra'da Futbol Federasyonu ve Londra Metrosunun 150. yılında ortak bir projeye imza atılmış. Sınırlı sayıda çıkarılan bir metro haritasında durakların isimleri futbol efsanelerinin isimleriyle değiştirilmiş.
 
   Harita gerçekte 14 hat üzerine serilmiş 368 durağı göstermekte. Haritanın yeni halinde ise ilginç bilgiler gözlenmekte. Leytonstone durağının ismi burada doğan bir efsanenin adını almış; David Beckham. Yine Arsenal durağına, Arsenal'in genç yıldızı Jack Wilshere'ın adı verilmiş. Upton Park ise 1966'da Dünya Kupasını kazanan takımın kaptanı ve West Ham efsanesi olan Booby Moore'a adanmış.

  
   Bunun dışında Kelly Smith ve Faye White gibi efsane kadın oyuncular ile İkinci Dünya Savaşı öncesi ligin önemli oyuncuları Eddie Hapgoord ve Dixie Dean gibi isimlere de harita da yer verilmiş.

   Hatlar; gol kralları, Dünya Kupası efsaneleri, stoperler, hakemler/yöneticiler, FA Cup kahramanları, menajerler, kaleciler, orta sahalar, kadın oyuncular gibi çok çeşitli kategorilerde düzenlenmiş durumda.

   İngiltere'de futbol hayatınının önemli parçalarından biri olan yeraltı ulaşımında yapılan bu şık değişikliğin bir örneğine sahip olmak istiyorsanız http://shop.tfl.gov.uk/ adresinden "online" sipariş verebilirsiniz.

Kaynak olarak http://www.arsenal.com/news/news-archive/fa150-football-tube-map kullanılmıştır.

17 Eki 2013

Hangi Takımı Tutsak Acaba?

 

 
    Yazının başlığını açayım biraz. Gidemediğimiz her turnuvada herkesin bir takımı olur. O takımı elenene kadar tutar maçlarını takip eder. Genelde en başarılı takım değil de daha sempatik, göze hoş top oynayan takımlar tutulur. Son 12 sene içerisinde sadece 2 büyük turnuvaya katıldığımız için (Konfederasyon Kupası hariç) bu duruma alıştık.
    Euro 96'dan itibaren milli takımlar bazındaki her turnuvaya katılma hedefimiz belirgin hale geldi. Fransa 98'i evden izledik. Euro 2000, Galatasaray'ın o seneki başarısının rüzgarı ve kemikleşen kadroyla beraber gelen çeyrek final. 2002 Japonya-Güney Kore başlı başına bir 'peri masalı'ydı. Futbolla ilgisi olan-olmayan belirli bir yaşın üzerindeki herkesin hatırlayacağı turnuva. Bunları arka arkaya sıralıyorum çünkü sonraki tablo hiç bu kadar parlak olmayacak.


    2002 Dünya Kupası'nın ülke üzerinde oluşturduğu hava biz dünyanın en iyi 3.takımıyız şeklinde oluşunca beklentiler Euro 2004'ün kazanılması üzerine oluştu. 1.torbadan eleme kurasına katılırken 2.torbadan İngiltere'nin gelmesi hoş olmadı. Grubu 20 puanla İngiltere 1. biz 19 puanla 2.sırada tamamlamıştık. Kurada tüm gazete manşetleri dahil herkesin aklında Letonya vardı. Hatta kurada Letonya geldikten sonra Fanatik'in ertesi günkü manşeti yanlış hatırlamıyorsam 'Çekti Valla' şeklindeydi. Futbolcular, teknik ekip, turnuvayı yerinden izleyecek gazeteler Portekiz hazırlıkları yaparken bir tane adam geldi 180 dakikada bir ülkenin milli takımını fetret devrine soktu: Maris Verpakovskis.
     Şenol Güneş'in gönderilmesiyle başlayan deprem Ersun Yanal'ın gelmesiyle dineceğine daha da arttı. Gelir gelmez Hakan Şükür'ü oynatmayacağım diye tribe girmesi gelir gelmez topun ağzına koydu hazretlerini. 4 Haziran 2005'te iç sahada Yunanistan maçı Ersun Yanal'ın milli takım başındaki son maçı oldu. Kurtarıcı belliydi: Fatih Terim. 2014 Brezilya elemelerindeki çağırılış biçimi 2006 için çağırılış biçimiyle çok benzerdir. Terim 3 maçta 7 puanla takımı baraj maçlarına taşıdı ancak takıma asıl taşıdığı şey ruhtu.
     Ukrayna'nın ardından 2.olduğumuz grup tarihin en zorlu eleme gruplarından biriydi. Lider Ukrayna ile 4.Yunanistan arasında sadece 4 puan vardı. Euro 2004 faciasından sonra Almanya'ya gideceğimizden emindik. Hatta gurbetçilerimizin orada bize sağlayacağı taraftar desteğini düşünüyorduk.
     Baraj kurasında gelen İsviçre çok tanımadığımız bir ekipti ancak dişimize göreydi. Deplasmandaki ilk maça Lubos Michel'in hatalı kararları damga vurmuş ve 2-0 kaybetmiştik. 2.maçta yıllar önceki Neuchatel Xamax-Galatasaray eşleşmesine atıfta bulunuluyordu.


    Alpay'ın seremonideki gazla 45.saniyede aldırdığı penaltı ve akabinde 4-2 kazanmamıza rağmen turu geçemememiz bir şeylerin fitilini ateşledi ve sahadaki kavga herkesin malumu. Sonuç olarak 2006'yı da evimizden izledik herkes sempati duyduğu bir takım seçti kendine. Euro 2008'de trajik bir durum yok güzel bir eleme grubu geçirdik, Türko'lar olarak son dakika canavarı olduk ve turnuvadaki tek iyi maçımızda, Almanya'ya yenilerek yarı final başarısıyla eve döndük.
    2010-2012 bu iki turnuvaya gidemeyişimizin sebepleri jenerasyon değişikliği olarak açıklanır. 2006 yılından itibaren o efsane milli takım-Galatasaray kadrosu yavaş yavaş futbolu bırakmaya başlayınca sıkıntı baş gösterdi. Gelelim 2014 Brezilya elemelerine. Milyonlarca euro dökerek getirdiğimiz ve Türkiye'yi son durak olarak tanımlayan Guus Hiddink geldiğinde bir şeyler değişecek imajı oluştu. Hiddink 2002'de Güney Kore, 2006'da Avustralya ve 2008'de Rusya ile başarılı uluslararası turnuvalar geçirmişti. Haliyle beklenti büyüktü. Yaşanan hayal kırıklığı beklentinin büyüklüğüyle doğru orantılı oldu. Fatih Terim daha yeni gönderilmişti, Şenol Güneş Trabzonspor'un başında iyi sezonlar geçiriyordu, Mustafa Denizli için koltuk çok da cazip gelmemişti. Şartların getirdiği adam Abdullah Avcı oldu. Göksel Gümüşdağ'ın tavsiyesi ve Başbakan'ın onayıyla Rizeli-Kasımpaşalı, Belediye'nin kadrolu elemanı Avcı milli takımın başına geçti. Camiası ve uzama-kısalma durumu olmayan bir takımla tıngır mıngır sezonlar geçiren bir adamın ateşten gömleği giymesi ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışıldı mı? Çok çok az. İddaada yazısız kurallardan biri hoca değiştiren takım yenilmez. İlk maçlarda insanların ağzına birer parmak bal çalındı. Avcı da kendini kanıtlamak için hazırlık üstüne hazırlık maçı ayarladı. Medyanın zaten kimin elinde olduğunu biliyoruz. Avcı şişirildikçe şişirildi ve balonu çok hızlı söndü. Yeni jenerasyon yaratma projesi 'hadi ne kadar gurbetçi varsa milli takıma alalım' a dönünce milli takım panayıra döndü.


    Aslında yukarıdaki fotoğraf hiç de istemediğim bir tabloydu. Kim ister ki? Sağ taraftaki koca kafa Türk futbolunun en kirli adamı. Birilerinin menfaatini kurtarmak için milyonlarca kişinin ahını aldı ve kul hakkını yedi. Hakkı yenen insanların elleri hem bu tarafta hem öteki tarafta bu adamın yakasında olacak. Gelelim Terim neden teklifi kabul etti sorusuna. Fatih Terim şu anki genel düşüncenin aksine hala milli takımı önemseyen ve benimseyen bir insan. 'Milli takım kaldırılsın' tezinin ciddi şekilde tartışıldığı bu ortamda Terim'in yaptığı çok garip gelebilir. Hoca iki takımı beraber yürütmek istedi ama olmadı Aysal yüzünden. Başına geldiği takım darmadağın olmuş en yakın iki rakibinden 2 si içeride olmak üzere oynadığı 3 maçtan sadece 1 puan alabilmiş vaziyetteydi. Önünde 4 maç vardı, kazanılması gereken 4 maç. 3'ünü kazanıldı, erken yenen golün dezavantajıyla ve buraya kadarmış psikolojisiyle Hollanda maçı kaybedildi. Play-offa'a kalınamamasının suçlusu Fatih Terim mi? Son suçlanacak kişi o. Futbolcular mı? Suçlular ama baş suçlu değiller. Asıl suçlular kim peki?


     Asıl suçlular yukarıdaki ikili. Demirören gelir gelmez Abdullah hocayla sorunlar var dedi. Ancak görevine devam etmesi yönünde karar aldı. Bu adamın iyi niyetli olduğunu düşünen varsa tartışmam, söverim.
    8 ay sonra futbolun asıl beşiğinde 32 takım futbol şöleni için hazır bulunacak. Biz nerede olacağız? Euro 2016'ya 24 takım katılacak deniyor o statüde turnuvaya gidiş kolaylaşacak ancak Platini'nin kıta dışı takım alma projesi var. Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya gibi ülkelere davet var yani her halükarda işimiz zor. Peki ne olacak bu takımın hali? İşte o sorunun muhatabı da Demirören. Şimdiden söyleyeyim. Benim Brezilya 2014'teki takımlarım Belçika ve Bosna Hersek olacak. Belçika fişek gibi bir jenerasyona sahip ve o jenerasyonun ilk büyük turnuvası olacak. Bosna Hersek de 3 turnuvadır kapıyı çalıp içeri giremiyordu. Onlar da kendi jenerasyonlarının hakkını vermeye başladı. Güzel bir turnuva 'izleriz' umarım.



13 Eki 2013

Kurumsallığın Kaldıramadığı Adanalı


    Sene 74. Sahadaki hırsı, her şeyi kontrol etme isteği ve yeteneğiyle dikkat çeken genç Adana Demirli Fatih o zaman için ülke içerisinde rekor sayılabilecek bir ücretle Galatasaray'a transfer olur. Galatasaray'da oynadığı 11 sezon boyunca şampiyonluk yaşayamaması onun saha içi efsaneliğine az da olsa gölge düşürür. O 11 yıllık dönem içerisinde hem takımının hem milli takımının kaptanlığını yapar. Dedim ya her şeyi kontrol etme isteği diye; Galatasaray 84-86 sezonları arası Fatih Terim'in ürettiği Fatih markalı formalarla çıktı sahaya.


    Sahaya helikopterle indiği, sunuculuğunu Beşiktaş'ın sözü geçen isimlerinden Cenk Koray'ın yaptığı ve sıkı bir Fenerbahçeli olan İbrahim Tatlıses'in konser verdiği bir jübileyle saha içi kariyerini noktaladı. 96 yılına kadar olan kısmı atlıyorum ki bir yazımda 93 yılında Akdeniz Oyunları şampiyonu olan takımın hocası olduğundan bahsetmiştim.
    1996 yazında tarihimizde ilk defa A milli takımlar bazında büyük bir turnuvada oynadık. Her ne kadar puan alamasak da elemelerin kura çekimine 5.torbadan katılıp gruptan çıkarak turnuvaya katılmak büyük bir başarıydı. O yazın bitiminde Terim Galatasaray ile anlaştı. Yıllardır kurtulamadığımız bazı çok bilir yazarlar köşelerinden Fatih Terim'i 11 yıl şampiyon olamayan takımın kaptanı olarak uğursuzlukla suçladı. Ki o sezon başında Fenerbahçe'ye karşı alınan 4-0'lık mağlubiyetten sonra Terim'in istifa ettiği ancak Süren'in kabul etmediği de söylenir. Afyon'dan, Zonguldak'tan, Sinop'tan, Ankara'dan, Diyarbakır'dan gelen birkaç Türk + birkaç sezondur beraber oynayan iskelet + Hagi-Popescu ve diğer Romenlerle oluşturulan bir kadro kuran Terim ilk sezonunu şampiyonlukla kapattığında herkesten çok kendine kanıtlamıştı ki uğursuz değildi. 4 sene boyunca oturttuğu omurga, başarısız transferleri tamamen unutturmuştu. Sık sık girdiği polemikler, saha içindeki duruşu ve aslında köylü olması bu yazının kaynağı olan 'Derin Galatasaray'ı rahatsız ediyordu. Başarı; sorunların altına süpürülebileceği en geniş halıdır. 4 yıl boyunca kazanılan 4 şampiyonluk, yurt içindeki diğer kupalar ve nihayetinde gelen UEFA kupası bütün olumsuzluk ve uyumsuzlukları halının altına süpürmüş gibiydi.


    Yazının bu kısmı biraz daha duygusal olacak çünkü içimi dökmem gerekiyor. 2010-2011 sezonu dediğim anda bütün Galatasaray taraftarı yüzünü buruşturur. Saçma sapan formalar, sahadaki kalitesiz ve ruhsuz takım, saha içi kavgalar, saha dışı kavgalar, sürekli alınan mağlubiyetler, 3 defa hoca değişimi, 14.lüğün görülmesi ve koskoca 106 yıllık 17 şampiyonluğu bulunan 'sporun beşiği' Galatasaray ligi 8.bitirmesi. Mağlubiyet sayısı galibiyet sayısından çoktu. Ali Sami Yen Stadı'na veda edilmişti. Adnan Sezgin ve Adnan Polat'tan taraftar bıkmıştı. Satırlarca daha yazabilirim çünkü o kadar vahim bir durumdan bizi çıkaran adamı 19 gün önce takımdan kapı dışarı ettiler. 2.dönemi çok parlak olmasa da o enkazı kaldırabilecek adam Fatih Terim'di. Her ne kadar Ünal Aysal'ın antrenör adayı Gerets olsa da hatta Bülent Tulun anlaştı dense de Galatasaray'ın ara bulucusu Ali Dürüst yönetimi Fatih Terim'in gelmesi konusunda ikna etti.
    2011-2012 ve 2012-2013 sezonunda alınan şampiyonluklar, 2012-2013 sezonunda gelen şampiyonlar ligi çeyrek finalinden sonra tablo toz pembe görünüyordu. Ancak yıllardır yanlış söylenilegelen 'Galatasaray'da transfer bitmez' klişesi aslında 'Galatasaray'da kriz bitmez'dir. Hoca bas bas sol bek ve stoper alın diye bağırırken Drogba ve Sneijder getirildi 12-13 sezonun devre arasında. Şikayet etmedi aksine o oyunculara göre oyun planını değiştirdi. Hakemlerin ve medyanın sürekli üzerine oynaması ve gazlamasıyla Mersin maçında bir şeyler koptu, hoca ceza aldı ve söylenene göre Aysal Terim'i gönderme kararı aldı. Sorulması gereken soru: Ne zaman çalışmak istedi ki o zaman aldı bu kararı? 'Elit Galatasaraylılar' ve 'Derin Galatasaray'. Bu iki söylemden de nefret ediyorum. Galatasaray'ın her zaman elitliğinden ve aristokratlığından söz edilir. Elitlik eğer takımı hatta ülkeyi tek başına muasır medeniyetler seviyesine çıkaran adamı kapı dışarı etmekse olmaz olsun öyle elitlik. Aysal belirli bir proje ürünü olarak kulübün başına geldi. 'Liseliler'in adamı olarak gelen Aysal yaptığı transfer hamleleri ve sermaye artırımıyla -ben dahil- çoğu Galatasaraylı'nın gözünü boyadı. Evet yaptığı göz boyamasıydı. Allah aşkına eski 'elemanı'nın itibarını sarsmak için ROK'u kullanan bir adamın hangi hareketinin samimiyetinden söz edebiliriz?
    Fatih Terim'in gönderilme sebebi Galatasaray bench'inde bu 'elitlerin' bir Avrupalı görme isteğidir. Sürekli ayakta durmayan, takım elbisesinin ütüsü bozulmasın diye otururken istifini bozmayan biri gelmeliydi. Neden? Çünkü Galatasaray frankofondur. Çünkü Galatasaray Avrupai bir takımdır. Çünkü Fatih Terim Adana'dan çıkan tırnaklarıyla bir yere gelen ancak takımı sahadayken en az onlar kadar kan-ter içinde kalan, oyuncularının kirasını, araba taksidini ödeyen 'eleman'dır. Eleman dediğin böyle olmaz. Şirket örneği veriliyor hep. Ünal Aysal'ın attığı sms'e Terim cevap vermemiş. Ünal Aysal şirket patronu olsa Terim de eleman olsa kovulma durumu haklıymış. 1-Futbol camiaları şirket değil asla olamaz. 2-Fatih Terim Türk futbolunun gidişatını belirleyen adam olarak bırakın Aysal'ı Türk futbolundan bile üstündür benim nazarımda. 3-Hangi şirket 2 sezon boyunca yapması gerekeni harfiyen yapmış ve yeni seneye de fena olmayan bir şekilde giren şirketin en önemli 'elemanı'nı patrona cevap vermediği için kovar? Aslında gönderilme mevzusundaki samimiyetsizliği anlamanın birçok yolu var. Bunlardan biri GS TV denen garabetin hocanın daha gönderilişi duyurulmadan 'Fatih Terim Yıldırım Demirören'le 3+1 yıllık gizli sözleşme yapmış' diye son dakika girmesi. Eyvallah Bahri Havadır'ın kalitesini hepimiz biliriz de kulüp kanalının daha görevinin başında olan hocası hakkında böyle yanlış bir duyumu son dakika diye girmesi nedir? Kulüp resmi twitter hesabının Fatih Terim'e uyguladığı sansür nedir? Kulübün Rize maçından önce Terim pankartlarını toplatması nedir? Siz kimi kimden koruyorsunuz kimi kimden sakınıyorsunuz? Madem bu kadar korkuyordunuz Fatih Terim'den neden kendiniz gitmediniz?
    24 Eylül 2013 akşamı bir adama yapılan haksızlık milyonlarca insanı hayattan soğuttu. Milyonlarca insan hayattan, spordan, tek tutkusu olan futboldan tat alamaz oldu. Benim de bulunduğum bu güruh siz bu kulüpten defolduğunuzda hatta öldüğünüzde gidip mezarınıza tükürecek. Hiçbirinizin gözümde zerre-i miskal değeri yok. Çakma kurumsallığınız batsın. İnsanların 'baba' dediği, hayatlarındaki çoğu mutluluğun mimarı olan adamı göndermek için aylarca arkasından kuyu kazdınız, fırsat kolladınız. Fatih Terim her zaman bu kulübün kapısından girer. Belki bundan sonraki girişi kulüp başkanı olarak olur bilinmez. Ama sizin Galatasaray tarihinde onun binde biri kadar değeriniz olmayacak. Alın kurumsallığınızı başınıza çalın. Bir de böyle dediğimizde 'ama Fatih Terim de ''Aslolan Galatasaray'dır'' demişti bir adama bağlı kalıyorsunuz :((' diyenler var. 'Aslolan Galatasaray' düsturuyla hareket edip Galatasaray tarihinin en başarılı adamını tek kalemde silip yeni gelen hocaya methiyeler düzmek de ayrı maharet. Onları da Allah'a havale ediyorum. 1-2 transferle başkanlı komikli capsler paylaşacak olan, takım mağlup olduğunda 70.dakikada stadı terk eden, instagramda formalı fotoğraflar paylaşıp yenilince söven gruplar oluştu Galatasaray'da. Aysal ve arkasındakilerin istediği şekildeki taraftar formatı da bu. Ama unutmasınlar gitmelerini bekleyen vefalı grup bu yeni nesil tiki Galatasaraylılar'dan çok daha fazla. Son söz olarak inşallah Terim'in milli takımı Brezilya biletini alır. Tekrardan milli takımın takip edilmesini sağlamak bile Abdullah Avcı'dan sonra büyük başarı. Ve elbette Terim'in yönettiği takımın oynadığı maçlarda tarafımız her zaman belli.

http://inciswf.com/fatihterimtaraftar.swf

Çok özledik be hocam.

12 Eki 2013

O kadar çirkindi ki sanki tek şansı futbolcu olmaktı. İyi de bir futbolcuydu, kendi yaş grubunda stoperlerin korkulu rüyasıydı 'simsiyah ulan yoksa yabancı mı bu? kaçak mı getirmişler?' homurdanmaları sürerken o hep meşin yuvarlağı çizgiden geçirdi. Hiç parası yoktu menajerlere yollamak için bir video bile yaptıramadı kendine, o zamanlar facebook popüler değildi; tabi hal böyle olunca iş bilgilerini TFF'de futbolcu biçiminde ayarlayamadı. Ünlü futbolcu olsa mekanda kavga çıkarır olay olurdu, belki gözden düşmüş bir popçuyla aşk yaşardı. Yok lan belki de şansı yaver giderdi modacı bir sevgilisi hatta eşi olabilirdi, olmayacak şey mi? Ama o siyah bedenine rengarenk şeyler giyip lise bahçesine gidiyordu, kızlar görsün istiyordu sorsun istiyordu 'kim bu ateş gibi oğlan?' diye; bu sorulara 'o çocuk A genç'te yıldız, evet o bir yıldız' diye cevap verilsin istiyordu. Ama hep kendisini kavgaların içinde buldu, kendisini ilgilendirmeyen ama bünyeye zevk veren kavgaların içinde. Sigaraya başlamıştı artık 10 saniyede 100km hıza ulaşamıyordu son model arabalar gibi, ama hala yıldızdı. Okul turnuvalarında, halısaha turnuvalarında faul bile yapılmazdı ona, birsürü kulüp takip ediyordu onu ama kendisine hiç söylenmezdi bu. Milyarlar teklif edilirdi kulübe ama hep daha fazlası için reddedilirdi, zaman akıp gidiyordu 100km hıza ulaşamıyordu artık. Yanında sürekli dönen esrardan bir nefes aldı ve bu sürekli hale gelmeye başladı. İlk başlarda iki biraya kafa olurdu, sonra üç dört derken 'bir yıldız gibi içmeye' başladı. Her şeyi bir yıldız gibi içiyordu.

......

Kamil Koç'la Sungurlu'da mola vermiştik. Yanımda oturan çocuk Canik Belediye'de 10 sene top oynamıştı. Sigara uzattım içmiyorum dedi, kendisine iyi bakmış vücudu iyi durumdaydı sağ iç oynarmış eskiden. Bir çay söyledi kendine, ben çay birbuçuk lira diye içmiyordum. Okulla beraber yürümedi bıraktım dedi. Adamımın ismini söyledim, 'of simsiyah bir şeydi hatırladım, ben topla öylesini görmedim şimdi nerde transfer yaptı mı?' diye sordu. 'Bir yıldız gibi içiyor' dedim, sadece gülümsedi. Yukarda yazdığım şeyleri bir saniyede aklından geçirmiş gibiydi.

11 Eki 2013

Eve Dönüş

23 Aralık 2012 pazar günü saatler biri gösterdiğinde Ankaragücü'nün on aylık iç saha esareti de başlıyordu. Takımı üç farklı gerideyken sahaya giren taraftar skordan ve rakipten ziyade son üç yıldır kulüpte yaşananların getirdiği birikmişlikle hareket ediyordu. Hafta içi federasyon cezaları açıkladığında hemen herkes en az beş maçlık seyircisiz oynama cezası alınacağının bilincindeydi. Hiçbir deplasmanda takımını yalnız bırakmayan Ankaragücü taraftarı artık bu maçlara daha sıkı sarılacaktı. Bu da kaçınılmaz olarak deplasman tribünlerinde bilet sıkıntısı yaşanacak kadar yoğun akınlara yol açacaktı. Kartal ve Tavşanlı deplasmanlarında beş maçlık seyircisiz oynama cezasına beş maç daha dahil olacak; üstüne bir de sezonun son iç saha maçı olan Denizli maçında -ki bu maç da seyircisizdi- cezanın üzerine iki maç daha eklenecekti. Ankaragücü taraftarının deplasman pratiği ve rakip takım yönetiminin dışlayıcı ve ayrıştırıcı tutumu yüz kadar Ankaragücü taraftarını Rize tribününe sokmaya yetip de artacaktı. "RİZE'de DENİZ diye bir kız var TARAF okuyor" parolasıyla twitter'dan organize olan taraftar Rize Şehir Stadının Deniz Tarafı Kale Arkası bölümünde buluşacaktı. 23 Aralıkta başlayan süreç esnasında Ankaragücü PTT 1. Lig'in son sırasında yer alıyor ve genel kurula gidiliyordu. Ankaragücü Spor Toto 2. Lig'e düştü, kulüp başkanlığına Mehmet Yiğiner getirildi, seneler sonra çıkarılan kombine kart yaklaşık 14,000 adet satıldı ki hala satılmaya devam ediyor, futbolcuların ve diğer emekçilerin paraları ödendi, elektrik, su, doğal gaz faturaları yatırıldı, tesisler bakımdan geçirildi, taraftar mağazası açıldı (çok sayıda ürün çeşidiyle), transfer yasağı bir yıllığına erteletildi, Mustafa Kaplan'ın yerine Hayati Soydaş getirildi, Bugsaş'tan (dolayısıyla sahibinden) ilk rövanş alındı... Altı haftası geride kalan Kırmızı Grupta Ankaragücü şu anda 13 puanla ikinci sırada yer alıyor. Önümüzdeki iki hafta şu an dördüncü ve üçüncü sırada yer alan iki takımla (Altınordu ve Kızılcahamam) Ankara'da maçımız var. Taraftar geleceğe umutla bakıyor. Toplamda 12 puanlık iki maç oynayacağız. Takıma ve hocaya inancımız tam olmasa da taraftarın gücüyle kazanma ihtimalimiz çok yüksek. Bunların hepsi bir kenara dokuz buçuk ay sonra (ki bu sürede bir insan evladı dünyaya geliyor) Ankaragücü taraftarı stadına kavuşacak. 19 Mayıs'ın provası hafta içi Ostim Stadında Bugsaş'a karşı yapıldı. Eyüp ve Körfez deplasmanlarında da deplasman tribünleri kapasitenin çok fazlasıyla dolup taştı. Sabır kalmadı artık... Eve dönüş vakti gelsin.

7 Eki 2013

Kara Elmaslar (Diamantes Negros)


İspanyol yönetmen Miguel Alcantud'un üçüncü uzun metraj filmi olan 'Diamantes Negros' Avrupa liglerinde top koşturan Afrikalı futbolcuların nasıl birer modern-zaman kölesi haline dönüştüğünü eleştirel bir bakış açısıyla ortaya koyuyor. Film, ilk kez gösterime girdiği Malaga Film Festivali'nden bir adet ödül almayı da başardı. İspanya ve Portekiz ortak yapımı olan filmin İspanya için gösterim tarihi 27 Kasım 2013 olarak belirlenmiş. Ancak filmi Türkiye'de ne zaman izleme şansı bulabiliriz bilinmemekte.
Hikaye Malili iki futbolcunun (Setigui Diallo ve Hamidou Samaké) Avrupa'ya getirilmesi etrafında dönüyor. Afrika'dan Avrupa'ya getirilen futbolcular Atlantikötesi köle ticareti ile kıyaslanıyor. İki genç adam menajerler ve gözlemciler vasıtasıyla Avrupa'da kendilerini büyük bir zenginliğin beklediği yalanıyla kandırılıyorlar. Hayallerin kabusa dönüşmesi ise çok fazla zaman almıyor. Ailelerinden ve arkadaşlarından koparılan bu iki genç adam o ana karşılaşmadıkları ağır bir yükün altında buluyorlar kendilerini: Rekabet! Filmde, FIFA tarafından yasaklanan bir uygulamadan da bahsediliyor. 18 yaşını doldurmamış ve AB pasaportuna sahip olmayan hiçbir futbolcu Avrupa kulüplerinin altyapı kadrolarında yer alamıyor. Bu yasağı delmek için Avrupa'nın kalburüstü kulüplerinin başvurduğu bazı yöntemler de filme konu ediliyor: Sahte öğrenim hayatları, sahte iş sözleşmeleri, sahte pasaportlar vs. yollarla Afrikalı futbolcular 'ithal' ediliyor.
Film Türkiye'de vizyona girer mi bilinmez ama alternatif kaynaklar vasıtasıyla da olsa mutlaka izlenmesi gereken bir film olduğu kanısındayım. Filmin fragmanı ve konusu insanı hayatından bir buçuk iki saatini bu çalışmaya ayırmak için teşvik ediyor. Şimdiden iyi seyirler.